1 Eylül 2014 Pazartesi

CHP'nin solculuk macerası

Hüseyin Çakır 31,08,2014 Küyerel
Aşağıdaki yazı, “Solda “BİR”lik Girişimleri ve “Sosyalist Birlik Partisi Deneyimi”  araştırmam döneminde (Nisan 2013'te bitti “Marksist olmayan ‘sol’ (CHP)" başlığı altında yapılmış, uzunca bir yazı. 5-6 Eylül 2014 CHP kurultayı öncesine ilgi duyanlar olabilir. 
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın 10 Mayıs 2010 tarihindeki istifasının ardından 22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan 33. Olağan CHP Kurultayı'nda, 1249 delegeden 1200'ünün imzasını alarak ve tek aday olarak girdiği kurultayda geçerli 1189 oyun tamamını alarak CHP'nin 7. genel başkanı oldu.
Kılıçdaroğlu, “yeni CHP”, CHP’yi değiştirme için çıktığı yolda girdiği seçimlerde beklenen oy patlaması yaratamadı. CHP’yi muhafazakâr kesime açma macerası, 12. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu MHP ile birlikte aday göstermesine ulusalcılar sert tepki gösterdiler.
5-6 Eylül 2014’te yapılacak Kurultay, ulusalcılar ve yeni CHP’lilerin hesaplaşacağı kurultay olacak gibi görünüyor.
CHP'siz sol konuşulamıyor
Türkiye’de sol tartışmasında dönüp dolaşıp gelinen kadim mesele;   CHP sol mu? Değil mi? tartışmasıdır. Bu mesele CHP’nin kendini ortanın solu olarak tanımlamadan öncede tartışılan bir konu. CHP eşittir Cumhuriyet, o da eşittir Kemalizm o da eşittir devlet olduğu için CHP, bir parti olmanın ötesinde misyonları üstünde taşıyor. Devleti kuran parti olduğunu sürekli anımsayarak, tek parti döneminde olduğu gibi, siyasetin ve siyasal partinin kurallarının dışına çıkarak, kendini devletin yerine koyuyor. Devletin, kurucu ideolojinin çıkarları söz konusu olduğunda, demokrasiyi, demokrasinin evrensel kurallarını hiçe sayarak, otoriter,  askeri vesayet sistemini her şeyin üstünde görebiliyor.
CHP ideolojik siyasal kimliğiyle ilgili iki görüş ileri sürülüyor. Birinci görüş,  ‘Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde, 1924 yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930 yılında çok partili sisteme geçiş döneminde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, programları bakımından Cumhuriyet Halk Fırkasının sağında olan partilerdi. Bu gözlem de Cumhuriyet Halk Fırkasının (Partisinin) programında baştan itibaren sol unsurlar bulunduğunu göstermektedir’ . İkinci görüş, solun ideolojik, sınıfsal ve evrensel değerleriyle hiçbir bağlantısı olmayan CHP’nin sol olamayacağı. Kemalizm ideolojisi gibi  yerel/ulusal eklektik ideolojinin sol  içinde yerinin olmadığı,  CHP Cumhuriyeti kuran kurucu ideolojinin partisi olarak, askeri vesayeti her şeyin üstünde tutan parti olmuştur. İkinci dünya savaşı sonrasının dünyasında, demokrasi, çoğulcuğun siyasal değer olarak öne çıkmasıyla CHP’de kendi sol olarak tanımlamıştır.
Hem Kemalizm, hem CHP: Cumhuriyet, modernleşme ve modernizm takipçisi, pozitivizmi, dini inanç, gelenek ve yerleşik kültür karşısına çağdaşlaşma ideolojisi olarak koşmayı başarıyor. İttihatçılıktan alınan bu ideolojik miras; çağdaşlık eşittir Kemalizm, eşittir CHP ve eşittir solculuk olarak solun ideolojik zihin dünyasında derin bir yarık oluşturuyor. Bu yarık içine akan Kemalizm; tek parti, devletçilik, anti emperyalizm, merkezi planlamacılık, din karşıtlığı/pozitivizm, Leninci-Stalinci ideoloji, örgüt ve siyasetle üst üste düşüyor, kaynaşıyor,  iç içe geçiyor.
Türkiye’de solu konuşmaya başlandığında ikinci paragraf kaçınılmaz olarak Kemalizm’le devam ediyor. Kemalizm’in sağı, solu, ortası vs neresinden bakılırsa bakılsın o da CHP’ye çıkıyor.
Türkiye solunda CHP’nin kopmaz, atılamaz bir yeri olmuştur.  Laik, cumhuriyetçi orta sınıf, aleviler CHP’nin Kemalist söylemini, modernliği solculuk olarak kabul etmişlerdir.   Bu anlamda, kabul edelim etmeyelim, bu ülkenin sol algısı içinde,  CHP solun içindedir. Türkiye’de sol konuşulduğunda CHP’nin de konuşulması gerekir.
CHP’ nin 19 yüzyıl soluna damgasını vuran iki akım; Sosyal Demokrasi ve Bolşevikler ( Komünistler)   hiçbir ilişkisi olmamıştır.  CHP, ittihat terakkinin içinden çıkan ideolojik, siyasal ve örgütsel bir akımdır. Asker, sivil bürokrasiye dayanarak, çöken Osmanlı imparatorluğu içinden Türkiye Cumhuriyetini kuran ideolojik ve siyasi iradedir. CHP’nin kuruluşunda sol yoktur.  1920.30.40’lardaki CHP, Faşist partilerin tezlerini savunan bir partidir. İkinci dünya savaşı sonrası dünyanın yeni durumuna bakarak CHP’nin kendine yeni bir ideoloji aramasının sonucu “ortanın solu”nun ortaya çıkışının hiçbir inandırıcılığı olmamıştır.  CHP,  solu; cumhuriyetçilik, Kemalizm, laiklik, milliyetçilik, devletçilik ve halkçılık üstüne inşa etmeyi başarmıştır. Çünkü Marksist, sosyalist sol bütün cumhuriyet tarihi boyunca yasaklı olduğu için ve CHP, simgesel  ilerlemeci, gericiliğe karşı simgesel savlayan olarak solculuğu bu simgeler üstüne oturtarak ve de sosyalist aydınların da desteğiyle  “solcu” koltuğuna oturmuştur.
12 Eylül sonrası Türkiye siyaseti yeniden yapılanıp, bir anlamda yeniden kurulurken, CHP geleneği ayrışarak yeniden kuruluş süreci yaşadı. CHP geleneğinde ilk kez bu ayrışma ‘partinin kimliği’  tartışması etrafında oldu.  Kemalizm ve CHP geleneği içinden gelen  solcu aydınlar, Türkiye’de evrensel sol değerleri savunan Sosyal Demokrat hareketin partisinin nasıl olması gerektiğini tartıştılar.
Türkiye’nin sol geçmişini konuşurken CHP’yi dışarıda bırakarak konuşmak tek ayaküstünde kendi etrafında dönmek olur.   Hangi noktada durulursa durulsun, Türkiye solunun karşısına Kemalizm ve CHP çıkar. Cumhuriyetin kurucu eliti, kurucu sınıfı ( Asker-sivil, bürokrasi, eşraf) temsil eden parti CHP. Osmanlı yenileşme düşüncesi, İttihat Terakki ile ideolojik, örgütsel bağlılığı ve sürekliliği de düşünüldüğünde, CHP bir parti ötesinde sosyal, sınıfsal değişimin ve yenilenmenin siyasal alandaki ifadesi görüntüsü olan bir parti. Bu nedenle tarihi ne kadar önemli ise, bugünü ve geleceği  siyasal dünyada, sınıflar arası çatışma ve uzlaşma bağlamında çok önemli bir parti. CHP’nin temsil ettiği sınıf zaman içinde küçülüp etkinliğini kaybetse de, cumhuriyet firki ve geleneğinin ana damarı olarak var olmaya devam ediyor. Değişen zamana, zemine göre, ideolojik, politik olarak kendini yeniden ve yeniden üretiyor.
12 Eylül Sonrası Kemalizm ve CHP geleneğinin “Sol” Birlik girişimi
12 Eylül 1980 i darbesinin ilk icraatlarından birisi bütün partileri kapatmak oldu.  12 Eylül geldiğinde CHP Genel Başkan olan Bülent Ecevit’ “sol”, “demokratik sol”  anlayışı ile CHP’nin ana omurgasını oluşturan Kemalist-laik, geleneksel CHP’liler arasındaki farklılık kopuş noktasına gelmişti. Bülent Ecevit,  12 Eylül den hemen sonra  “Arayış” Dergisini çıkarttı. Rahşan Ecevit’in önde yer aldığı  “demokratik sol”  siyasal yeni oluşum için yola çıktı. Ortanın solu kimliğini damgasının CHP’ye  vurmuş olan Ecevit,  CHP’nin geleneksel parti bürokrasi ve siyasetçileriyle yollarını ayırıyor. Ecevit, kendi zihnindeki “Demokratik Sol”  düşünceleri CHP içinde gerçekleştiremeyeceğine karar veriyor.
1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü  gazeteci  Abdi İpekçi'yle yaptığı söyleşide CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu ilk kez dillendirmiştir.  İnönü; "CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. Diyor. Ve aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız." (1)   diyor. CHP’nin durup dururken kendine yeni bir kimlik aramasının nedeni,  1960’lar dünyasında özgürlük ve sol rüzğarın esmesi ve en başta da Türkiye İşçi Partisi'ne tabandan gidecek oyları engellemek hem de yeni gidişata uyduğunu göstermekti. İnönü “solu başıboş bırakarak ülkeyi tehlikeli maceraların ağına ve kucağına terk etmekten ise, başında kendisinin bulunduğu CHP'nin disiplini altında ve ılımlılık sınırında tutmak gerekir” (2) diyor. CHP’nin “sol” çizgide geldiği yer 28 Haziran 1974’te toplanan Tüzük Kurultayında "Demokratik Sol" kavramı doğrultusunda parti tüzüğünde yapılan değişiklikte, Demokratik Sol'un Marksizm'den kaynaklanmayan yerli bir kavram olduğu vurgulandı. “ CHP, 1923-1970 arasındaki yaklaşık yarım yüzyıllık zaman parçasında temel değerleri itibariyle, Batı’yla karşılaştırılarak söylemek gerekirse merkez liberal/burjuva/sağ bir parti olarak nitelendirmedir.” (3)“Aslında ortanın solu, reel solun büyümesi karşısında kendi kökenlerinin giderek daha çok bilincinde olan CHP’nin Kemaliz’i yeniden dönüştürme ve onu bu kez, dönemin koşullarına uygun bir sol  anlam yükleyerek yeniden kurma girişimidir. İnönü’nün, o günlerde “biz eskiden de ortanın solundaydık; Atatürkçü’lük de ortanın solundadır” değişini bu bağlamda değerlendirmek gerekir” (4) Devlet kuran ve toplumu yukarıdan aşağı dizayn etmek zihniyetiyle hareket eden CHP evrensel her şeyi Kemalizm’in içine boca ederek  “ulusalcılık”  kazandırdığını düşünüyor. Bundan dolayı, “Türkiye’de meşruiyetçi merkez solun geleneği CHP’den, onun ‘ortanın solu’ ve ‘ demokratik sol’  açılımlarından başlatılıyor. ( 5) CHP’nin sol üstündeki bu vesayetçiliği, toplumun zihin dünyasında evrensel sol ideoloji politikalarla alakası olmayan, devletçi, orducu vesayetçi CHP ile özdeşleşmiş sol zihin dünyası oluştu.
Murat Belge, Türkiye’de sosyal demokrasiyi ve CHP’yi şöyle tanımlıyor. “ Türkiye’de, “sol” derken bunun içinde kendini “sosyal-demokrat” olarak tanımlayanları çok fazla düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’de bu kavram, başka birçok siyasî kavram gibi vahim anlam kaymalarına uğratılmış bir kavramdır. Bugünkü CHP’ye baktığınızda, ne demek istediğimi görüyorsunuz; ama ille “bugünkü”ne bakmak gerekmiyor, bu hep böyleydi. Türkiye’de kendine göre bir “komünizm” vardı; ama bir “sosyal demokrasi” yoktu, çünkü “sosyal demokrasi”, özellikle Dünya Savaşı sonrası koşullarında, bir “yeraltı hareketi” olarak var olamazdı. Daha önce de sık sık yazdığım gibi, onu “yer üstünde” var etmeyen güç, CHP’nin ta kendisiydi. Sonra günün birinde (altmışlarda, Türkiye İşçi Partisi siyaset yaparken) “millî şef”in “ortanın solundayım” diye bir beyanat vermesiyle bu partinin ne kadar “sosyal-demokrat” olacağı aslında o günden belliydi. O zamandan beri binlerce günübirlik olay, kavga, çatışma yaşandı. Ama genel gidişte hiçbir zaman ciddiye alınacak bir yön değişikliği görünmedi.
Onun için, kavramı ne olduğunu bilerek kullanan az sayıda birey dışında, CHP’yi ve Ecevit’in DSP’sini içine alan bir “sol”dan söz etmiyorum. Bunlar, Türk milliyetçiliğinin aktığı ana yatak üstünde kurulmuş partilerdir. Kendilerini baştan “sağ” olarak tanımlayan partilerden farkları, topluma değil, devlet’e bakışlarındadır.”  (6)   CHP kendini sol olarak tanımlarken, ideolojik temelini; laikçi, cumhuriyetçi, devletçi, milliyetçi ve bunların toplamı, Kemalist resmi ideoloji olarak tanımlıyor. CHP bu tanımı ve duruşuyla kendi dışındaki evrensel sosyal demokratları, liberalleri, Marksistleri hem etkilemiştir, hem de onların serpilip gelişmesinin önünü tıkamıştır. Sosyalist solun etkili olduğu dönemlerde CHP daha çok sol dan dan söz ederken,  sosyalistlerin güçsüz olduğu dönemlerde resmi ideoloji ve Kemalizm söylemi öne çıkmıştır. CHP 1960 sonrası dan başlayarak hem solun içinde, hem solun dışında olmuştur.
12 Eylül sonrası Türkiye siyaseti yeniden yapılanırken CHP geleneğinden gelen geniş bir kesim siyasal hayatta yeniden örgütlendiler.
“Sosyal Demokrat” sol da birlik girişimleri ve yaşanan ayrışmalar başlı başına bir araştırma konusu. Ancak, Halkçı Parti, SODEP birleşmesi, SHP ve CHP birleşme tartışmalarının tarihsel gelişmenin temel noktalarının altını çizerek not düşmek gerekiyor.
Halkçı Parti SODEP Birleşmesi ve SHP’in Ortaya Çıkışı
12 Eylül rejimi yeni bir anayasa hazırlayıp,  bu anayasa doğrultusunda siyaseti yeniden tasarımlamak istiyordu. 1982 Anayasası, 1.626.431 "red" (yüzde 8.63) oyuna karşılık,  17.215.559 "kabul" (yüzde 91.37) oyuyla kabul edildi.  Bir yıl sonra, 6 Kasım 1983 de genel seçimler yapıldı. İki sol parti kurulmuştu.   Birinci parti, CHP'nin eski genel başkan İsmet İnönü'nün de özel kalem müdürlüğünü yapmış olan Necdet Calp ve arkadaşları tarafından kurulan geleneksel CHP olarak tanımlanabilecek, Halkçı Parti. İkinci parti,  Erdal İnönü’nün genel başkanlığında, CHP sol kanadı, Avrupa sosyal demokrat değerleri savunan aydınlar, siyasetçiler ve sosyalist solun değişik fraksiyonlardan kişilerinde içinde yer aldığı Sosyal Demokrasi Partisi. (SODEP) CHP geleneği, geleneksel CHP ve Sosyal Demokratlar olarak ayrıştılar. Bu ayrışma çok kabaca şöyle de okunabilir. Resmi ideoloji ve Kemalizm ile sosyal demokrasinin evrensel değerleri ayrışması.
Milli Güvenlik Kurulu SODEP’in sol kimliğinden rahatsız olmuş olmalı ki, 12 Eylül sonrası yapılan 1983 seçimlerine SODEP’in katılmasına izin vermedi. “CHP seçmenine seslenen Halkçı Parti %30 oy almıştı.  SODEP seçimleri boykot etti. 24 Mart 1984 yerel seçimlerinde ANAP  birinci parti oldu.  Bu defa  SODEP ve DYP'de seçimlere katıldı. SODEP, ANAP'ın ardından ikinci sırayı alarak, CHP oylarının ve solun  SODEP'te toplanacağı  işareti ortaya çıktı.. 13 Nisan 1984'te toplanan SODEP 1.Küçük Kurultay'ında Genel Başkan Erdal İnönü solda tek çatının şart olduğunu söyledi. Temmuz ayında  İnönü ve HP lideri Necdet Calp birleşme konusunda prensipte anlaştıklarını açıkladılar.” (7) 1985 Haziran ayında Aydın Güven Gürkan Halkçı Parti genel başkanı seçildi ve birleşmeden yana olduğunu açıkladı. Hatta Gürkan birleşmeye 1985 yılında son CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit tarafından kurulan Demokratik Sol Parti'nin de dahil olmasını istedi ancak ret cevabı aldı.
29 Haziran 1985'te yapılan HP Büyük Kongresi'nde parti yönetimi önemli ölçüde değişti; daha önce partinin genel sekreterliğinde bulunan Aydın Güven Gürkan genel  başkan, Halil İbrahim Şahin de genel sekreter oldu. Gürkan'ın başkanlığında HP, SODEP ile birleşmek için yoğun girişimlerde bulundu. 17 Ağustos 1985'te Halkçı Parti küçük Kurultayı toplandı ve SODEP ile birleşilmesi yolunda ilke kararı aldı.
21 Eylül'de iki parti arasında birleşme protokolü imzalandı. 26 Eylül 1985'te Gürkan ve İnönü SODEP-HP birleşme protokolünü imzaladılar ve yeni partinin adını Sosyal Demokrat Halkçı Parti  (SHP)  olarak açıkladılar. 2 Kasım'da toplanan HP Olağanüstü Kurultayı partinin tüzük ve programıyla birlikte adını da Sosyal Demokrat Halkçı Parti  (SHP) olarak değiştirdi.
İkinci nokta, sosyal demokrat solda gerçekleşen birlik birleşme ile sonuçlanamadı.  Önce, Aralık 1986'da SHP’den    20 milletvekili  ayrıldı. 18 Milletvekili 1 Kasım 1985’te kurulan DSP’ye geçti.
SHP içinde  “CHP mirası ve program tartışması” yaşanıyor. Genel Başkan Erdal İnönü'nün  önerdiği Önsöze  Baykalcı  MKYK  üyeleri sert tepki gösteriyor.  Önsözü sunan 12 imzacıdan biri olan Mustafa Gündeşlioğlu, "reddi miras" suçlama­larına şöyle yanıt veriyor. CHP'nin ulusalcı karakterine, 1960'lı yıllardan sonra demokra­siyi özümsemeye çalışan yapısına elbet­te sahibiz. Sahip çıkmadığımız, Recep Peker, Şükrü Kaya, Kemal Satır, Tur­han Feyzioğlu'dur. 12 Mart müdahale­sini onaylayan, Muhsin Batur'u Cum­hurbaşkanı adayı yapan CHP çizgisine SHP'de yer yok, 78-79 döneminin ba­şarısızlığının sorumluluğunu üstlenmesi gereken bazı Bakanlar ve yöneticilerin sorumluluğunu SHP üstlenemez..." (8) SHP MKYK'sında bel­ki de ilk kez  yararlı bir tartışma ortamı yaratmış ve ana muhalefet par­tisinde  ciddi bir ideolojik kapışma­nın temellerini atmıştı.

SHP’nin Kimliği Tartışması
"Demokratik, Üretken Yeni Bir Türkiye İçin Temel İlkeler" başlığı al­tında hazırlanan Önsöz üzerindeki cid­di tartışma noktalarından biri, SHP’nin çoğulcu toplumun savunucusu olma­sı gerektiğini vurgulayan bölümüydü.
"Merkeziyetçi ve bürokratik bir dev­let solculuğuna ya da tepeden inmeci militarist akımlara özgü, halka tepeden bakan,  ideolojiden kaçınan, seçkinci olan, kendini halkın yerine koyup ka­rar verme özlemleri taşıyan anlayışla­ra kesinlikle karşıyız. Yerel yönetimle­rin güçlendirilmesi, sivil toplum örgüt­lerinin yönetime etken olması, demokratik devlet anlayışının temelidir... Bu bağlamda sosyal demokrasi her şeyden önce halka inanan ve güvenen çoğulcu toplumun ideolojisidir...." (9)  Önsözün bu bölümü en sert tepkiyi Baykalcılar'dan Atilla Sav tarafından görüyordu. Sav, Önsözü genelde de­mokratik alışkanlıklara aykırı olarak tanımladıktan sonra, ayrıca yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ilkesi ile üni­ter devlete zarar verici diyordu.
Önsözün "Özgürlüklerin Bütününe Sahip Çıkıyoruz" ara başlığı altındaki bölümü de yine Baykalcılar'ın sert eleş­tirilerine neden oluyordu:
Sosyal demokrasinin özgün kimli­ğini oluşturan ve onu başka sol anla­yışlardan farklı kılan özelliği, siyasal, örgütsel, sendikal, bireysel ve dinsel özgürlüklerin bütününe sahip çıkmasıdır, özgürlükler arasında ayrım yapmayışıdır. Özgürlüklerin sınırı Türkiye'nin bağımsızlığı ve bütünlüğüdür.
 Ana muhalefet partisinde "hizipçili­ğe" tepki olarak hiçbir grup ismi alma­dan bira raya gelen ve kendilerini "ilkeli birlik etrafında toplanan grup" olarak tanımlayan MKYK üyeleri tarafından savunulan bu görüşe Baykalcılar'dan Nail Gürman şöyle karşı çıkıyordu: "özgürlüklerin örgütsel kullanımın­dan ne amaçlanıyor? Düşünce özgürlü­ğünü özgürlük düşmanlarına mı tanıyacaksınız? Siz önce CHP'yi kabul edip etmediğinizi açıkça ortaya koyun. Siz CHP'yi reddediyorsunuz.
Aydın Güven Gürkan ise, Önsözün özellikle gi­riş kısmına itiraz ediyordu: Türkiye yeniden emperyalizmin kıskacına    gir­miştir şeklinde bir ifade kullanmanın, "Batı'yı bütünüyle emperyalist göster­mek olacağını" vurgulayan Gürkan, "Batı demokrasilerinde, benimseyece­ğimiz kurumlar ve değerler de yer almaktadır. Böyle bir genellemeye gidil­mese iyi olur" diyordu.
Önsözü hazırlayanlar tarafından kabul gören tek eleştiri de Aydın Güven Gürkan'ınkiydi.
Baykalcılar'ın kimisine göre "sol bir şov", kimisine göre, "sosyalist ve ko­münist ilkelere göre hazırlanmış bir me­tin" olan ve "imzasını atan" MKYK üyeleri tarafından da "ilkeli birliğin ilkeleri" olarak savunulan Önsöz de Baykalcılar tarafından itiraz gören bir diğer nokta da, "SHP emeğin kitle par­tisidir" ifadesiydi. Baykalcılar bu ifa­deye, "zaten karışık olan zihinleri da­ha da bulandıracağı" gerekçesiyle karşı çıkıyorlardı.
CHP kitle partisidir. Emeğin par­tisi ise sınıf partisi demektir. SHP'nin emeğe önem vermesi onu bir sınıf par­tisi gibi gösterme hakkını kimseye ver­mez. Bu belge solculuğun değil, hizip­çiliğin belgesidir. 
İnönü- Baykal Arasında Liderlik Çekişmesi
“SHP MKYK'sın da program görüş­meleri olaylı bir toplantıyla kapanır­ken, partideki taraflar bu kez tüzük için kapışmaya hazırlanıyorlardı. "İlkeli bir­likçiler" bu kez de bir tüzük taslağı hazırlığı içindeydiler. Hazırlanan tüzük taslağı önerisinin şimdilik kesinlik ka­zanan iki maddesi ise, Merkez Yönetim Kurulu'nun ve milletvekili adaylarının seçimine ilişkin olanlardı. Baykalcılar tarafından "Kurultay tarafından seçi­len MKYK içinde en fazla oyu alan üye­lerin MYK'yı oluşturması" savunulur­ken, Önsözcüler, "Kurultay tarafından seçilecek MKYK'nın kendi içinden en fazla 15 kişilik bir yönetim kurulu seç­mesi" görüşünü savunacaklardı. Bu modele Baykalcılar tarafından "yasal engel var" diye karşı çıkılması da, par­tiyi "yasal engellere sığınarak 12 Eylül mantığının çizdiği çerçeveye sıkıştırmak yanlıştır" diye eleştiriliyordu. Önsözcülerin, "üye yazımını özendirici ve mil­letvekili seçimlerinde alınan oya ağır­lık tanıyan milletvekili adaylarının se­çimine ilişkin sistemi" de şöyleydi: Her seçim bölgesinde üye sayısının üçte bi­ri kadar delege seçilecekti. Ancak bu delegelerin mahallelere dağılımı o böl­gede milletvekili seçimlerinde alman oya göre saptanacaktı."
Genel Başkan İnö­nü de, her zamanki gibi "tarafsız" kal­mayı yeğliyordu. Ancak İnönü, MKYK gündemine sunulan Önsöz konusunda, "çok yararlı olduğunu" belirtmekle birlikte, Gürkan, Akyol ile aynı noktada birleşiyordu. Önsöz oylanmayacak ve genel başkan tarafından yeni bir Ön­söz yapılacaktı. İnönü'nün bu tutumu siyasi çevrelerde Atilla Sav, Türkan Ak­yol gibi  parlak isimlerle politika yap­ma isteği olarak değerlendiriliyor. Ancak, yorumlara göre İnönü, Baykal'dan yana politika yapan bu yıldız­ları, kendisinden yana politika yapar görmeyi düşünüyordu.”(10)  SHP içinde, İnönü-Baykal eksenli mücadele pinpon topu gibi  gibi gidip gelmelerle devam etti.  Kurultaylar, erken kurultaylarda İnönü Genel başkan seçiliyor,  parti grubuna  Deniz Baykal hâkim oluyor ve Baykal genel sekreter seçiliyor.
Üçüncü önemli nokta, SHP içindeki İnönü-Baykal çekişmesi,  İnönü  ve çevresinin “sosyal demokrasi”   anlayışıyla, Baykal ve  çevresinin  CHP’nin devletçi, otoriter Kemalist  çizgisinin  kavgasıydı. Kırılma  noktası, Haziran 1989'da SHP Sosyalist Enternasyonal 'le tam üye oldu. Kasım 1989'da Paris'te düzenlenen "Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları" konulu bir konferansa parti yönetiminden izinsiz katıldıkları gerekçesiyle yedi SHP milletvekili partiden çıkarıldı. Bunun üzerine 10'u aşkın milletvekili ve bazı il örgütleri partiden istifa etti. Fehmi Işıklar'ın başkanlığında 1990 yılında Halkın Emek Partisi (HEP) kuruldular. Ekim 1991'de yapılan erken genel seçimlerde SHP, seçimlere katılmayan Halkın Emek Partisi (HEP) adaylarına  Kürt illerinin listelerinde yer verdi. Bu destek sayesinde SHP'nin oyları Güneydoğu'da yüzde 34'e yükseldi, ama Türkiye genelinde oy yüzdesinin 20.75'de kalması parti içinde Baykal yönetimindeki Yeni Sol grubun eleştirilerini yükseltti. Seçimlerden sonra TBMM açılışında Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye etmesi ortalığı karıştırdı. 21 Mart 1992 Newroz  Bayramı'nda çıkan olaylar sonucunda da SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler.
Kürtler Mecliste
1991 genel seçimleri öncesinde İnönü daha önce SHP milletvekili olan Fehmi Işıklar ve Ahmet Türk'ün de içinde HEP'le seçim ittifakı yaptı. Bu ittifak sonucunda içlerinde Hatip Dicle, Leyla Zana, Zübeyir Aydar, Orhan Doğan ve Selim Sadak gibi isimlerin de yer aldığı Kürt kökenli milletvekilleri Meclis'e girdi. İnönü bu ittifakı  'barış projesi' olarak ileri sürmüştü. Leyla Zana, Meclis kürsüsünden Kürtçe yemin edice ortalık karıştı. Zana ve Dicle partiden istifa ettirildi. Daha sonra da diğer HEP kökenli diğer milletvekilleri partiden koptular. Bir süre sonra da İnönü'nün karşı çıkmasına karşın dokunulmazlıkları kaldırılarak, terör örgütüne yardım ve yataklık suçlamasıyla tutuklandılar. HEP'li milletvekillerinin bir kısmı ise yurtdışına çıktı. Siyasi rakipleri faturayı İnönü'ye çıkardı.
CHP Yeniden Açılıyor
Dördüncü önemli nokta:  CHP’nin yeniden açılmasıdır. Haziran 1992'de 12 Eylül rejiminin ürünü eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa kaldırıldı. Eski partilerin açılabilmesi sağlandı. Bu karar en fazla CHP tabanını etkiledi. 3 Mayıs 1992'de CHP'nin hayatta olan son Genel Yönetim Kurulu üyeleri bir bildiri yayımladılar. Cumhuriyet Halk Partisi yeniden açılıyordu. Bildirinin altında imzası bulunanlar şu isimlerdir: Erol Tuncer, Hayrettin Uysal, Altan Öymen, Metin Somuncu, Metin Tüzün, Erdoğan Bakkalbaşı, Coşkun Karagözoğlu, Orhan Akbulut, Avni Gürsoy, Güler Gürpınar, Mehmet Gümüşlü, Hayri Öner, Celal Doğan, Nebil Oktay, Nail Atlı, Mehmet Dedeoğlu, Çetin Bozkurt, Hüseyin Doğan, İlyas Kılıç, İsmet Atalay, Orhan Vural.
9 Eylül 1992'de CHP 25. kurultayı 1980 öncesinde son kurultaya katılan delegelerle toplandı. Parti tekrar açılmıştı. Deniz Baykal ve Erol Tuncer'in girdiği genel başkanlık yarışını 679 oyla Deniz Baykal kazandı. Türkiye siyasetinde Baykal’lı dönem başlamış oldu.
26 Mart 1994 yerel seçimlerine aynı kulvardaki SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı girdi. Sonuç tek kelimeyle hüsrandı. Çünkü 3 sol partide toplam ancak %25 oy alabilmişti. Bir önceki seçimde kazanılan büyük kentler Refah Partisi'ne teslim edildi. CHP bu seçimlerde sadece %4.7 oranında oy alabildi. Sol oylar gitgide eriyordu ve birleşmekten başka çare yoktu. Çalışmalar başladı. 18 Şubat 1995'te toplanan kurultayda 1003 delege birleşmenin CHP, 635 delege de SHP çatısı altında olması yönünde oy kullandı.
18 Şubat 1995'te toplanan kurultayda 1003 delege birleşmenin CHP, 635 delege de  SHP çatısı altında olması yönünde oy kullandı. Bunun üzerine hemen toplanan SHP Kurultayı'nda 121'e karşı 508 oy ile parti feshedildi ve CHP'ye katılım kararı alındı. Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP Genel Başkanı seçildi. Çetin, CHP'nin 5. Genel Başkanı oldu. Birleşme sürecinde CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay, partiden istifa etti, yerine Adnan Keskin getirildi. 25 Şubat'ta yapılan seçimde Adnan Keskin Genel Sekreter oldu.
9 Eylül 1995'deki kurultayda ise Deniz Baykal genel başkanlığa tekrar seçildi.  Baykal ve ekibinden farklı düşünenler ya partiden ayrıldı, ya atıldılar. Baykal’la yarışa girenler hiçbir muhalif CHP içinde kalamadı. Yapılan tüzük değişiklikleriyle muhalefetin varlık hakkı ortadan kaldırıldı.  “Sosyal demokrat düşünceye, siyasete emek vermiş olan hiç kimse CHP içinde barındırılmadı. CHP bir "politbüro" ile idare edildi, o politbüronun elemanlarının bütün varlığı Baykal'ın iki dudağı arasından çıkacak söze bağlıydı. Sadece bir tek adamdan oluşan partide o adam geriye çekilince parti dizi üstüne çöktüğü için onlar da Baykal dönsün demekten başka bir şey yapamıyor.(11)
Baykal, CHP ve Sol
Beşinci ve son nokta, Baykal ve CHP  “sosyal demokrasi” çizgisinden uzaklaştı. Milliyetçi/ulusalcı otoriter- devletçi, darbeci, askeri vesayet rejimini savunan bir parti çizgisinden ödün verilmedi.  “Sosyal demokrat partiler program, ilke ve teorik temelde örgütlenen partilerdir. Bu tür partilerde farklı kanatlar olur. Bunlar fikirlerini açıkça ortaya koyar ve mücadele eder. Bu tür partilerin yönetimleri daima bir koalisyona dayanır. Oysa bunun tersi, yani tek adamlığa yaslanan partiler sağ partilerdir. Düşünce o partilerde geri itilir, gelenek, görenek, tepedeki kişiye bağlılık gibi birçok feodal davranış kalıbı yönetime ve yönteme hâkim olur. Bunu bize siyaset bilimi söylüyor. Oysa CHP'de her şey genel başkan tarafından biçimlendirilmiştir, tüm parti onun hegemonyası altında ezilmektedir. Türkiye'de sağ partilerde görülmeyen tabloların şimdi CHP'de sergilenmesi neyin ne olduğunu gayet iyi açıklamaktadır.
Bu durum bir tesadüf değildir. CHP'nin bu duruma gelmesi apolitik bir yapıya ve para-militer bir anlayışa tekabül etmektedir. Bu aşılmış, tükenmiş, tüketilmiş bir siyasettir. Fakat CHP aynı anlayışı ve yaklaşımı genel siyasette de ideolojik tavır olarak benimsemiştir. CHP'nin ülke düzeyindeki siyasette ve onu hazırlayan ideolojik plandaki eksiğiyle iç mekanizmalarındaki anti-demokratik tutum arasındaki özdeşlik ne tesadüfîdir ne anlamsız... Tersine, birbirini besleyen süreçlerdir bunlar.
CHP'nin her iki düzeyde de yaşadığı büyük, derin ve tüketici bunalımın nedenleri şimdi daha iyi anlaşılıyor. (12) Değişen dünya ve değişen Türkiye’yi anlamayan Baykal ve ekibi  CHP’nin  iktidar olmasını  askeri darbeler, askeri ve yargı vesayeti üstünden mümkün görüyordu.  Solculuk eşittir laiklik paradigması üstünden  çatışmacı dil ve siyasetle, laik anti laik kutuplaşması üstünden  meydana gelecek gerginliğin çatışma  noktasına gelmesi ve  askeri darbe yoluyla, askeri vesayetin siyasal  ayağı olmayı düşünüyordu.  Bundan dolayı parti içinde bu politikaları onaylamayan, eleştirenler CHP dışında kaldı.
Deniz Baykal Türkiye siyasal hayatında Demirel’den sonra ikinci figürdür. Madolyonun iki yüzü gibidirler. İnönü-Bayar ne ise, Demirel-Baykal’da aynıdır.  Baykal CHP’si klasik Kemalist CHP’dir.  Baykal’ın solla kelime düzeyinde bile ilişkisini olmadı “4 Ekim 2005 ve 26 Eylül 2006 tarihleri arasında 33 kere grup konuşması yapmış. Bu 33 grup konuşması alt alta konulduğunda 369 sayfa, 20,545 satır ve 239,711 kelimelik kocaman bir yazı oluşturuyor.
Sosyal demokrat olduğu genel kabul görmüş bir partinin genel başkanı olan Deniz Baykal, bir sene içerisinde kullanmış olduğu 239,711 kelime içerisinde sizce "sosyal demokrat" kelimelerini kaç kere kullanmış olabilir? Ya da sosyal demokrasiye kaç kere atıfta bulunmuş olabilir?
Bir başka deyişle "Sosyal demokrat bir iktidarda şu şu sorunlara şu şu şekilde çözüm getireceğiz" ya da "Sosyal demokrat bakış açısından baktığımızda..." vb. kalıpları kaç kere kullanmıştır?
…Grup konuşmalarını bir yazı programında alt alta yazıp arama motorunu kullanarak metni taradığımızda görüyoruz ki bu rakam sadece "11"dir. Deniz Baykal, yapmış olduğu 33 grup konuşmasının sadece dördünde toplam olarak 11 kere "sosyal demokrat" demiş. Başlı başına çarpıcı olan bu saptama, kullanılma amaçlarını detaylı incelediğimizde daha da ilginç sonuçlara varmamızı sağlıyor.
Baykal, bu 11 kullanımın altı tanesini (yani yarıdan fazlası) 25 Ocak 2006 tarihli konuşmasında Aydın Güven Gürkan'ı kaybetmemizin ardından yaptığı konuşmada kullanmış. Bu konuşmadan örnek verecek olursak, "...salı günü çok değerli bir 'sosyal demokrat' arkadaşımızı toprağa verdik... 1980 sonrası 'sosyal demokrat' hareketin içine sürüklendiği dağınıklığın... 'sosyal demokrat' dünyanın başı sağ olsun..." vb. cümleler içerisinde yani daha çok Aydın Güven Gürkan'ı ve parçası olduğu sosyal demokrat dünyayı nitelerken.
29 Kasım 2005 tarihli konuşmasında ise bir kere onda da Willy Brandt'ı nitelerken ("...Alman 'sosyal demokrat' lider Willy Brandt...") kullanmayı tercih etmiş.
Kalan dört kullanımın üç tanesini, 30 Mayıs 2006 tarihli konuşmasında görüyoruz. Bu konuşmasında "Türkiye'yi yönetenler ister sağda olsunlar, ister solda olsunlar, ister muhafazakâr olsunlar, ister liberal, ister 'sosyal demokrat', bu tehlikelerin..." cümlesi içerisinde kullanmış. İki kere ise aynı cümle içerisinde tekrarlayarak "Biz, Atatürk ilkelerine dayanan bir demokratik, sol, 'sosyal demokrat' bir siyasi partiyiz, 'sosyal demokrat' bir partiyiz biz..." demiş.
Deniz Baykal, 9 Mayıs 2006 tarihinde yaptığı grup konuşmasında, bir kere de "Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, sakatların sorununun hepimizin ortak sorunu olduğuna inanıyoruz. 'Sosyal demokrat' bir partinin öncelikle sahip çıkması, ilgilenmesi gereken bir konu olduğunun bilincindeyiz " cümlesi içerisinde kullanmış...
Yani hepi topu son bir yıl içerisinde yapılan 33 konuşmada, kabaca birer saat desek 33 saat konuşularak CHP'nin sosyal demokratlığına ve sosyal demokrat politikalara sadece iki kere (9 Mayıs ve 30 Mayıs 2006 konuşmalarında) atıfta bulunduğu görünüyor.
Özetleyecek olursak, Deniz Baykal son bir yıl içerisinde yapmış olduğu grup konuşmalarında bir kere "sosyal demokrasi" kelimelerini kullanmış (29 Kasım 2005), bir kere CHP'nin solculuğuna vurgu yapmış (30 Mayıs 2006), iki kere de "sosyal demokrat" kelimelerini CHP ile ilintilemiş (30 Mayıs 2006 ve 9 Mayıs 2006). Öte yandan ilginç bir başka gözlem, grup konuşmaları sırasında Deniz Baykal'ın en çok kullandığı kelimelerden birisinin "tehlike" olduğudur. Deniz Baykal 33 grup konuşmasında tam 232 kere, yani kabaca konuşma başına yedi kere "tehlike" demiş. (13)  Baykal’lı CHP sol olmadı, olmak da istemedi. Çatışma ve tehlike üstünden normal olmayan yoldan iktidar olma arzusuna da ulaşamadı. Ancak CHP’nin tehlike ve korku siyaseti CHP ve sosyalist solun etkiledi. Solun milliyetçi, ulusalcılaşmasını körükledi.
CHP’nin Türkiye’nin siyasal hafızasında iki yeri oldu. Birincisi, halkla, halkın inanç ve değerleriyle barış olamaması ve bunları gericilik olarak görmesi. İkincisi,  birinci zihniyetinin sosyalist sol tarafından “ilerici, antiemperyalist” ve solcu görülmesi.  “ CHP'nin "sol" bir parti, solda bir parti olabileceğini ama "solcu" bir parti olamayacağı kanısındayım. Çünkü dünyanın bundan böyle merkeze kaymış bir sola daha açık olduğu, olacağı ama klasik terminolojiyle biçimlenmiş ve belirgin bir katılığı simgeleyen bir solculuğu benimsemeyeceği “ (14) söylenebilir. Bu durum, ‘potansiyel’ CHP’yi sol içinde tutuyor.  CHP’nin sol adına değişebileceği umudunu diri tutuyor.
 Baykal'ın partiyi çektiği sağ muhalefetin yetersizliği ve CHP'nin bir kere daha sınıfsal tabanlı bir sol oluşumla dönüşme ihtiyacı 2011’de nüksetti. Değişen dünyayı ve değişen Türkiye’yi doğru okuyamayan Baykal ve ekibinin sol, sosyal demokrat lisansı ellerinden alındı. Baykal,  Haziran 2008’de Başkan Yardımcısı olduğu Sosyalist Enternasyonal’den ihraca kadar ulaşabilecek sert tepkiler alacağı kesinleşince, Atina’daki toplantıya gitmeme kararı aldı. 1951 yılında kurulan Sosyalist Enternasyonal’e CHP, Bülent Ecevit’in genel başkan olduğu 1976’da üye olmuştu.
Ve bir gün haber ajansları, gazeteler şu haberi geçti: “Baykal, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, ''günlerdir beklenen değerlendirmesini ve kararını açıklayacağını'' belirtti. Baykal şöyle konuştu:
''Bu bir kaset olayı değildir, bir komplodur. Komplo, hukuk dışı, ahlak dışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken bazen haneye tecavüz edersiniz. Duvarlara, eşyalara gizli kameralar yerleştirirsiniz. Gizli çekimlerle insanların en korunaksız görüntülerini alırsınız, kesersiniz, biçersiniz, aktarırsınız, montaj yaparsınız çarpıtırsınız. Böyle yaparken de dünyanın her yerinde bütün  dinlerin, bütün rejimlerin, bütün ahlak anlayışlarının güvencesi altında olan insanoğlunun mahremiyetine tecavüz edersiniz. Ağır haya ve utanç bunu yapanlar için anlamını kaybeder. İnsanların şerefleri onların umurlarında değildir. Önümüzdeki komployu gerçekleştirenler, bunu sapık oldukları için ya da ticari kazanç sağlamak için veya şantaj yapmak için düzenlememişler, siyaset yapmak için düzenlemişlerdir. Ahlaklarına, vicdanlarına uygun bir siyaset.''
Parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında kendisine yönelik iddialarla ilgili açıklamalarda bulunan Baykal, ''Bu tablo karşısında bana da bir görev düştüğünün farkındayım. Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım. Bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim. Eğer bunun bir bedeli varsa ve bu bedel CHP Genel Başkanlığından ayrılmaksa o bedeli de ödemeye hazırım'' dedi. Baykal, şöyle konuştu: ''Ana muhalefet liderine yönelik bu kadar kaba kanunsuzluk, bu kadar kaba ahlaksızlık, bugünlerin ortamında iktidarın bilgisi ve onayı olmadan gerçekleştirilemez, piyasaya sürülemez. Komployu ayıplar gibi yapanlar aslında bizzat ayıbı işleyenlerdir. Bu çerçevede başka bir sorumlu arayışına çıkacaklara yardımcı olmak üzere, ABD'den, Pensillvanya'dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da belirtmek isterim.Hukuksuz ve ahlaksız komploları temel alan, 'çok ayıp ama' diye başlayan yorumlarla hesap sormaya, siyaset düzenlemeye çalışanlara da söyleyecek bir sözüm var; ahlaksız ve hukuksuz komplolara itibar ederek ne ahlakı ne hukuku ne de siyaseti savunamazsınız. Komplo yapanlar zaten işlerini sizlere güvenerek yapıyorlar. Komploculuğa hayat alanı açanlar 'çok ayıp ama' diyenlerdir. Hukuksuz ve ahlaksız komploları hazırlayanların ve onların komplolarına itibar edenlerin, dürüst ve onurlu insanların manevi cesetlerini çiğneyerek nereye kadar gidebileceklerini hep beraber göreceğiz. Bunun nasıl bir Türkiye oluşturmakta olduğunu er geç anlayacağız. Kendinden menkul bir ahlak zabıtalığını bizzat deruhte edenlerin insanlık tarihi boyunca Hz. Peygamberden başlayarak günümüze kadar ne mağduriyetlere yol açtıklarını çok iyi biliyoruz. 
Bu tablo karşısında bana da bir görev düştüğünün farkındayım. Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım. Bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim. Eğer bunun bir bedeli varsa ve bu bedel CHP Genel Başkanlığından ayrılmaksa o bedeli de ödemeye hazırım. Benim CHP Genel Başkanlığından istifa etmem hiçbir şekilde bu komploya teslim olmak ya da kaçmak anlamına gelmez. Tam tersine bu bir meydan okumadır. Bu anlayışla bugün CHP Genel Başkanlığından istifa ediyorum. Bu komplonun hedefi sadece ben değilim, aynı zamanda CHP'dir. CHP de bu kirli tezgahlar karşısında yolunu seçmek zorundadır. Benim istifa kararım, hem Türkiye siyasetini hem CHP'yi yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkan tanıyacak hem de CHP'ye bu komplo ile hesaplaşma fırsatı verecektir.''
'Bu komplo bugünkü siyasi konjonktürün eseridir, yıllardır bekletilen bir kaset yoktur. Bir kaset ele geçirilmiş değildir. Bir komplo imal edilmiştir, taze, iki haftalık bir komplo vardır. Bu komplonun hedefi bir kişi değildir, onun çok ötesinde CHP'nin neredeyse tek başına yürüttüğü, Cumhuriyete, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne sahip çıkan sivil darbeye, sivil dikta rejimlerine karşı vermekte karşı vermekte olduğu mücadelesidir. Bu komplo CHP'nin Anayaysa ve rejim kavgası vermekte olduğu bu son iki hafta içinde düzenlenmiş ve piyasaya sürülmüştür. Komplo tezgahı malzemeleriyle çekimleriyle günceldir, tazedir. Meskene tecavüz ve ileri teknoloji kullanımı yoluyla tezgahlanan, bu komplonun iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden, bir muhalefet partisi genel başkanına karşı bu kadar fütursuzca icra edilebilmesi mümkün değildir. Ana muhalefet liderinin hukukuna, ahlakına tecavüz eden, bu kadar kaba bir komplo tezgahının iktidar zirvesinin bilgisi ve onayı olmadan son iki hafta içinde hazırlanıp piyasaya sürülmesi söz konusu bile olamaz. Olay sonrasında sergilenen sözde iyi niyetli, hakşinas olmaya çalışan yapay tavırlar, üzüntü beyanları perde arkasındaki tezgahın suçluluğunu örtbas etmeye yetmez.''

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ''Deniz Baykal'ın ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin ötesinde, bütün Türkiye olarak hepimiz hileye ve şerre dayalı bir kalleşlik politikasına 'dur' demek zorundayız. Umarım bütün bu yaşananlar ve benim istifam Türkiye'de yeni bir uyanışın başlangıcı olur'' dedi.

Baykal, şöyle devam etti: ''Yalansız, dürüst, cesur bir duruş sergilemek sadece benim işim olmamalıdır. Deniz Baykal'ın ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin ötesinde bütün Türkiye olarak hepimiz hileye ve şerre dayalı bir kalleşlik politikasına 'dur' demek zorundayız. Umarım bütün bu yaşananlar ve benim istifam Türkiye'de yeni bir uyanışın başlangıcı olur. İnşallah, bir kez daha şerden bir hayır çıkar, hile hurda yapanlar değil dürüst ve namuslu olanlar kazanır. Bu olayda ve bugüne kadar bütün iyi kötü günlerimde bana destek olanlar, sahip çıkan her siyasi düşünceden vatandaşlarıma, Cumhuriyet Halk Partisi'nin vefakar, fedakar, yiğit örgütüne, birlikte görev yaptığım çalışma arkadaşlarıma, üzerimde emeği olan, hakkı olan tanıdığım, tanımadığım bütün insanlara, refahları ve mutlulukları için yaşam boyu uğrunda mücadele ettiğim bütün vatandaşlarıma, bize kızan, bizi seven, oy veren vermeyen, üzerimde hakkı olan olmayan herkese yaşamımın her anını anlamlı kıldıkları için teşekkür ediyorum. Ben sizlere hakkımı helal ediyorum, siz de hakkınızı bana helal ediniz. “ dedi. CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa eden Deniz Baykal, Beysukent'teki Angora Evleri'ndeki konutuna geçti”. (15)  Bu istifanın ne alma geldiği  uzun uzun tartışıldı. Baykal tarihini bilenlerden bazıları, “ O gene gelecektir” dedi. Başkaları,  Baykal için “tarihin sonu”  dedi. Aslında Baykal özelinde olup bitenler, Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, ideolojisi, siyaset tarzının sonuna gelinmişti.  İkinci Adam, İnönü’nün söylediğ gibi “ Dünya yeniden kurulur, Türkiye’de yerini bulur”  sözündeki gibi.  Değişen dünyada CHP yerini nerede bulacak sorusu,  aynı zamanda yeni bir sol oluşum tartışımasının önüne CHP’yi koydu.

Değişen Türkiye’ye ve Yeni Bir CHP mi?
 Baykal sonrası CHP nasıl bir CHP olacak?  Bu sorunun yanıtı:  CHP’nin,  değişen Türkiye’yi nasıl okuyacağına bağlı.  Askeri vesayetten kurtulan,  sosyal, siyasal tarihiyle barışma süreci içindeki Türkiye’yi geleneksel Cumhuriyet orta sınıfının nasıl okuyacağı ve CHP’nin bu okumayı nasıl anladığı ve kendisi değişirken,  CHP’nin geleneksel destekçisi sosyal sınıfların değişimine sunacağı katkıya bağlı. Baykal sonrası,  Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP, kendi tarihiyle Kemalizm’le radikal olmayan bir kopuşu gerçekleştirebilir mi?  Gerçekleştiremez mi?  Bu sorunun yanıtı: CHP’nin ideolojik, sınıfsal kimliğinin tarihsel süreç içinde  ‘tutarlı’ olduğunu gösteriyor. Kendisini Cumhuriyetin kurucu ideolojisi ve cumhuriyet devletiyle özdeşleştiriyor.  Hasan Bülent Kahraman Kemalizm, sol ve CHP’yi şöyle   tanımlıyor:“Bugüne kadar birçok yerde beş farklı Kemalizm olduğunu belirttim: 1960'ların sol, 1970'lerin sağ, 1980'lerin bürokratik, 1997'nin laikçi, 2000'lerin ulusalcı Kemalizm’i... Bunlardan başka bir de çok genel bir modernleşme anlayışının Kemalizm’i var”  (16) ve yeniden yapılanma sürecinin içinde olduğunu gösteren adımlar atmaya başladı.
“Sadece CHP’de değil kamuoyunda da bir Kılıçdaroğlu rüzgârı estiği açık. Kılıçdaroğlu, kurultay konuşmasında rejim tartışmalarına girmedi. İdeolojik yönü ağır basın bir konuşma yapmadı. Daha çok reel sorunlarla ilgili konuştu. Eleştirilerini bu noktalarda yoğunlaştırdı. İşsizliği, gelir uçurumunu, diğer eşitsizlikleri öne aldı.
Bu yaklaşımına zaman zaman “68 kuşağı”nın simgelerini, sloganlarını kattı. Halkçı bir imaj çizdi.” (17) Gürsel Tekin’in  tekliniyle,  kasket,  kareli gömlek, boğazlı kazak imajıyla 68, Ecevit modeli simgeler üstünden solculuk denemesi yapıldı veya yaptırıldı.   CHP 2012 Genel kurulu sonrası CHP içi boşta olsa “yeni sol” söylemini  dile getirmeye başladı.
Yeni CHP’nin ilk çıkışı, “Kürt Sorunun” çözümü için Mecliste Komisyon oluşturulması bu olamaz ise, “akil adamlar”   komisyonu oluşturulmasını önerdi.  Uzunca bir zaman, reel politika yapmayan CHP’nin bu çıkışı, CHP’nin demokrat kesiminde, liberal, sol aydınlar arasında bir umut ışığı olarak görüldü. Demokratikleşme sürecinde CHP’nin rol oynama umudu ortaya çıktı.
Kılıçdaroğlu bu ihtiyaca cevap verir, veremez. Onu zaman gösterecektir. Ne var ki, onu adaylığa bu dinamik itmiştir. Buna bağlı olarak şunu belirteyim: eğer Kılıçdaroğlu bundan böyle partiyi, tıpkı Ecevit'in 1970'lerde CHP'yi AP'lileştirmesi gibi, AK Parti'lileştirirse CHP toplumsal bir momentum yakalayabilir.
Bunu Kılıçdaroğlu'nun tek başına yapması olanaksızdır. Bugünkü dünyada sol artık çok farklı anlamlar kazanmıştır ve çok zor bir problem odağıdır. Aynı şekilde diğer siyasal ideoloji kavramlarının da anlam kaymalarına, değişmelerine uğradığı bir çağdayız. “Türkiye'nin en örgütlü siyasal makinalarından biri CHP ve kendisini çok uzun bir süre sol olarak tanıttı. Bu büyük bir ayıptı. Çünkü insanlar şimdi sol denilince, CHP'yi ve iddialarını kabul ediyor. Onu sol sanıyor. Oysa, solu, sosyal demokrasiyi hatta hatta Kemalizm’i bile bir yana bırakalım, CHP 20 yıl boyunca düpedüz militarist, bürokratik, vesayetçi bir parti oldu. Toplumsal dönüştürümün sosyolojisini bile kavramakta aciz kaldı.

Şimdi değiştim falan diyor ama özü yok. Bu soldan bir değişme değil. Sınıfsal tercihler üstünden bir değişme iddiası değil. Gündelik siyasetin popülist söylemine oturan bir iddia. Kurama ve modele dayanmayan bir sol hamle olmaz. CHP'nin de Kemalizm, Cumhuriyet, Altı Ok falan diyerek bunu yapacak hali yok. Yani o da hâlâ 1970'lerin efsanesiyle ilerliyor. “ (18) “Tek Parti dönemi CHP'si kültürel ve siyasal bir modernleşmenin, benim tabirimle, pasif modernleşmenin partisi idiyse Baykal'ın CHP'si de sadece hukuksal ve hatta kültürel planlarda siyaset yapmayı seçti. Öyle davranırken ordu gibi, sosyolojik temsil gücü olmayan diğer gruplar gibi odaklarla kendisini bütünleştirdi. CHP kitleden, toplumun ürettiği yeni sosyolojilerden de bu dönemde kopmuştur. Modern politikanın özünü meydana getiren talep temsil ilişkisi bu parti için geçerliliğini yitirmiştir. Bugünkü CHP kadroları, yönetimi bu toplumda kimin, neyin temsilcisidir sorusuna cevap verebilecek bir tek kişi var mıdır? Hele ancak külahlara anlatılabilecek biçimde sol olduğunu söyleyen bir parti bu gidişle ancak bugünkü noktaya varabilirdi. Şimdi taban, temsil ve talep eksenine dönerse CHP, Türkiye'de de reel problemler etrafında bir sol siyaset üretilebilir. Demek ki, her şeyin başı taban, toplum ve ideolojidir.”   CHP için söylenen bu saptama, sosyalist sol içinde geçerlidir. Sosyalist sol 12 Eylül darbesinin hemen ertesi gününden başlayarak değişim ve yenilenme arayışı içinde oldu. Legalde, illegalde, yurt içi ve yurtdışında, Marksist, sosyalist sol gruplar çok değişik birlik girişimlerinde bulundular. Büyük umutlarla birçok sol birlikler oluştu. Oluşan bu birlikler “BİR” olamadılar, büyük umutlar çok uzun ömürlü olamadı. CHP geleneğinde yaşananların benzeri Marksist, sosyalist solda da yaşandı diyebiliriz.

DİPNOTLAR
1-Kim Dergisi, 13 Ağustos 19652-Kim Dergisi, 13 Ağustos 19654-H.B.Kahraman, Yeni Bir Sosyal Demokrasi  İçin, İmege yayınları, s,1075-H.B.Kahraman, Yeni Bir Sosyal Demokrasi  İçin, İmege yayınları, s,146-Murat Belge, Taraf, 10 Nisan 20107-Cumhuriyet Gazetesi, ''Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yılı'', 20038-Y
eni Gündem 15-21 Mat1987, SHP'nin program çalışmalarında ideolojik kapışma Serpil Bildirici,
9- Gündem 15-21 Mat1987, SHP'nin program çalışmalarında ideolojik kapışma Serpil Bildirici,
10-Yeni Gündem 15-21 Mat1987, SHP'nin program çalışmalarında ideolojik kapışma, Serpil Bildirici,
      
11-H.Bülent Kahraman Sabah 21.5.20101
2-H.Bülent Kahraman Sabah 14.5.2010
13- Yrd. Doç  Kemal Kılıç, Radikal, 15/10/2006  14-H.Bülent Kahraman Sabah 19.5.2010 15- H.Bülent Kahraman Sabah, 10 Mayıs 201216-H.B.Kahraman Sabah 30.05.201217-  Fikret Bila, 9 .6. 2012, Milliyet,18-H.B Kahraman, 18.5.2012, Sabah,19-H.Bülent Kahraman Sabah 14.5.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder