ÖDP Eş Genel
Başkanı Alper Taş ile BHH, Seçimler ve Diğer Son Siyasal Gelişmeler Üzerine
Konuştuk
Söyleşi Alper Taş /
Başlangıç 16.01.2015
Alper Taş: “İmkansız olanı başarmak zorundayız…”
Başlangıç: BHH nasıl bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı?
Alper Taş: Birleşik
Haziran Hareketini doğuran 2 sebep var aslında. Bunlardan biri 13 yıllık AKP
rejimi ve bu rejimin despotik, otoriter, faşizan uygulamaları. Buna karşı
birleşik bir mücadele zemininin ihtiyacı yani birincisi ülkenin koşulları.
İkincisi de işte 2013 Haziranında yaşadığımız isyan dalgası, onun önümüze
koyduğu dersler, görevler. Yani biz onu kısaca şöyle tarif ettik: Haziran
isyanıyla beraber Türkiye toplumsal mücadele tarihinin, devrimci mücadele
tarihinin, sol mücadele tarihinin bir dönemi bitti. Yeni bir dönemin önünü açtı
Haziran. Doğal olarak kimsenin kaldığımız yerden devam edelim, Haziran’dan önce
yaptığımız gibi yapmaya devam edelim deme şansının, hakkının olmadığını tespit
ettik. Haziran’ın doğal olarak birleşik bir mücadele ihtiyacını önümüze
koymasından, eskisi gibi devam etmememiz gerekliğini bize işaret ettiğinden
hareketle aslında Haziran’dan önce başlattığımız birleşik mücadele zeminlerini
artık anlamlandıralım dedik. Yani bunun ertelenemez bir görev olduğunu
düşündük. Haziran’dan önce de başlayan bu girişimlerimizi Haziran’dan sonra
hızlandırdık ve birleşik muhalefet hareketi diye başladı bu hareket. Belirli
bir noktaya geldi, sonra Sol Cephe’de yaşanan iç kriz karşısında Sol Cephe’nin
içerisinde önemli bir dinamik bu 2 mücadele zemininin ortaklaştırılması
gerekliliğini düşünüyordu. Doğal olarak hem Birleşik Muhalefet Hareketi hem de
Sol Cephe çalışması içerisinde olan, ama onlarla da sınırlı olmayan bir dinamik
ortaya çıktı. Onların basit bir birliği de değildi. Yani Birleşik Haziran
Hareketi, Birleşik Muhalefet Hareketi artı Sol Cephe’dir diye bir şey söz
konusu değil. Bunlar yani bu kesimdeki çabalar iki kesimin, iki muhalefet
çalışmasının dışında kalan ama böyle bir birleşik muhalefet hareketi, birleşik
bir mücadele hareketi yaratmak isteyen çok çeşitli kesimlerin, inisiyatiflerin,
bireylerin de içinde yer almasıyla Vişnelik’te yapılan bir toplantıyla şekli
şemali verilen, başlayan bir birleşik direniş hareketi, öyle söylüyoruz.
Başlangıç: Bu hareketin örgütleyicileri asıl olarak Gezi
öncesinde var olan siyasi partiler ve onlar kendi yapılarını devam
ettiriyorlar. Şimdi Gezi sonrası ortaya çıkan ihtiyaca binaen örgütlendiğini
ifade ediyorsun BHH’nin ama o siyasi partiler kendi yapılarını da devam
ettiriyorlar. Şimdi bu eskiyle yeni arasındaki gerginlik nasıl çözülecek ve
sonuçta geniş kitleler, insanlar nerede örgütlenecek? Bu siyasi partiler
varlıklarını devam ettirdikleri için nasıl bir örgütlenme formu geliştirilecek,
insanlar nereye gelecekler?
Alper Taş: Ya şimdi
Birleşik Haziran Hareketi yani adından da belli hareket. Aslında Türkiye
solunda örneği yok, yani çok çeşitli birleşik mücadele deneyimleri oldu ama biz
ilk kez bu düzeyde farklı bir şey yapıyoruz. Yani, cephe değil bu manada, işte
parti zaten değil. Platform gibi esnek bir birleşik mücadele zemini de değil.
Şimdi tamam burada siyasi partiler de var, parti olmayan veya kendisini parti
olarak tarif etmeyen örgütlü yapılar da var. Değişik siyasi yapılar var, sosyal
demokrat insanlar var, SODEV gibi, CHP’den arkadaşlar var, milletvekilleri var.
Fakat bu Birleşik Haziran Hareketi’nin esas seslenmek istediği insanlar Haziran
isyanına katılan örgütsüz insanlar. Herhangi bir siyasal yapıyla kendisini
tanımlamayan insanların örgütlenme ihtiyacına bir yanıt verebilmek, onların örgütü
haline getirmek aslında amaç. Birleşik Haziran Hareketi’nin başarısı nedir diye
bir kriter koyacak olursak, en öne çıkartmamız gereken nokta Haziran’da sokağa
çıkan örgütsüz insanların örgütlenme aracı olabilmesidir.
Başlangıç: BHH Haziran’da sokağa çıkmış herkese seslenen bir
hareket. Ayaklanmalar olduğu zaman insanlar sokaklarda kendilerini bir şekilde
Gezi’de olduğu gibi kendiliğinden ifade ediyorlar. Ayaklanma geri çekildiğinde
ise onları örgütlemek ve tutmak daha zor. Şimdi Birleşik Haziran bu geri
çekilişte ortaya çıktı sonuç itibariyle ve şu anda bunu nasıl gerçekleştirecek?
Alper Taş: Şimdi tabii her
toplumsal hareket etkisini aynı düzeyde devam ettiremez, hissettiremez. Yani
ayaklanmalar da öyledir. Zaten kendiliğinden nitelikli bir ayaklanmadır
Haziran. Yani hiç kimsenin öngöremediği, hepimizi şaşırtan büyük bir halk
isyanıdır. Güzelliği de buradadır zaten. Doğruluğu da buradadır, anlamı da
buradadır. Şimdi doğal olarak böyle bir toplumsal dalgadan öğrenmek lazım, yani
Haziran’da yan yana gelenler daha önceki soruyla ilişkili söyleyelim, bütün bu
örgütsel yapılar, siyasi partiler şu konuda hemfikir olduk: Biz Haziran’dan
öğrendiysek, bu öğrenmemizin başına kendimizi öne koyarak kendimizle rekabet
ederek değil, özellikle örgütsüz insanları bu sürecin öznesi kılarak ve onlarla
kendimizi eşitleyerek bir yürüyüş oluşturmamız lazım ve iç içe geçmemiz lazım.
Yani her siyasi yapının kendini BHH içerisinde kendi grupsal yapısıyla koruduğu
ve grupsal yapısıyla tutum aldığı değil hepimizin iç içe hemhal olduğu bir
ilişki tarzı kurmamız lazım
Başlangıç: Yani BHH içinde de bir iç içe geçme ve erime…
Alper Taş: Evet, ama bunun
dışında şimdi hareket olduğu için tabii bunun önüne koyduğu mücadele başlıkları
var yani bir ideolojik programatik birlik üzerine yan yana gelmedik. Yani biz
Türkiye’nin temel meseleleri konusunda Haziran’ın da ortaya koyduğu dersler
ışığında, 6 mücadele başlığı etrafında yan yana geldik.
Başlangıç: Yani örgütsel programatik bir örgütlenme formunu siz
doğrudan önermiyorsunuz. Bunun hareketin içinden çıkacağını mı düşünüyorsunuz?
Alper Taş: İdeolojik
programatik zemin üzerinde teferruatlı bir programa sahip değiliz. Yani o zaman
bir parti gibi olmamız lazım veya bir örgüt gibi olmamız lazım. Bunun şu an
için gerekli olmadığını düşünüyoruz, bu da çok kolay bir şey değil. Yani BHH
ortaya koyduğu acil talepler, acil mücadele başlıkları etrafında özellikle
belirli zamanlarda ve gündemlerde gündeme büyük örgütlü bir güç olarak müdahale
etmek için kullandığımız birleşik bir kuvvet. Yoksa her meselede çıkıp sokakta
bir şey söyleyecek, her meseleye laf yetiştirecek, her mevzuda da ideolojik ve
örgütsel bir birliği ihtiva eden parti ve örgütler gibi tutum alacak bir
yaklaşıma sahip değil BHH.
Başlangıç: Ancak BHH içinde onun her meseleye müdahale etmesi
gerektiğini ve her meselede senin dediğinin aksine çabucak sokağa çıkmasını da
savunan bir damar var. BHH içindeki bu gerginlik nasıl aşılır?
Alper Taş: Ya aslında
bunlarda hemfikiriz. Biz BHH’yi parti olarak, bildik bir örgüt olarak
tanımlamadık. Dedik ki BHH toplumsal muhalefet düzeylerinde mikro ölçekte
sürdürülen mücadelelerin dışında, memleketin makro sorunlarına dönük çok kritik
zamanlarda devreye sokacağımız büyük ölçekli bir birleşik kuvvet olsun. Yani
tabiri caizse sokağa çıktı mı ses getirsin, vurduğu yerden ses çıkarsın. Böyle
bir araç yaratalım, yoksa işte var olan yapılarımız partilerimiz hareketlerimiz
gibi hemen her konuda fikrini söyleyen hemen her konuda sokağa çıkan bir
yapıdan bunu uzak kılalım. Yani BHH biraz hepimizin koruyacağı bir araç olsun.
Yani tüketmeyeceğimiz bir araç olsun. Yani BHH bir çağrı yaptığında bu çağrının
büyük ve anlamlı bir çağrı olduğunu herkes hissetsin. Çünkü memlekette sokak da
çok tüketilen bir kavram haline geldi. Hemen her konuda 50-100 kişinin sokağa
çıkıp lafını söylediği fakat hiçbir etkisinin olmadığı bir süreç de yaşadık,
yaşıyoruz. Bu aslında Gezi’den önceki süreçti, Gezi, Haziran isyanı bize büyük
bir ölçek sundu. Yani artık bir şeyi tasarlarken yaparken elbette ki Gezi gibi
olamaz, yani Gezi bambaşka bir şey. Yani ölçeği yakalayamayız ama hani belirli
bir standart demeyelim de hani ne derler, belirli bir düzeyi artık bu toplumsal
mücadele zeminlerinde ortaya koymak gerekiyor. AKP gibi güçlü bir rejim
karşısında zayıf, etkisiz, parçalı duruşlardan uzak, birleşik, güçlü direnişler
örgütlememiz gerekliliğini Haziran önümüze koydu. Biz de BHH’yi büyük, güçlü
direnişler için bir birleşik kuvvet olarak ele almayı uygun gördük. Böyle
sürdüreceğiz ama tabii bu yapının içerisinde çok değişik fikirler var, partiler
var, yapılar var ama nedir bizi sokağa güçlü bir biçimde itecek olan
gelişmeler? “Hah! şimdi bunun için sokağa çıkma zamanıdır” dediğimizde
kendimizi böyle bir zeminde tarif ettiğimizde hareket olduğu için bir esnekliği
olacak. Ve bu esneklik doğrultusunda ve hemen sokak çağrısı yapabilecek bir
hareket olacak. Yani öyle çok bağlayıcı, çok iç hukuku olan derin bürokratik
bir aygıt değil. Anında Türkiye’de bir gelişme olduğunda veya uluslararası
düzeyde ona müdahale edecek. Ne yaptık? İşte örneğin, Fransa’daki katliam
sonrasında kısa bir süre içerisinde önemli bir kitleyle bir protesto
gerçekleştirebildi.
Başlangıç: Tam da bu noktada dediğinle irtibatlı olarak gelen
eleştirilerden bir tanesi de Türkiye’de solun gerçek bir mikro siyaset, bir
alan çalışması, bir toplumsal tekabüliyeti yokken BHH’nin nasıl böyle büyük bir
siyaseti yürütebileceği? Yani mikro anlamda örgütlenmeyi becerememiş
teşkilatların bir araya gelerek nasıl böyle vurucu bir yüksek siyaseti
yaratabileceğine, ses getirebileceğine dair kaygılar ve eleştiriler var, ona ne
diyebiliriz?
Alper Taş: Bu tür
kategorik ayrımlar yapmak doğru değil. Yani mikro siyaset makro siyaset
karşıtlığı üzerine bir tartışma yürütmek doğru değil. İkisi de ele alınmalı,
ikisi de yapılmalı. Önce mikro mücadele alanlarını büyütelim sonra makro
mücadele alanlarına el atarız, bunu geliştiririz anlayışı anti-diyalektik bir
anlayıştır. Böyle bir devrimci siyaset anlayışı olamaz. Şimdi hem mikro
mücadele alanlarıyla ilgilenmek hem de bunun üstüne memleketin ana gündemlerine
müdahale edebilen büyük ve güçlü birleşik mücadele zeminleri örgütlemek
gerekiyor. Bunları birbirinin karşısına koymamak gerekiyor. E şimdi yani
eleştiren arkadaşlar biraz haksızlık ediyor. Yani memleketin mikro mücadele
alanlarında sürdürülen çabaların içerisinde yok muyuz biz, yani BHH’nin
içerisinde olan arkadaşlar, makrocu muyuz biz? Bu biraz haksızlık olur. Örneğin
Kent Savunması gibi bir mikro mücadele alan içerisinde BHH’nin birçok unsuru,
birçok bireyi yer alıyor ve biz bunları birbirinin karşısına koymuyoruz. Yani
bu kent savunması eylemini de, bu tür çabaları da kendi eylemimiz gibi gördük
ve görüyoruz. Onun dışında işte örneğin Karadeniz bölgesinde Derelerin
Kardeşliği Platformu, HES’lere karşı mücadele zeminleri, örnekleri
çoğaltabiliriz. Biz zaten mikro mücadele alanlarının içerisinde olan
insanlarız. Yani şöyle bir eleştiri haksız bir eleştiri; mikro mücadele
alanıyla uğraşan arkadaşlar var, biz de makro mücadele alanıyla uğraşıyoruz ve
mikro mücadele alanındaki bu çabaları küçümsüyoruz, reddediyoruz gibi bir
yaklaşımımız yok.
Ama gördüğümüz tablo şu,
bu ihtiyacı, makro bir siyaset alanını bize dayatan şu; çok direniş oluyor,
parçalı, lokal düzeyde, yerel düzeyde, bunların hepsi anlamlı. Ama bunlar
memlekette büyük bir siyasal kuvvet yaratmıyor. Siyaset biraz büyük bir siyasal
kuvvet yaratabilmek ve mikro alanları büyük siyasal kuvvetle besleyebilmektir.
Mesela BHH daha parti değilken bir hareketken şu an memleketin 5. Siyasal
kuvveti. Şöyle diyelim AKP, CHP, HDP ve MHP yanında 5. Siyasal kuvveti haline
gelmeye aday bir pozisyona geldi.
Yani böyle olacağını da
düşünüyoruz. Kuşkusuz aynı değiller bunlar. Onlar parti, biz hareket, ama dünkü
ortaya koyduğu performansa baktığımızda da önemli bir potansiyel. 50’ye yakın
ilde aynı anda sokağa çıkma potansiyeline baktığımızda, ki kar kış kıyamet hiç
dışarıya dönük çalışma yapılamadı, insanları bir yere de davet edemedik,
çağıramadık, yani özel bir çalışma yapamadık. E bu bile gösteriyor ki bir
makro, birleşik bir kuvvet olarak Birleşik Haziran önemli bir zemini doldurmaya
aday. Ve bu mikro mücadele alanlarını da besleyecek doğal olarak. Mikro
mücadele alanları yani yerel mücadele alanları da bundan beslenecek. Zaten biz
BHH’de yaptığımız tartışmada hareketi bu tür çevresel, sınıfsal, ekolojik,
toplumsal cinsiyet özgürlüğü ve benzeri değişik muhalefet alanlarının karşısına
koymamak, tam tersine bütün BHH üyelerinin bu tür mücadeleleri çoğaltma
çabasının içerisinde aktif bir biçimde yer almasını zaten söyledik ve bunları
birbirinin karşısına koymuyoruz. Bir de biz şimdi BHH diye bir süreç başlattık,
daha tartışmadık ama bunun mutlaka bir birleşik emek hareketi ayağı olacak,
olmak zorunda. Çünkü yani Haziran isyanı diyorsak, bu Haziran isyanında sınıf
talepli bir isyan olmamakla birlikte, sınıf eksenli bir isyan olmamakla
birlikte, özgürlük temelli bir isyan olmakla beraber burada emeğin çok değişik
kesimleri özgürlüğün isyanının içerisinde yer aldı. Ama emek çok parçalı,
sermaye tek merkezden birleşik bir saldırıyı gerçekleştiriyor. O yüzden emeğin
birleşik bir mücadelesi açısından da birleşik emek hareketi tartışması BHH
kendini olgunlaştırdığı çerçevede gündeme alacağımız meseledir. Bunu tamamlayan
birleşik kadın hareketi, birleşik emek hareketi, birleşik ekoloji hareketi
mutlaka bizim tartışacağımız meseleler olacaktır. Çünkü ekoloji meselesi çok
önemli bir toplumsal mücadele alanı oldu fakat bunlar lokal kalıyor ve parçalı
kalıyor ve birbirini güçlendiremiyor, aslında bunları güçlendirecek birleşik
bir ekoloji mücadelesine de ihtiyaç var. Veya birleşik kadın hareketi açısından
da bu böyle. Yani bütün mücadele alanları için gerekli. O yüzden yerel
düzeylerdeki ve çeşitli alanlardaki mücadelelerin kendi ihtiyaçları
doğrultusunda bir direniş odağı olarak örgütlenmesinden asla vazgeçmeyelim, ama
bunlarla yetinmeyelim bunların üstünden memleketi, işte toplumun AKP eliyle
dincileştirilmesi, bütünüyle kindar ve dindar nesil yaratma uygulamaları,
ülkemizi savaşa sokma bölgesel bir güç olma siyasetiyle bölge halklarıyla
düşmanlaştırma siyaseti, toplumsal barışı ortadan kaldırma noktasında Kürt
sorununda geliştirdiği siyasete karşı durma ve Alevi yurttaşlarımızın eşit
yurttaşlık haklarını sağlamama ve tam tersine bir mezhepçi siyasetle onlar
üzerinde kendi siyasal zihniyetini egemen kılmak. Bunlar veya neoliberal
politikalar konusunda uyguladığı vahşi kapitalist politikalar. Bunlara karşı da
büyük ölçekli direnişler geliştirmeli BHH. O yüzden 6 mücadele başlığı var
zaten. Çok ideolojik tartışma yapmadık arkadaşlarla, ideolojik tartışma
yaparsak zaten ayrı ayrı yapılarız, bu gerçek, o zaman hep partili olurduk
zaten, bir örgütte olurduk. Bunlardan biri antiemperyalistlik, ikincisi halkçı
kamucu bir ekonomi anlayışında yer almak, üçüncüsü gerçek bir laiklik, Türk ve
Kürtlerin eşit yurttaşlık içerisinde özgür birliktelikle bir arada yaşadığı bir
Türkiye, toplumsal cins ayrımcılığını reddeden bir Türkiye, ekolojist bir
Türkiye, ekolojist temelli, doğayla uyumlu bir siyaset. Bunlar BHH’nin 6
maddesi, bunlar bizim mücadele başlıklarımız. Mesele herhâlde yanlış
tartışılıyor, biz böyle soyut bir laiklik mücadelesi de yürütmüyoruz. Mesela
dünkü yürüyüşlerin 2 ana talebi vardı. Bir, zorunlu din derslerinin
kaldırılması, iki, okulların imam hatipleştirilmesine karşı duruş, ve bunun
gerekçesi de ayın 8 ve 9’unda başlayacak olan Alevi yurttaşlarımızın zorunlu
din derslerinden kaynaklı okul boykotuyla bir bağ kurup, bu boykotu sadece
Alevi yurttaşlarımızın bir meselesi olmaktan çıkartıp, bundan rahatsız olan en
geniş kesimlerin boykotu haline dönüştürme siyaseti.
Başlangıç: Tam bu noktada o zaman 2 soru daha soralım. Gelen
eleştirilerden bazıları hem bu laiklik konusuyla ilgili hem de biraz AKP
rejimiyle ilgili. Şimdi bu BHH içindeki hemen hemen bütün unsurların öyle ya da
böyle AKP rejimini faşizmle ilişkilendirdikleri tespitleri var. İslamofaşizm
deniyor mesela ya da AKP Faşizmi denebiliyor, metinlerde de geçiyor bu. O zaman
buradaki örgütler bir şekliyle bu yaptıkları faşizm tespitlerine uygun bir
hareket olarak da tespit ediyorlar mı BHH’yi? Yani AKP’nin faşizanlaşan
rejimine karşı direnişin örgütsel formu, faşizm tespitinin gereği BHH midir?
Yani “BHH gibi bir yapı ile faşizme karşı savaşamazsınız” deniyor.
Alper Taş: Yani faşizme
karşı savaşamaz eleştirisi doğru değil. Yani Haziran nasıl savaştı faşizme
karşı? Yani elinde tank, tonk, silah yoktu Haziran’ın. Militanlığı vardı,
barışçıllığı vardı, yani barışçıl olmak militan olmayı reddetmez. Militan,
barışçıl, kitlesel, kapsayıcı, meşru bir siyaset tarzını geliştirdi Haziran ve
faşizme karşı direndi. Ve AKP faşizmini de bayağı da geriletti yani. Yüzüne
büyük bir şamar attı. Birincisi “Birleşik Haziran’ın mücadele tarzı nedir?”
diye sorarsanız Haziran’ın mücadele tarzı faşizmi geriletmiş ve faşizme tokat
atmış bir tarzdır. Etkili olmuş bir tarzdır önce bunu yerleştirmek lazım. İki,
hiçbir mücadele durağan değildir, yani elbette ki örneğin 80 öncesi devrimciler
halk mücadelesini geliştirdiklerinde önlerine sivil faşist güçler
çıkartıldığında nasıl kendisini savunma stratejisini ve bütün araçlarını
geliştirmişlerse, biz de böyle bir durumla karşılaştığımızda elbette ki halk
hareketinin kendini savunma biçimleri neyse bu biçimler hayatın içerisinde
ortaya çıkar. Yani mücadelenin kendi doğallığı zaten o tür ihtiyaçları yaratır.
Yani şimdi biz tabii klasik bir faşizm tartışması, bildiğimiz kitaplardaki gibi
bir faşizm tartışması yapmıyoruz. Burada bir baskı rejiminden söz ediyoruz,
yoksa hani faşizmin tam olarak oturduğu bildik şey değil. Yani İslami manada
rejim faşizan baskılar uyguluyor, kendine uygun, kendi suretinde bir rejim
yaratıyor.
Bu rejim kendi dışındaki
kimseye alan açmıyor, bunu her yerde görüyorsun. Üniversitede görüyorsun,
akademide görüyorsun, devlet içerisinde görüyorsun, eğitim alanında görüyorsun,
her yerde yani kendi dışındaki kesimlere yaşam alanı bırakmıyor ya, bu baskı
rejimine faşizm diyoruz. Yoksa tekelci burjuvazinin en gerici unsurlarının
örgütlediği falan, bu manada bir faşizm tartışması yapmıyoruz. Bir propaganda
öznesi olarak bunu böyle tanımlıyoruz. Bunun böyle karakteri yok. İslami bir
faşizm 1980 öncesi bildiğimiz manadaki bir faşizm olarak elbette ki
gerçekleşmiyor.
Şimdi burada BHH’nin
mücadele formu meclisler. Ben BHH’nin Türkiye buluşmasında şunu söyledim;
BHH’yi şunun için kuruyoruz; “tarih bizi yargıladıysa, yargılayacaksa faşizme
karşı örgütlendiğimiz için değil, örgütlenemediğimiz için yargılayacak; bir
daha dememek için, aslında kendimizi örgütlü kılmalıyız.” Yani bunun şeyi şu,
mahalle, işyeri ve okullarda bir direniş hareketi örgütlemek. Yani şimdi bu
IŞİD falan diyoruz ya, bu zihniyet artık Türkiye’de içimizde. Ve yarın bu
İslamizasyon devam ettiği müddetçe gidişat odur. Ve bunlar bize her alanda bize
karşı her aracı kullanarak bizi ezmeye bastırmaya sindirmeye çalışacaklardır.
E, şimdi buna karşı bu mahallelerde direniş hareketi, mahallelerde, okullarda
ve iş yerlerinde, kendimizi nasıl savunacaksak, o savunma biçimlerini bulmak
zaten hareketin karakteridir. Bu harekete yukardan kendini şöyle şöyle
savunacaksın diye yukardan sunulacak bir şey değildir. Örneğin dün
arkadaşlarımız Tokat’ta sokağa çıktıklarında faşist gerici bir zihniyetin
saldırısına uğradılar ve kendilerini korudular. Hazırlıklı da gittiler, böyle
bir saldırıyla karşılaşacaklarını bilerek gittiler. Yani halk hareketleri, biz
de bir hareketsek, öyledir zaten. Önceden tasarlanarak önceden kurgulanarak
gelişmez. Antifaşist mücadele nasıl geliştiyse, kendi rengini, kendi
karakterini bulduysa, BHH de bir hareket olarak kendini savunma aygıtlarını,
araçlarını bulur, geliştirir. Bu konuda BHH’nin direnişi, ve direniş sadece
“öncü güçlerin direnişi”yle olmayacaksa ve geniş bir halk direnişinden söz
edeceksek, geniş halk direnişinin bir örgütlenme formu olarak BHH ve Haziran
meclisleri esasen, böyle bir foruma uygundur.
Başlangıç: Şimdi ikinci bir eleştiri de özellikle Kürt Özgürlük
Hareketi ile ilgili. HDP, Kürt hareketi genelde soldan ve BHH içinde yer alan
örgütler tarafından biraz sınıftan kopuk olmakla ve kimlik politikası gütmekle
eleştiriliyor. Ancak BHH içinde yer alan özellikle TKP, HTKP gibi örgütlerin de
Kürt hareketine karşı sınıf vurgusu yaparken kendilerinin de aslında sınıf
hareketi örgütlemekten daha çok laiklik ve cumhuriyet değerleri üzerinden
politika yaptıklarını ve daha çok da orta-üst sınıf mahallelerde
örgütlendiklerine dair bir eleştiri yapılıyor. Haziran içinden gelerek BHH’ye
katılma eğiliminde olan insanlara sınıf vurgusundan daha çok laiklik ve
cumhuriyet vurgusu yaptıkları, onun için de aslında iki hareketin de kimliğe
vurgu yaptığına dair bir eleştiri var. Burada bir çelişki var deniyor, ona ne
diyorsun? Yani BHH söyleminde diğer başlıklar elbette var ama görünür başlık
laiklik ve cumhuriyet değil mi? Zira diğer başlıklar Kürt Özgürlük Hareketi’nde
de var. Hatta bir halk hareketi olarak o bunları somut olarak da
gerçekleştiriyor. Ama bütün bunlara rağmen sonuçta ulusal hareket deniliyor.
BHH içindekiler de sonuçta laiklik duyarlısı örgütler değil mi deniyor?
Alper Taş: Laiklik
meselesi öne çıkıyordur, doğrudur. İlk olarak buradan başlamak da bunun bir
işareti olarak gözükebilir ama bununla sınırlı bir mücadele zemini değildir.
Bunu bir tarafa yazalım. Zaman içerisinde BHH’nin eylemleri ortaya çıktığında
bunu herkes görecek zaten.
Ama şimdi bugün laiklik
mücadelesi sınıf mücadelesinin dışında bir mesele de asla değildir. Çünkü
birincisi, bir laiklik dönemi de sona ermiştir. Bir laiklik anlayışı, zihniyeti
de sona ermiştir. Devletçi laiklik dediğimiz laiklik anlayışı bitmiştir. Haziran
isyanıyla birlikte laiklik meselesi bir emekçi aydınlanması olarak, emekçilerin
artık aşağıdan yukarıya kendi mücadeleleriyle kazanabilecekleri bir mesele
haline gelmiştir. Orduya ve bürokrasiye dayalı olmayan, devletin yukardan dini
düzenlediği bir laiklik anlayışından kopuştur Haziran hareketi.
Artık ben bu laikliğimi,
özgür yaşamımı kendi mücadelemle kazanacağım, öyle cumhuriyet mitinglerinde
olduğu gibi ordu ve bürokrasi destekli veya onların ideolojik veya politik
gücüyle sokağa çıkmayacağımın kabulüdür. Bunun zaten bir işe yaramadığı, bunun
tam tersine AKP’nin zihniyetini güçlendirdiği ve zaten devletin laiklik
anlayışının bugün AKP’yi yarattığı ortada. Doğal olarak artık yukardan bir
burjuva aydınlanması olarak bir laiklik mücadelesi yok. Ve biz bunun
farkındayız o yüzden aşağıdan bir emekçi mücadelesine dayalı bir laiklik
anlayışının geliştirilmesi gerekiyor. Bugün de laiklik meselesi bu manada sınıf
mücadelesinin bir meselesi haline geldi. Yani laikliği bir kimlik meselesi
olarak ele almamak lazım, kimlikçilik olarak biz laikliği tartışmıyoruz. Allah
için gitsinler, mesela gidiyor arkadaşlarımız, mesela Soma’ya Ermenek’e biz de
gidiyoruz. Yani nedir, Allah’a şükürden başka bir şey duyabiliyorlar mı
emekçilerle bir bağ kurduklarında? Öyle bir zihniyet haline gelmiş ki toplumun
dinselleştirilmesi sınıf mücadelesinin önünde bir engel artık bu dinselleştirme
politikası. Çünkü hakkını arayan bir emekçi değil, şükür eden bir emekçi
yarattı bu politikalar. Bu politikalar sadece kaba sınıf mücadelesinin kaba
siyaseti içinde aşılmaz, ona bir ideoloji oluşturmak, ideolojiyle de
geliştirmek lazım. İşçi ve emekçiye yaşadığının bir kader olmadığını anlatmak
için aslında yeni bir aydınlanmaya ihtiyaç var. Bu aydınlanma gelişmediği
müddetçe sınıf mücadelesi nasıl gelişecek? Başına gelen her şeyi yukardan
Allah’ın takdiri olarak gören bir zihniyetle düşünsel olarak uğraşmadıktan
sonra sınıf mücadelesinin önünü nasıl açacaksınız? Zaten işçi bu yaşadığının
kapitalizmin üretim ilişkilerinden sömürü ilişkilerinden kaynaklandığını
düşünmüyor. Yani bunu Allah’ın bir takdiri olarak görüyor ve bunu aşılayan,
bunu besleyen bir ideoloji topluma yukardan aşağı veriliyor. Sınıf mücadelesini
geliştirirken sınıf mücadelesinin önündeki bu anlayışı karşına alarak mücadele
edeceksin.
Başlangıç: Peki sosyal medyada çok ciddi bir İslam karşıtı
söylem de ortaya çıkabiliyor. Sonuçta İslam’ı nasıl algılayacağız? 2 milyar
Müslüman var dünyada, peki o Müslüman olmaya devam edecek kitlelerle nasıl bir
bağ kurulacak aynı zamanda? Çünkü radikal bir laiklik söylemi de var özellikle
İslam’ı ve Müslümanları da ötekileştiren, kendi mahallesine kapanmış kesimde.
Alper Taş: Biz onun
dışında bir yerde duruyoruz, yani bizim İslam’la mücadele diye bir derdimiz
olamaz. Sosyalistlerin, devrimcilerin hiçbir zaman dinle mücadele diye bir
başlığı yoktur. Din meselesi felsefi bir meseledir, politik bir mücadelenin
konusu değil. İslam’la değil siyasal İslam’la mücadele ederiz. Siyasal İslam da
mücadele etmemiz gereken bir odaktır. Biz de bu tür tartışmalar yaparken sanki
şöyle, biz bu memleketin devrimcileri sanki uzaydan gelmişiz, sanki bu kadar
halktan kopuğuz… Ya bizim annemiz, ailemiz, babamız Müslüman, yani en azından
öyle tarif eder, öyle yaşar. Şimdi biz nasıl anne babamıza karşıt bir siyaset
ve onları küçümseyen ve aşağılayan bir siyaseti taşırız ki? Yani doğal olarak
tam tersine bizim çözmemiz gereken mesele şudur; bizim devrimcilerin önüne
koyması gereken şudur; bu da ideolojik ve mücadeleden bağımsız değildir. Mesele
şudur; işçi, emekçi aslında nesnel olarak solda duruyor, üretim ilişkileri
bağlamında, eziliyor, sömürülüyor. Ama gidiyor siyasal seçeneğini sağ
partilerden yana yapıyor, yani öznel olarak sağda duruyor. Tek gerekçesi
kültürel, inanç. Bu çelişkiyi bizim ortadan kaldırmamız lazım. Bu çelişkiyi
ortadan kaldıracak yol ve yöntemleri bulup geliştirmek lazım. Bunu geçmişte
yaptık biz zaten. Geçmişte devrimciler bunu yaptı. İç savaş koşullarında çok
dindar insan devrimci mücadelenin bir parçası haline geldi. Ama bu mücadeleyi
geliştirirken devrimciler din karşıtlığı üstünden bunu yapmadı. Temel bir
laiklik savunusu üstünden yaptı. Ve laiklik savunusu ekseninde Adalet Partisi
ve benzerleri kesimlerin yeşil kuşak stratejisinin ne manaya geldiğini
anlatarak bunları yapmaya çalıştı.
Bir iki yerde söyledim,
biz aslında şöyle bir anlayışla bu meseleyi yürütmemiz lazım, ya aslında biz
devrimciler özgürlük diyoruz ya, özgürlük alanlarını büyütürken, özgürlüğü
derinlemesine yaratırken, kelimenin gerçek manasında dini de özgürlüğüne
kavuşturacak olan bizleriz. Bu iddiada olmak lazım. Çünkü neden? Din bugün
köleleştirilmiştir, din bugün sömürü ve ticaretin bir istismar aracı haline
dönüştürülmüştür. Sömürü ve istismar aracı haline dönüştürülmüş olan din özgür
değildir. Dinin de insanlık evrimiyle beraber bir diyalektiği vardır, kendine
ait bir mecrası vardır. Dinin de insanların vicdanında, duygu dünyasında
özgürce yerini bulabilmesi için onu bu tür istismar araçlarından kurtarmak
lazım. O yüzden devrimcilerin ve solun iktidar olduğu bir ülkede din ancak
kendi özgürlüğüne kavuşup kendi yerini bulacaktır.
Bizim yürüteceğimiz
zeminin böyle bir zemin olması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa dindarlık eşittir
gericilik, böyle bir şey söz konusu olamaz. Böyle bir anlayışa da sahip
değiliz. Ama gericilik diye bir mefhum vardır. Bu reddedilecek, çünkü gericilik
var. Adam 21. yy’da kalkmış diyor ki kadın erkek eşit değildir. E bu gericilik
değil midir? Bunun adını koyacaksın… Yoksa dindardır, kardeşim sen dindarsın
gericisin öyle bir şey yok… Ama 21.yy’da cumhurbaşkanı kalkıp diyor ki kadın
erkek eşit değildir. E gericisin sen. “Kadınlar dikkat etsin toplumda
konuşurken fazla kahkaha atmasın” demek gericiliktir. “Anneliğin dışında her
hangi bir işle uğraşmayın,” e gericiliktir. Bunları böyle tarif edeceksin. Bu
noktada bunları konuşuyor olmak tamam eskiden kaba ve devletçi bir laiklik
uygulamalarının yarattığı inanç kesimlerini rahatsız eden bir takım uygulamalar
olabilmiştir, olmuştur süreç içerisinde. Ama bu sol değil, sol hiçbir zaman
iktidar olmadı. Biz bunu nerde yaşadık, yani iktidar olduğumuz yerlere bak,
küçük mikro ölçekte… Fatsa’da yaşadık yani küçük… Bizle beraber yargılandı
camii imamları orda… Yani herhangi bir problem yaşamadık. Ya zaten şöyle bir
şeydir. Yani ne bileyim Marksist’sek, diyalektik materyalizme inanıyorsak din
de insanların dışında ve toplumsal mücadelelerin dışında bir olgu değildir ki.
Yani bir üst yapı kavramıdır ve toplumsal mücadelelere bağlı olarak şekillenir
ve şekillendirilir. Doğal olarak yani eskiden mesela sosyalizmin güçlendiği
dönemlerde dinsel hareketler sosyalizmden etkileniyordu, sosyalizm dibe
vurduktan sonra neoliberalizmden etkilendi… Yani devrimin amacı önce bir dinsiz
toplum mu yaratmak… Şimdi Bolşevikler böyle mi yapmış yani? Bolşeviklerin
kitabında şey mi var programında sosyalist bir toplum dinsiz bir toplum
olacaktır o yüzden milleti dinsizleştirmek sosyalizm mücadelesinin önemli bir
başlığıdır deyip böyle mi yapmışlardır? Yoksa dini bu sömürü ve istismar aracı
olmaktan kurtararak insanların vicdanına teslim ederek özgürlüğünü mü savunmuşlardır?
Bunlar bizim. Bu konuda Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok.
Başlangıç: Bir başka eleştiri de demin değinip üstünden
geçtiğimiz Kürt Özgürlük Hareketi. BHH’nin senin saydığın 6 başlığı mesela HDP,
en genel anlamda Kürt hareketinde de var. Ekolojiden toplumsal cinsiyet
özgürlüğüne bir şekilde emperyalizm karşıtlığından sosyalizan üretim
ilişkilerine, komünlere kadar birçok şeyi sayıyor Kürt hareketi ve HDP de
bunların temsilcisi olduğunu kendisi iddia ediyor. Bu anlamda benzer şeylere vurgu
yapmasına rağmen iki hareket arasındaki fark nedir?
Alper Taş: Şimdi şöyle ele
alalım, biz yürütme toplantısı yaptık BHH olarak. BHH’nin form olarak, tarz
olarak eşdeğer bulduğu hareket HDK’dir. HDP de değil aslında çünkü HDP bir
parti. HDP aslında ÖDP’nin muadili, öyle bakmak lazım. Bize paralel, bize özgü,
bizim yürüttüğümüz tarza uygun örgütlenme HDK’dır. Doğal olarak Birleşik
Haziran Hareketi memleketin gündemlerine ilişkin çakıştığı noktalarda ilkeleri,
çerçevesi çizilmiş bir zeminde
HDK’yla ortak bir mücadele
yapmaya kapalı bir hareket değildir. Birleşik Haziran Hareketi’nin yürütmesinde
bunu konuştuk. Memleketin meselelerinde zaman zaman ortak mücadele zemini
geliştireceksek, yani öyle BHH her şeye imza veren, her şeye destek atan, şu,
bu bu yapılarla ortak mücadele zeminleri geliştiren değil, bizim ortak mücadele
zemini geliştireceğimiz, bize uygun esas örgütlenme HDK’dır. Biz onlarla ortak
mücadele süreçleri geliştirebiliriz. HDK bir gerçekliğin üzerine oturmuştur.
Kürt ulusal hareketinin gerçekliği üzerine oturmuştur. Ve bir projenin bir
parçasıdır, Kürt ulusal hareketinin Ortadoğu’dan kendi çoğunlukta olduğu
Kürdistan bölgesinde Türkiye’ye karşı çok değişik örgütlenme formlarından
biridir HDP ve HDK zemini. Bunu reddedemeyiz, kimse kimseyi kandırmasın. “Bu
böyledir diye reddediyoruz” diye bir şey çıkmasın. Doğal olarak bu hareketin
ihtiyaçları üzerine bina edilmiş bir yapıdır, ve o hareketin ihtiyaçları
doğrultusunda kendisini şekillendirir, evriltir. Bu da anlaşılır bir şeydir.
Doğal olarak şimdi AKP’yle müzakere sürecindedir. Müzakere mücadele
diyalektiğini içermektedir bu süreç. Hem müzakere vardır hem mücadele vardır.
Bu müzakere ve mücadelenin ikilemlerini yaşıyor doğal olarak bu hareket. İşte
Gezi’de önce bir durakaldılar, sonra özeleştiri verdiler. Yolsuzluk meselesinde
önce bir durakaldılar… Yani AKP’ye karşı mücadele etmiyor demek haksızlık olur.
AKP’yle de müzakere yürüten bir harekettir ve o hareket, HDK da bu sürecin
gelgitlerini yaşar ve yaşayacaktır, yaşıyordur da. Ama biz öyle değiliz. Bizim
AKP’yle müzakere diye bir şeyimiz yok. Biz AKP’yi yıkmak istiyoruz. Bizim o
konuda elimiz rahat yani. Doğal olarak çerçevemiz son derece net. Aslında
HDK’nın kapsayamadığı bir dinamiği örgütlüyor BHH. Biz Birleşik Haziran
Hareketi olarak şöyle bir iddiamız yok: “biz Haziran isyanını temsil ediyoruz”,
hayır. Biz onun bir parçasıyız. Biz onun ne kadar bir parçasıysak HDK da
Haziran isyanının bir parçasıdır doğrusunu söylemek gerekirse kapsadığı
dinamikler açısından. Kardeşim her hareket her şeyi kapsayamaz. HDK her şeyi
kapsayabilseydi zaten biz de HDK’nın içerisinde olurduk.
Şimdi HDK’nın
kapsayamadığı bir yığın toplumsal hareket dinamiği var ve BHH bunu kapsıyor.
BHH diye bir hareket olmasaydı o alan öylece duruyor olacaktı. Bir de biz şimdi
çoğulculuk moğulculuk diyoruz da herkes aynı kabın içerisine mi sığacak yani,
ben anlamadım. Niye her şeyi HDK zemini içerisinde düşünmek zorundayız ki… Kürt
hareketiyle bir bağ kurmanın yolu, illa onun içerisinde yer almak mıdır? Mesela
ben şu iddiadayım, BHH zaman içerisinde görülecektir, büyüdüğü oranda, Kürt
meselesinin Batı’da en büyük toplumsal karşılığı olacaktır.
Öyle bir sorunu yok mudur
Kürt hareketinin batıda. Mesela HDP HDK bunu oluşturabildi mi?
Başlangıç: Tam o sorudan yola çıkılarak deniyor ki, BHH Kürt
hareketi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 9.8’i alıp Batı’da da çok büyük yankı
uyandırdığı için hiç biraraya gelmeyen sol biraraya geldi diye eleştiriler
yapılıyor…
Alper Taş: Ya kibar
söyleyeyim, o çok doğru bir eleştiri değil. Çünkü bizim bu sürecimiz yeni bir
süreç değil. Biz 2 seçim öncesinde de bunları tartışıyorduk, Birleşik Muhalefet
Hareketi içerisinde de bu tip tartışmaları yapıyorduk zaten. Haziran’dan bu
yana sürdürdüğümüz bir çalışma. Yani HDP’nin aldığı oyla tartıştığımız bir şey
değildi, hani bunu hiç böyle ele almadık. İkincisi yani biz BHH toplantılarında
hiç seçim konuşmadık. Seçime dair herhangi bir tartışma yaptık mı, yapmadık. Ne
dedik? Ya artık bu AKP artık öyle bir hileli hurdalı bir siyaset oldu ki her
şeyi yapıyor. Bu hükümet olaraktan seçimi kaybetse bile gidecek bir parti
değil, doğal olarak seçim meselesi dışında AKP’nin bu saldırılarına karşı bize
direniş örgütü lazım. Bir seçim ittifakı örgütü olarak BHH’yi tartışmadık.
“Seçimde ne yaparız? bize pazarlık yapacak bir aygıt lazım, bunu da BHH olarak
yaratalım” diye bir tartışma yapmadık. Seçimi hiç konuşmadık. Seçimi yeni yeni
konuşacağız, belki bir duruş sergilemek açısından. Bir de esasen bize BHH seçim
dışı lazım. Seçim örgütü olarak BHH’yi işlevli bir araç olarak kullanamayız, değerlendiremeyiz.
Seçim öncesi lazım, seçim sonrası lazım…
Başlangıç: yani parlamentoya yönelik değil, parlamento dışına…
Bu tür hesaplar üzerinden
bir hareket değil. Aslında seçimlerden de korumamız lazım BHH’yi, seçimlerden
koruyan bir çizgiyi izlememiz lazım. Bunu da oturup konuşacağız. Yani “keşke
seçimlerden sonra mı kursak diye düşünmeye başladım” bu tartışmalardan
sonra…Alper Taş: Evet. Bir parlamento aracı olarak BHH’yi kurmadık. Yani “böyle
bir araç yaratalım ve biz de 2015 Haziran seçimlerinde bir pozisyon alalım,
kendimize bir yer bulalım” saikiyle hiçbir tartışma yapmadık. Ama şimdi doğal
olarak bir hareket oluştu ve millet bize sormaya başladı, seçimde ne yapılacak?
Biz de bunu oturup organlarımızda tartışacağız dedik. Yani tartışma kararı aldık.
Tartışmalıyız. Ama seçim temel bir mücadele alanı olarak bizim için BHH’nin
önünde duran bir gündem değil. Biz çünkü Türkiye’ye baktığımızda artık bir
aksesuar özellikli olan parlamentonun daha da aksesuar bir niteliğe kavuştuğunu
ve hayatın daha fazla sokakta aktığını, daha fazla parlamento dışı mücadelenin
önem kazandığını bu İslami faşizm tehdidi karşısında, buna dönük bir örgütlenme
olarak BHH’yi düşündük. O yüzden HDP’nin CHP’nin, onun bunun aldığı oy vs…
Ama biz zaten iki seçim
öncesi bunları kuramadık. Yani 30 Mart seçimi öncesi başlamıştık, 30 Mart geçti
cumhurbaşkanlığı seçimi, o geçti, çok seçim oldu. Yani seçim saikiyle bir şey
yapsaydık zaten 30 Martta yapmak lazımdı. Çünkü seçim dediğin 3 etaplı bir
şeydi. Yerel seçim, cumhurbaşkanlığı, 2015 Haziranı ki ikisinde yapamadığımız
bir şeyi üçüncüsü için yapalım diye bir tasarım içerisinde olmadık.
Başlangıç: Şimdi konuşmadığınız için BHH’yi bir kenara koyalım.
Peki sana, şimdi ÖDP başkanı olarak, Alper Taş olarak şimdi kestirme bir soru
soralım; seçimlerde ne olur? Mesela Duran Kalkan’ın çağrısı var, bunu nasıl
değerlendiriyorsun? Sence seçimler nasıl yaşanır? Sen seçimlerden nasıl bir
Türkiye çıkacağını öngörüyorsun?
Alper Taş: Ya şimdi
seçimlerdeki tabloyu değiştirebilmek. şimdi bu imkânsız, zor, sen de yazmışsın
zaten (http://baslangicdergi.org/turkiye-genel-secime-giderken-soguk-gercek-y-dogan-cetinkaya/).
Ama bunu bizim söylememiz lazım, yani imkânsız olanı başarmamız lazım.
Seçimlerde başarının ölçütü, AKP’ye karşı başarının ölçütü, ben sadece
aritmetik açıdan söylemiyorum, sandık açısından çıkacak oy açısından da
söylemiyorum.
Seçimde iki tür yenilgi
yaşarsınız, biri aritmetiktir aldığınız oyla yaşarsınız, ikincisi siyasal
yenilgi yaşarsınız. Öyle bir siyaset geliştirirsiniz ki seçimde yeterli oy
alamayabilirsiniz belki, ama geleceğe bir şey taşırsınız, bir umut olursunuz.
Aslında seçimi aritmetik olarak kaybetmişsinizdir de siyasal olarak kazanmışsınızdır.
Bir de yenilgi vardır ki her iki düzeyde yenilirsiniz. Örneğin CHP’nin
cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşadığı yenilgi. Her iki düzeyde yaşanmış bir
yenilgidir. Ama örneğin CHP bizim de önerdiğimiz düzeyde solcuları,
sosyalistleri, Kürtleri kapsayan bir adayla çıkmış olsaydı ben diyorum ki seçim
ikinci tura kalırdı, 2. turda kaybetsek bile biz aritmetik olarak kaybetmiş
olurduk. Siyaseten kazanmış olurduk.
Türkiye’nin geleceğini
kazanmış olurduk. Buradan baktığımda imkânsız, zor gözüküyor ama seçime dair
umut verici bir tablo çıkartmak istiyorsak bunun yolu bellidir. Bunun yolu,
şimdi bir İslami faşizm tehlikesinden söz ediyorsak, sosyal demokrasinin bir
tarihsel evrimi var, bizim burada ideolojik farklılıklarımız belli. HDP radikal
demokratız diyor, bizim buna da eleştirilerimiz belli. Yani radikal demokrasiyi
savunan, radikal demokrasinin memlekette temsilcisi kim, çıktı biziz dedi.
Bizim radikal demokrat bir siyasetin, hani sen daha önce sordun ya kimlik
siyaseti… Aslında HDP farkında mı bilmiyorum ama radikal demokrat diyerek bir
kimlik siyaseti olduğunu söylüyor zaten. Biz söylemiyoruz. Radikal demokrasi
böyle bir şeydir zaten. E biz de sosyalistler filan… Ya şimdi bizim aramızdaki
ideolojik ayrım bugünün meselesi değil. Bunu tarihsellik içerisinde sürdürürüz
önümüzdeki dönemde… Ama bugün geniş bir zemin örgütlemek gerekiyorsa bu
güçlerin seçimde ittifak yapması gerekiyor. Ama bir programa dayalı ittifak
yapması gerekiyor. Programa dayalı ittifak yeni bir cumhuriyet ittifakıdır.
Yeni bir Türkiye ittifakıdır. AKP’nin Türkiye’si eskimiştir. CHP’nin kurduğu
cumhuriyet yenilmiştir. AKP cumhuriyeti vardır. Yeni bir cumhuriyet. Az önce
saydığım Haziran hareketinin mücadele başlıkları etrafında yeni bir cumhuriyet
programı etrafında bir yan yana geliş gerekli. Özellikle CHP’nin yeni bir
cumhuriyet için Kürtlerle de bir mutakabat yapması gerekiyor. Daha önce
Kürtlerle kuruldu cumhuriyet sonra Kürtler inkâr edildi ve bugünlere geldik. Ve
bu AKP’nin bu pazarlık niyetinden bunu kurtarıp yeni bir cumhuriyet oluşturma
siyasetinin aktif öznesi olması gerekiyor. Ve memlekete yeni bir cumhuriyet
talebi, özgürlükçü, eşitlikçi bir cumhuriyet talebiyle çıkması gerekiyor. Böyle
bir seçim ittifakı alt üst eder hesapları. Şimdi denilebilir ki birinci parti
çıkabilir mi? Çıkamayabilir, sorarsan belki yetmez oylar. Ama geleceği
kazanırız. Çünkü seçim her şey değil, yani her şey orda bitecek falan değil.
Büyük bir mücadele direnciyle seçimlerden çıkar. Biz, yani ÖDP bunu önerdi. 30
Mart’ta da bunu önerdik aslında, 10 Ağustos’ta da bunu önerdik. Şimdi tamam
siyasette reel olalım tamam da reel olduk mu reel tablodan bir şey çıkmıyor.
Hani gerçekçi ol imkânsızı iste… Biz aslında biraz imkânsızı istiyoruz, ama
imkânsız olan tabloyu değiştirir. Bu durumda ne olacak ben sana söyleyeyim, bak
şimdi HDP elbette barajı aşsın, biz barajı aşmasını istemiyor değiliz ama
barajı aşması da tek başına bir şey ifade etmeyecek sonuç itibariyle. Tamam,
Kürt siyaseti, yani baraj ortadan kalkmış olacak, ama AKP’nin hegemonyası
gerileyecek mi? Belirli düzeyde parlamenter sayısı azalacak, CHP bu haliyle
devam ederse, CHP de artırsın oyunu… CHP başarısız oldu mu biz başarılı
oluyoruz gibi bir şey yok ki. Halk topluma baktı mı CHP’yi bir yerde görüyor ve
AKP kazanıp bu güçler zayıfladığında halk da bizim örgütlemeye çalıştığımız
halk kesimlerinde de bir umutsuzluk oluyor. CHP de artırsın istiyoruz, HDP de
barajı aşsın ama bunların bu düzeyde aşması verili tabloyu çok büyük bir
ölçekte değiştirmeyecek gibi gözüküyor. En azından mesela Kürt sorunu çözümsüzlüğünü
devam ettirecek, AKP’nin hegemonyası devam edecek gibi gözüküyor. Sadece
parlamento düzeyindeki hegemonyası değil, toplum düzeyindeki hegemonyası da
devam edecek. Bunu kırmanın yolu (hani ezber bozan kavramı çok kullanılır ya)
tarihsel bir ittifak öyle diyelim. Tarihsel bir blok oluşturmamız lazım AKP’nin
karşısında ki ideolojik olarak da AKP’yi geriletelim. Yani bugün yeni bir
laiklik diyorsak, aydınlanma diyorsak mutlaka bunun içerisinde Kürt halkı
olmalı. Ki onlar da mesela Rojava’da, Hüda-par’la Kürt bölgesinde, Rojava’da
IŞİD’le geliştirdikleri mücadeleyle zaten böyle bir mücadeleyi yapıyorlar.
Aşağıdan dişe diş bir mücadeleyle laiklik kazanılacak dediğimiz zaten böyle bir
şey. Orda onlar aslında, ki dindar muhafazakar bir kitleye sahip Kürt halkı,
Hüdapar çizgisiyle ve IŞİD çizgisiyle aynı zamanda gerçek bir laiklik
mücadelesi de yürütüyor baktığında. Biz de burada Birleşik Haziran Hareketi
olarak bu temelde bir mücadele yürütüyoruz.
Başlangıç: Bu bağlamda Birleşik Haziran Hareketi içerisinden birçok
özne Kürt hareketini siyasal İslam’la işbirliği yapmakla suçladı. Yani o
anlamda bir çelişki ortaya çıkmıyor mu?
Alper Taş: Bu konulardaki
yaklaşımlarda maalesef solda şöyle bir şey var; ak ve karanın dışında bir renk,
gri… Ya bu ulusal hareket, ulusal özgürlük hareketi, bunun değişik taktikleri,
pragmatik duruşları falan bunlar oluyor. Böyle de zaten büyüdü. Bu kadar
pragmatik olmasaydı, tabii direnişçi de bir örgüt sadece pragmatizmi söylemek
olmaz… Yani doğal olarak kendine ait esnek ilişkiler yapabiliyor, biz yapamayız
mesela, ama o yapıyor. Bizim arkadaşlar o dönem Abdullah Öcalan da söylüyor,
Suriye devletinin Suriye istihbaratının teklifine evet deselerdi Suriye’de
Bekaa’da, orada gerilla hareketini büyütmek için orada korkunç bir fırsat
bulacaklardı, reddettiler. Ama Kürt siyasi hareketi reddetmedi, tam tersine “bu
tür imkanlardan faydalanmayan bir hareket, hareket olamaz” dedi ve yaptı yani
şimdi. Böyle direnişçiliğinin yanı sıra aynı zamanda bu tür şeylere oynayarak
bu tür zeminlerde pragmatik siyasetler de geliştirerek bugünlere geldi. Bu
devam ediyor.
Ama şimdi siyasal İslam’la
işbirliği yapıyor demek bu düzeyde ak ve kara gibi bir tartışmanın içerisine
itmek mümkün değil. PKK şunu görüyor, “ya benim kitlem dindar” diyor, bu
dindarlığa karşı AKP bir taraftan oynuyor, öbürü bir taraftan oynuyor. Ben de
buna karşı demokratik İslam kongresi geliştirerek bunların hegemonyasını
kırayım. Bu daha anlaşılır bir şey. Şimdi sen yapmazsın ama anlamak lazım,
buradan baktığında Demokratik İslam Kongresi yaptı diye adamı hemen siyasal
İslamcılarla işbirliği yapıyor diye eleştirmek doğru değil. Ama bu siyasal
hareketin içerisinde siyasal İslamcılar yok mu var. O da bir gerçeklik. Bunu
söyleyenler de var hareketin içerisinde, böyle. Ama ulusal hareket, bu zaman
içerisinde nereye doğru nasıl evrilir bilinmez ama şu an bu hareketin önderliği
sol bir önderlik.
Yani biz eleştirebiliriz,
tutumlarını yanlış buluruz, eylem çizgilerini eleştiririz ama şu anki
önderliğinin sol bir önderlik olduğu zaten AKP’nin Amerika’nın vb. bazı
güçlerin veya bazı liberallerin defaatle söyledikleri bu hareketin tabanıyla
önderliği arasında bir çelişki var bu çelişkiyi gidermek lazım. O yüzden Osman
Öcalan’a liberal muhafazakar bir Kürt hareketi yaratmak için kanca attılar.
Atmadılar değil. Avrupa Birliği eksenli bir Kürt hareketi yaratmak için değişik
hamleler yaptılar, yapmadılar değil, ama olmadı. Doğal olarak Kürt hareketine
çok boyutlu bakmak, çok boyutlu yönleriyle değerlendirmek, tek bir hamlesine
bakıp oradan “hah bunlar budur” veya tek bir şeyine de bakıp “ha tam tersine
bunlar tamamen bir şeydir” falan dememek gerekiyor. O karmaşık, çok yönlü, çok
boyutlu diyalektik yapısını görmek gerekiyor. Sonuç itibariyle ulusal hareket…
Mesela güney Afrika ulusal kongresi, yani geldiği yer belli. Pekala Kürt
hareketi buraya gidemez diyemeyiz. Ama gider, gitti demek doğru bir şey değil.
Yani gittiğini iddia etmek doğru bir şey değil… Gitmemesi için uğraşmak lazım…
Başlangıç: Son soru. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siz eş
başkanlar olarak Bilge Seçkin Çetinkaya ile birlikte Selahattin Demirtaş’a oy
çağrısı yaptınız ama parti olarak hiçbir şey demediniz, daha doğrusu AKP ve
CHP’ye oy verilmesin dediniz. Bu noktada bu sefer bu senin söylediğin imkansız
gerçek olmazsa, HDP’ye bir çağrı yapar mısınız? Hiçbir şey olmadığı koşullarda
HDP’nin barajı aşması için…
Alper Taş: Şöyle bir şey
söyleyelim. Şimdi birincisi bu sorduğun soru için biraz hani o içimizde kalan
şeyi de anlatayım. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde biz iyi bir tarz önerdik
aslında. Seçimden önce CHP geldi bizle görüştü, sağ olsun Kılıçdaroğlu fikrimizi
aldı. Biz az önce anlattığımız şeyi anlattık. Fakat AKP’nin paradigması
içerisinde bir adayla girdi. Zaten AKP’liler dedi ki “bu adayın kendisi zaten
bizim ideolojik zaferimizdir” dedi. Kürt hareketine umulmadık bir imkan doğdu.
Biz de dedik ki “sakın aday açıklamayın, bizlerin ve bunun dışında kalan Alevi
örgütleri herkesi kapsayan bir zemin oluşturalım, o zeminin adayı olarak
adayımızı çıkartalım.” Yani HDP’nin adayı olmasın aday. Şimdi böyle bir imkan
doğdu HDP adayı değil, işte adını bir şey koyalım, onu aday haline getirelim
falan, ama Kürt hareketiyle… Sağ olsun Kürt hareketi böyle bir zemin topladı
fakat orda bu yönde ilerlemedi. Biz, bazıları öyle diyor onu düzeltelim,
Selahattin Demirtaş’a itiraz etmişiz, hayır, öyle bir şey asla söz konusu değil.
Biz isim tartışmadık, biz dedik ki siyaset tarzı olarak burada oturanların bir
yapı olarak burayı bir tanımlayalım, bu yapının adayını çıkartalım ve onun
etrafına dizilelim, yeni bir Türkiye programının. Bu Selahattin Demirtaş olur,
başka biri olur ama elbette ki en makul aday olması lazımdı, ama Selahattin
Demirtaş elbette olurdu bizim açımızdan Selahattin Demirtaş’a dair bir sorun
yoktu. Ama biz oraya gelmeden zaten öyle bir zemin ortadan kalktı ve Selahattin
Demirtaş HDP’nin adayı oldu. HDP’den aday olduktan sonra biz partimizde
yaptığımız tartışmada, yani bu tarzdan, bu tarz durumundan rahatsız olunduğu
için parti meclisinde, yani AKP’ye oy yok siyaseti izlendi. Ama eş başkan
Bilge’yle benim Selahattin Demirtaş’a oy vermem parti kararına rağmen de bir şey
değil. Çünkü parti genel bir tutum açıkladıktan sonra bizlere de bireysel
hakkımızı kullanabileceğimize dair bir yol verdi. Biz de bu hakkı kullandık,
ÖDP’nin tamam seçimlerde AKP’ye oy yok diyoruz fakat bu çerçevede meselenin
nasıl anlaşılması gerekliliğine ilişkin açıklamayı yaptıktan sonra ben twitter
üzerinden elbette ki ÖDP’li üyeler ÖDP’nin büyük bir kısmı Selahattin
Demirtaş’a oy verecek ama yaratmak istediğimiz böyle bir şey değildi, daha
başka bir şey istemiştik biz bunun olmamasını tarihsel bir fırsatın kaçması
olarak görüyoruz dedik. Durum o. HDP zaten bizi ziyarete geliyor, görüşeceğiz,
biz bunları değerlendireceğiz yani partinin şu an seçim siyasetine ilişkin bir
şey söylemem mümkün değil. Ama şunu rahatlıkla söylüyorum ama böyle bir büyük ittifakın
oluşmasını ben her platformda söylüyorum. Bu konuda partide bir problem yok. Bu
olmayacak. Keşke olsun, olması için uğraşıyoruz. Olmayacak olursa sonra ne
yapacağımıza ilişkin bir tartışmayı ikili düzeyde yürüteceğiz. İlk önce
Birleşik Haziran Hareketi’yle tartışacağız, onları gören bir yerden bir şey
yapacağız, ikinci olarak da ÖDP olarak ayın 24’ünde ülke temsiliyet meclisi
topluyoruz, orda arkadaşlarımızla meseleyi konuşacağız. Yani öyle çok
uzatmadan, en kısa sürede bir seçim siyasetini oluşturmaya çalışacağız. Şu an
bir tartışma süreci içerisindeyiz, görüşmeler var, trafikler var, bunları
değerlendireceğiz.
Başlangıç: Çok teşekkür ederiz. Güzel bir röportaj oldu.
Alper Taş: Ben teşekkür
ederim, takdir sizin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder