Metin Çulhaoğlu 21/11/2013 Ekenek
“Eskisi gibi gitmesi mümkün olmayanı yeni bir mecrada götürmeye çalışmak ve bu çabanınsonunda dönüp kendi altını oymaya başlaması…”
Yalnızca son 11 yılın AKP iktidarını değil Türkiye’nin son 30-35 yılını yukarıdaki deyişin ışığındaokumak mümkündür. AKP’nin 12 Eylül’ün ürünü ya da uzantısı olduğu tespiti de öyle rastgelesöylenmiş bir laf değildir.
1970’lerde dünya kapitalizminin yaşadığı tıkanma Türkiye’yi de etkilemiştir. 24 Ocak 1980 kararları,hemen ardından gelen 12 Eylül darbesi ve sonra Özal dönemi, dünya kapitalizminin yaşadığıtıkanmanın tetiklediği yeni yönelimlerin Türkiye’deki doğrudan yansımalarıdır.
Şunu söylüyoruz: 1970’lerin sonuna gelindiğinde Türkiye kapitalizmi eskisi gibi gidemezdi, yeni birbirikim modeli kendini dayatıyordu. Bu yeni birikim modeli, önceki modele uyan ideolojik, siyasal vekurumsal dengeleri bir kenara itip yenilerini denemek zorundaydı.
Bu zorunluluk, kapitalizmin uluslararası entegrasyonunun yeni evrelere ulaşması ve dünyasosyalist sisteminin çökmesiyle birlikte, özellikle Türkiye açısından daha bir belirginleşti. Türkiyeartık kalkınma-sanayileşme gibi konularda eski ezberlerini unutmalı, dünya kapitalist sisteminin birparçası olarak her tür korumacılığı bir kenara bırakarak ihracata ve dış rekabete yönelmeli, bir dekendi bölgesinde aktif bir aktör olarak ön plana çıkmalıydı. Sonuncusunda, ekonomik ve politikmülahazaların iç içe geçtiğini görüyoruz.
Neticede, “böyle yapmak zorundaydılar ve yaptılar” diyoruz.
Peki, bu “haklı” oldukları anlamına mı geliyor?
Kendi açılarından bakıldığında bu sorunun yanıtı tereddütsüz bir “evet” olmalıdır.
Öbür türlü, Türkiye’nin, özellikle 1991 sonrası dünyada bir yandan sistemin pürüzsüz bir parçasıolarak kalırken diğer yandan eski birikim modelini ve onun uzantısı olan dengeleri nasılsürdürebileceğini göstermek gerekir ki imkânsız denebilecek kadar güç bir iştir.
* * *
Diğer taraf açısından “zorunluluğu” kabul ettik diyelim; ya en baştaki deyişte yer alan “sonunda dönüp kendi altını oyma” meselesi?
Burada, bir taraf açısından zorunlu olan süreçlerin karşı tarafta yarattığı ve yaratacağı tepkilerdensöz ediyoruz.
Hiç olmamış mıdır?
Elbette olmuştur. Kimilerini “hava döndü” tespitiyle yeniden sahneye çeken 1989 bahar eylemleri,başkalarına “Şemsi Denizer sol parti kursun biz de gelelim” dedirten 1991 Zonguldak madencidirenişi, bir dönemin etkili KESK eylemleri, TEKEL direnişi, insanlara her seferinde “bu yılki çokkalabalık ve canlıydı” umutları aşılayan 1 Mayıs’lar vb.
Hiçbiri küçümsenmemelidir.
Ancak, özellikle dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Az önce sıralanan önemli ve değerli eylemler, son 30-35 yıla damgasını vuran birikim modelinin bir yanına (ağırlıklı olarak ekonomik) yönelik tepkilerdi. 2013 Haziran Direnişi ise, aynı modelin 11 yıllık AKP iktidarında iyice belirginleşen siyasal, ideolojik ve kültürel uzantılarına, bu alanlarda kurulmak istenen “yeni” dengelere topyekûn bir karşı çıkıştır.
* * *
Son 30-35 yılın genel yönelimi için “yapmak zorundaydılar, yaptılar” demiştik.
Aynı tespit, son dönemde AKP’nin yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları için de geçerli midir? Yani Türkiye kapitalizminin kökleri AKP iktidarından çok daha gerilere giden “zorunlu tercihi”, örneğin AKP’nin istediği ölçülerde bir dincileşmeyi ve gericileşmeyi, Cumhuriyet’in orasıyla burasıyla AKP’nin yaptığı kadar oynamayı, süper güç olacağım diye bölgede olur olmaz işlere kalkışmayı mutlaka zorunlu mu kılmaktadır?
Elbette “hayır.”
Zaten bugün Türkiye’de siyasetin gelip dayandığı kritik nokta da buradadır. “Birileri” dünya kapitalizminin hala amentüsü durumunda olan modeli, AKP’nin üstyapı alanlarında giriştiği zorlamalara başvurmadan sürdürecek bir siyasal güç arayışı içindedir. Bu bağlamda, kimi “rehabilitasyon” işlemleriyle birlikte Gezi Direnişi bile sineye çekilebilecek, hatta yer yer baş tacı edilebilecektir.
Şimdi top bizim taraftadır.
Yanıtlanması gereken soru ise şudur: Türkiye’nin son 30-35 yılda kaybettiklerine bakıp bunları geri getirmeye mi çalışacağız, yoksa bu kayıpların yarattığı tepkileri işleyip bunların çok daha ilerisinde neleri kazanabileceğimize mi odaklanacağız?
soL Gazetesi 21 Kasım 2013
soL Gazetesi 21 Kasım 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder