Ana
Fikir 08/04/2013
ABD emperyalizminin 21. Yüzyılın başlarında Ortadoğu’da
yürütmekte olduğu politikalarını doğru
okuyamayan
ya da bu bölgede Batılıların gerçekleştirmeye çalıştıkları yeni emperyal
projeyi görmeyen, görmek istemeyen siyasetçi, yazar ve birçok entelektüelden
oluşturulan yürüyüş kolu koşullara göre kalabalıklaştırılır. Bu kalabalık, kriz
dönemlerinde (bu krizler amaca ulaşmak için teşvik edilir), büyük dönüşümlere
ihtiyaç duyulduğu için topluma bir fikri veya politikayı kabul ettirmek
gerektiği zamanlarda yeni katılımlarla büyütülür. Bu kesime yeni katılımların
önü; çeşitli siyasi yöntemlerle, propaganda bombardımanlarıyla, uluslar arası
ödül ve teşviklerle, yardım adı altında verilen rüşvetlerle veya kaoslar ve
karışıklıklarla açılmaktadır. Büyük ve etkili psikolojik harekâtlarla (bu
gerçeği Başbakan da itiraf etti) toplumun gözü boyanarak yanlışlar doğru gibi
halka kabul ettirilir. Ülkeyi emperyalistlerin ve içerdeki uzantılarının
istedikleri şekilde yönetmeleri için ortam bu harekâtlarla olgunlaştırılmakta
ve “baldıran zehiri” topluma rahatça içirilmektedir. Bu zehiri toplumun geniş
kesimlerine içirebilmek ve daha etkili tesir etmesini sağlamak için egemen
sınıflar her defasında “sol”dan yeni birilerinin desteğini (doğrudan veya
dolaylı) almaktadır.
Yakın
zamanlarda, önce 12 Eylül Anayasa referandumunda “sol”dan birçok insanı
ayarttılar ya da onlar zaten karşı tarafın soldaki uzantılarıydılar da ihtiyaç
hâsıl olunca ait oldukları saflara geçtiler. Özellikle Brüksel hattının
öncülüğündeki kesimlerin soldan parça kopartmak için attığı ikinci adım 12
Eylül cuntasını oluşturan Paşaların yargılanmaları sırasında gerçekleştirildi.
Bu yargılamalara gürültülü bir şekilde bütün solu “müdahil” olarak dahil etmeye
çalıştılar. Böylece ilkesizlik aşısını bütün devrimci-sosyalistlere yaparak
“yetmez ama evetçi” cepheyi büyütmeyi ve solu solsuz bırakmayı amaçladılar. Bu
konuda ciddi başarılar da elde ettiler. Şimdi üçüncü ve daha önemli bir adımı
atıyorlar. Bu adımın birçok adı var. “Açılım süreci” ve sonra “Oslo süreci”
olarak başlatıldı, “İmralı süreci” olarak devam etti, sonra “Analar ağlamasın”
adını verdiler ve en son da adı “Barış süreci” oldu. Elbette ki herkes “analar
ağlamasın”, “kan akmasın” ve “barış olsun” der. Ama sosyalistler, her siyasal
ve toplumsal konuda olduğu gibi bu gelişme karşısında da “neden-sonuç”
ilişkisini ve “zaman-mekan” ilişkisini kurarak en doğru değerlendirmeyi yapmaya
çalışır. Estirilen hümanist rüzgarın propagandasına ve saf hayallere kapılmadan
bu işin ne gibi siyasal sonuçlar yaratacağını, gidişin ne yöne doğru olduğunu,
kimlerin işine yarayacağını ve kimlerin bu gelişmeden zarar göreceğini görür ve
ona göre politika belirler. Bu konuda geçmişte ne demiş, hangi koşullarda ne
gibi tavırlar takınmış onlara bir göz atar, tarih bilincini harekete geçirir.
Ayrıca konunun muhatapları, gerçek planlayıcıları kimler; onların tarih
içindeki yerleri nedir gibi önemli soruların ve cevaplarının üzerinde durulması
gerekmez mi?
Öte yandan bu
gelişme ile birlikte sola içirilmeye çalışılan “baldıran zehiri”ni anlama ve
idrak etme zahmetine katlanmayanların ya da intihar etmek isteyenlerin herkesi
yanlarında sürüklemeye haklarının olmağını da açıklıkla, herkesin önünde
söylenmesi zamanının geldiğini düşünüyoruz.
Emekçi
sınıfların çıkarları ve ülkenin geleceği üzerinde yapılan siyasette
duygusallığın yerinin olmadığını vurgulamak zorundayız. Özellikle sorunlara
emekçi kitlelerin çıkarları açısından bakanlar için öncelikle politik anlamda
birliktelik ve ideolojik ortaklaşma önemli olmaktadır. Yanlışta ısrarı politik
tercih haline getirenler için artık yapacak bir şeyin kalmadığını üzülerek de
olsa kabullenmek ve söylemek zorundayız.
Devrimci-Sosyalist
solun bu ülke topraklarına elli yıldır ekmeye çalıştığı tam bağımsızlıkçılık,
emekçi demokrasisi, ekonomik ve siyasal eşitlik tohumlarının yeşermemesi için
bugüne kadar içeriden-dışarıdan çok yönlü engellemeler, saldırılar yapıldı. Bu
yok etme faaliyetlerine karşın ideolojik, politik ve ekonomik-demokratik
mücadeleyi bırakmayan devrimcilerin varlığı egemen sınıfların yanı sıra
“sol”dan devşirilenleri de rahatsız etmektedir. Ülke nüfusu içinde büyük
sayılara ulaşmasalar da nitelik olarak devrimcilerin kitleler üzerinde hala
etkili olmaları ve kritik siyasal dönemeçlerde onların sözlerine kulak
veriliyor olması bu rahatsızlığı büyütmektedir. TV’lere çıkartılmadıkları,
gazetelerde yer verilmediği halde kitleler onların ne dediğini, ne düşündüğünü
önemsemektedir. İşte kitlelerin bu merakı egemenlerin ve “sol”dan kaçanların
huzurlarını bozmaktadır. Özellikle bu kaçaklar devrimcilerin tamamını
kendilerine benzetmek için yoğun çabalar içine girmekte, en azında yeni aşılara
ihtiyaç duymaktadırlar. Egemenler ise onların bu gayretlerini her yoldan
desteklemektedir.
***
Güncel
gelişmeler yönünden bakınca, bir devrimcinin bu “süreç” konusunda takınacağı
tavrın onu “Yeni ABD-AKP-BDP Anayasası”nı desteklemeye götürme tehlikesini içinde
taşıdığını görmesi gerekir. Daha da önemlisi bu politik gelişmenin Ortadoğu
halklarının ve ABD yanlısı olmayan bölge ülkelerinin başlarına emperyalizmin
öreceği çoraplara ne gibi etkisinin olacağını ve Kuzey Irak petrollerinin ve
gazının bu “süreç”in neresinde olduğunu anlamaya çalışması gerekir. İsrail’in
“özür” atraksiyonunun Obama’nın AKP iktidarının politikalarında başarılı olması
için verdiği önemli bir hayat öpücüğü olduğunu kavramak için büyük bir yeteneğe
ihtiyaç var mı?
Yeni anayasa,
ABD ve AB’nin yeni Ortadoğu politikalarının hayat bulmasının önünü açacaktır.
Çünkü bu anayasa “Türk ve Kürt Baharı” olacaktır. Türkiye’nin 21. Yüzyıldaki
geleceği, buna haritası da diyebiliriz, esasen bu yeni anayasa ile tarif
edilecektir. “Yeni Türkiye”nin taşları bu anayasa ile emperyalizmin
jeopolitiğine uygun olarak döşenecektir. “İslam bayrağı altında” yeni bir
birlik sağlamak için ABD-AKP-BDP anayasasının “açılım” desteği ile yürürlüğe
sokulmak istendiğini artık görmek ve bu duruma göre tavır belirlemek zorundayız.
Eğer devrimciliğimizi sürdürmek istiyorsak, son 15-20 senedir yaptırılan sahte
“sol” içerikli ezberleri bozarak devrimci geçmişimizin yol göstericiliğinde ama
bugünün koşullarına sağlam basarak devrimci geleceğimizi tarif etmek
durumundayız.
“Açılım
süreci” destekli ulaşılmak istenilen bu anayasa burjuva anlamda bile demokrasi
ve özgürlük getirmeyecek. Aksine emperyalizmin Ortadoğu bölgesindeki
hegemonyasını güçlendirdiği gibi daha baskıcı ve daha sömürücü rejimlerin hayat
bulmasını sağlayacak. Böylece dinci-faşist rejimlere kapılar ardına kadar
açılacak.
Bir kez daha vurgulayalım: Yeni
ABD-AKP-BDP anayasasına HAYIR… Hem de tümden HAYIR
YanıtlaSilCumhur Yavuz
Çok bilmiş arkadaşlar; görülen oki sizden başka sol-sosyalist yok. Ozanın deyimiyle ''bu ne yaman çelişki''. Yazılan yazının başlığı bile bir kafa karışıklığının örneği olduğunun anlaşılmasına yetiyor. Sanki hayır demek , yetmez ama evet den daha sol ve sosyalist miş gibi bilgiçlik etmeye yeterliymiş. Oysa ikisininde birbirlerinden kalıcı yanları yok. Takılmışlar sistemin peşine oradan hayata mudahale etmeyi yeterli görüyorlar. Oysa solu sol yapan en temel özelliğin yaşanan olgulara sistemin dışından bakarak onu kavrayıp yorumlayarak dönüştürücü müdahalelerde bulunmaktır. Çok fazla uzağa gitmeden rejim haline gelmiş 12 Eylülün bütün kurum kuruluş ve ilişkileri devam ederken yetmemişcesine birde cumhuriyet mitikleriye iyice açığa çıkan politikaların top yekün Türkiye toplumunun faşizmin kitle tabanı yapilması operasyonlarının görülememesi gerçekten anlaşılır gibi değil. O görmemezlik hali, burjuvazinin otuz yil önceki kinle hemde 12 Eylül günü 12 Eylül anayasasını gündelik ihtiyaçlarına göre kismi değişikliklerle bu topluma yeniden hemde sözüm ona süngü zoru olmadan-demokratik ortamda yeniden oylattı. Burjuvazi bu tutumuyla bir taşla bir kaç kuş avlamış oldu. Bir yandan sermayenin gündelik ihtiyaçlarına yanıt verecek değişiklikler yaparken diğer yandan da toplumda iyice açığa çıkan yeni ve demokratik anayasa talebi ötelenmiş oldu. Bir başka başarı ise, toplumun laik- anti laik kamplaşmasının yanına liberal - ergenekoncu ayrımlarını da yerleştidi. Neresinden bakarsanız bakın bunların hepsi sistem içi ilişkiler olarak korundu ve doğruymuş gibi lansedildi... Daha fazla uzatmadan özetle: 12 Eylül anayasasına hemde 12 Eylül günü evet yada hayir diye oy kullanmaya gidip hayir oy kullanmayı marifetmiş saycaksınız sonrada sol adına söz söyleyeceksiniz. Verilen oyların en basit ifadeleriyle ikisi de 12 Eylül anayasasının kalmasını istemekten başka bir şey olmadığı dır. 13 Eylülden bugüne değişen ne oldu. Yine 12 Eylülün bütün kurum ve ilişkileriyile yine devam ediyor... Bu nedenle yazılanların çoğunluğunun bile doğru olması benim için bir şey ifade etmiyor. Asıl olan dönüştürücü ilişkilerin tercih edilmesidir... Bu gün buna görünürde kimsenin niyeti yok. ...