Fikret Başkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fikret Başkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2017 Çarşamba

Fikret Başkaya: Sanayi kapitalizminin çöküşünü engellemek mümkün değil

Akademisyen Fikret Başkaya, sanayi kapitalizminin çöküş içinde olduğu söyledi. Başkaya, anti-kapitalist bir perspektif olmadan insanlığın geleceğinin kurtarılamayacağını belirtti.
Serdar Değirmenci/Fikret Başkaya  Gazete Duvar
İnsanların sistemin olumsuzluklarına maruz kalmasına rağmen, durumun vahametinin farkında olmadıklarını söyleyen Doç. Dr. Fikret Başkaya, “İdeolojik kölelik öyle bir şeyi şimdilik mümkün kılıyor. Bu sistem dahilinde durumlarının iyileşeceğini sananlar hayli fazla ama bu ilelebet devam etmez” diyor.
“Sanayi kapitalizminin çöküşünü engellemek mümkün değil. Yolun sonuna gelindi” diyen Başkaya, anti-kapitalist olmadan insanlığın geleceğinin kurtulamayacağını belirtti. Başkaya ile
Dünyanın şu an itibariyle içinde bulunduğu durumu iki kelimeyle ifade etseniz, bu iki kelime ne olurdu?

2 Ekim 2015 Cuma

" İslam, bir metaya, kâr, kazanç, zenginleşme ve reklam aracına dönüştürüldü..."


Fikret Başkaya/M. Serkan Mısırlıoğlu 30.09.2015 Ö.Üniversite

M. Serkan Mısırlıoğlu: BirGün gazetesinde Berkant Gültekin'le söyleşinizde "tartışmayı 'Reel İslam' kavramı dahilinde yapmak gerektiğin' söylüyordunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
 Fikret Başkaya: Son tahlilde din de bir ideolojidir ve yoruma tabidir. Ve başlıca iki yorum mümkündür: Birincisi, mülk sahibi sınıfların, ezenlerin, sömürülenlerin, devletin, efendinin yorumu, yani egemenlerin yorumu; ikincisi de ezilenlerin, sömürülen sınıfların, egemenlik altındakilerin yorumu. Dinlerin ortaya çıkıp, kurumsallaştığı dönemden bu yana hep egemenler cephesinin yorumu geçerli oldu. Egemenlerin yorumu da benim "Reel İslam" dediğimdi.İbn-i Haldun: " Halkın dini efendinin dinidir" derken, aynı şeyi ifade etmiş oluyordu.Velhasıl, ezilenler tarafından bir İslam yorumuna izin verilmedi. Mesela bundan 600 yıl kadar önce Şeyh Bedrettin, ezilenler tarafından bir İslam yorumu yapmak istedi, Serez Çarşısında idam edildi(1420). Sudanlı Şeyh Mahmut Muhammed Taha da benzer bir girişim başlatmıştı, o da 1986 yılında idam edildi. Velhasıl din her zaman güç, servet ve iktidar sahiplerinin hizmetinde oldu.  Bu durumolağan, gerekli sayıldı ve dayatıldı. Tartışıp aşmak isteyenler lânetlendi...
 Dolayısıyla, "Bu İslam değil", "bu ben değilim", "İslamda böyle şeyler yoktur", vb. demenin bir karşılığı yok. Sen öyle bir yorumdan hareketle böyle yaparsın, başkaları da çıkar başka bir yorumdan hareketle başka şeyler yapar... Nitekim, İŞİD'ciler, El- Kaideciler ve şürekası, yaptıkları katliamları, işledikleri vahşi cinayetleri, insanlık suçlarını, Kur'an'dan ayetlere dayandırıyorlar...

5 Şubat 2013 Salı

"Reel" Demokrasi

Fikret Başkaya  31/12/2012  ÖzgürÜniversite
Kelime anlamı halkın kendi kendini yönettiği [ demos-kratos] bir rejim, halk iradesinin tecellisi demek olan demokrasi, ilk defa bir kavram ve yönetim tarzı olarak Antik Yunan’da, bundan 2500 yıl kadar önce ortaya çıktı. Daha çok Perikles döneminin rejimiydi. Eğer demokrasi halk idaresi, halkın iradesinin tecelli etmesi demekse ve halk da her zaman ve her yerde çoğunluğu oluşturuyorsa, pratik olarak orada bir oligarşinin, ayrıcalıklı bir mülk sahibi sınıfın ortaya çıkması mümkün olmazdı. Oysa bu gün demokrasinin timsâli sayılanlar da dahil, her yerde oligarşik yönetimler iktidarda... O halde bu durum nasıl açıklanabilir? Aslında demokratik denilen rejimlerin demokrasiyle bir ilgisi yok. Tam bir seçim ve temsil yanılsamasından ibaret... Dolayısıyla tanımı tersinden yeniden yapmak gerekiyor zira söylemle gerçek durum arasında bariz bir uyumsuzluk var.  O halde tanımı “reel” demokrasi, yoksul çoğunluğun zengin azınlık [oligarşi] tarafından yönetimidir” şeklinde yapabiliriz. Aksi halde nerdeyse tüm “demokratik” ülkelerde nüfusun %1’nin ülke zenginliğinin [ gelirin ve servetin ] yaklaşık %30’una, %10’unun da yaklaşık %50’sine sahip olması mümkün olmazdı... Mesela Türkiye’nin en zengin adamının üç milyon yediyüz elli bin [3.750 000] asgari ücrete eşit servete sahip olması mümkün olmazdı. Zira bu ancak skandal kelimesiyle ifade edilebilecek bir durumdur.
“Batı demokrasisi” veya “temsîli demokrasi” söylemi...

19 Haziran 2012 Salı

Rio 2012, Sürdürülebilir Kalkınmadan “Yeşil Ekonomiye”: Garp Cephesinde yeni bir şey yok!

Fikret Başkaya  Özgür Üniversite
1992’de Rio de Janerio’da gerçekleştirilen Birlişmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi’nden 20 yıl sonra, yeni bir zirve 20-22 Haziran’da yapılacak. Zirvenin sloganıİstediğimiz gelecek! [ The future we want]. 130 kadar devlet ve hükümet başkanının zirveye katılması bekleniyor. 1992’de iklim ve biyolojik çeşitlilikle ilgili iki önemli konvansiyon kabul edildi. Ve 1987’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından yayınlanan Bruntland Raporu’yla gündeme gelen “sürdürülebilir kalkınma” kavramı, Rio Zirvesiyle resmi söyleme dönüştü. Yeryüzünün egemenleri bundan böyle kalkınmayı gerçekleştirme, yoksulluğu ortadan kaldırma, doğayı ve insanlığın geleceğini koruma sözü veriyorlardı... Artık her kelimenin önüne “sürdürülebilir” niteleme sıfatı eklenebilirdi... İşte, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir turizm, sürdürülebilir enerji, sürdürüebilir su, vb... Bu amaçla “ Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu” [ SKK] kuruldu. Daha doğrusu bu iş ‘komisyona havale edildi’... Ve ondan sonra tüm benzer komisyonlar gibi adı pek duyulmadı... 2012 zirvesi de işte bu komisyon tarafından düzenleniyor...

23 Mart 2012 Cuma

Fikret Başkaya  21/03/2012 Özgür Üniversite
Bu yazıyı yazmaktaki amacım, Çetin Veysal dostumuzun benim bazı tespitlerimi de eleştiren, “Bağımsız sosyalist” adlandırmasının olanaksızlığı ya da örgütlülüğün zorunluğu” başlığını taşıyan, web sitemizde yayınlanan yazısındaki iddialara dair görüşümü kısaca ortaya koymaktır.
Çetin Veysal: “Son dönemde örgütlerden uzak duran, komünizan-sosyalist ya da entellektüel çevrelerin sayısında bir artış olduğunu, örgütlerden uzak durmalarını da örgütlerin bir dizi zaafı gerekçesine dayandırdıklarını, bu eleştirilerden bir kısmı, belki de çoğu haklı bile olsa, bunun örgütlerden uzak durmanın gerekçesi yapılmaması gerektiğini...” söylüyor. Veysal, mevcut örgütlere yönelik eleştirleri şöyle özetliyor:

8 Şubat 2012 Çarşamba

Türkiye soluna soldan bakmak

Fikret Başkaya  03/02/2012  Özgür Üniversite
Tarihsel, sosyal, politik nedenlerin bir sonucu olarak, Türkiye’de sol hareketin politik arenanın bir aktörü olarak ortaya çıkışı görece geç oldu. Sosyalist hareket ancak 1960’lı yılların ortalarına doğru politik, ideolojik bir aktör olarak etkili olmaya başladı. Bu durumun gerisinde elbette Türkiye’nin emperyalist dünya sisteminin çevresinde yer alan bir sosyal formasyon oluşunun rolü vardı ama bu, ‘gecikmenin’ asıl nedeni değildi.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Çürüme kokuşmaya dönüşürken

Fikret Başkaya  Halkın Günlüğü
Temelleri 1908 sonrasında atılan ama asıl rengini 1920’li 1930’lu yıllarda alan Kemalist otokrasi, artık çürüme aşamasını geride bırakıp kokuşma aşamasına girdi. Şimdilerde her tarafı kötü kokular sarmış durumda...“Memleketin sahipleri” geride kalan yaklaşık seksen yıllık dönemde tam bir koloniyalist rejim üslubu sergilediler. Rejimin halka bakışı tipik bir koloniyalist rejim uslubuydu ama koloniyalistin kolonize ettiğinin dilini konuşuyor olması ve ideolojik manevra yeteneği, rejimin gerçek niteliğinin tartışılmasını ve anlaşılmasını engelledi. Değişmiz paraloları halkı adam etmekti... Halkın ne zaman ve nasıl adam olacağına da kendileri karar vermek kaydıyla...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Kapitalizm Neden Sürdürülebilir Değildir?

Fikret Başkaya  20/10/2011  Özgür Üniversite
“Umudun iki güzel kızı vardır. İsimleri öfke ve cesarettir:
Öfke şeylerin oldukları gibi kalmasını, cesaret öyle kalmamasını ister...”*
St. Augustine

Kapitalizm hakkında biraz bilgi sahibi olanın, onun neden absürt bir sistem olduğunu farketmesi zor değildir. Türkçe’ye de geçmiş Fransızca absurde, saçma olarak çevriliyor ama anlamı yeterince karşıladığını söylemek mümkün değildir. Kapitalizm absürt bir sistemdir demekle, kapitalizm saçma bir sistemdir demek aynı şey değil. Zira saçma, absürdün yanında mâsum kalıyor. İlerleyen sayfalarda kapitalizmin mantığına, dinamiklerine ve temel eğilimlerine dair söyleceklerimiz, ne demek istediğimize açıklık getirecektir. Gerçi kapitalizm absürt bir sistem ama her halde onun insanlığın normal hâli sayılması daha da absürttür.

21 Ekim 2011 Cuma

"doğal felaketler sıradanlaşmakta, canlı türleri hızla yok olmakta,yaşam anlamsızlaşmakta ve insanlığın geleceği kararmakta... "


Fikret Başkaya 14 /10/2011  Özgür Üniversite
Uzun insanlık tarihinde ilk defa insan toplumlarıyla, onların varlık nedenini ve canlı yaşamın temelini oluşturan doğa arasındaki ilişki tehlikeli bir hâl almış bulunuyor. Başka türlü ifade edersek, doğayla- insan toplumları arasındaki ilişki problemli hale gelmiş durumda. Gezegenimizin yenilenemez doğal kaynakları ve enerji kaynakları tükenmekte, üretim, tüketim ve yaşam tarzımızdan kaynaklanan zararlar ve kötülükler büyümekte, atmosefere her seferinde daha çok zehirli gaz karışmakta ve atmosferin ısınmasına neden olmakta, çölleşme yayılmakta, doğal felaketler sıradanlaşmakta, canlı türleri hızla yok olmakta, yaşam anlamsızlaşmakta ve insanlığın geleceği kararmakta...
Ekonomik, finansal, sosyal, insânî, ekolojik, iklim krizi, enerji krizi, gıda krizi [açlık] vb. krizlerin karşılıklı olarak birbirini yeniden ürettiği ve azdırdığı koşullarda, artık bir uygarlık krizinden de söz etme zamanı gelmiş bulunuyor...

14 Eylül 2011 Çarşamba

Kapitalizm emperyalizmdir

FİKRET BAŞKAYA   11/9/2011  BirGün

Kolektif emperyalizm
Her kim ki emperyalizmden söz etmiyorsa, kapitalizmi de dert etmiyor demektir. Çünkü, kapitalizm emperyalizmdir. Emperyalizm kapitalizme içkindir yani onda mündemiçtir.

İnsanlar emperyalizmi kolonyalizmin doğrudan versiyonu sanıyorlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kolonyalizmin doğrudan versiyonu tasfiye edilince, bazı çevrelerde artık dış sömürü ve dış egemenlik anlamında emperyalizmin de sahneden çekildiği şeklinde tuhaf bir yanılsama geçerli oldu...

15 Nisan 2011 Cuma

Libya´ya emperyalist saldırı: Garp cephesinde yeni bir şey yok...

Fikret Başkaya  04/04/2011  Özgürhaber
“Bir gün iki haydut [Pekin’deki] Yazlık Saray’a girdi. Biri yağmaladı, diğeri ateşe verdi. İki muzafferden biri cebini, diğeri sandığını doldurup ellerini sallayarak, güle oynaya Avrupa’ya döndü. İşte iki haydutun hikayesi böyleydi. Biz, Avrupalılar uygarız ve bize göre Çinliler barbardır. İşte uygarlığın barbarlığa yaptığı bu. Tarih önünde bu iki hayduttan birinin adı Fransa, diğerinin adı da İngiltere’dir”.
Victor Hugo [Yüzbaşı Butler’e mektup]

Victor Hugo yukarıdaki satırları 1860 yılında İmparator Xianfeng’in rezidansının İngiliz ve Fransız askerleri tarafından ele geçirilmesi üzerine yazmıştı. Acaba bu gün Libya’da olup-bitenlere dair de bir şeyler yazsaydı, meramını nasıl anlatırdı dersiniz? Mesela şöyle yazar mıydı: “Başını ABD’nin çektiği bir emperyalist çetesi Libya’yı ‘adam etmekte’ kararlı...” Avrupalıların yeryüzünün efendisi oluşunun tarihi Kristof Kolomb’un [1492] macerasıyla başladı. Amerika kıtasına ayak basan ilk konkistatörler, kıta halkına cennet vâdettiler. Bunun için Hıristiyan olmaları yetiyordu. Slogan da az-çok şöyleydi: Hıristiyan ol ruhun cennete gitsin... Avrupalı ‘Fatihler’ Amerika kıtasına ayak bastıklarında, Kuzeyden güneye Amerika kıtasının nüfusu 80 milyondu. XVI. yüzyılın ortalarında, yaklaşık 60 yıl sonra kıtanın nüfusu 10 milyona inmişti... Aslında bu Avrupalı fetihçilerin [Konkistatörlerin] sözlerinde durduklarını gösteriyor... Öylesine hızlı ve ‘etkili’  bir jenosit uyguladılar ki, yaklaşık yarım yüzyılda 70 milyon insanın ruhunu Hıristiyan cennetine göndermeyi başardılar. Sonra sıra Afrika kıtasına gelecekti. İkinci jenosit Afrikalı siyahlara uygun görüldü ve köleleştirme ve köle ticareti sonucu koskoca kıtanın dokusu yırtıltı... Sanayi devriminden sonra sıra Avrupa dışı dünyaya uygarlık götürmeye gelmişti ve buna uygarlaştırıcı misyon deniyordu... Beyaz Adam kendini dünyayı uygarlaştırmaya memur edilmiş sayıyordu ve bir süre ‘uygarlaştırdılar...’ İkinci emperyalistler arası savaştan sonra sıra kalkındırmaya gelmişti ve otuz-kırk yıl kadar da kalkındırdılar... Son  otuz yıldır da küreselleştiriyorlar ama bu arada başka hayırlı işler yapmaktan da geri kalmıyorlar. İnsan hakları götürüyorlar, demokrasi götürüyorlar, barış götürüyorlar, ‘sivilleri koruyorlar’, tabii bunlara uygarlığı terörizm belasından kurtarmak da dahil... İnsanî misyonlar birbirini izliyor  ve “insânî yardım”  götürmek için  de “insânî müdahale ” [savaş olarak okuyunuz...] gerekiyor...  Elbette uygarlık timsâli Batılılara da yakışan odur...