25 Nisan 2013 Perşembe

Yaşasın Türkiye İşçi Sınıfı,Yaşasın Bir Mayıs.

Bu yazı, ustam “Baba Cemal” Namı diğer “Yusuf Bilir Yoldaş”a ithaf olunur.
Erol Çatma  Susma
İnsanların hayatında bir an vardır ki, yaşamın bir dönüm noktasıdır; Farklı bir dünyaya gitmiş gibi, farklı bir yaşam sürdürmeye başlarsın.
Benim için dönüm noktası 21 Nisan 1976 tarihidir.
 E.K.İ’de çalışırken 20 Nisan 1976 tarihinde aylıklarımızla birlikte bir de ikramiye almıştık. Her zamanki gibi doğru kumar oynamaya. Ama ne yaparsın ki şans bizden yana olmadı. Bütün parayı kumara verdiğimiz gibi de, bir, iki aylık kadarda borçlandım. Nisanın 21’i günü beş parasız işe gittim.
İş yerinde şimdi yaşamayan frezeci “Baba Cemal” bir, iki haftadadır DİSK’ten ve örgütlenmeden bahsediyordu. Bana da bazı şeyler anlatıyordu ama pekte ilgilendiğim söylenmezdi. Özellikle sigaran ve cebinde paran yoksa dünya yansa umuruna gelmezdi.
Baba Cemal anlamıştı, işlerimin iyi gitmediğini sıkıntımı sordu, durumu anlattım. Alışıktı o, benim nazlarıma, bana gereken parayı borç verdi, biraz rahatlamıştım. Akşam kahvehaneye gitmeyecektim, Baba Cemalle birlikte Zonguldak’ta Mab-İş Şubesi’nde ki arkadaşlarıyla buluşup yardımcı olacaktım. Artık ne yapacağımızın da bir önemi yoktu. Zaten kumar oynamaya gidecek durumumda yoktu.
Cemal Ağabey’in Abana’dan akrabaları gelince, MAB-İŞ Şubesine yalnız gittim. Orada,Oktay Zor, Yüksel Suçu, Oktay Ediz, Çetin Alpdündar, Selami Akın, Zemci Erel, Mehmet Öztek,  Gürbüz, saffet Can ve şimdi unuttuğum birkaç kişi daha vardı. Çetin Ağabey’i liseden ve Halkevi’ nden tanıdığım gibi Zemci Ağabeyi de halkevinden tanıyordum. Çabuk kaynaştık birbirimizle. Türkiye’de ilk defa yasal olarak kutlanacak “Bir Mayıs Dünya İşçilerinin Birlik ve Mücadele Dayanışma Günü”nün afişlemesini yapacaktık. Oysa her Bir Mayıs’ta yeşil soğan ve soğan kabuğu boyalı yumurtalarınızın yanında az bir şey zeytin ve keşle Bağlık düzüne “Bahar Bayramı” diye piknik yapmaya giderdik. Babalarımızda sıkı sıkıya tembihlerdi. Onların deyimiyle “Taharri memurları gelir, ağzınızdan laf almaya çalışırlar, sakın konuştuğunuza dikkat edin,” hatta “iki kişiden fazla gezmeyin” derlerdi. Kimisi “Moskova’nın Sesi”nden, kimisi de “Orak Çekiç”ten bahsederdi ama özellikle de biz bunları kendi aramızda da konuşmazdık.  Siyaset olarak  “25 kuruş yevmiyem olsa, onu da Ecevit vergi olarak alsa yolundan dönmem” derdim. Babam CHP’liydi. Tek karşıtımız Adalet Partisi, Süleyman Demirel -ne olduğunu bilmesek de- “Amerikancı Mason”du. Bütün siyasi bilgimiz bu kadardı. Ama dostluk ve komşuluk her türlü düşüncenin üzerindeydi.  
O akşam iki guruba ayrıldık. Kozlu’ya Yüksel Suçu gurubu gitti, ben,Üzülmez ve Karadon’a, Çetin, Selami, Zemci Ağabey, Mehmet Öztek ve Gürbüz gurubuyla gittim.  
Tecrübemiz yoktu tutkalımız çabuk bitti. Selami Abi tecrübesini konuşturdu, bolca un alıp öyle bir hamur yaptı ki; yapışıyor ama akmıyordu. Bende, bayağı bir tutkal harcadım ama sonra fark ettim ki tutkalı hep üzerime yapıştırmışım. Onunda ayarı varmış. Gece karanlığında fark edememişim üstüm başım hep tutkal oldu. En kötüsü de, o zaman omuzlara kadar uzun olan saçlarımı kestirmek mecburiyetinde kalmamdı.
İşçi kahvelerinde ‘Bir Mayıs Bildirisi’ dağıtıp, müsait yerlere afiş yapıştırarak Kilimli’ye kadar indik. O ana kadar her hangi bir engellemeyle veya tepkiyle karşılaşmamıştık. Zaten, işçi mıntıkalarını dolaşmış, şamata, gırgır ve birazda siyaset tartışmalarıyla işimizi bitirmiştik. MAB-İş Şubesi’nde diğer arkadaşlarla buluşup evlerimize gidecektik. 
Saat 02,30 gibiyken, Kilimli’nin ortasında önümüzü polisler kesti, bizi karakola davet ettiler gittik.  Hiçbirimiz karakolda paniklemedik. İşimiz bitmiş afişleme görevimizi yapmıştık. O nedenle de rahattık. Bu benim sınıfsal veya siyasi nedenle ilk karakola düşmem oldu. Yani başlangıçtı.
Karakol komiseri; “Bu saatte ne işiniz var, bu işin gündüzü yok muydu?” Diyerek sert sert çıkıştı. Belli ki evden gelmişti. Uykusu bölünmüş, rahatsız olmuştu yani. Tam da o anda Kilimli’de bir taksi yangını haberi geldi. Araba durduk yerde yanmaya başlamış. “Arabayı yaktılar, üzerimize atıp dumanımızı çıkartacaklar” diye düşündüm. Ama korktuğum olmadı. Karakolun baş komiseri telefonla konuşuyordu. Kulak misafiri oldum. Konuştuğu kişi, afişin üzerinde ne olup olmadığını soruyordu. Baş komiser; “Dünyayı avuçlarına almış iki kol, dünya avuçların üzerinde duruyor” diyerek afişi tarif etti. Karşı taraftan sormuş olacaklardı ki., Baş komiser afişin anlamını bize sorunca, Çetin Ağabey; “Dünyanın işçilerin avuçlarında durduğunu ve yaşayıp döndüğünü” söyledi.  Bu cevap bana da ilginç geldi, şimdiye kadar bu kadar net ve açık bir cevap duymamıştım. İlk zamanlar “Dünyanın öküzün boynuzunda durduğunu” biliyordum, sonradan da okullarda karışık ve anlamadığımız bir çok teorinin sayesinde boşlukta döndüğünü öğrendik ama, dünyanın emeğin gücü sayesinde yaşadığını ve döndüğünü ilk defa orada duymuş ve kabullenmiştim. 
O gece sabaha karşı eve geldim, kumar oynamaktan geldiğimi zanneden annem tam beni paylayacakken üstü başımı bembeyaz tutkal içinde görünce fikir değiştirdi, bana kötü bir şey veya hasta olup olmadığımı sordu. Ben, kumar oynamadığımı arkadaşlarla bir işimiz olduğunu onun için geç kaldığımı söyleyince, annem bana; “Kumar oynamada ne bok yersen ye” diye çıkıştı. Hemen kahvaltı hazırlandı güzel bir banyo yapmam sağlandı. Eşimin ve annemin sabaha karşı eve geldiğim de, ilk defa  üzerime titrediklerini bir birleriyle hizmet yarışına girdiğini gördüm. Adeta kumar oynamadığım için mutluluktan uçuyorlardı. Ben ne kadar önemli bir iş yaptığımı çok sonraları öğrendiysem de, onlar her nasılsa o an anlamış gibi beni önemsiyorlardı. İlk defa önemsendiğimi hissettim. Mutlu oldum.
Sabahleyin Üzülmez atölyesine gidince daha da önemsendim. Bütün işçiler afişleri görmüş ve benimde içinde olduğum gurup tarafından yapıştırıldığını öğrenmişlerdi. Başka bir Erol Çatma olup çıkmıştım. Önemsenmek ve emek adına iyi bir iş yapmanın ne olduğunu ilk orada öğrendim. En önemlisi dünyanın emek sayesinde yürüdüğünü ve yaşadığını öğrendim. Hayatımın dönüm noktası olup ölünceye kadar devam edecek  emek kavgası süreci,böylece başlamış oldu.
Sonra mı; Ben afişlemesine katıldığım ilk 1 Mayıs törenlerine gidemedim. Eşim ağır bir düşük yaşadı. O nedenle hastanedeydim.
Sonraları bütün Bir Mayıs törenlerine katıldım. Sırası gelince diğerlerini de anlatacağım.
Zonguldak’ta en yığınsal şekilde “Bir Mayıs” anması geçen sene yapıldı. Taksimde ise bir çok kayıplar verildi ve evvelki sene işçi sınıfının gücüyle tekrar açıldı. Şimdi ise yine aynı teraneler başladı. 1979 da Taksimi terk etme aymazlığına bir daha düşülmemesi gerektiği inancındayım.
Zonguldak’ta ‘“Bir Mayıs Dünya İşçilerinin Birlik ve Mücadele Dayanışma Günü” anmaları konusunda yığınsallık kadar, Bir Mayıs’ın bayram olmadığının anlaşılması ve kavranması da önemlidir. Bir Mayıs kutlamaları, bize egemen güçlerin bir bağışı, olduğu görüntüsünü taşımamalı. En azından bahar veya çiçek bayramı saptırmasından kurtarılmalıdır.
Asıl önemlisiyse; Dünya İşçi Sınıfının Birlik ve Dayanışma Günü” gibi evrensel bir anlayışın simgesi olan afişin dikkatli kullanılması ve dejenere edilmemesi gerekir. Maden işçileri de dünya işçi sınıfının bir parçasıdır. Dünyanın üzerinde değildir. O nedenle GMİS yöneticilerinden “Bir Mayıs” afişinin üzerindeki madenci baretinin kaldırılması konusunda hassasiyetlerini diliyorum.
İlk bir mayıs kutlamalarında uyduruk mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırılan işçilerden SCHWAB  ölüme giderken şu sözleri söylüyor: “İdealimizin bu yıl, ya da gelecek yıl gerçekleşmeyeceğini biliyorum, ama mümkün olduğu kadar yakın bir gelecekte, ileriki bir yılda gerçekleşeceğini biliyorum.” Bir Mayıs, işte bu kadar büyük bir idealin ürünüdür. Dünya İşçi Sınıfının emaneti ve onun eseridir. Lütfen hassas olalım.
Sınıf mücadelesinde öldürülen, özgürlüğünü kaybeden ve cefa çekenlere saygılarımla.
Yaşasın Bir Mayıs.
http://www.susmagazetesi.net/yazar.asp?yaziID=2743



Yorum
Merhaba,
Sık sık altını çizerek söylerim ki “aydınlarla”  (okumuşlarla) biz işçi ve emekçilerin sosyalizim  ve örgütlü mücadele ile “tanışma” serüvenleri  oldukça farklı kulvarlardan geçen bir yolculuktur.

Erol arkadaşın  anlatımında da bunu görüyoruz.
Kendisini bu içten anlatımı için kutlarım.

Bundan bir müddet evvel  2.TİP Eyüp İlçesi üyeleri de şimdi buna benzer  ama farklı bir şekilde  "sözlü tarih çalışması”  adı altında bir çalışma başlattı.
Kamera karşısında sözlü olarak anılarını anlatıyorlar.
Sonra bu “çözülecek” yazıya  dökülüp sanırım  kitaplaştırılacak.
Eyüp İlçesi,  o dönemde işçilerin yoğun olarak oturduğu ve çalıştığı bir bölgeydi.
Bu bakımdan işçilerin "TİP'le ve sosyalist hareketle ilk temas ve tanışma bölümünde" oldukça çarpıcı ve ilginç hatta günümüzde tıkanan örgütlenme çalışmalarına da ışık tutabilecek  "anılarla" karşılaşacağız.

Hangi örgüt ve yapılanmadan olursa olsun bu gün yaşı ellinin üzerinde olan tüm işçi arkadaşların bir araya gelerek bu tür bir çalışma yapmaları, kitaplaştırmalarını “geleceğe ışık” tutması bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

"Resmi tarih" lerin dışında fabrikalar da mahalleler de işçilerin ve emekçilerin  günlük hayatta bu “parçalanmışlık” durumundan ve  “örgütlenmede”  yaşadıkları sorunlara kadar  içtenlikle dillendirmeleri  günümüzde çok belirgin olarak yaşanan “örgütlenme tıkanıklıkları”nın nedenlerini arayan araştırmacı arkadaşlara iyi bir başvuru kaynağı olabilceğini umuyorum.

Unutmamak gerekir ki bizim kuşağın dönemi (50/70 ve üzeri yaş) Anti-komünizmin tavan yaptığı "vestiyerdeki şapka hikayelerinin" çok söylendiği, sosyalist ve örgütlü olmanın  ailenden akrabalardan,arkadaş ve iş çevrenden dışlanmak için yeterli bir sebep olduğu bir dönmedi.
O  dönemde yaşananlar aşılan zorluklar bizimle beraber mezara gitmemeli.

Bu tür anıların çoğaltılması dileğimle

Saygı sevgi ve sosyalist  selamlarımla

Çetin

2 yorum:

  1. Merhaba,
    Sık sık altını çizerek söylerim ki “aydınlarla” (okumuşlarla) biz işçi ve emekçilerin sosyalizim ve örgütlü mücadele ile “tanışma” serüvenleri oldukça farklı kulvarlardan geçen bir yolculuktur.

    Erol arkadaşın anlatımında da bunu görüyoruz.
    Kendisini bu içten anlatımı için kutlarım.

    Bundan bir müddet evvel 2.TİP Eyüp İlçesi üyeleri de şimdi buna benzer ama farklı bir şekilde "sözlü tarih çalışması” adı altında bir çalışma başlattı.
    Kamera karşısında sözlü olarak anılarını anlatıyorlar.
    Sonra bu “çözülecek” yazıya dökülüp sanırım kitaplaştırılacak.
    Eyüp İlçesi, o dönemde işçilerin yoğun olarak oturduğu ve çalıştığı bir bölgeydi.
    Bu bakımdan işçilerin "TİP'le ve sosyalist hareketle ilk temas ve tanışma bölümünde" oldukça çarpıcı ve ilginç hatta günümüzde tıkanan örgütlenme çalışmalarına da ışık tutabilecek "anılarla" karşılaşacağız.

    Hangi örgüt ve yapılanmadan olursa olsun bu gün yaşı ellinin üzerinde olan tüm işçi arkadaşların bir araya gelerek bu tür bir çalışma yapmaları, kitaplaştırmalarını “geleceğe ışık” tutması bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

    "Resmi tarih" lerin dışında fabrikalar da mahalleler de işçilerin ve emekçilerin günlük hayatta bu “parçalanmışlık” durumundan ve “örgütlenmede” yaşadıkları sorunlara kadar içtenlikle dillendirmeleri günümüzde çok belirgin olarak yaşanan “örgütlenme tıkanıklıkları”nın nedenlerini arayan araştırmacı arkadaşlara iyi bir başvuru kaynağı olabilceğini umuyorum.

    Unutmamak gerekir ki bizim kuşağın dönemi (50/70 ve üzeri yaş) Anti-komünizmin tavan yaptığı "vestiyerdeki şapka hikayelerinin" çok söylendiği, sosyalist ve örgütlü olmanın ailenden akrabalardan,arkadaş ve iş çevrenden dışlanmak için yeterli bir sebep olduğu bir dönmedi.
    O dönemde yaşananlar aşılan zorluklar bizimle beraber mezara gitmemeli.

    Bu tür anıların çoğaltılması dileğimle

    Saygı sevgi ve sosyalist selamlarımla

    Çetin

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil