6 Mayıs 2013 Pazartesi

YENİ-YETMEZ AMA EVETÇİLİĞE HAYIR!

Ana Fikir  08/04/2013
ABD emperyalizminin 21. Yüzyılın başlarında Ortadoğu’da yürütmekte olduğu politikalarını doğru
 okuyamayan ya da bu bölgede Batılıların gerçekleştirmeye çalıştıkları yeni emperyal projeyi görmeyen, görmek istemeyen siyasetçi, yazar ve birçok entelektüelden oluşturulan yürüyüş kolu koşullara göre kalabalıklaştırılır. Bu kalabalık, kriz dönemlerinde (bu krizler amaca ulaşmak için teşvik edilir), büyük dönüşümlere ihtiyaç duyulduğu için topluma bir fikri veya politikayı kabul ettirmek gerektiği zamanlarda yeni katılımlarla büyütülür. Bu kesime yeni katılımların önü; çeşitli siyasi yöntemlerle, propaganda bombardımanlarıyla, uluslar arası ödül ve teşviklerle, yardım adı altında verilen rüşvetlerle veya kaoslar ve karışıklıklarla açılmaktadır. Büyük ve etkili psikolojik harekâtlarla (bu gerçeği Başbakan da itiraf etti) toplumun gözü boyanarak yanlışlar doğru gibi halka kabul ettirilir. Ülkeyi emperyalistlerin ve içerdeki uzantılarının istedikleri şekilde yönetmeleri için ortam bu harekâtlarla olgunlaştırılmakta ve “baldıran zehiri” topluma rahatça içirilmektedir. Bu zehiri toplumun geniş kesimlerine içirebilmek ve daha etkili tesir etmesini sağlamak için egemen sınıflar her defasında “sol”dan yeni birilerinin desteğini (doğrudan veya dolaylı) almaktadır.

Yakın zamanlarda, önce 12 Eylül Anayasa referandumunda “sol”dan birçok insanı ayarttılar ya da onlar zaten karşı tarafın soldaki uzantılarıydılar da ihtiyaç hâsıl olunca ait oldukları saflara geçtiler. Özellikle Brüksel hattının öncülüğündeki kesimlerin soldan parça kopartmak için attığı ikinci adım 12 Eylül cuntasını oluşturan Paşaların yargılanmaları sırasında gerçekleştirildi. Bu yargılamalara gürültülü bir şekilde bütün solu “müdahil” olarak dahil etmeye çalıştılar. Böylece ilkesizlik aşısını bütün devrimci-sosyalistlere yaparak “yetmez ama evetçi” cepheyi büyütmeyi ve solu solsuz bırakmayı amaçladılar. Bu konuda ciddi başarılar da elde ettiler. Şimdi üçüncü ve daha önemli bir adımı atıyorlar. Bu adımın birçok adı var. “Açılım süreci” ve sonra “Oslo süreci” olarak başlatıldı, “İmralı süreci” olarak devam etti, sonra “Analar ağlamasın” adını verdiler ve en son da adı “Barış süreci” oldu. Elbette ki herkes “analar ağlamasın”, “kan akmasın” ve “barış olsun” der. Ama sosyalistler, her siyasal ve toplumsal konuda olduğu gibi bu gelişme karşısında da “neden-sonuç” ilişkisini ve “zaman-mekan” ilişkisini kurarak en doğru değerlendirmeyi yapmaya çalışır. Estirilen hümanist rüzgarın propagandasına ve saf hayallere kapılmadan bu işin ne gibi siyasal sonuçlar yaratacağını, gidişin ne yöne doğru olduğunu, kimlerin işine yarayacağını ve kimlerin bu gelişmeden zarar göreceğini görür ve ona göre politika belirler. Bu konuda geçmişte ne demiş, hangi koşullarda ne gibi tavırlar takınmış onlara bir göz atar, tarih bilincini harekete geçirir. Ayrıca konunun muhatapları, gerçek planlayıcıları kimler; onların tarih içindeki yerleri nedir gibi önemli soruların ve cevaplarının üzerinde durulması gerekmez mi?
Öte yandan bu gelişme ile birlikte sola içirilmeye çalışılan “baldıran zehiri”ni anlama ve idrak etme zahmetine katlanmayanların ya da intihar etmek isteyenlerin herkesi yanlarında sürüklemeye haklarının olmağını da açıklıkla, herkesin önünde söylenmesi zamanının geldiğini düşünüyoruz.
Emekçi sınıfların çıkarları ve ülkenin geleceği üzerinde yapılan siyasette duygusallığın yerinin olmadığını vurgulamak zorundayız. Özellikle sorunlara emekçi kitlelerin çıkarları açısından bakanlar için öncelikle politik anlamda birliktelik ve ideolojik ortaklaşma önemli olmaktadır. Yanlışta ısrarı politik tercih haline getirenler için artık yapacak bir şeyin kalmadığını üzülerek de olsa kabullenmek ve söylemek zorundayız.
Devrimci-Sosyalist solun bu ülke topraklarına elli yıldır ekmeye çalıştığı tam bağımsızlıkçılık, emekçi demokrasisi, ekonomik ve siyasal eşitlik tohumlarının yeşermemesi için bugüne kadar içeriden-dışarıdan çok yönlü engellemeler, saldırılar yapıldı. Bu yok etme faaliyetlerine karşın ideolojik, politik ve ekonomik-demokratik mücadeleyi bırakmayan devrimcilerin varlığı egemen sınıfların yanı sıra “sol”dan devşirilenleri de rahatsız etmektedir. Ülke nüfusu içinde büyük sayılara ulaşmasalar da nitelik olarak devrimcilerin kitleler üzerinde hala etkili olmaları ve kritik siyasal dönemeçlerde onların sözlerine kulak veriliyor olması bu rahatsızlığı büyütmektedir. TV’lere çıkartılmadıkları, gazetelerde yer verilmediği halde kitleler onların ne dediğini, ne düşündüğünü önemsemektedir. İşte kitlelerin bu merakı egemenlerin ve “sol”dan kaçanların huzurlarını bozmaktadır. Özellikle bu kaçaklar devrimcilerin tamamını kendilerine benzetmek için yoğun çabalar içine girmekte, en azında yeni aşılara ihtiyaç duymaktadırlar. Egemenler ise onların bu gayretlerini her yoldan desteklemektedir.
***
Güncel gelişmeler yönünden bakınca, bir devrimcinin bu “süreç” konusunda takınacağı tavrın onu “Yeni ABD-AKP-BDP Anayasası”nı desteklemeye götürme tehlikesini içinde taşıdığını görmesi gerekir. Daha da önemlisi bu politik gelişmenin Ortadoğu halklarının ve ABD yanlısı olmayan bölge ülkelerinin başlarına emperyalizmin öreceği çoraplara ne gibi etkisinin olacağını ve Kuzey Irak petrollerinin ve gazının bu “süreç”in neresinde olduğunu anlamaya çalışması gerekir. İsrail’in “özür” atraksiyonunun Obama’nın AKP iktidarının politikalarında başarılı olması için verdiği önemli bir hayat öpücüğü olduğunu kavramak için büyük bir yeteneğe ihtiyaç var mı?
Yeni anayasa, ABD ve AB’nin yeni Ortadoğu politikalarının hayat bulmasının önünü açacaktır. Çünkü bu anayasa “Türk ve Kürt Baharı” olacaktır. Türkiye’nin 21. Yüzyıldaki geleceği, buna haritası da diyebiliriz, esasen bu yeni anayasa ile tarif edilecektir. “Yeni Türkiye”nin taşları bu anayasa ile emperyalizmin jeopolitiğine uygun olarak döşenecektir. “İslam bayrağı altında” yeni bir birlik sağlamak için ABD-AKP-BDP anayasasının “açılım” desteği ile yürürlüğe sokulmak istendiğini artık görmek ve bu duruma göre tavır belirlemek zorundayız. Eğer devrimciliğimizi sürdürmek istiyorsak, son 15-20 senedir yaptırılan sahte “sol” içerikli ezberleri bozarak devrimci geçmişimizin yol göstericiliğinde ama bugünün koşullarına sağlam basarak devrimci geleceğimizi tarif etmek durumundayız.
 “Açılım süreci” destekli ulaşılmak istenilen bu anayasa burjuva anlamda bile demokrasi ve özgürlük getirmeyecek. Aksine emperyalizmin Ortadoğu bölgesindeki hegemonyasını güçlendirdiği gibi daha baskıcı ve daha sömürücü rejimlerin hayat bulmasını sağlayacak. Böylece dinci-faşist rejimlere kapılar ardına kadar açılacak.
Bir kez daha vurgulayalım: Yeni ABD-AKP-BDP anayasasına HAYIR… Hem de tümden HAYIR

1 yorum:


  1. Cumhur Yavuz
    Çok bilmiş arkadaşlar; görülen oki sizden başka sol-sosyalist yok. Ozanın deyimiyle ''bu ne yaman çelişki''. Yazılan yazının başlığı bile bir kafa karışıklığının örneği olduğunun anlaşılmasına yetiyor. Sanki hayır demek , yetmez ama evet den daha sol ve sosyalist miş gibi bilgiçlik etmeye yeterliymiş. Oysa ikisininde birbirlerinden kalıcı yanları yok. Takılmışlar sistemin peşine oradan hayata mudahale etmeyi yeterli görüyorlar. Oysa solu sol yapan en temel özelliğin yaşanan olgulara sistemin dışından bakarak onu kavrayıp yorumlayarak dönüştürücü müdahalelerde bulunmaktır. Çok fazla uzağa gitmeden rejim haline gelmiş 12 Eylülün bütün kurum kuruluş ve ilişkileri devam ederken yetmemişcesine birde cumhuriyet mitikleriye iyice açığa çıkan politikaların top yekün Türkiye toplumunun faşizmin kitle tabanı yapilması operasyonlarının görülememesi gerçekten anlaşılır gibi değil. O görmemezlik hali, burjuvazinin otuz yil önceki kinle hemde 12 Eylül günü 12 Eylül anayasasını gündelik ihtiyaçlarına göre kismi değişikliklerle bu topluma yeniden hemde sözüm ona süngü zoru olmadan-demokratik ortamda yeniden oylattı. Burjuvazi bu tutumuyla bir taşla bir kaç kuş avlamış oldu. Bir yandan sermayenin gündelik ihtiyaçlarına yanıt verecek değişiklikler yaparken diğer yandan da toplumda iyice açığa çıkan yeni ve demokratik anayasa talebi ötelenmiş oldu. Bir başka başarı ise, toplumun laik- anti laik kamplaşmasının yanına liberal - ergenekoncu ayrımlarını da yerleştidi. Neresinden bakarsanız bakın bunların hepsi sistem içi ilişkiler olarak korundu ve doğruymuş gibi lansedildi... Daha fazla uzatmadan özetle: 12 Eylül anayasasına hemde 12 Eylül günü evet yada hayir diye oy kullanmaya gidip hayir oy kullanmayı marifetmiş saycaksınız sonrada sol adına söz söyleyeceksiniz. Verilen oyların en basit ifadeleriyle ikisi de 12 Eylül anayasasının kalmasını istemekten başka bir şey olmadığı dır. 13 Eylülden bugüne değişen ne oldu. Yine 12 Eylülün bütün kurum ve ilişkileriyile yine devam ediyor... Bu nedenle yazılanların çoğunluğunun bile doğru olması benim için bir şey ifade etmiyor. Asıl olan dönüştürücü ilişkilerin tercih edilmesidir... Bu gün buna görünürde kimsenin niyeti yok. ...

    YanıtlaSil