Tarık Ziya Ekinci Küyerel
Son
zamanlarda özgürlük, barış ve demokrasi için savaşımı veren saygıdeğer
aydınlarımız daha sık bir araya gelmekte ve rejim sorunlarını
tartışmaktadırlar. Yayınladıkları bildirilerde devlete egemen güçlerin
demokrasi dışına düştüğünü, erkler ayrılığının işlemediğini, Parlamentonun
işlevsizleştiğini, yargının baskı aracı olarak kullanıldığını veciz ifadelerle
eleştirmektedirler. Keza gereği kalmamışken OHAL’in sürekli bir yönetim haline
getirildiğini, ülkenin KHK’larla yönetildiğini, özgürlüklerin kısıtlandığını,
yüz binlerce vatandaşın işten atıldığını, binlercesinin de hukuksuz ve kanunsuz
olarak cezaevlerine kapatıldığını yakınma konusu yapmaktadırlar. İktidardan
adaletsizliğe, baskılara ve keyfi yönetime son vermesini, özgürlükçü
demokrasiye işlerlik kazandırmasını istemektedirler.
Aydınlarımızın
başka bir bölümü de, tümüyle iktidarın denetiminde olan yazılı ve görsel
basında düşüncelerini açıklayamadıkları için, internet sitelerinde doğruyu
yanlıştan ayırmanın düşünsel kurallarını anlatmakta ve kurutuluş için doğruları
savunmanın yeterli olacağını öğütlemektedirler.
Bu çabaların
hiçbirini küçümsemiyorum. Elbette bu düşüncelerin, toplumsal ilerleme sürecinde
birikim sağlayarak yararlı olacakları yadsınamaz. Ne var ki, Türkiye’de rejim
sorunu aciliyet kazanmıştır. Ülkeyi, bugünkünden çok daha zorlu ve daha
karanlık günler bekliyor. Selamete çıkmak için çok acil, akılcı, köklü ve
kalıcı önlemler gerekiyor. Küçük inisiyatiflerin yayınladıkları bildirilerle
kısa zamanda Türkiye’nin önünü açmak mümkün değil. Unutmamak gerekir ki,
iktidar partisi faşizmin ideolojik taşıyıcısı ve uluslararası bileşeni
siyasetlerle işbirliği ve kader bilirliği içindedir. Bir yandan ülke
bütünlüğünün tehlikede olduğu, Türkiye’nin beka sorunu yaşadığı paranoyası
yaygınlaştırılarak savaş tamtamları çalınmakta. Öte yandan, aynı amaçla, ülke
topraklarının Türklere dar geldiği ve ecdat mülkünü geri almanın bir hak olduğu
savı dillendirilmekte. Keza hamasi söylemlerle İmparatorluk nostaljisi
körüklenerek toplum uzun erimli irredentist savaşlara hazırlanmaktadır. Ülke
yararını düşünerek bu çağdışı söylemlere karşı çıkan yurtsever aydınlar ise
gayri milli ve yerli olmamakla yaftalanmakta, ötekileştirilip dışlanmakta,
hatta cezalandırılmaktadır. Türkiye, giderek, yalnız Sayın Erdoğan’ın açıkladığı
fikirlerin yinelendiği tek sesli bir toplum haline gelmekte.
Salt
iktidara yarar sağlamak amacıyla, yeni bir seçim yasası çıkarıldı. Yeni
sistemde, hükümet Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı için, güvenoyuna ihtiyaç
yoktur. Yönetimde istikrarı sağlamak sorun olmaktan çıktığından seçim barajına
gerek kalmamıştır. Buna karşın, yeni kanunda yüze onluk seçim barajı
korumaktadır. AKP’nin amacı HDP’yi baraj altına indirmek ve onun en az 60
milletvekiline hak etmeden sahip olmaktır. Seçimlerin OHAL koşullarında ve
idarenin denetimi altında yapılması da her türlü yolsuzluğa açıktır. Girişilen
hazırlıkların tümü, 2019 seçimlerinin AKP ve Reis için mutlak bir zaferle
sonuçlanmasını sağlamak ve otoriter ‘tek adam’ rejimini engelsizce
kurmak içindir. Ana muhalefet partisine gelince, o da ülkenin beka sorunu
yaşadığını benimsemekte ve iktidarın aldığı militarist önlemleri
onaylamaktadır. Arada bir ‘OHAL altında seçim yapılamaz’ tarzındaki cılız
itirazlarına karşın, kesin bir tavır koymakta tereddütlü davranmakta. Keza
CHP, otoriter ‘tek adam’ rejimini içselleştirdiği ve etkin biçimde karşı
çıkmayı gereksiz gördüğü izlenimi vermektedir. Bu koşullar devam ettiği
takdirde seçim sonrası Türkiye’de açık bir faşizmin kurulması kaçınılmazdır.
Bundan böyle, Türkiye’de şiddetin ve sınır ötesi harekâtın egemen olacağı zorlu
günlerin yaşanacağını söylemek bir kehanet değil.
Türkiye Bu
Açmazdan Nasıl Kurtulur?
Türkiye
bugünlere inanç eksenli, cumhuriyetin kuruluş evresini itibarsızlaştıran ve
imparatorluk nostaljisi yapan AKP’nin Türk-İslam sentezi siyasetiyle geldi.
Ülkenin, iç ve dış düşman tehdidi altında beka sorunu yaşadığı korkusu
pompalanarak toplumda düşünsel bir hegemonya kuruldu. Türk-İslam ideolojisinin
toplumda egemen duruma gelmesi uzun erimli bir iktidar için yeterli değildi.
Zamanla otoriter ve baskıcı bir düzene geçmek zorunluydu. Nihayet buna da bir
fırsat çıktı: ‘Tanrının bir lütfü’ olarak nitelenen Fetö’cü uğursuz
darbe girişiminin kalıntılarını temizleme ihtiyacı, arzulanan, otoriter baskı
rejimini kurmak için bir gerekçe oldu ve bugünkü hukuk dışı düzen kuruldu.
Türkiye
toplumu bugünlere getiren siyasettir. Bu durumdan kurtulmanın yolu da siyaset
olacaktır. Siyaset heterojen ve geçici inisiyatiflerle değil, iktidarı
amaçlayan siyasal parti saflarında yapılır. Demokrasi mücadelesi için seçilecek
partinin, elbette, görece muhalif, rastgele bir parti olması söz konusu olamaz.
Bu partinin, mutlaka, erkler ayrılığı temelinde hukukun üstünlüğüne bağlı,
özgürlükçü, çoğulcu ve demokrasinin temel ilkelerini özümsemiş, varlık
nedeni eşit haklı vatandaşlık olan bir siyasal parti olması gerekir.
Eşit haklı vatandaşlık istemi toplumumuzun sosyolojik yapısı (çok etnikli ve
çok inançlı) nedeniyle Türkiye’nin demokratikleşmesi için olmazsa olmaz bir
koşuldur. Diğer bir deyimle, otoriterliğe açık çoğulcu toplum yapısından ötürü,
Türkiye’de tutarlı ve sürdürülebilir bir demokrasinin kurulması ancak ‘anayasal
vatandaşlık’ (1) statüsünün benimsemesiyle mümkündür.
Acil
Demokrasi İçin Elverişli Olan Parti Hangisidir?
Türkiye’de
bu özellikleri olan tek parti ‘Halkların Demokratik Partisi (HDP)’dir.
Çünkü HDP, temelinde Kürt özgürlük hareketinin yer aldığı, yapısal olarak
özgürlükçü, çoğulcu, erkler ayrılığı temelinde hukukun üstünlüğüne bağlı, eşit
haklı vatandaşlık kuralını benimseyen, ekonomide adil bir gelir dağılımı ve
bölgelerarası dengeli kalkınma programı ile düzen karşıtı ve iktidar
alternatifi olmaya aday yegâne Türkiye partisidir. 2015 milletvekili genel
seçimlerinde, AKP’nin tek başına hükümet kuramaz duruma düşmesini sağlayan da
HDP oldu. Sayın Erdoğan, HDP’nin etkin bir siyasal parti olarak varlığını
koruduğu sürece AKP’nin tek başına iktidar olamayacağının bilincindedir. Keza,
Sayın Erdoğan, AKP’nin yağma ekonomisi ve saldırgan dış politikası ile HDP’nin
özgürlükçü, barışçı, adil ve dengeli ekonomik politikası karşısında uzun süre
varlığını koruyamayacağının idraki içindedir. Bu nedenle 2015 genel
seçimlerinden hemen sonra HDP’yi tamamen tasfiye etmeye ve siyasal yaşamdan
söküp atmaya karar verdi. Nitekim AKP’nin 1 Kasım’da seçimi yenileme
kampanyası, HDP’nin dışlanması üzerine kuruldu. HDP, ötekileştirme,
şeytanlaştırma ve gayrı milli olma suçlamalarının hedef tahtası yapıldı. Sayın
Erdoğan’ın Grupta, aylık muhtar toplantılarında, il ve ilçelerdeki seçim
çalışmalarında yaptığı konuşmaların ana teması HDP düşmanlığıydı. HDP’nin bir
terör örgütü olduğu, üyelerinin terörist ve gayrı milli oldukları, inanç
bakımından da Müslüman olmayıp, Zerdüşt dininden oldukları suçlamaları aylarca
ve aralıksız biçimde sürdürüldü. Kampanya boyunca HDP’nin il ve ilçe
binalarına, güvenlik güçlerinin ilgisiz kaldığı, kimisi cinayet amaçlı, 125
fiziki saldırı yapıldı. Devletin bütün imkânları kullanılarak yürütülen HDP
karşıtı kampanyaya karşın HDP 1 Kasım seçimlerinde de barajı geçti ve TBMM’deki
üçüncü büyük grup statüsünü korudu. Sayın Erdoğan bu sonuçtan memnun değildi.
Güçlükle de olsa hükümeti tek başına kurmayı başarmış olmaktan mutlu olmadı.
Çünkü HDP’yi barajın altına düşürememişti. Seçimlerden sonra da HDP karşıtı
karalama kampanyasını ve tasfiye politikasını sürdürmekte kararlıydı. HDP
karşıtlığı bugün de aynı hınçla devam ediyor:
- Barış sürecinin kesilmesi: İ
- lkeleri kanunla belirlenen ve 2 yıl devam
eden “Barış görüşmeleri” 2015’te Sayın Erdoğan’ın ani bir kararıyla
son buldu. Barış komitelerinin gezi raporları, hükümet adına görev yapan
HDP yöneticileri ile AK Parti, hükümet ve devlet temsilcilerinin
hazırladıkları ortak barış bildirgesi yok sayıldı. Oysa ülkede barış
umudu yükselmiş ve halkın barış talebi yüzde seksenlere çıkmıştı. HDP
karşıtı kampanya ile bu oran tersine döndü, bugünkü barış talebi yüzde
20’lerdedir. İktidarın yönlendirmesiyle toplumda artık barış yerine savaş
istemi egemendir.
- Soyutlama politikası:
- Barış görüşmeleri bitince Hükümet ilk olarak HDP’yi siyasal ve toplumsal alanlardan soyutlamaya girişti. Artık ne yazılı ne de görsel basında HDP’den ve HDP yöneticilerinden söz edilmeyecekti. Daha önce HDP sözcülerinin arkasından koşan TV kanallarında partinin adını anmak bile yasaklandı. Ulusal basın organlarının başköşesinde yeri olan HDP birden buharlaşmış, yok olmuştu. Bu olgu bile, tek başına, Türkiye’de basının ne ölçüde bağımlı olduğunu ve artık basın özgürlüğünden söz etmenin anlamsız olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
- HDP’ye yakın basın ve yayın organlarını tasfiye politikası:
- HDP
üyesi ya da HDP’ye yakın kimselerin çıkardıkları onlarca yazılı basın
organı ve TV kanalı ile haber ajansı toptan kapatıldı. Kürtçe tiyatro
oyunları yasaklandı ve sahnelere kilit vuruldu.
- Yerel örgütleri tasfiye politikası:
- HDP karşıtı saldırıların en
önemlisi, 2013’te halkın seçtiği Belediye başkan ve meclis üyeleri ile İl
Genel Meclisi üyelerinin ya tutuklanarak ya da görevden alınarak yerlerine
AKP’ye yakın memurların kayyum atama eylemidir. HDP’den seçilen 81 il,
ilçe ve belde belediye başkanlarının tamamı görevden alınarak yerlerine
kayyum atandı. Hiçbir hukuka sığmayan kayyum atama tasarrufu ancak itiraz
mercii olmayan KHK’larla gerçekleştirilebildi. Oysa Türkiye’nin Batı
illerinde boşalan belediye başkanlarının yerine yenileri bugün dahi
seçimle geliyor.
- Yargısal baskı politikası:
- Ülkedeki savcıların tümü, HDP
sözcülerini izleyerek suçlayıcı fezlekeler hazırlamakla görevlendirildi.
Kısa zamanda TBMM’de HDP’li vekillerin her biri için yüzlerce dosya
birikti. Anılan dosyaların savcılıklara süratle intikalini sağlamak ve
sanık milletvekillerini bir an önce tutuklatmak için, Anayasanın 83/2 ve
15/2 maddeleri yok sayılarak, makabline şamil anayasa
değişikliği yapıldı. Kanundan önceki suçlamalar için dokunulmazlıklar
kaldırıldı. Hemen ardından, meclis kararı olmadan, başta HDP eş genel
başkanları olmak üzere 15 HDP milletvekili tutuklandı. Parti felç edildi,
fiilen çalışamaz durumu getirildi. Yargılama sürecinde bunlardan bir
bölümünün bırakılmasına karşın, yenileri tutuklandı. Halen eş genel
başkanlarla birlikte 10’u aşkın HDP milletvekili tutukludur.
- Milletvekilliğinin düşürülmesi politikası:
- Tutuklu ya da tutuksuz HDP’li
vekillerin bir bölümü, geriye bırakılması mümkün, küçük cezalarla mahkûm
edilerek vekillikleri düşürüldü. Bir bölümünün de, meclisteki teamüle
aykırı olarak, devamsızlık nedeniyle vekilliklerine son verildi. Böylece
toplam 9 HDP’linin milletvekilliği düşürüldü. Sırada kesinleşmesi beklenen
mahkûmiyet kararları ile bu sayının artacağı kuşkusuzdur.
- HDP üzerinden Kürt Düşmanlığı politikası:
- HDP karşıtı kampanyalar
giderek toplumda Kürt düşmanlığına yol açtı. Batı illerinde iş tutan ya da
mevsimlik çalışan işçiler çeşitli bahanelerle dövülmekte, hakarete
uğramakta, kimi zaman da linç edilmektedirler. Batı’nın il ve ilçeleri
çalışan Kürtlerin tedirginlik duydukları yerler haline geldi. Mevsimlik
işçiler Kürt olduklarını gizlemek için ya konuşmamaya, ya da mevsim
boyunca iş yerinde kapalı kalarak görünmemeye özen göstermek zorunda
kalmışlardır.
Toplum ve
Demokrat Aydınlar Katında HDP’nin Yeri
Sayın
Erdoğan’ın, devletin tüm olanaklarını kullanarak HDP’yi siyaset dışına atmak
için sarf ettiği çabalar büyük ölçüde başarılı oldu. Başta iki eş genel başkan
olmak üzere HDP’nin en etkin sözcüleri tutukludur. Partinin kapalı salon ve
alan toplantıları güvenlik güçlerinin açık ya da örtülü tehditleri altında
geçmekte, çoğu kez akamete uğramaktadır. HDP’nin sürekli tehdit altında olması,
ulusal basında etkinliklerine yer verilmemesi, her fırsatta karalanarak
ötekileştirilmesi onu kamuoyunda yasaklı bir parti konumuna getirmiştir.
İktidardan kaynaklanan HDP’ye dönük dışlayıcı politikalar başta ana
muhalefet partisi olmak üzere diğer partiler tarafından da açık ya da örtülü
biçimde desteklenmektedir.
Sayın Erdoğan’ın
tarafsız Cumhurbaşkanı sıfatıyla Devlet adına liderlerle yaptığı istişare
toplantılarına HDP’yi çağırmaması, salt kişisel bir dışlama eylemi değil, ayni
zamanda bir anayasa ihlalidir. Çünkü HDP’nin resmiyette yok sayılması ona
temsil görevi veren altı milyon vatandaşın da devlet katında kabul görmediği,
düşünce ve taleplerine değer verilmediği anlamına gelmekte. Bu, yalnız HDP’yi
değil, ona oy veren 6 milyon seçmenin de dışlanma eylemidir. Başka bir
deyişle13 milyon vatandaşın yok sayılması anlamına gelen bu tasarrufun hiçbir
haklı gerekçesi yoktur. Sayın Erdoğan’ın, duygusal eğilimleri ile tarafsız
Cumhurbaşkanı sorumluluğunu birbirinden ayırarak görev yapmasını beklemek,
yalnız HDP’lilerin değil, tüm vatandaşların haklı talebidir.
HDP’yi hedef
alan resmi ya da gayrı resmi dışlama, ötekileştirme ve şeytanlaştırma
politikası yalnız halk arasında olumsuz bir imaj yaratmakla kalmamış,
demokrasimizin geleceğinden endişe duyan aydınlarımızı da olumsuz yönde
etkilemiştir. Nitekim demokrasi mücadelesinde önde görülen sosyalist,
sosyal demokrat, liberal ve demokrat aydınlarımızın önemli bir bölümü, açıktan
olmasa da, HDP’yi örtülü biçimde yok saydıkları dikkatlerden kaçmıyor. Saygın
yazarların, siyasal yorumcuların en sağdan en soldakine kadar tüm patilerin
bakış açılarını değerlendirdikleri halde, HDP yokmuş gibi davranmalarını bir
lapsus ya da HDP karşıtlığı olarak değerlendirmek gerçekçi değil. Ama
iktidarın baskı politikasına karşı ihtiyatlı olma ihtiyacından kaynaklı bir
önlem alma duruşunu yansıttığı kolayca yadsınamaz. Unutmamak gerekir ki,
demokrasi mücadelesi otoriter rejimin belirlediği sınırlar içinde kalarak
sürdürülemez. Tam tersine, demokrasi savaşımı, otoritarizme karşı çıkarak
demokratik bir düzen kurma savaşımıdır. Bu mücadele, ancak, demokrasinin
evrensel kurallarının toplumun her alanında yaygınlaşması ve egemen değerler
haline gelmesiyle başarıya ulaşır.
Değerli
dostlar,
Somut
verilere dayanarak yaptığım çözümlemelerden çıkan sonuç şudur: Türkiye’de adım
adım faşist nitelikte ‘tek adam’ yönetimi kurulmakta. Bu yönelimin statükocu
partilerce önlenmesi ise olanak dışıdır. Rejimin tek alternatifi HDP’dir. O da
baskı altında ve çalışması kısıtlıdır. Türkiye’yi selamete çıkaracak yeni bir
siyasal parti kurmanın koşulları yoktur. Beğensek de beğenmesek de, verili
koşullarda örgütlü bir demokrasi mücadelesi ancak HDP saflarında verilebilir.
HDP ile otoriter ‘tek adam’ rejimini hemen önlemek olanaklı olmazsa bile,
demokrasi mücadelesini yükseltmek ve gelecek için güçlü bir muhalefet hareketi
oluşturmak olanaklı ve gereklidir.
Türkiye
toplumu, sosyolojik yapısı nedeniyle biçimsel bir demokrasi altında otoriter
eğilimlere karşı korumasızdır. Bu nedenle uğrunda savaşım verdiğimiz
demokrasinin otoriter bir düzene evirilmeyecek nitelikte olmasına özen göstermemiz
gerekir:
- İnanç ve kültür birliğine dayalı homojen ulus/devlet ideolojisinin egemen olduğu toplumlar kaçınılmaz olarak baskıcı ve otoriterdir. İnanç ve kültür birliği üzerine inşa edilen devletlerde rejimin otoriterliğe evirilmemesi için kurulacak demokrasi mutlaka laik ve çoğulcu olmalıdır.
- Türkiye
toplumunun sosyolojik özellikleri nedeniyle uğrunda savaşım verilen
demokrasi, erkler ayrılığı, hukukun üstünlüğü vb. evrensel nitelikler
yanında, eşitlikçi, çoğulcu, çok kültürlü ve kapsayıcı olmak zorunludur.
Aksi halde Kürt ve Alevi sorunları başta olmak üzere toplumun çoğulcu
yapısından kaynaklı eşitsiz ve adaletsiz uygulamalar sürüp gidecek ve
toplum otoriter rejimlere açık olacaktır.
- Otoritarizmin
siyaset dışı kalmasını sağlayan temel öğe ‘anayasal vatandaşlıktır.’
Türkiye’yi faşizm tehlikesinden uzak tutacak demokrasi mutlaka ‘anayasal
vatandaşlık’ ilkesini içermeli ve toplumsal düzen bu ilke üzerine inşa
edilmelidir.
- Türkiye’de
amaçlanan demokrasinin ilerlemeci ve geliştirici olması için de “adaletli
bir gelir dağılımı ve bölgeler arası dengeli kalkınma” ilkeleri temelinde
özgün bir ekonomik politika izlenmesi gerekir.
Türkiye’de
işlevsel ve kalıcı bir demokrasinin kurulması için ülkenin tüm demokrasi
güçleri ile Kürt özgürlük hareketini kapsayan çoğulcu bir Türkiye Partisine
ihtiyaç vardır. Aksi halde Türkiye, ya Menderes, Demirel, Özal, Ecevit ve
ardıllarının uyguladıkları ve her seferinde otoriterliğe evrilen biçimsel bir
demokrasi ile yönetilir, ya da bugün olduğu demokrasi dışı ‘tek adam’ rejimleri
kurulur.
20 yıl
boyunca Türkiye’de Kürt özgürlük hareketini de kapsayan çoğulcu bir Türkiye
Partisi kurmak için yaptığımız pek çok girişim iki engele takıldı. İlki
Kürtlerle ortak siyaset yapmaya cevaz (olurluk) vermeyen şoven Türk
milliyetçiliğidir. Diğeri de yüzyıllık deney birikimiyle oluşan, Kürtlerdeki
güvensizlik duygusudur. Bu engeller bugün de devam etmekte. Buna karşın,
2013’te aklıselim sahibi kimi sosyalist aydın ve parti önderleri Kürt Özgürlük
hareketiyle dayanışma içinde ileri bir demokrasi için savaşım vermenin tarihsel
bir zorunluluk olduğunu kabul ederek harekete geçtiler. Önce Türk ve Kürt
aydınlarından oluşan Halkların Demokrasi Hareketi (HDH)
kuruldu. Bir sivil toplum örgütü olan HDH içinde yapılan çalışmalar sonunda
çoğulcu bir Türkiye Partisi’nin kurulmasına karar verildi. Bu, özgürlükçü,
barışçı, çoğulcu, katılımcı, hukukun üstünlüğüne, erkler ayrılığına ve
‘anayasal vatandaşlık’ ilkesine bağlı, ana bileşenleri bağımsız olan yeni bir
Türkiye Partisi olmalıydı. Böylece Halkların Demokrasi Partisi (HDP)
kuruldu.
Bu
özellikleriyle HDP, toplumunun tarihinden ve sosyolojik yapısından süzülüp
gelen özgün bir Türkiye partisidir. HDP’nin özgürlükçü, barışçı, çoğulcu,
erkler ayrılığı temelinde hukukun üstünlüğüne bağlı ve ‘anayasal vatandaşlık’
ilkesiyle de kapsayıcı nitelikleri olan radikal demokrasi anlayışı,
bugüne kadar tanık olduğumuz, otoritarizme açık, biçimsel
demokrasinin karşıtıdır. Geleceğin kalkınmış ve gelişmiş demokratik
Türkiye’sini inşa edebilecek yegâne partidir. HDP’nin etkin bir muhalefet
yapması için tüm demokratlar tarafından desteklenmesi gerektiğinin bir görev,
hatta bir zorunluluk olduğuna inanıyorum.
93
yaşındayım, 70 yıldır Türkiye siyasetinin içindeyim. Maddi dünyadaki varlığımın
son günlerini yaşıyorum. Üççeyrek yüzyıla yakın bir siyasal yaşamın birikimini
birlikte götürmeye hakkım yoktur. Kimseye akıl vermek iddiasında değilim. Ama
Türkiye’nin girdiği darboğazdan kurtulması için çaba gösteren iyi niyetli
dostlarıma düşündüklerimi açık etmekte sorumlu olduğumu düşünüyorum. Geri kalan
günlerimde, hatta yakın bir gelecekte Türkiye’de özgürlükçü, oğulcu, erkler
ayrılığına dayalı demokratik bir hukuk devletinin kurulacağını mümkün
görmüyorum. Ama demokrasi yanlısı aydınların destekleyeceği bir HDP’nin
Türkiye’nin önünü açacak etkin bir muhalefet ya da anamuhalefet partisi
konumuna geleceğine inanıyorum.
BU İNANÇLA,
Türkiye’de evrensel nitelikte bir demokrasi için savaşım veren ya da bunun
kurulmasını arzu eden (yazar, gazeteci, akademisyen, sanatçı, siyasetçi ve
diğer) yurtsever aydınlarımızın tümünü HDP’ye katılmaya, bu olanaklı değilse
yazıları ve konuşmalarıyla destek vermeye davet ediyorum. 03.04.2018
(1) Anayasal vatandaşlık: Bir toplumu oluşturan farklı
etnik ve inanç grupları arasında herhangi birine üstünlük tanımadan bütün
gruplar için hak eşitliği sağlayan demokratik siyasal sistem (Habernas)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder