Demokratik Ekonomi Kongresi ve Düşündürdükleri
Kürt’ler Yeni
Bir Türkiye Yaratabilecek Mi?
Özgün Akduran Başlangıç
Her
gün bir canımızın yittiği, akıl ve yürek donduran olayların yaşandığı, barış
müzakerelerine dair şeffaf bir sürecin işlemediği ve bizleri karamsarlığa
sürükleyen gelişmelerin yaşandığı şu günlerde, çok tartışamadığımız ama
kapitalizmin dışında bir toplumsal örgütlenme derdi olan herkesi ilgilendiren
bir konuyu ele almak istiyoruz.
Geçtiğimiz
yıl 8-9 Kasım 2014 tarihinde “Toprağımızı, Suyumuzu, Enerjimizi
Komünleştirelim; Demokratik Özgür Yaşamı İnşa Edelim” söylemi ile
Van’da gerçekleştirilen Demokratik Ekonomi Kongresi’nde, 2014 yılı içinde
düzenlenen atölye ve çalıştay formundaki 8 ayrı toplantının sonuçları ele
alındı. Bu kongrenin sonuç bildirgesi ve alınan kararlar hem özenle izlenmeyi
hem de üzerinde dikkatle düşünmeyi hak ediyor. Sonuç bildirgesini ve alınan
kararları önemli ve değerli kılan etkenlerin başında şüphesiz katılımcıların
çeşitliliği geliyor: Enerji, Su ve Madencilik, Sosyal Politikalar, Ticaret,
Finans ve Demokratik Toplumcu Ekonominin Pazar Anlayışı, Tarım, Hayvancılık,
Endüstriyel Üretim, Kadının Ekonomik Tanımı ve Ekonomiye Katılım Biçimleri,
Yerel Yönetimlerin İktisat Politikaları ve İktisadi Yapılanması, Demokratik
Komünal Modeller başlıklarında biraraya gelerek tartışmalar yürüten Demokratik
Toplum Kongresi, Demokratik Özgür Kadın Hareketi Temsilcileri, yerel
yönetimler, komün ve kooperatif çalışanları, sendikalar, güvencesiz çalışanlar,
işsizler, hak ve meslek örgütleri, oda ve birlik temsilcileri, bilim
insanları. Tüm bileşenler bir yıldır yürüttükleri tartışmaları Rojava’dan gelen
seçilmişlerin de katılımı ile bir nihayete erdirmek üzere yan yanaydılar.
Katılımcıların çeşitliliği, demokratik katılımcılığı esas alan demokratik
özerklik projesinin başarıya ulaşacağına dair umutları da yeşertir boyuttaydı.
Kürt
siyasi hareketinin Demokratik Özerklik Projesi, bir taraftan Merkezi İdare ile
yönetsel ve ekonomik ilişkileri yeniden düzenlerken, öte yandan yıllardır
süregelen mücadeleden yorgun düşmüş bir halk tabanının, kendi kendini
yönetebilmesini öngören yeni bir kimlik inşasını da gerekli kılıyor. Sonuç
bildirgesinde de vurgulandığı gibi, ekonominin ¨bireyci¨ ve ¨devletçi¨
işleyişinin dışında insanı, doğayı ve kadın özgürlüğünü odağına alan
¨toplumsallaştırılmış¨ yeni bir ekonomi tarif ediliyor. Bunun da demokratik
özerklik içinde ekonomik özyönetimin kurulması ile mümkün olacağı ifade
ediliyor. Öz-yeterliliğe dayalı Demokratik, Komünal, Kadın Özgürlükçü,
Ekolojik, Eşitlikçi ve Dayanışmacı yeni bir ekonomi. Bu söylemin, Selahattin
Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı Seçim çalışmasında kullanılan ¨Yeni Yaşam Çağrısı¨
sloganı ile de tutarlı olduğunu görüyoruz. Üstelik Kürt siyasi hareketi bu
önermeyi etnik-coğrafi sınırlara indirgemeden tüm Türkiye için ortaya koyuyor.
Üretimin, tüketimin ve bölüşümün birlikte örgütlendiği köy komünlerinden, mahalle,
ilçe ve kent meclislerine uzanan demokratik karar alma mekanizmaları öneriyor.
Bunu da, Kalkınma Ajansları ve Büyükşehir yasasının sunduğu olanaklar
dahilinde -ekonomik ve sosyal ihtiyaçlar ve ilişkilenme düzeyi temel
alınarak- 25 alt özerk bölgeye ayrılmış bir Türkiye için öneriyor. Özetle
Kürt siyasi hareketi, hem Kürt sorununa demokratik bir çözüm getirecek, hem de
tüm Türkiye’yi, kapitalist, bireyci, tüketim hedefli ve doğa düşmanı bir yaşam
düzeneğinden kurtaracak yeni bir yaşam modeli sunuyor.
Bununla
birlikte; 1999’da Kürt siyasi hareketi yerel yönetimlerde sorumluluk almaya
başlayana kadar müşterek ihtiyaçların karşılanması ve yerel hizmetler konusunda
yeterli düzeyde fayda sağlayamayan bir topluma, sosyal, kültürel, ekonomik,
ekolojik vb. her alanda kendi kararlarını kendi ihtiyaçları temelinde almasını
sağlayacak mekanizmalar önermek, bu mekanizmaların hemen sahiplenileceği ve
işlevsellik kazanacağı anlamına gelmiyor. Ancak model o kadar ¨başka bir dünya¨
tahayyülünü barındırıyor ki; benzer bir demokratik özyönetim mekanizması hayata
geçecek olsa İstanbul’un orta sınıf sakinleri bile içselleştirmekte zorlanırdı
şüphesiz.
Demokratik
Özerklik Projesinin ve demokratik toplumcu bir ekonomi modelinin başarıya
ulaşması bütün düşünme kalıplarını ve ezberleri bozacak ve sadece Türkiye’nin
değil, bölge ve dünyanın da kimyasını değiştirecek güçte bir etki yaratacaktır.
Sonuç
bildirgesi ve kararlara bakıldığında görülecektir ki, böyle bir
toplumsallaştırılmış demokratik ekonomi yönetimi her şeyden önce örgütlü bir
toplum gerektirmektedir. Kürt siyasi hareketinin uzun mücadele deneyimin ona bu
örgütlülüğü sağladığı muhakkak. Ancak söz konusu örgütlülüğün, devlete
karşı demokratik hakları için mücadele ederken alışageldiği paradigmadan çok
daha farklı bir paradigma ile hareket etmeye hazır olması ya da hazırlanması
gerekir. Bu da ancak bu çalıştaylarda tartışılan her bir konunun ve politik
sonuç ve kararın bıkmadan usanmadan her yaştan, cinsiyetten ve toplumsal
kesimden kişi ve kurumlarla paylaşılarak tartışılması ile mümkün olabilecektir.
Başta da vurguladığımız gibi, artık ¨Kürt Kimliği¨nin yanısıra, doğuştan
gelmeyen ve içine doğulmayan ve tüm Türkiye’ye cevap olacak, yapılandırılmış,
inşa edilmiş, iddia edildiği gibi ¨ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü,
toplumcu¨ başka bir kimliğin inşa süreci bütün sorumluluğuyla beklemektedir.
Taşeron işçinin ihtiyaç ve sorunları ile güvenceli bir belediye işçisinin
sorunlarını, inşaat müteahhitlerinden oluşan bir meslek örgütünün üretim ve iş
kararları ile konut ihtiyacındaki aile ve bireylerin ekolojik, yaşamsal
ihtiyaçlarını, bölgede madencilik işleri yapan girişimcileri temsil eden bir
iş-insanı örgütü ile bu madenlerde çalışan ve madenlerin yakınında ikamet
edenlerin ekonomik karar ve ihtiyaçlarını buluşturan, tartıştıran, müşterek
kararlara dönüştüren bir demokratik toplumcu ekonomiyi kurma sorumluluğu
beklemektedir. Başka bir deyişle bu süreç, Marks’ın işaret ettiği, sürekli
genişleyerek büyümeyi hedefleyen kapitalist emellerin önüne toplumcu demokratik
bir ekonomiyi set olarak inşa etmeyi gerektiriyor. Kapitalistin gem vurulamaz
üretimini ve karını ençoklama amacını dizginleyecek şey, ne bir üst otorite, ne
de devlet, onu dizginleyecek olan yine kapitalistin de içinde yaşayageldiği
toplum ve üyeleri olacak.
Bu
süreç uzlaşma ile ilerlediği kadar şüphesiz çatışma ve mücadele de getirecek.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı bir karar sonucunda ellerinde taş
ve sopalarla belediyeye saldıran Silvan Minibüs hattı sahipleri örneğinde
olduğu gibi. Hatırlanacak olursa, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin Silvan
ve Diyarbakır arasında Belediye otobüsü hizmeti sunmaya başlaması üzerine,
Belediye’nin halkın talebi ve yararı doğrultusunda aldığı bu karardan dolayı
çıkarları zedelenen ve kazançları etkilenen Silvan Minibüs Hattı Kooperatifi
üyeleri, Belediye binasına saldırı düzenlemiş ancak sonra hatalarını anlayıp
özür dilemişti.[1]
Kongrede
çıkan her konu ve kararı değerlendirmek bu yazının kapsamı ve yerini aşar.
Ancak son olarak şunu belirtmekte yarar var ki, toplumsallaştırılmış ekonomi bu
toplumsallaşmanın insana en yakın kurumsal mekanizması ile planlanmak ve
örgütlenmek durumunda. Bu da Belediye yönetimlerine sorumluluk yüklüyor.
Belediye örgütlenmesinin meclis ve kent konseylerini etkin işletebilmesi önem
taşıyor. Bu noktada Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, adeta bir ¨bakanlar
kurulu¨ gibi işlemektedir. Her bir daire başkanlığı bir bakanlığın sorumluluk
alanına girecek biçimde titiz bir çalışma ile bölgeyi, ihtiyaçları, demokratik
katılımcı-toplumcu bir yaşam ve ekonomi kuracak şekilde kurgulamaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ¨Diyarbakır¨ kazanırsa, biz kazanacağız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder