Komünler ve komünal yaşam biçimleri insanlar için yüzyıllar boyunca
merkezileşmiş devlete karşı devrimci bir karşı güç olarak örgütlenmenin ilham
kaynağı olmuştur.
Tahir Emre Kalaycı 24.08.2016 Sendika Org.
Yazıdaki görseller: Mirko Rastić
Komün fikri,
yüzyıllar boyunca asilerin ve devrimcilerin radikal düş gücünü canlı tutmuştur.
Marx ve Kropotkin gibi radikal kuramcılar, komünal yaşam biçimleriyle nitelenen
kapitalizm öncesi toplumları incelemiş, bu toplumları gerekli özgürleştirici
dürtüden yoksun oldukları için mutlaka devrimci olarak nitelemedikleri halde
yine de ilham kaynağı olan tarihsel örnekler olarak ele almışlardır.
1871 yılında
Paris’te yönetimi ele geçiren Komünarlardan sonraki yıllarda, dünya çapında
Tolstoycu Yaşam ve Emek komünlerinden, kuzey Fransa’daki la ZAD’a[1],
1919 Bavyera Cumhuriyeti’nden, 1950’lerin Uruguay’ındaki Comunidad Del Sur’a,
17. yüzyılın korsanlarından 20. yüzyılın köylülerine birçok tasarlanmış
topluluk ve komünal deneyim ortaya çıktı. Hepsinin ortak noktası eski dünyanın
bağrından yeni bir dünya yaratma tutkusuydu.
Bu komünal
deneyimlerin katılımcılarının arzusu kendilerini toplumdan soyutlamak değildi,
aksine kaderlerini ellerine alıp yeni bir yaşamı ortaklaşa kurmaktı. Farklı
mekân ve zamanlarda sayısız komünal hareket örneği, komün biçiminin kesinlikle
marjinal, karşıkültürel bir yaratım olmadığını doğrulamaktadır. Aksine
insanları Paris, Barselona ve Kürdistan’daki barikatlara sürükleyen devrimci
fikirler Tahrir’den Taksim’e, Sintagma’dan Zucotti Park’a milyonlarca
protestocunun farklı yöntemlerinde yankılanmıştır.
Tarihteki
herbir ve her komün, devletin gerici güçleriyle karşılaşmıştır ve bazıları
diğerlerine göre kendilerini savunmakta daha başarılı olmuştur. Önümüzdeki
zorluk, bu önceden yalıtılmış enerji, umut ve iktidar patlamalarını bir araya
getirmek ve birleşik bir komün ağı yaratmaktır. Bu tür bir uluslararası birlik,
sadece düşmanları tarafından kendisine yöneltilen yıkıcı güçlere karşı durmayı
başarmayacak, aynı zamanda uzun erimli büyümeyi ve yaşamda kalmayı güvence
altına almak için de hazır olacaktır.
Yerli ve
Maroon[2] komünleri
Rusya köylü
komünleri
Karl Marx,
son yıllarının bir kısmını Rusya köylü komünlerini, obshchina’yı[3] çalışmaya
adamıştır. Bu komünlerin müşterek toprak mülkiyeti uygulamasını “komünist
gelişme için bir başlangıç noktası” olarak kabul etmiştir. Rusya’nın kırsal
bölgelerinde, müşterek toprak, bir köy topluluğunun farklı haneleri arasında
bölüşülmüştür. Yüzyıllara dayanan bu gelenek, Stalin yönetimindeki 1930’lu
yıllarda devlet güdümlü toprağı kolektifleştirme hamlesiyle son bulmuştur.
Kropotkin ve
Bakunin gibi anarşist düşünürler için obshchina ayrıca önemli
bir ilham kaynağıydı. Kropotkin Karşılıklı Yardımlaşma kitabında
merkezileşmiş devlet otoritesine karşı, yerel düzeyde örgütlenmiş toplulukların
avantajlarını olumlu bir şekilde aktarır.
Daha eski
zamanlarda, kral bir köye görevli memurunu gönderdiğinde, köylüler onu bir
ellerinde çiçek öbür ellerinde de silahla karşılar ve hangi yasayı
uygulamaya niyetlendiğini sorarlardı: köyde bulduğunu mu yoksa yanında
getirdiğini mi?[4]
— Peter
Kropotkin
İrokua
Birliği
12. yüzyılın
ortalarında, Amerika’nın kuzeybatısındaki bir avuç yerli halk, o zamandan beri
İrokua Birliği olarak bilinen bir federasyon oluşturdu. Haudenosaunee[5] toplumu,
uzun evlerde, köylerde, ulusal ve birlik düzeyinde asli karar alıcı aygıtların
konseyler olduğu federatif bir yapıya sahipti. 17. yüzyılda Fransız cizviti
Francois le Mercier, her yıl, bütün uluslardan delegelerin “şikayetlerini iletmek
ve karşılıklı hediyelerle gerekli tatmini edinmek” için mecliste nasıl
toplandığını anlatır.
Beş halkın
komünal ekonomik yaşamı, barış içerisinde yaşamalarında önemli bir rol oynadı.
Federasyon hakkında sıklıkla kullanılan bir metafor, herkesin aynı uzunevde
yaşamasına ve aynı kaptan yemek yemesine neden olduğu şeklindedir.
— Peter
Gelderloos
Kadınlar ve
erkekler eşit kabul ediliyordu ve eldeki meseleye bağlı olarak, güç dengesinin
değişimine imkan sağlayan toplumsal cinsiyete dayalı açık bir iş bölümü vardı.
Her toplum düzeyi, hem kadınların hem de erkeklerin konseylerine sahipti ve her
ne kadar “ulusal düzeyde” savaşa ve barışa ilişkin kararları erkekler alıyor
olsa da, kadınların yine de bir veto gücü vardı. Konfederasyon farklı Amerikan
Yerlisi halklar arasındaki barışı yüzyıllar boyunca korudu.
Geleneksel
Afrika toplulukları
Çoğu
geleneksel Afrika topluluğu bir komünalizm biçiminde kurulmuştur. Afrika
komünalizminin en önemli özelliklerinden bazıları; sınıfların ve sömürücü
toplumsal ilişkilerin olmaması, toplumsal üretimin dağıtım düzeyinde eşitliği
ve toplumsal yaşam temelinde güçlü aile ve akrabalık ilişkileridir.
Sam Mbah ve
I.E. Igariwey’in sözleriyle: “Komünalizm altında, her afrikalı bir ailenin veya
topluluğun üyesi olması nedeniyle, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli
toprak güvencesine sahip(ti).” Anlaşmazlıklar sıklıkla arabuluculukla ve
karşılıklı uzlaşıyla çözülürken, çoğu geleneksel toplulukta kararlar sıklıkla
fikir birliğiyle alınıyordu.
Çoğu
geleneksel topluluktaki politik örgütlenme doğası gereği yataydı. Önderlik,
çalışmayı sıklıkla topluluğun diğer üyeleriyle paylaşan yaşlılarda toplanmıştı.
Önderlik nadiren dayatılıyor, zorlanıyor veya merkezileşiyordu, aksine
topluluğun ihtiyaçlarına göre, grup çıkarını özünden ayrılmaz bir parça olarak
tutarak biçimleniyordu.
Zomia
yaylaları
Zomia
yaylaları, Vietnam’dan Hindistan’a uzanan birbiriyle bağlantılı dağlık
bölgelerden oluşmaktadır ve kimilerince “dünyada devletsiz kalmış en geniş
mekânlardan biri” oldukları söylenmektedir. Bu bölgelerde yaşayan insanların
toplumal örgütlenmesinin komünal biçimine yönelik, Amerikalı antropolog ve
siyaset bilimci James C. Scott tarafından yapılan inceleme meşhurdur.
Scott, genel
algının aksine Dağ İnsanları’nın vadilerde yaşayan daha “medeni” toplulukların
“ilkel” ataları olmadığını, aksine “vadilerdeki devletin yarattığı tasarıların
baskılarından iki bin yıldır kaçmakta olan kaçak, firari, ıssız topluluklar”
olduklarını öne sürmüştür.
Maroon
toplulukları
Köleliğin
Avrupalı sömürgeciler tarafından Batı yarıkürede başlatılmasından sonra yeni
bir görüngü ortaya çıktı: Maroon topluluklar. Büyük çiftliklerden kaçtıktan
sonra çoğu Afrikalı köle, Karayip adalarının ve kıyı kolonilerinin erişilmez iç
bölgelerinde otonom topluluklar şeklinde örgütlenmeye girişti.
Politik
örgütlenmeleri sıklıkla geleneksel Afrika topluluklarını örnek alıyordu, arazi,
akrabalık grupları şeklinde müşterekti ve komünal toplantılar halk meclisleri
şeklinde işliyordu. Bireysel üyelerinin farklı etnik ve dini arkaplanlarının
eklektik bir karışımından, özgürlük için kolektif bir mücadelenin bir parçası
olarak tamamen yeni bir direniş kültürü gelişti.
Bugüne değin
çoğu Maroon topluluğu (Jamaika ve Surinam’dakiler gibi), daha sonra parçası
oldukları modern devletlerin merkezi hükümetlerinden özerkliklerini büyük
ölçüde korumaya devam ediyor ve atalarının yüzyıllar boyunca mücadelesini
verdikleri öz-yönetim geleneklerini sürdürüyorlar.
Eski
Avrupa’da Komünalist Ayaklanmalar
Floransa
Ciompi Ayaklanması, 1378
“Üzerimizdeki
giysileri çıkaralım, şunu göreceğiz ki hepimiz birbirimize benziyoruz; onların
giysilerini bize giydirin ve onlara bizim giysileri giydirin, şüphesiz, biz
asil ve onlar aşağı tabaka gibi gözükecektir, yalnızca yoksulluk ve zenginlik
bizi eşitsiz kılıyor.”
Makyavel,
14. yüzyılın sonlarındaki Floransa Ciompi ayaklanmasına yönelik görüşlerini
sunarken, bu cümleleri halk ayaklanmasının isimsiz önderine atfetmiştir[6].
Ayaklanmayı iki insan grubu arasındaki mücadeleye bir örnek olarak
değerlendirmiştir. Bir grup (yün tarayıcıları veya ciompiler)
özgürlük için savaşırken, diğer grup (aristokrat oligarşi) onu ortadan
kaldırmayı amaçlıyordu.
Floransa’nın
temsiliyeti olmayan dokuma işçileri toplumsal üstlerine karşı ayaklandıktan
sonra şehri Temmuz ve Ağustos ayları arasında bir ay boyunca yöneten devrimci
bir komün kurmayı başardılar. Bu komün, tarihçiler tarafından Avrupa tarihinin
ilk işçi ayaklanmalarından biri olarak kabul edilmektedir.
Comuneros
Ayaklanması, 1520-’21
Şubat
1520’de, rağbet görmeyen Kutsal Roma İmparatoru 5. Charles, ülkeyi Felemenk
piskoposunun ellerine terk ederek İspanya’dan Almanya’ya gitti. Kısa bir süre
sonra, Toledo’da hükümet karşıtı isyanlar başladı. Yerel [halk] Comuneros belediye
başkanını kovarak şehri bağımsız bir topluluk olarak ilan etti. Valladolid,
Tordesillas gibi şehirlerde de aynı şey oldu, Comunidades isimli
şehir konseyleri yerel yöneticileri kovdu ve benzer bir şekilde iktidarı ele
geçirdiler.
Bir yıllık
süreç boyunca isyan yatay bir biçimde büyüdü. Hareketin feodalizm karşıtı
niteliğiyle, özgürlük ve demokrasi fikirlerini teşvik etmesi yalnızca kentsel
nüfusu değil, aynı zamanda köylülerin de ilgisini çekti. Köylüler, kırsal
soyluluğun iktidarını kırmaya yönelik bir çabada Comuneros’la aynı
tarafta yer aldı. Köylülüğün dahil olması isyanı, ilk çağdaş devrimlerden biri
olarak görülebilecek şekilde kitlesel bir ayaklanmaya dönüştürdü.
Münster
Anabaptist[7] Komünü,
1534-’35
Protestan
Reformu’ndan radikal bir hizip olarak ortaya çıkan Anabaptistler, ezilen köylü
ve kent yoksulları arasından çok sayıda taraftarı kendisine çekti. 1534 yılında
militan Anabaptistler, Münster kentinin denetimini ele geçirdi. Aylarca
Bishop’un askerlerinin kuşatması altındayken, özel mülkiyeti kaldırdılar ve
bütün borçları iptal ettiler. Çokeşliliğe geçiş, Anabaptistlerin dinsel
tahammülsüzlüğü ve kendisini “Münster Kralı” olarak tanımlayan kişinin
etrafında merkezileşen önderlik kültünün tamamı komünün yenilgisinde rol
oynadı.
Kazıcılar,
1649-’52
Nisan
1649’da, bir düzine Protestan, Londra’nın güneyindeki St George’s Hill’de ortak
bir araziye yerleştiler. Kendilerini “Kazıcılar”[8] veya
“Gerçek Eşitlikçiler” olarak adlandıran bu grup eşitlikçi, sınıfsız bir toplum
yaratma imkânına yönelik radikal bir inançla hareket ediyorlardı.
Hareketin
kurucularından Gerrard Winstanley, açlığı ortadan kaldırmak ve kendi devrimci
politik gündemlerini tanıtmak amacıyla kolektif olarak müşterek bir arazi
işgaline karar vermiş olan sıradan kişi ve askerlerden oluşan bir grubu
biraraya getirdi. Kazıcıların bakış açısına göre toplumun nasıl örgütleneceğine
yönelik herhangi bir taviz söz konusu değildi: insan ancak ya tam özgürlük ya
da tiranlık altında yaşayabilirdi.
Toprağı
olmayan bir yoksul, ortak toprağı ücretsiz kazma ve işleme hakkına sahip olmadıkça,
İngiltere özgür bir halk olmayacaktır.
— Gerrard
Winstanley, 1649
Yerel toprak
sahiplerinin ve ruhban sınıfın uzun süreli şiddetli kampanyasına rağmen, kırsal
komün büyümeye devam etti ve bir yılı aşkın bir süre ordu tarafından yerinden
edilmeye karşı başarılı bir şekilde direndi. Kazıcıların ekonomik özgürlük
olmadan politik özgürlük olmaz şeklindeki inancı, 200 yıldan daha fazla bir
süre sonra Fransız Komünarların taleplerinde yankılanacaktı.
Korsan
komünleri
17. ve 18.
yüzyıllarda kendilerini kibar toplumun dışında tutan, Karayiplerden Doğu Afrika
kıyılarına kadar bütün bölgede bulunabilecek olan korsan toplulukları şeklinde
az sayıda grup vardı. Fransız devrimi ve onun özgürlük, eşitlik ve kardeşlik
değerleri Avrupa’da kolektif tasavvuru ele geçirmeden çok önceleri, çoğu korsan
topluluğu, hem kıyılarda hem de gemilerde, halihazırda radikal demokratik bir
hat etrafında yapılanmıştı.
18. yüzyılın
başlarındaki bir korsan gemisinin örgütlenmesi, geleneksel yelkenli
gemilerindeki otorite sistemlerine açıkça karşı duran demokratik örgütlenmenin
radikal, anarşist biçimlerinin bir deneyiydi.
— Chris Land
Korsan
gemileri “yüzen demokrasiler” olarak tanımlanıyordu ve oldukça eşitlikçi
toplumsal örgütlenme biçimleriyle nitelendiriliyorlardı. Haiti’nin açıklarında,
Tortuga’da yer alan bir korsan kolektifi olan Kıyı Kardeşliği’nin oluşturduğuna
benzer korsan kuralları, sözleşmeyi kabul eden bütün tarafların eşitliğini
sıkça vurgulamakta ve kolektif ve eşitlikçi süreçler sonucu tanımlanmakta ve
kabul edilmekteydi.
Libertalia
Belki de en
ünlü korsan kolonisi, 17. yüzyıl sonlarında kuzey Madagaskar’da kurulduğu
söylenen Libertalia’dır. Koloni, Kaptan Misson ve Fransız gemisindeki
mürettebatı, Caraccioli isimli, dininden dönen Dominikli bir rahip tarafından
bir tür ateist komünizme kazandırıldıklarında başladı.
Geminin
serveti kolektifleştiriliyordu ve ortaklar korsanlık kariyeri için gemiye
biniyordu. Köleler, ele geçirilen köle gemilerinden kurtarılıyordu ve kolektife
kabul ediliyordu. Korsanlar, verimli topraklara sahip olan Antongil Körfezi’nde
kendi bağımsız kolonilerini kurmuşlardı, önceki milliyetlerini terk ederek
kendilerine “Liberi” diyorlardı. Efsaneye göre, Libertalia yaklaşık olarak 25
yıl boyunca varlığını korudu, özgürleşmiş köleleri ve diğer korsanları kabul etmeye
devam etti.
İnsan ve
insan arasındaki muazzam Farklılık, birinin Lüks içerisinde yüzmesi ve bir
başkasının en sıkışık İhtiyaçlar içerisinde debelenmesi, sadece bir yandan
Açgözlülük ve İhtirasın, diğer yandan da pısırık Boyun eğmenin sonucudur.
— Caraccioli
Kendisi
hakkındaki tek kaynak, Kaptan Charles Johnson’ın 1728 yılında yayımlanan Genel
Korsan Tarihikitabı olan Libertalia’nın gözde bir efsane olup olmadığına
ilişkin tartışmalar sürüyor. Her ne kadar Libertalia’nın varlığı hiçbir zaman
kanıtlanmamış da olsa, hikayenin bazı yönleri oldukça doğrudur. Tarihçi Marcus
Rediker’in sözleriyle:
“Daha derin
tarihsel ve politik anlamda Misson ve Libertalia basit kurgular değildi…
Libertalia, çoğu [Johnson] tarafından gözlemlenen, sentezlenen ve söyleme dönüştürülen
Atlantik işçi sınıfının yaşayan gelenekleri, uygulamaları ve düşlerinin
kurgusal bir ifadesiydi.”
Komünalist
koloniler
Cecilia
Kolonisi, 1890-’95
Mart 1890
yılında İtalyan anarşist Giovanni Rossi, Cecilia Kolonisi’ni kurduğu
Brezilya’daki Palmeiras, Paranà’ya vardı. Genç yaşlarından itibaren Rossi,
ütopyacı sosyalizme ve komüniter fikirlere hayranlık besliyordu. 22 yaşında Un
Comune Socialista[9] (1878)
romanını yayımladı. Bu romanda anarşist toplulukların örgütlenmesine ilişkin
kendi kuramını sergiledi.
Daha önce,
1887 yılında Rossi sol eğilimli bir yerel arazi sahibi tarafından Milan ve
Bolonya arasına tarım kooperatifi olan Cittadella’yı[10] kurmak
üzere davet edilmişti. Kooperatif ekonomik olarak başarılı olsa da, kooperatifi
oluşturan köylülerin anarko-komünist düşünceye çok az ilgileri vardı. Bu da
Rossi’nin 1889 yılında projeden ayrılmasına neden oldu.
Cecilia
Kolonisi yalnızca yarım düzine insan tarafından kurulmuştu, ancak bir yıldan az
bir sürede 250 üyeye ulaştı. Yaklaşık 33 hektarlık bir arazi kolektif olarak
ekilip biçildi ve birçok atölye kuruldu. Bir başka niyet de özgürlükçü pedagoji
ilkelerine dayanan bir okul kurmaktı, ancak bu düzensiz bir biçimde
gerçekleşti.
Rossi
bürokrasi, hiyerarşik örgütlenme veya zora başvuran disiplin biçimlerinin
olmadığı bir topluluk yaratmayı umuyordu. Beş yıl sonra, komün komşu saldırgan
topluluklardan gelen baskıya ve yerel yönetimin karşıtlığına yenik düştü.
ABD ve
Birleşik Krallık’taki sosyalist koloniler
19. yüzyılın
dönümünde, ABD ve Birleşik Krallık’ta birtakım sözümona “koloniler” kuruldu. Bu
kolonilerin bir kısmı yalnızca birkaç yıl ayakta kalırken, bazıları daha
başarılıydı.
1895
yılında, anarşist düşünür Peter Kropotkin’in takipçileri ilk açık
anarko-komünist topluluk olan The Clousden Hill Free Communist and Cooperative
Colony[11] topluluğunu
Birleşik Krallık’ta kurdular. Yedi yıl boyunca bu küçük kooperatif, kişisel
gelişim, karşılıklı yardımlaşma ve sanayiyle birleştirilmiş yoğun tarım
fikirlerini hayata geçirmek amacıyla toprağı işledi.
The Home
Colony[12] 1896
yılında, ABD’nin uzak kuzeybatısında, Washington eyaletinde kuruldu. Anarşist
felsefeye dayanan, 23 yıllık varlığı süresince yüzlerce anarşist, komünist,
feminist ve özgür düşünceli için bir ev olan tasarlanmış bir topluluktu.
The Whiteway
Colony[13],
zamanın sınamasından geçen özellikle dikkate değer bir otonom topluluk örneği
olmuştur: 1898 yılında Tolstoycular tarafından kurulmuş, bugüne kadar da
varlığını sürdürmüştür. Bugün için, başlangıç günlerinde koloniyi niteleyen
anarşist görünümünü açıkça yitirmiş de olsa, birtakım komünal tesisin
müşterekliği sürmekte ve topluluk hâlâ sakinlerinin genel toplantılarıyla
yönetilmeye devam etmektedir.
1914’ten
1939’a değin süren the New Llano Colony[14],
sosyalist örgütleyici Job Harriman tarafından batı merkez Louisiana’da yaklaşık
olarak 8100 hektar araziye kurulmuş bir kooperatif topluluğuydu. Çok sayıda
yeni üyenin ilgisini çeken, ideolojisinden ziyade, toplumsal işbirliği
pratiğiydi. Sonuçta kötü önderlik ve toplumsal ve kültürel yetersizlikler
sonunu getirdi.
20. yüzyıl
kitle hareketleri
Özgür
bölgeler, 1918-’21
Ukrayna’nın
önemli bir kısmı, anarşist Mahnovistler tarafından 1918 yılında
özgürleştirilince, bölge kısa sürede işçi sendikaları, çiftçi komiteleri ve mahalle
ve asker konseylerinden oluşan birlik tarafından yönetilir duruma geldi.
Hem kırsal
bölgede, hem de şehirlerde ortaya çıkan özgürlükçü komünlerin savunması,
doğrudan demokratik örgütlenme biçimiyle nitelenen anarşist milis kuvvetleri
olan Nestor Mahno’nun Devrimci Asi Ordusu tarafından sağlanıyordu. Özgür Bölge
farklı orduların sürekli saldırısı altındaydı: Rus Bolşevikleri ve
monarşistleri, Ukrayna milliyetçileri ve Alman emperyalistleri.
Emekçi
nüfusun büyük kısmı, tarım komünlerinin örgütlenmesini yeni bir toplumsal
yaşamın sağlıklı bir başlangıcı olarak görmüştür.
— Nestor
Mahno
Sürekli
savaş tehdidine rağmen, özgürleştirilmiş bölgelerde tarımsal komünlerin veya
“özgür işçi-köylü soyvetleri”nin kurulması için önemli bir çaba
gerçekleştirildi. Önceden geniş arazi sahiplerine ait olan mülkiyet tekrar
dağıtıldı ve arazi üzerindeki denetim, komünün üyelerince ele geçirildi.
Mahnovistler en sonunda, anarşistleri kendi iktidarlarına temel bir tehdit
olarak gören Bolşeviklerin ihaneti sonucunda yenildiler.
Shinmin
Otonom Bölgesi, 1929-’31
Tarihte az
bilinen komünal tasarılardan biri, Mançurya’daki açıkça anarşist Kore Halk
Birliği’ninkidir. Kore, hem Japon sömürgecileri, hem de Sovyet yayılmacılarının
saldırısı altındayken, devrimci güçler yaklaşık olarak iki milyon kişinin
yaşadığı bir otonom bölge ilan ettiler.
Hareketin
önderlerinden biri, konfederal bir sistem içerisinde birleşmiş bağımsız
komünlerin inşasını yöneten anarşist General Kim Jwa-Jin’di. Devrimci tasarı
sürmekte olan dış saldırılara yenilmeden üç yıl önce, birbiriyle bağlantılı
yüzlerce kırsal kolektifi semt, kent ve bölge konseyleri tarafından
yönetiliyordu.
General Kim
Jwa-Jin, 1930 yılında, çiftçilerin dışarıdaki tüccarlardan bağımsızlıklarını
arttırmak için inşa edilmiş olan bir pirinç değirmenini onarırken suikaste
uğradı. Onun devrimci tasarısı, onun ardından ancak bir buçuk yıl daha
yaşayabildi.
Devrimci
İspanya, 1936-’39
General
Franco’nun darbesinden sonra, cumhuriyetçi ve devrimci güçler faşizmin
yayılmasına direnmek üzere İspanya çapında birleştiler. Devlet iktidarı çoğu
kırsal bölgede çökerken, buna yanıt olarak, anarko-sendikalist sendikalar
birliği CNT-FAI’nin desteğiyle binlerce tarım kolektifi kuruldu. Bu kolektifler
özgürlükçü komünizm ve karşılıklılık ilkeleri etrafında örgütlenmişti ve
sıradan yurttaşların köy meclisleri ve konseyleri tarafından yönetiliyordu.
Çoğu yerde para ortadan kalkmıştı ve üretim düzeyleri dikkate değer ölçüde
artmıştı.
Aragon’da
insan hepsi aynı düzeyde yaşayan ve birbiriyle eşit ilişkiler kuran, tümü
değilse bile çoğu işçi kökenli onbinlerce kişi arasındaydı. Kuramsal planda bu
eşitlik mutlaktı ve uygulamada dahi bundan çok uzaklaşılmıyordu.
— George
Orwell[15]
Zapatista
bölgeleri, 1994 — …
Zapatista
Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) 1 Ocak 1994 yılında Meksika devletine karşı
ayaklandı. Kısa sürede EZLN federal ordu ve paramiliter güçlerle şiddetli
çatışmalara girdi. Bu çatışmaların sonucunda Chiapas’ta otonom bölgeler,
belediyeler ve topluluklar özgürleştirildi ve oluşturuldu. Bölge boyunca,
farklı etnik gruplar kendilerini topluluk düzeyinde kararların yerel meclisler
tarafından alındığı caracolesler[16] şeklinde
örgütlemiştir.
Lacandona
Komünü bir yönetim şekli değildir, bir pratiktir… hareketlerin öz-kurtuluşa
ilişkin eski arzularını tekrar ortaya çıkardıkları… yeni bir toplumsal
ilişkiler laboratuvarıdır… Varoluşları bir ahlaki nostalji ifadesinden ziyade
yeni siyasetin yaşayan bir ifadesidir.
— Luis
Hernández
*Joris
Leverink İstanbul’da yaşayan bir politik analist, serbest yazar ve aktivisttir.ROAR Magazine editörü, teleSUR
English köşe yazarı ve IPS haber ajansı için Türkçe içerik sağlayıcıdır. Deciphering Disorder’da yazıları
yayınlanmaktadır.
[1]
Zone à Défendre, bölge savunması anlamına gelen ve Fransa’da farklı amaçlarla
bölgeleri işgal eden otonom hareket (ç.n.).
[2]
Kelimenin kökeni cimarrón olup kastedilen özgürlüğü elinden
alınmış siyah köleler ve onların soyundan gelen bireylerdir (ç.n.).
[6]
İlgili cümle Makyavel’in Floransa’da Komplolar ve Karşı-komplolar
Tarihi kitabında geçmektedir, burada İngilizce’den çevrilmiştir
(ç.n.).
[7]
Radikal Reform yanlısı Hıristiyanlara verilen addır. Anabaptistler yüzük
takmak, yemin etmek, devlet memuru olmak gibi Hıristiyanlığın normal öğelerini
reddederler (ç.n.).
[Roar
Magazine sitesindeki İngilizce orijinalinden
Tahir Emre Kalaycı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder