Rober Koptaş 03/05/2013 AGOS
Birkaç yıldır aklımda acısıyla birlikte tohumlanan gerçeği Demir
Küçükaydın'ın internette rastladığım yazısı daha açık, daha çıplak kıldı. 24
Nisan’ların Taksim meydanında anılmaya başladığı günden beri, hemen bir hafta
sonra kutlanan 1 Mayıs’ın kalabalığıyla soykırım anmasına katılan küçük –ama
değeri büyük– grubun oluşturduğu tezat üzerine düşünüyor, fakat bilincimin hiç
de hoşuna gitmeyen bu düşünceyi derinleştirip olgunlaştırmaktan kaçıyordum.
24 Nisan’larda birkaç yüz, iyimser tahminle 1000-1500 kişi, polis
barikatlarının korumasında, uzaktan milliyetçilerin ve ulusalcıların sloganları
arasında 1915’in kayıplarını anmaya çalışır ve Türkiye tarihinin bu en karanlık
sayfasına dikkat çekmek isterken, ertesi hafta yüzlerce örgüt, yüzbinlerce kişi,
rengarenk bayrakları ve flamalarıyla, artık resmi tatil ilan edilmiş işçi, emek
ve dayanışma bayramını kutluyorlardı son yıllarda Taksim’de, aynı
meydanda.
1 Mayıs’lar, yıl boyu düzenlenen en büyük kitlesel muhalif
gösteri. Enternasyonalizm, emekten yana olmak, dayanışma gibi değerlerin
yüceltildiği 1 Mayıs gösterileri, Türkiye’de rejimin karşısında durma
iddiasındaki örgütlerin en önemli sahnesi. Ama o günde, o sahnede, bugüne dek,
cumhuriyetin üzerine inşa edildiği Anadolu Hıristiyanlığının kökünün kazınmasına
dair; Türk ulus devletinin temellerinin atıldığı 1915'e dair bir söz
duymadık.
Devletin kurucu ideolojisinin savunucusu olan CHP ile, “Ermeni
Soykırımı emperyalist bir yalandır” diyen İşçi Partisi’nin, 24 Nisan'ları
ananları 100 metre
uzakta protesto eden HKP’lilerle birlikte aynı alanda yer aldı Türkiye solu. Ve
o 1 Mayıs’lara katılanlardan sadece yüzde 1'i, belki de yüzde buçuğu 24
Nisan'larda Taksim meydanında yer aldı.
Demir Küçükaydın, mevcut içeriğiyle 1 Mayıs’ların değil asıl 24
Nisan’ların kendine sosyalist diyenlerin günü olması gerektiğini anlatıyor
yazısında. Sol hareketin enternasyonalizminin, milliyetçilik karşıtı duruşunun
altını doldurmak üzere, bu topraklarda işlenmiş en büyük suçlardan birini
mağdurlarını anmanın, rejimin temellerini sarsmayı hedef almak anlamına
geldiğini ve asıl devrimci duruşun bu olduğunu söylüyor.
Oysa Türkiye solu, çoğunlukla yapay bir gündemin ve sistemi
sarsmaktansa onu savunan bir kafa karışıklığının girdabında savrulup duruyor.
Artık zihnim daha net: Taksim’de veya değil, 24 Nisan’ı anmayan, Anadolu
Hıristiyanlığının bu topraklardan silinmesine, yüz binlerce insanın
katledilmesine ve bunun sistematik inkârına sessiz kalan bir sola sol demek
benim için mümkün değil.
Madem ki sol her şeyden önce diğerkâmlık, dayanışma ve eşitlik
arayışı demek, o halde, tarihimizin bu en büyük haksızlığına karşı durmayan
sola sol denemez. Türkiye’de sol, kendine sol diyenler kadar değil, 24
Nisan’larda yüreğindeki huzursuzluğu bastıramayan solcular kadardır. Daha fazla
değil.
(1 Mayıs 2013 notu: Yukarıdaki yazı, polis İstanbul’daki 1 Mayıs
kutlamasını gaza ve şiddete bulamadan önce yazıldı. Sendikaların bu sonucu
öngörebilmesi gerektiğini düşündüğüm için Taksim ısrarını çok anlamlı bulmasam
da, hükümetin insanların bayramlarını diledikleri yerde kutlamalarına engel
olan tavrını da asla tasvip etmiyorum. Polisin kini ve gazı ise, sadece iddia
edildiği gibi şiddet kullanan gruplara değil, sokakta olan tüm insanlara, canlı
olan her şeye, hepimize karşıydı. Bu gerçeği hiçbir yalan örtemez.)
(Demir Küçükaydın’ın yazısı için:
http://demirden-kapilar.blogspot.com/2013/04/devrimci-24-nisan-kars-devrimci-1-mays.html)
Vakıf seçimlerinin gösterdiği
Ermeni toplumunun vakıf seçimleri için yeni bir yönetmelik önerisi
hazırlama süreci, toplumun içinde bulunduğu dağınıklığın ve başına buyrukluğun
yeni bir teyidi oldu. Türlü çıkar hesaplarıyla dar bölge sistemiyle yapılan
seçimlerin daha geniş bir katılımla yapılabilmesi için hayata geçmesi gereken
süreç, türlü aksaklıklara uğradı. Bu aksaklıkların nedenlerinin görülmesi,
sorunun kaynaklarını doğru tespit edip gerçek çözümler üretmek açısından elzem.
Yeni yönetmelik girişiminin dinamosu rolünü oynayan Düşünce
Platformu, yürüttüğü çalışmalarla Ermeni toplumunun vakıf seçimlerine daha çok
müdahil olmak istediğini gösterdi. 100 yıl öncesinden kalma, şehri semtlere
ayıran ve vakıfları da o semtin kurumlarının yönetimiyle görevlendiren yapı
günün koşullarına uygun değil şüphesiz. Ancak, o zamanlar Ermeni toplumunun bir
genel meclisi, bir sivil meclisi, merkezi yönetimi vardı. Beyoğlu’ndan
Yeşilköy’e sayfiye diye yazlığa gidilen zamanlardı ve üst yönetsel yapının
altında yer alan vakıflar için yapılan semt temelli seçimler, toplumun kılcal
damarlarına daha derinden nüfuz eden bir sistem sağlıyordu.
Bugün ise, Ermeni toplumunun sivil yönetim yapılarının cumhuriyet
eliyle ortadan kaldırıldığı, hayatın kökten değiştiği ve bazı vakıflar yokluk
içindeyken bazı vakıfların milyon dolarlık gelirlere sahip olduğu bir ortamda,
her vakfın yönetim kurulunu o semtte veya ilçede oturanlar seçer demenin art
niyet dışında bir mantığı kalmadı. Çünkü azaldık, çünkü zayıfladık, çünkü her
koyun kendi bacağından asılır demek yerine, benzer sorunlarımıza ortak çözümler
üretmek zorundayız.
Buna karşın, toplumun seçilmiş yöneticilerinin bir kısmı, seçim
yönetmeliğiyle ilgili olarak kamuoyuna açık bir tartışma yapmak yerine, yine
kapalı kapıların ardında yürüttüler süreci. Başepiskopos Aram Ateşyan'ın şahsi
kanaati doğrultusunda il genelinde seçimle ilçe temelli seçim arasında bir orta
yol olarak bölge bazlı seçim önerisine sarılındı önce; ancak bu önerinin
tepeden inmeliğinin yarattığı tepki karşısında il genelinde seçimle bölge
genelinde seçim arasında yeni bir orta yol oluşturuldu.
Bütün bu süreçte, bizler adına hareket edenler, bizleri
bilgilendirme ihtiyacı duymaksızın, kararlarını verdiler. Evet, neticede
bugünkünden daha ileri bir vakıf seçimleri yönetmeliğine dair bir ortak öneriye
sahibiz, ancak bu süreçte yaşanan gelgitler, gelecekteki daha çetrefilli
sorunları nasıl çözebileceğimiz konusunda kaygı uyandırıcı.
Kaygılar, Patrikliğin içinde bulunduğu durum, patrik seçiminin
yapılamaması, sivillerin yönetime katılımı, ortak sorunlar için ortak bütçeler
oluşturmak gibi bugünün ve yarının dertlerini ne yapacağımız konusunda daha
dürüst, çalışkan ve iradeli olmamız gerektiğini hatırlatıyor bir kez daha.
Bunlar adına ümitli olmak içinse çok az nedenimiz var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder