7 Nisan 2014 Pazartesi

Halk egemenliği ve özgürlükler


Ümit Kardaş Küyerel
Jean-Jacques Rousseau
’ya göre, egemenlik, genel iradenin kullanılması demektir. Genel iradenin birinci özelliği ise devredilemez oluşudur. Egemen kişi ancak kendi kendini temsil eder. Devredilemeyen egemenlik ise temsil de edilemez. Rousseau’ya göre bu nedenle milletvekilleri milletin temsilcileri değildirler. Bu kişiler milletin bazı işlerle görevlendirdiği görevlilerdir. Halk kendine temsilci seçtiği anda köle olur. Özel irade kişisel çıkarlara yöneliktir, genel irade ise eşitliğe.


Demokraside yasayı yapan da uygulayan da egemen toplumun çoğunluğu olduğundan,Rousseau demokrasinin ancak tanrıların toplumunda uygulanabileceğini düşünür. Yasayı yapanla uygulayanın aynı kişi olmasının iyi olmadığını ve özel çıkarların kamu işlerini etkileyebileceğini, bunun ise çok kötü olduğunu belirtir. Rousseau’ya göre demokraside yurttaş her an kendi kendine “tehlikelerle dolu özgürlüğü, köleliğin rahatlığına tercih ederim”diyebilmelidir.
Liberal doktrinin kurucusu Benjamin Constant ise Rousseau’nun halk egemenliği kavramının özgürlüklere ters düştüğü inancındadır. Özgürlüklerin halk egemenliğine karşı korunması gerektiğini, Rousseau’nun demokrasi anlayışının anti-liberal ve özgürlüklere aykırı olduğunu belirtir.
Constant, ilke olarak egemenin halk olduğunu ve hiç kimsenin yurttaşların oylarından kaynaklanmayan bir egemenliği, iktidarı kullanma hakkı olmadığını söyler, ancak asıl hedefin halkın egemenliğinin sınırlanması olduğunu belirtir. Egemenlik sınırlanmadığı takdirde, bireyleri hükümetlere karşı koruyacak hiçbir imkân kalmaz. Rousseau’nun ifade ettiği gibi, hükümetlerin genel iradeye uymaları gerektiğini söylemek yetersiz kalır. Çünkü bu iradeyi belirleyenler iktidarda olan hükümetlerdir.
Constant’a göre kişi özgürlüğü ve güvenliği, vicdan, düşünce ve inanç özgürlüğü ve bu özgürlüklerin uzantısı olan basın özgürlüğü iktidarın sınırını oluşturur. Hiçbir iktidar meşruiyetini kaybetmeden bu kutsal hakları ihlal edemez. Constant, tüm toplumun iradesinin dahi gerçekte adil olmayan bir şeyi adil yapamayacağını, halkın muvafakatinin de gerçekte gayrimeşru olan bir durumu meşrulaştırmaya yetmeyeceğini söyler.
19. yüzyılın ilk yarısında yaşamış, “Amerika’da Demokrasi” isimli önemli eserin sahibi, Fransız düşünür, hukukçu ve siyasetçi Alexis de Tocquevilledemokraside despotizm tehlikesine değinir ve bu despotizmin tek ve merkezî olan iktidarda dayanak bulduğunu söyler. Ara iktidarların olmaması merkezî iktidarın faaliyet ve etki alanını genişletir. Bu nedenle ademimerkeziyet sistemini bu baskıyı azaltıcı bir araç olarak görür. Tocqueville’e göre, basın özgürlüğü, özgürlüklerin bekçisi olan bir yargı ve şekillere uyma despotizme gidişi engeller. Özellikle şekle uyma yöneticileri yasalarda belirlenen birey çıkarlarını dikkate almaya mecbur eder, böylece iktidarın sınırlanmasını ve bireylerin iktidarla işbirliği yapmalarını sağlar.
Halkın, sandıkta belli bir oy oranı ve seçim sisteminin sonucu olarak tecelli eden iradesini, iktidarın ve demokrasinin tek dayanağı sayan görüşler 19. yüzyılda aşılmış, hak ve özgürlükler, yargı denetimi, ademimerkeziyet bu iradeyi sınırlayan unsurlar olarak kabul edilmiştir. Yani bu unsurlar demokrasinin kırmızıçizgileridir. Halk tarafından seçilen iktidar bu sınırları aşamaz.
Halkın oyuyla iktidara gelip aynı şekilde iktidardan gitmek tartışılmaz bir ilkedir. Ancak iktidara asıl meşruiyeti sağlayan husus hak ve özgürlüklere ve yargı denetimine karşı aldığı tutumdur. Kuşkusuz katılımcılığı, çoğulculuğu ve kanun önünde eşitlik ilkesini de bunlara eklemek gerekir.
Demokrasi, sadece seçimde bir partinin aldığı oy oranları üzerinden değerlendirilebilecek bir rejim değildir. Birçok siyasetçi, gazeteci ve akademisyenin yüzeysel değerlendirmeleri demokrasi kültürü konusunda nerede olduğumuzun hazin bir göstergesidir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder