İslam dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslam dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2015 Perşembe

TÜRK İSLAMCILARININ 
YARIM YÜZYIL ÖNCEKİ
ÖLÜM TEHDİTLERİ
Doğan Özgüden Tustav yazışma grubu
Nazım Alpman’ın 8 Ocak 2015 tarihli Birgün’de yayınlanan “Metin her yerde!” yazısından:

Türkiye’de siyasi sağ, başka bir ülkede benzeri görülmeyecek sığlıkta yoluna devam ediyor. 
Bunların yere göğe koyamadıkları ‘en entellektüel’ ideologlarınnın başında gelen Necip Fazıl Kısakürek, 10 Ekim 1967 günü Bâbıâli’de Sabah gazetesine şu yüksek (!) fikirleri yazıyordu: “Ey Allah’sız, kitapsız, dinsiz, imansız, kızıl köpekler! Ölüm, sizlere ölüm... Ey kızıl sürüleri!.. İslam aslanları, Türk yiğitleri kükredi. Hudutlarımızın içinde size ve sizin bütün şer odaklarınıza ölüm yağdıracağız, ölüm!”
 Paris (Charlie Hebdo) katliamı: Faşizmin ayak sesleri...
Doğan Özgüden   Tustav yazışma grubu
7 Ocak 2015 de Charlie Hebdo dergisine yönelik vahşi saldırıda, bu bildirinin yazıldığı saatte 12 kişinin yaşamını yitirdiği, 4 de ağır yaralı olduğu bildiriliyordu. Bu saldırı, eleştiriye tahammülsüzlüğün, kaba vahşetin, özgür düşünceye düşmanlığın son tezahürlerinden biridir. Sadece bu veçhesi itibariyle bile mutlaka lânetlenmesi gerekir ve şiddetle lânetliyoruz.

4 Kasım 2011 Cuma

EMPERYALİZMİN SURİYE’YE SALDIRISI VE TÜRKİYE

Ana Fikir    Mehmet Ali Yılmaz  23/10/2011  
Emperyalizmin sömürgeci politikalarına ve saldırılarına karşı çıkmayanlara devrimci denilemeyeceğini unutmamalıyız.

SURİYE VE BAAS
1516–1918 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalan Suriye, Birinci Paylaşım Savaşından sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Fransız mandası haline getirildi. 1943 yılında Şam’da kurulan Baas Partisi Fransız sömürgeciliğine karşı milliyetçi fikirler ve politikalar savunuyordu. Suriye’nin 1946 yılında bağımsızlığına kavuşmasından sonra; 1953’te Suriye Sosyalist Partisi ile birleşen bu parti, Arap Sosyalist Baas Partisi adını aldı. 1963 senesinde gerçekleştirilen bir darbe ile de Baas rejimi hayata geçirilmeye başlanıyordu. Baas ideolojisi ile Arap milliyetçiliği, İslamcılık, bağlantısızlık politikası, anti-emperyalizm ve “sosyalizm” sentezlenmeye çalışılmaktaydı. Bu sentezde İslami yanın milliyetçiliğe göre çok daha zayıf olduğunu ve laikliğin öne çıktığını söyleyebiliriz.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Mısır Devrimi ve Sonrası

Samir Amin  04/05/2011   Özgürüniversite 

1. Mısır Devrimi'nin Özellikleri ve Değişimin Gereksinimleri

Devrimin kitleselleşmesinde ortak öğeler
Ocak ayının sonlarında Mısır toplumunda baş gösteren hareketlerin devrim gerçeğine dayandığını düşünüyorum, fazlası değil. Olanlar toplumu tekrar eskiye kavuşturmak için başlatılan bir ayaklanma ya da bir patlamaydı. Sadece bir protesto gösterisi olmamakla birlikte tam olarak bir devrim de değildi. Öyle ki, hareketin Mübarek'i devirmek gibi açık bir hedefi yoktu. Hareketin içinde bulunanların bazı açık ve kapalı talepleri ve hedefleri vardı. Bu hareketin üç temel öğesi bulunuyor, dördüncüye de daha sonra değineceğim.
Birincisi, hareketin temelini politize olmuş ve birbirleri ile sürekli irtibat halinde olan ve sayıları milyonları bulan gençler oluşturdu. Bu gençleri yeni nesil olarak görebiliriz. Gençlerin, kökleri halk komitelerine uzanan ve yakın dönemde orta sınıf diye nitelendirdiğimiz kitleye ait. Ancak bu hareketin gerçek anlamında halk kanadı yok. Yani yoksul işçilerin ya da çiftçilerin çocukları değiller.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Mısırlı kadınlar devrimi anlatıyor

T24- 18/04/2011
Beş kadın, Mısır Devrimi'ni anlatıyor.: Genç bir blog yazarı, Müslüman Kardeşler örgütünün ileri gelenlerinden birinin kızı, hrıstiyan bir doktor, baskı gören bir eylemci ve bir sendika görevlisi...

BBC Türkçe'de yayımlanan haber (15 Nisan 2011) şöyle:

Mısır devrimi birden bire ortaya çıkmadı. Kadın, erkek birçok eylemci yıllardır değişim için çaba gösteriyordu.

İşte devrimi şekillendirmeye yardımcı olan beş kadının; genç bir blog yazarı, Müslüman Kardeşler örgütünün ileri gelenlerinden birinin kızı, hrıstiyan bir doktor, baskı gören bir eylemci ve bir sendika görevlisinin ağzından Mısır devrimi ve kendileri için neler ifade ettiği...

15 Nisan 2011 Cuma

Libya´ya emperyalist saldırı: Garp cephesinde yeni bir şey yok...

Fikret Başkaya  04/04/2011  Özgürhaber
“Bir gün iki haydut [Pekin’deki] Yazlık Saray’a girdi. Biri yağmaladı, diğeri ateşe verdi. İki muzafferden biri cebini, diğeri sandığını doldurup ellerini sallayarak, güle oynaya Avrupa’ya döndü. İşte iki haydutun hikayesi böyleydi. Biz, Avrupalılar uygarız ve bize göre Çinliler barbardır. İşte uygarlığın barbarlığa yaptığı bu. Tarih önünde bu iki hayduttan birinin adı Fransa, diğerinin adı da İngiltere’dir”.
Victor Hugo [Yüzbaşı Butler’e mektup]

Victor Hugo yukarıdaki satırları 1860 yılında İmparator Xianfeng’in rezidansının İngiliz ve Fransız askerleri tarafından ele geçirilmesi üzerine yazmıştı. Acaba bu gün Libya’da olup-bitenlere dair de bir şeyler yazsaydı, meramını nasıl anlatırdı dersiniz? Mesela şöyle yazar mıydı: “Başını ABD’nin çektiği bir emperyalist çetesi Libya’yı ‘adam etmekte’ kararlı...” Avrupalıların yeryüzünün efendisi oluşunun tarihi Kristof Kolomb’un [1492] macerasıyla başladı. Amerika kıtasına ayak basan ilk konkistatörler, kıta halkına cennet vâdettiler. Bunun için Hıristiyan olmaları yetiyordu. Slogan da az-çok şöyleydi: Hıristiyan ol ruhun cennete gitsin... Avrupalı ‘Fatihler’ Amerika kıtasına ayak bastıklarında, Kuzeyden güneye Amerika kıtasının nüfusu 80 milyondu. XVI. yüzyılın ortalarında, yaklaşık 60 yıl sonra kıtanın nüfusu 10 milyona inmişti... Aslında bu Avrupalı fetihçilerin [Konkistatörlerin] sözlerinde durduklarını gösteriyor... Öylesine hızlı ve ‘etkili’  bir jenosit uyguladılar ki, yaklaşık yarım yüzyılda 70 milyon insanın ruhunu Hıristiyan cennetine göndermeyi başardılar. Sonra sıra Afrika kıtasına gelecekti. İkinci jenosit Afrikalı siyahlara uygun görüldü ve köleleştirme ve köle ticareti sonucu koskoca kıtanın dokusu yırtıltı... Sanayi devriminden sonra sıra Avrupa dışı dünyaya uygarlık götürmeye gelmişti ve buna uygarlaştırıcı misyon deniyordu... Beyaz Adam kendini dünyayı uygarlaştırmaya memur edilmiş sayıyordu ve bir süre ‘uygarlaştırdılar...’ İkinci emperyalistler arası savaştan sonra sıra kalkındırmaya gelmişti ve otuz-kırk yıl kadar da kalkındırdılar... Son  otuz yıldır da küreselleştiriyorlar ama bu arada başka hayırlı işler yapmaktan da geri kalmıyorlar. İnsan hakları götürüyorlar, demokrasi götürüyorlar, barış götürüyorlar, ‘sivilleri koruyorlar’, tabii bunlara uygarlığı terörizm belasından kurtarmak da dahil... İnsanî misyonlar birbirini izliyor  ve “insânî yardım”  götürmek için  de “insânî müdahale ” [savaş olarak okuyunuz...] gerekiyor...  Elbette uygarlık timsâli Batılılara da yakışan odur...