Oya Baydar T24
Böyle
bir yazı düşündüğümü bir arkadaşıma söylediğimde, “Sen mazoşistsin, yediğin
küfürler az geliyor galiba” dedi. Haklıydı; örneğin AKP’nin Ergenekon (Gladyo)
ile uzlaşarak derin devleti elegeçirmekte olduğunu anlatmaya çalıştığım ‘AKP
iktidarı Ergenekon’la kucaklaşırken’ başlıklı son yazıya gelen: “kullanışlı
ahmak”, “gerzek bunak”, “meczup dönek”, “paragöz cadı” (Bak, bunu hiç
anlamadım, çünkü romanlarımın telifi dışında yazdığım hiçbir yazı için hiçbir
yerden para almış değilim, akçeli hiçbir işim, ilişkim olmadı, şimdi de yok)
kıvamındaki iltifatlar yetmedi anlaşılan, yenilerine çanak tutuyorum. Ama;
kuştan korkan darı ekmesin, okur saldırganlığından korkan düşündüğünü
cesaretle, namusluca yazmasın.
İktidarın,
Zaman gazetesi ve Samanyolu medya grubunu hedef alan son saldırıları, zihniyet
dünyamızda ve siyasî etik anlayışımızda yeni (ve olumlu) bir kırılma noktası
olmaya aday. Medyanın; iktidarın organı, sözcüsü, tetikçisi olanlar
dışında önemli bölümü, sıranın kendisine de gelebileceğini fark ederek, basın
özgürlüğü adına Cemaat’in yayınlarına yönelen operasyonun karşısında yer aldı.
Aynı metinde buluşmaları düşünülemeyecek gazeteciler, aydınlar, yazarlar ortak
bildirilere imza attılar. Buna karşılık gerek iktidar kanadından, gerekse
ulusalcı ve geleneksel solun kimi kesimlerinden bu ortaklaşmaya tepkiler
yükseldi. Bazı Cemaat mağdurlarının ‘Oh olsun, eden bulur!’ intikamcılığı (ki
anlaşılabilir, insanî bir tepki), kimilerinin ‘ayağı yere basmayan liberal
ahlâk yanılgısı’ eleştirisi yanında, tümünün birleştikleri (ve AKP sözcüleri
ile de buluştukları) nokta: “Onlar gazeteci oldukları için tutuklanmadılar”
idi.
Kendimi
bildim bileli, bu ülkede gazeteciler, yazarlar, aydınlar koğuşturulduğunda,
yargılandığında, tutuklandığında bütün iktidarlar aynı klişe cümleyi
tekrarlarlar. Bu defa da AKP korosu, onlar gazeteci değil sakızını çiğnerken
beklenmedik bir şey oldu. Muhtemelen ‘yetti gayrı’ psikolojisinin de etkisiyle,
‘Başka bir şey olduklarını sen yargı yoluyla ispatlamadıkça onlar gazetecidir,
biz de basın özgürlüğünü savunuyoruz’ sesi Cemaat’e karşıtlıklarıyla bilinen,
hatta Cemaat yargısının mağdur ettiği insanlarca da yükseltildi.
Zor soru, zor sınav
Onlar
gazeteci mi? sorusunun cevabını bulmanın güç olduğunu, verdiğimiz cevabın kendi
içimize bile sinmeyebileceğini, yanlış cevaplar verip siyasî etiğe uymayan
duruşlar sergileyebileceğimizi düşünüyorum. Çok eskilere gitmeye gerek yok:
2007’den başlayan Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde, KCK davalarında, şimdi
de Cemaat’e yönelen yargı operasyonlarında, sadece gazetecilerle de sınırlı
kalmayan benzer sorular aklımızı, vicdanımızı, adalet duygumuzu zorladı,
zorluyor.
Zorlanmanın,
ya da yanlış cevabın başlıca nedeni siyasî-ideolojik taraf (tar) olmaktı. Hangi
taraftaysak oradan bakıp, o gözlüklerle değerlendirdiğimizde açıktan olmasa da
içten içe öteki tarafın suçlu çıkmasını, yenilmesini istiyorduk. Çünkü eninde
sonunda bir iktidar mücadelesinde bir ideolojik cephenin parçalarıydık. Ama
bence daha da önemlisi: çeşitli siyasî-ideolojik yapılanmaların, örgütlerin,
askerî ya da sivil darbe/müdahale planlarının faili, parçası, tetikçisi,
kolaylaştırıcısı olanlar ile; bir görüşün, bir siyasetin, bir zihniyetin
taşıyıcısı, sözcüsü olanları ayıramamaktı. Başka bir deyişle somut suçun
yargılanmasıyla zihniyet yargılaması birbiri içine geçiyordu, çünkü çoğu
zaman zihniyet, suçun temelini oluşturuyordu.
Somuta
indirgeyecek olursam: Örneğin, devleti bütün kurumlarına sızarak içerden ele
geçirmeye çalışan, amacına ulaşmak için çeşitli operasyonlar yapan, önüne çıkan
engelleri yargıyı araçlaştırarak, hukuk ve ahlâk dışı yöntemler de kullanarak
yıkmakta beis görmeyen bir yapının medyası kuşkusuz zihniyet ve nihaî amaç
bakımından o bütünün parçasıdır, bütüne hizmet eder. Bir başka örnek, 1980
öncesinde Türkiye Komünist Partisi’nin legal yayını olan, benim de hem yazar
hem de sorumlu olarak parçası olduğum Politika gazetesi mesela. Örgüt
bağlarımız vardı ve TKP’nin yasallaşması ve yaygınlaşması amacına yönelik yayın
yapıyorduk. Örneğin Ergenekon davasına dahil edilen Odatv, AKP iktidarını hedef
almış ulusalcı kesimlerin ve müdahaleci odakların planları doğrultusunda,
AKP’li olsun olmasın bu planların karşısında yer alan, farklı düşünen kişileri,
kesimleri, yayımları itibarsızlaştırma, karalama misyonunu benimsemişti. Bir
başka örnek: o zamanın Cumhuriyet gazetesinde çıkan ‘Genç subaylar rahatsız’
manşeti ne kadar gazetecilikti ne kadar darbe planlarının parçasıydı?
Bugünlerde AKP medyasının yazıları, manşetleri, Yeni Akit’in buram buram nefret
kokan ve hedef gösteren manipülatif haberleri iktidarın derin devletle
bütünleşmesinin ve demokrasiye yönelik saldırısının/darbesinin ne kadar organik
parçası, ne kadarı ideolojik bakış ve zihniyet meselesi?
Bu
zor sorulara benim cevaplarım var, ama hüküm kesmeye hakkım yok. Özetle
söylersem: Siyasî-ideolojik davalarda zihniyet yargılaması çoğu zaman somut
suçun yargılanmasıyla karışır. Zihniyet, düşünce, siyasal tercih mahkemelerde
değil ancak vicdanlarda ve tarih önünde yargılanabilir. Kişi yıpratmaya yönelik
yayınlar, iftiralar, yalan haberler, nefret suçları da hakaret davalarının
konusu olabilir. Somut suç neyse davası ona göre görülür.
Basın
mensuplarının dokunulmazlığı yoktur, onlar da diğer kişiler gibi bağımsız yargı
önünde delilli ispatlı somut bir suçtan yargılanıp suçlularsa mahkûm edilirler.
Adam öldürmüşlerse, uyuşturucu ticaretine bulaşmışlarsa, hırsızlık, yolsuzluk,
vb. yapmışlarsa, demokrasiye kasteden örgütlü eylemlere, planlara
karışmışlarsa, gazeteci oldukları için yargıdan, suçtan sıyıramazlar. Ama siyasal-ideolojik
mensubiyetleri ve zihniyetleri için yargılanıyorlarsa, bu durum demokrasinin
‘d’si ile bağdaşmaz.
Demokratlığı düşe kalka öğreneceğiz
Son
günlerin gelişmeleri, Zaman ve Samanyolu grubuna yönelik baskılara karşı
takınılan tavırlar, çifte standartlardan arınmış demokrat ve özgürlükçü olmanın
hem gereğini hem de güçlüğünü gösterdi. Hepimiz demeyim, ama çoğumuz şöyle bir
durup düşündük sanırım. Kıvılcım, Cemaat yargısı kurbanı Ahmet Şık’ın Zaman’a
basın özgürlüğü adına sahip çıkan tweet’iyle çaktı, Ekrem Dumanlı ve Cemaat’e
yakınlığıyla bilinen diğer isimlerin Şık’tan utangaç bir özür dilemeleriyle
sürdü. Cemaat’e karşı olmalarıyla bilinen, tanınan aydınların, tanınmış saygın
kişilerin çeşitli biçimlerdeki destekleri karşısında, Cemaat’in kendi iç muhasebesini
yapmaya başladığının belirtileri var.
Bu
gelişmeler, günün heyecanıyla yanan bir saman alevi midir, iktidar
karşıtlığıyla sınırlı geçici ve araçsal bir tepki midir, yoksa demokratik bir
bilinç sıçraması mıdır, göreceğiz. Bildiğim bir şey varsa zaferler değil
yenilgiler öğretici oluyor, çünkü yenilgiler nerede yanlış yaptık sorusuna
ebelik ediyor. Kendimizin ya da örgütümüzün, mahallemizin mutlak doğrularından
şüphe etmeye, sorgulamaya ve cesaretle hesaplaşmaya girişebilirsek Öteki’ni
daha adil yargılayabiliriz, böylece de daha adil ve önyargısız yargılanma
imkânına kavuşabiliriz.
Cumhuriyet
gazetesi genel yayın yönetmeni Utku Çakırözer geçtiğimiz Pazartesi günkü
yazısında, “Bir iç hesaplaşmaya ihtiyaç var...... Medya artık vakit geçirmeden
kendi özeleştirisini, iç hesaplaşmasını topyekûn yapmak zorunda” diyordu. Çok
haklıydı. Bu iç hesaplaşma ve ardından gelecek samimî özeleştiri bütün kesimler
için geçerli. Zaman gazetesinin Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde attığı
manşetler, manipülatif haberler, Samanyolu TV’nin Kürt düşmanlığı ve nefret
söylemi üzerine kurulu dizileri için de; bir zamanki Cumhuriyet’in ‘Genç
subaylar rahatsız’ ve benzeri haberleri, yazıları, manşetleri için de; başka
yayınlarda, internet sitelerinde halen siyasî hedefler doğrultusunda
sürdürülmekte olan nefret söylemi ve kişi yıpratma amaçlı yazılar için de, Kürt
sorununun barışçı çözümünü sabote eden, Kürt düşmanlığını körükleyen gazeteler,
TV programları, vb., vb, için de... Yani, Çakırözer’in yazdığı gibi, basının
“topyekûn” bir ahlak ve vicdan hesaplaşması yapması gerekiyor.
İç
hesaplaşma ve özeleştiriye her kesimden fazla ihtiyacı olan AKP basınına
gelince; bu asıl onlar için gerekli. Çünkü düşe kalka öğrenmeye başladığımız
özgürlükçü, demokrat duruş gelişip kim yazmış, kim söylemiş, arkasında ne var
sorularını aşan ama’sız demokratik bilinç yaygınlaştıkça, farklı cephelerde yer
alanlar demokrasi paydasında buluştukça, işleri zorlaşacak. Ve yarın öbür gün,
onları savunmak da yine bizlere, ama’sız demokratlara düşecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder