Sene 1871:
72 günlük
'muzaffer ve mağlup'
Paris Komünü
Paris Komünü ile bugün
uğruna ölünen bazı ütopyalarla ve yaşanan bazı hezimetlerle bağlantılar kurmak mümkün...
Ayşe Hür 21.03.2016 Radikal
Çalışan, düşünen, kavga eden ve kanayan Paris…” (Karl Marx)
Her hafta konu seçerken gündemi ya da kronolojiyi takip ettiğimi
bilirsiniz. Bu hafta bundan tam 145 yıl önce Avrupa’da yaşanmış bir tarihsel
deneyimi aktaracağım size. Aslında konunun başını ve sonunu 30 Ağustos 2015
tarihli “Bonapartizm, Yeni Osmanlılar ve Paris Komünü” başlıklı yazımda (Okumak
için tıklayın) anlatmıştım. Bu hafta o yazıda atladığım bölümü, 72 gün süren
Paris Komünü deneyimini anlatmak istiyorum. Paris Komünü ile bugün uğruna
ölünen bazı ütopyalarla ve yaşanan bazı hezimetlerle bağlantılar kurmak mümkün.
Bu açıdan hem esinlendirici hem de önemli dersler içeren bir deneyim bu.
Elbette ilk yazıyı okumanız halinde oturacaktır bir çok şey yerli yerine…
FRANSA-PRUSYA SAVAŞI VE HEZİMETİ
Biraz geriden başlayayım. 19 Temmuz 1870’de Fransa İmparatoru
III. Napolyon, Prusya’ya savaş açmış, savaş hiç de Napolyon’un hayal ettiği
gibi gelişmemişti. 2 Eylül 1870’te Napolyon’un ordularının Sedan’da
yenilmesinden ve esir düşmesinden iki gün sonra, Alman orduları Paris’e doğru
yürürken, 4 Eylül 1870 Paris Belediye Binası’nın (Hotel de Ville) önünde
Cumhuriyet ilan edildi ve Ulusal Savunma Hükümeti kuruldu. Başına da General
Louis Jules Troucheau getirildi. Böylece fiilen Üçüncü Cumhuriyet başlamış oldu.
(Resmen, yeni anayasanın kabul edileceği 1873 yılında başlayacaktı.)
(Prusyalı askerler Paris kapılarında, 1 Mart
1871)
Paris’in muzaffer Prusya orduları tarafından ablukaya alındığı
günlerde Paris tahmin edileceği gibi çok gergindi. Paris’in çeperlerindeki
farbikalar başka yerlere taşındığı için binlerce işçi işsiz kalmıştı. Esnaf ve
zanaatkarların en kıdemlileri orduya alınmıştı. Çoğu günde bir Frank karşılığı
yarım günlük askerlik görevi ile yükümlüydüler. Bu miktar çok azdı elbette.
Açlık emekçi mahallelerinde kol geziyordu. Sadece emekleriyle geçinenler değil,
Paris’in burjuvaları bile sıkıntıdaydı. Çünkü kuşatma yüzünden alışık oldukları
lüks malları bırakın, hayatlarını idame ettirmeleri için gerekli mallara bile
zor ulaşıyorlardı. Yine de halk ve ordu elele Paris’i düşmana teslim etmemek
için canlarını dişlerine takmışlardı. Almanlarla ateşkes imzalanmasından sonra
Cumhuriyetçi Paris’e değil monarşist Versailles’e (Saray’a) dönüldü. Bu
Parislilerin öfkesini daha da arttırdı.
ANARŞİST BLANQUİ’NİN ÇILGIN PLANI
Bu öfkeli insanları örgütleyenlerin başında Auguste Blanqui
vardı. 1830’lardan beri sosyalist hareketlerin içinde olan ve silahlı silahsız
her türlü eylemde yer alan Blanqui, daha Üçüncü Cumhuriyet’in ilan edildiği 4
Eylül 1870’te Paris’te bir ‘komün’ kurmaya karar vermiş, bu fikrini Londra’da
yaşayan Karl Marx’a açmıştı. O sıralarda Birinci Enternasyonal’de aktif olarak
çalışan Marx’ın uzun vadeli stratejisi bütün ülkelerde işçi sınıfını sosyalist
bir devrime hazırlanmak için cesaretlendirmekti. Enternasyonal’de önemli bir
kanadı temsil eden Mihail Bakunin gibi anarşistlerin işçi sınıfını acilen
ayaklanmaya çağırmasını onaylamıyordu. Bu yüzden de Blanqui’nin önerisine karşı
çıkmıştı. Marx’ın Enternasyonal adına kaleme aldığı bildiride Parisli çalışan
sınıflara tavsiyesi şuydu: “Düşman Paris’in kapılarındayken, mevcut krizden
yararlanarak Ulusal Savunma Hükümeti’ni devirmek çılgınlık olur. Fransız
işçileri 1792’nin ulusal hatıralarının akıllarını başlarından almalarına karşı
koymalılar. Geçmişi özlemek yerine geleceği inşa etmeye odaklanmalılar.
Bırakalım onlar sakin ve sebatkar biçimde kendi sınıf örgütlenmeleri için
cumhuriyetçi özgürlüklerini geliştirsinler.”
Ama Blanqui ve arkadaşları Marx’ın düşündüğünden de çılgındı.
Nitekim Versailles hükümetine bir kaç kez gövde gösterdiler. Bu teşebbüslerden
ikincisinde Blanqui tutuklandı. İçte gerilim tırmanırken, 28 Şubat 1871 günü
Alman orduları, Paris’in bir bölümünü işgal etti. Görünüşte halktan büyük tepki
gelmemişti çünkü işgal sayesinde abluka sona ermiş bazı acil ihtiyaç
maddelerine ulaşmak mümkün olmaya başlamıştı. 10 Mart’ta, sosyalistler halkı,
başarısızlığı kanıtlanmış bir ekibin yönettiği orduya katılıp katılmama
konusunda oylama yapmaya çağırdı. Bu çağrı Versailles’ı iyice endişelendirdi çünkü,
Alman orduları Paris’i işgal etmeden önce, şehri koruyan 400 kadar top, büyük
bir bölümü Parislilerden oluşan Ulusal Muhafızlar tarafından Montmartre
tepesine çıkarılmıştı. Versailles, bu topların ilerde kendisine döneceğinden
endişe ediyordu. İşte bu endişenin yönlendirdiği hamle tarihte yeni bir
sayfanın açılmasıyla sonuçlanacaktı.
PARİS HALKI YÖNETİME EL KOYUYOR
Saray’ın adamı Başbakan Thiers, 18 Mart 1871 günü generallerine
topları ele geçirme emri verdi. General Lecomte komutasındaki birlikler Montmartre’ı
ele geçirdiler. Ancak topları çekecek atları bulmaları saatler almıştı. Halk bu
beceriksizliği görünce cesaretlendi ve karşı saldırıya geçti. Lecomte,
askerlerine direnişçilere ateş açma emri verdi, ancak askerlerin bir bölümü
buna uymayarak Generali atından indirdiler, tartakladılar, ardından Ulusal
Muhafızlara katıldılar. Bu durum direnişçileri iyice coşturdu. General Lecomte
ve yardımcısı General Thomas (ki 1848’de Paris’teki işçi ayaklanmasını gaddarca
bastırmasıyla anımsanıyordu) öldürüldü ve halk yönetime el koydu. Paris’te
artık Fransa’nın üç renkli bayrağı değil, isyancıların kızıl bayrağı
dalgalanıyordu. Halk topluca, I. Napolyon ve III. Napolyon tarafından “içeriği
sakıncalı olduğu için” yasaklanan Marseillaise’i söylüyordu. Thiers’in buna
cevabı hapishanelerdeki binlerce mahkumun öldürülmesi oldu. (Neyse ki bu
fasılda Blanqui öldürülmedi.) Ardından Paris’teki asker, polis ve memurlar
Versailles’a çekildi. Geride sadece Fransız Merkez Bankası’nı koruyan küçük bir
birlik bırakılmıştı. Paris artık Parislilerindi. Tarihte ilk kez bir halk kendi
kendini yönetmeye başlamıştı. Tarihte ilk kez ortalıkta ‘sosyalizm’, ‘komünizm’
gibi terimler uçuşuyordu. Bu tarihten 28 Mayıs 1871’e kadar geçen 72 gün,
tarihe ‘Paris Komünü’ olarak geçti.
(Parisliler 18 Mart 1871 günü şehrin
yönetimine el koydular ve barikatları kurdular.)
KOMÜNCÜLER YÖNETİCİLERİNİ SEÇİYOR
Komüncüler 26 Mart’ta olabildiğince demokratik yöntemlerle
yöneticilerini seçtiler. 92 kişinin 44’ü Yeni Jakoben ve Blanquist, 18’i Proudhoncu
(anarşist), 21’i ılımlı ve radikal Cumhuriyetçi, geri kalan 9 kişi ise ya iki
kez seçilenler ya boş kalan koltuklardı. (Örneğin Blanqui hapisteydi, İtalyalı
cumhuriyetçileri temsilen seçilen Gusieppe Garibaldi İtalya’da idi.) 1848
devrimlerinin çocuğu olan Proudhoncular aktif sendikacılardı ve işçilerin
sorunlarını çok iyi biliyorlardı ancak onlara göre de siyasal katılım sendikal
örgütlenmeden daha önemsizdi. Yeni Jakobenler adlarından da anlaşılacağı gibi
1789 İhtilali’nin 1792’deki radikal merhalesinin siyasalarına özlem
duyuyorlardı ama bir gruptan çok tek tek şahsiyetlerdi ve konseyin
çalışmalarını ciddi biçimde engelliyorlardı. Blanqui’ye aşırı bağlı olan
Blanquistler ise devrimin bir grup enerjik adamın ikidarı ele geçirmesiyle
başlayacağını, bu diktatörlüğün iktidarın kitleler tarafından devralınmasına
kadar süreceğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla ‘demokratik seçimler’ gibi
konulara pek sempati duymuyorlardı. Cumhuriyetçiler ise monarşi kadar olmasa
bile sosyalist fikirlere uzaktılar.
Paris’teki gelişmeler duyulduğunda, Lyon, Marsilya, Toulouse,
Bordeau, Saint-Etienne, Grenoble, Narbonne, Limoges ve Creusot’ta küçük
isyanlar olmuştu. Ancak bütün bu komünler kısa sürede bastırılmıştı. Parisliler
tek başlarınaydılar yani…
KOMÜN’ÜN GÜZEL İŞLERİ
2 Nisan’dan itibaren Versailles birliklerinin sürekli
bombardımanı altında çalışmaya başlayan Komün idaresi ilk olarak sıkıyönetimi,
askeri mahkemeleri ve sansürü kaldırdı. Tüm siyasi tutukluları salıverdi,
ardından genel af ilan etti. Giyotinle ölüm cezası kaldırıldı. Mecburi
askerliğin yerine Parislilerden oluşan Ulusal Muhafızlar geçti. Kuşatma
sırasında aşırı yükselen kiralar düşürüldü, boş evlere evsizler yerleştirildi.
Savaş dolayısıyla ordu ihtiyaçları için el konan alet-edavat iade edildi, para
karşılığı eşyaların bırakıldığı rehin dükkanları kapatıldı ve buralardaki
eşyalar yoksullara dağıtıldı. Fırınlarda ve demiryollarında gece mesaisi
kaldırıldı. Okullardan din dersleri kaldırıldı, kiliseye ait değerli eşyalara
halk adına el kondu, dini vakıfları kaldırıldı yerine dayanışma sandıkları
oluşturuldu.
Bir de yapılmasına karar verilen ancak uygulama fırsatı
bulamayan şeyler vardı: Borçların ödenmesi ertelenecek ve faiz kaldırılacaktı.
Yönetimde yer alacak olanlar işçi maaşlarıyla aynı ücreti alacaklardı.
Sahipleri tarafından terkedilmiş fabrika ve atölyeler işçilere devredilecekti.
Eylemler sırasında öldürülen Ulusal Muhafızların eşlerine ve varsa çocuklarına
aylık bağlanacaktı.
COURBET ÖNCÜLÜĞÜNDEKİ SANATÇILAR
Komün, dokuz komisyon halinde çalışıyordu. Bunlar savaş, finans,
adalet, iaşe, dış ilişkiler, kamu hizmetleri, gizli polis, eğitim ve çalışma
komisyonlarıydı. Komün’ün müzeleri korumakla görevlendirdiği kişi ressam
Gustave Courbet idi. ‘Bizde daha çok Osmanlı döneminin ünlü sanatsever diplomatı
(ve züppesi) Halil Şerif Paşa’nın 1866 yılındaki siparişi üzerine yarattığı
erotik ‘Dünyanın Kökeni’ adlı tablosu ile tanınan Courbet, Paris sanatçılarını
örgütledi. 600 oyuncu, müzisyen, dansçı 9 Mayıs’ta Palais des Tuilleries’deki
büyük konser ve diğer üç konserle büyük sükse yaptılar. Etkinliklerin gelirini
Komüncülere bağışladılar.
KIZIL VALKÜRELER
Komünde Nathalie Lemel, Andre Leo, Paule Mink (veya Minck),
Louise Michel (Jean d’Arc gibi giyinirdi ve ‘Kızıl Bakire’ diye anılırdı) ve
Elisabeth Dmitrieff (İsviçre’den gelmişti ama Rusya kökenli bir Marxistti ve
‘Rus Bayan’ diye çağrılıyordu) gibi kadınların öncülüğündeki kadınlar,
hastalara yardım ettiler, kocalarını ve çocuklarını cesaretlendirdiler, onlara
yemek hazırladılar, söküklerini diktiler. Ancak şunu söylemeliyiz ki alt
kademelerde kadınların seçme ve seçilme hakları yoktu, dolayısıyla mahalle
komitelerinde kadın üye yoktu.
Kuşatma yüzünden Paris’le doğrudan iletişim kuramayan
uluslararası sosyalist camia ise kulaktan dolma bilgilerle olayı anlamaya
çalışıyordu. Başta Blanqui’nin fikrini “çılgınca” bulan Marx “çalışan, düşünen,
kavga eden ve kanayan Paris” demişti sonunda. Ancak İngiliz sendikacılar
Komün’ü fazla radikal bulmuşlardı. Öyle ki Engels’in yaşlı annesi bile
“Paris’in kızıl gangsterlerin eline geçtiğine” inanıyordu. İtalyan ve İsviçreli
soyalistler ise belki de coğrafi yakınlıktan dolayı Komüncülere sempatilerini
dile getirmişlerdi. Almanya’nın Hannover şehrinde 3 bin kişinin katıldığı bir
miting düzenlenmişti.
MERKEZLE MAHALLELERİN KOPUŞU
Ancak komüncülerin işi kolay değildi. Sanayileşmenin çapı ve
düzeyi düşük olduğu için Fransa’da Marx’ın tarif ettiği türden bir proleterya
sınıfı zaten yoktu. Mevcut fabrikalar ve atölyeler ise savaş ve ardından gelen
kuşatma nedeniyle ya başka yerlere taşınmışlardı ya da faaliyetlerine ara
vermişlerdi. Bu yüzden bir zamanlar işçi olanların çoğu şimdi işsizdi, bu da
disiplinsizliği teşvik ediyordu. Milliyetçi bir tonlama tutturan yüksek
burjuvazi ve bu kesimlerle küçük burjuvazi arasında ilişkiyi sağlayan orta
yüksek kesimler de kısa sürede şehri terkedince, Komün’ü yönetmek küçük
burjuvaziye ve onların etrafında kümelenmiş ‘ayaktakımı’na kaldı. Küçük
burjuvazi doğal olarak kendi mahallelerinin dışındaki dünya hakkında çok az
fikre sahipti. Büyük organizasyonlarda yer alma tecrübeleri yoktu, dolayısıyla
böylesi devasa bir olayı organize edemediler. Buna karşılık beklentileri çok
yüksekti. Fikir vermek gerekirse, 7 Nisan’da Komüncülerin aynen kralcılar gibi
şerit, kurdela, unvan, rütbe işaretlerine olan ilgisini eleştiren bir bildiri
yayımlamak gerekmişti. Komün görevlilerinin işçilerle eşit maaş alması kuralı
uygulanmak bir yana, en az 3-4 kat daha fazla maaş almışlardı. Aradaki bu büyük
makası kapatacak politik liderlik yoktu.
VENDOME SÜTUNU’NUN YIKILMASI
16 Nisan’daki seçimde biraz daha demokratik bir yapı ortaya
çıktı ama politik ayrılıklar daha da keskinleşti. Taraflar siyasi tartışmaların
Versailles güçlerinin adım adım ilerlediği günlerde davayı nasıl sekteye
uğrattığını göremiyordu. 16 Mayıs’ta Komüncüler Napolyon Bonapart’ın acımasız
gücünü, militarizmini, uluslararası hukuka karşı çıkışını ve fatihin
fethedilenlere yönelik sürekli saldırısını simgeleyen Vendôme Sütunu’nu
yıktılar. Napolyon’un 1805-1807 arasındaki seferlerini sembolize eden 44 metre
yüksekliğindeki kabartmalarla ve tepesinde heykelle süslü sütun 1810 yılında
dikilmişti. Sütunun bronzları, Napolyon’un Rusları ve Avusturyalıları yendiği
Austerlitz Savaşı’nda ele geçirdiği 1.200 topun eritilmesiyle elde edilmişti.
Komüncülere göre bu eylem “yanlış tarihin düzeltilmesiydi”. Versailles
Sarayı’nda toplanan rejim yanlılarına göre ise barbarlıktı. Sütunun yıkımı
Saray’ın işleri daha sıkı tutmasına neden oldu mu bilinmez ama bu tarihten
sonra işler Komüncülerin aleyhine gelişmeye başladı.
(Komüncüler Vendôme Sütunu’nu yıktıktan
sonra)
FRANSIZ-ALMAN İŞBİRLİĞİ
Önce sadece küçük bir birlik tarafından korunduğu halde
Komüncülerin el koymayı bir türlü başaramadığı Fransız Merkez Bankası’ndaki
paralar Verailles’e kaçırıldı. Bu Versailles’ın silahlanmasını kolaylaştırdı.
Başbakan Thiers bu arada Almanlarla esir pazarlığı yapıyordu.
Almanya’nın ilk Şansölyesi (Başbakan) olan Otto von Bismarck ileriki yıllarda,
Thiers’in barış görüşmelerinin yapıldığı Frankfurt şehrinde, kendisine “Komün’e
müdahale edip etmeyeceğini” sorduğunu söyleyecekti. Komüncü fikirlere hiç de
sempati duymayan Bismark, salınan esirlerin Komüncülere karşı kullanılacağını
anlayınca esirleri serbest bırakmaya karar verdi. Çünkü o da komün fikrine
düşman olanlardandı. Gerçekten de salıverilen 130 bin Fransız askeri,
Komüncülere karşı konuşlandırıldı. 20-28 Mayıs haftası Versailles ordularıyla
Ulusal Muhafızlar arasında göğüs göğüse çarpışmalarla geçti. Komün’ün olumlu
yanı olan bağımsız mahalle örgütlenmeleri dezavantaja döndü. Şehrin bütününü
savunmak yerine her mahalle umutsuzca kendisi için savaşıyordu. 1830 ve 1848
ayaklanmaları sırasında Paris’in dar sokaklarının askeri müdahaleye engel
olduğunu farkeden Baron Hausmann’ın açtırdığı geniş bulvarlarda Saray’ın
askerleri ve topçuları hüküm sürüyordu…
KOMÜN’ÜN EZİLMESİ
Fransız Napolyon La Cécilia veya Poloyalı Dombrowski ve
Wroblewski gibi generallerin liderlik ettiği Komüncülerin, düzenli ordu ve
savaş tecrübesi olan Versailles ordusu karşısında hiç şansı yoktu elbette.
Versailles birlikleri kimi kaynağa göre 20 bin, kimi kaynağa göre 30 bine yakın
Komüncüyü kadın-erkek demeden öldürdü. Komün’ün önderlerinin bir bölümü Alman
hatlarının arkasına geçerek canlarını kurtardılar ama bazı önderleri Père
Lachaise Mezarlığı’nın duvarının önünde kurşuna dizildiler. Binlerce Komüncü
yargılanmak üzere Versailles’a gönderildi. Suçlamaların önemli bir kısmı
‘ateistlik’ başlığı altında toplanmıştı çünkü son haftadaki çarpışmalar
sırasında bir grup papaz Komüncüler tarafından öldürülmüştü. Suçlananların bir
kısmı idam edilirken, bir çoğu ağır hapis ve çalışma cezalarına çarptırıldı.
Bir bölümü Pasifikteki Fransız sömürgesi Yeni Kaledonya Adası’na gönderildi.
Amaç hem cezayı şiddetlendirmek hem de sürgünler yoluyla adanın yerlisi
Kanakları ‘medenileştirmek’ idi.
COURBET’YE ÖZEL CEZA
Özel bir cezalandırma örneği olarak, Komün’ün sanat komitesi
başkanı Gustave Courbet, 7 Haziran’da tutuklandı. Suçlama Vendôme Sütunu’nun
yıkılmasına öncülük etmekti. Halbuki, Courbet yıkımı önlemeye çalışmıştı.
Nitekim onun sayesinde Louvre Müzesi’ne hiçbir zarar gelmemişti. Tutuklama ve
yargılama sürecini şöyle anlatmıştı bir mektubunda: “Beni soyup sog?ana
çevirdiler, mahvettiler, alçalttılar, küfür ve adilikler arasında Paris ve Versailles
sokaklarında sürüklediler, insanda akıl ve güç bırakmayan hücrelerde çürüdüm.
Sag?lıg?a elveris¸siz yerlerde adi suçlularla birlikte, toprak zemin üzerinde
uyudum. Bir cezaevinden ötekine sürüklendim. Can çekis¸enlerin yanında,
hastanelerde, cezaevi arabalarında, insan gövdesinin sıg?amayacag?ı daracık
çukurlarda, bog?azıma tüfek ya da tabanca dayalı bir durumda dört ay yas¸adım.
Ne yazık ki yalnız deg?ilim. Sag? ve ölü iki yüz bin kis¸iyiz. Hanımefendiler,
halk kadınları, her yas¸tan çocuklar, süt bebekleri... Anasız, babasız Paris
sokaklarında dolas¸ıp duran, her gün binlercesi hapse atılan çocukları
saymıyorum. Dünya var olalı beri böyle s¸ey görülmemis¸tir. Hiç bir ülkede, hiç
bir tarihte, hiç bir çag?da buna benzer bir kıyım, buna benzer bir öç alma asla
görülmemis¸tir.”
Courbet 6 ay hapis, 500 Frank para cezasıyla ‘ucuz’ kurtulmuştu
ancak 1873’te yeni seçilen Başbakan Mac-Mahon, Vendôme Sütunu’nun yeniden
inşaası için gereken masrafları da Courbet’ye yüklemek isteyince yeniden
yargılandı ve yeniden cezalandırıldı. Bu seferki para cezası tam 323.091
Frank’tı. Parayı 33 yılda 10 biner Franklık taksitlerle ödemesine izin
verilmişti sadece. Elbette Courbet’nin bu cezayı ödemesi mümkün değildi. Bunun
üzerine mallarına ve resimlerine el kondu. Courbet çareyi İsviçre’ye sığınmakta
buldu. 1880’de çıkarılan genel af bile Courbet’in geri dönüşüne yetmedi. Aynı
şekilde Yeni Kaledonya’ya sürülenlerin de bir bölümü geri dönemedi, ya da
dönmek istemedi. Dönenler ise Paris’teki yeni yaşama bir türlü alışamadılar.
Komün’ün liderlerinden çok azı siyasetle ilgilenmeye devam ettiler.
(Öldürülen Komüncülerin cenazeleri ‘ibret-i
alem’ için bir süre teşhir edilmişti.)
MARX’IN ÇIKARDIĞI DERSLER
Marx, Nisan 1871’de Birinci Enternasyonal’deki yol arkadaşlarına
gönderdiği mektupta şöyle demişti: “Tarih bu büyüklükte bir örneğe sahip
olmadı. Paris’teki mücadele ile birlikte işçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı
verdiği mücadele ve onun devleti artık yeni bir aşamaya girdi.”
Mayıs 1871’de, Paris Komünü deneyiminin güçlü ve zayıf yanlarını
bir kez daha değerlendirdi. (Ancak The Civil War in France adlı bu beyanname
1934 yılına kadar basılmadı.) 1872’de Komünist Manifesto’nun yeni baskısına
(ilk baskı 1848’de yapılmıştı) yazdıkları önsözde Marx ve Engels “Komün
ile birlikte kanıtlanmış olan en önemli gerçek, işçi sınıfının basit anlamıyla
geçmişten hazır olarak aldığı devlet makinesini ele geçirmek ve kendi amaçları
için kullanmakla yetinemeyeceğidir,” dedi. 1881 yılında Marx, Komün’ün
sosyalist ve demokratik nitelikli bir oluşum olduğu yolundaki
değerlendirmelerinin yanlış olduğunu kabul etti. Komün’ün dersleri Marx’ın
devlet ve devrim teorilerini geliştirmesinde etkili oldu. Ancak Paris Komünü
deneyimi, ezilen sınıflar, geniş halk kitleleri arasında yeterince bilinmedi, konuşulmadı.
Hele Türkiye’de sol çevreler dışında hiç ilgi çekmedi.
Yazıyı, Komüncü şair Jean- Baptiste Clement’in 1866 yılında
yazdığı ancak, beş yıl sonra, Komün’ün kahraman kadınlarından (yenilgiden
sonra Yeni Kaledonya sürgünü ve 1905’teki ölümüne kadar gezgin anarşist
eylemci) biri olacak hemşire Louise Michel’e adadığı Kiraz Zamanı (Le temps Des
Cerises) adlı şiiriyle bitirelim ki, içinde yaşadığımız bu karanlık günlerin
geçeceğine, baharın geleceğine dair ümitlerimiz tazelensin ve üzerimize sıçrayan
kırmızı damlaların, kan değil kirazın özsuyu olduğunu hayal edebilelim…
KİRAZ ZAMANI
Kiraz zamanı şarkısını söylediğimizde
Neşeli bülbül ve alaycı karatavuk da
Olacak şölende
Güzeller
Güneşin aşıkları
Çılgına dönecek
Kiraz zamanı şarkısını söylediğimizde
Alaycı karatavuk daha güzel çalacak ıslığını
Ama kısadır kiraz zamanı
Sevgilimizle düşler kurarak toplamaya gittiğimiz
Salkım küpeli
Aynı giysili aşk kirazları
Yaprakların üstüne bir kan damlası gibi düşer
Ama kısadır kiraz zamanı
Düşler kurarak topladığımız mercan küpeler
Kiraz zamanındaysanız eğer
Ve korkuyorsanız kederli aşklardan
Sakının güzellerden
Dayanılmaz acılardan korkmayan ben
Yaşayamayacağım bir gün acı çekmeden
Kiraz zamanındaysanız eğer
Acılı aşklarınız da olacak
Seveceğim daima kiraz zamanını
Kalbimde açık bir yara gibi taşıdığım o zamanı
Ve talih, bana sunduklarıyla
Asla dindiremeyecek acımı
Seveceğim daima kiraz zamanlarını
Ve kalbimde sakladığım anısını…
(Fransızca’dan çeviren: Güven Güner, 1992.)
Yararlanılan Kaynaklar: Wolfgang Abendroth, A Short History of
the European Working Class, Londra, 1972; Eric J. Hobsbawm, Devrim Çağı,
Çeviren: Bahadır Sina Şener, Dost Kitapevi, Ankara 2000; F.W.J. Hemmings,
Culture and Society in France 1848-1898: Dissidents and Philistines, New York,
1971; The New Cambridge Modern History The Zenith of European Power 1830-1870,
Vol.10, Cambridge University Press, 1960; Samuel Bernstein, “The Paris
Commune”, Science & Society, Vol. 5, No. 2 (Spring, 1941), s. 117-147;
Stephen J. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler (1789-1980), Çeviren: Savaş Aktur,
Dost Kitapevi, Ankara 2002; Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler (1492-1992),
Çeviren: Özden Arıkan, Literatür Yayınevi, İstanbul 2005; Hetje Cantz, Gustave
Courbet, The Metropolitan Museum of Art, New York 2008.






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder