Özgür Karaduman 04/03/2013 BirGün
14-21 Şubat 2013 tarihleri arasında, “Bir hayalet dolaşıyor hâlâ” üst başlıklı, esas olarak Komünist Manifesto’nun yayınlanışının 165. yılını vesile ederek bir dizi etkinlik gerçekleştirdik.
Öncelikli olarak, 14 Şubat “sevgililer gününde” yaptığımız basın açıklamasında, bir yandan kapitalizmin sevgiyi ve aşkı da “alınır satılır” bir konsept içerisine yerleştirmeye çalışmasına, “vitrinlere değil, sevgilinizin gözlerine ve gökyüzüne bakın”, “aşkınızı taksitlendirmeyin” vb… ifadelerle karşı çıkarken, öte yandan da bir hafta sürecek “14 Aşk 21 Devrim günlerinin” ilkini de ilan ettik.
Bir hafta süresince eşitlik, özgürlük, adalet ve barıştan yana olan herkesi “raflarında bulunan Komünist Manifesto”ları indirmeye, bulundukları her yere yanlarında götürmeye, okumaya, tartışmaya çağırdık. Bir yanıyla, devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin gündelik hayat içerisinde bir kez daha görünür olmasını sağlamayı hedeflerken, diğer yandan da güncel siyasi mücadele içerisinde “teorik kaynakların” ihmal edilmemesi gerektiğine dikkat çekmeye çalıştık.
Bu çerçevede de 16-17 Şubat arasında İstanbul Taxim Hill Otel’de akademisyenlerin, siyasetçilerin ve emek örgütü temsilcilerinin katılımıyla “Komünist Manifesto’nun tarihselliği ve güncelliği” başlıklı bir Nehir Forum gerçekleştirdik. Görsel ve yazılı olarak kısa bir süre sonra yayınlayacağımız tartışmalarda, katılımcılar Komünist Manifesto’nun günümüz mücadeleleri açısından da birçok yönden önemini koruduğu konusunda birleştiler. Aralarda çeşitli film gösterimlerinin de yapıldığı iki günlük Nehir Forum, hep birlikte Enternasyonal okunmasıyla sona erdi.
Komünist Manifesto’nun yayınlandığı tarih olan 21 Şubat günü ise, İstanbul Taksim Meydanı’nda hep bir ağızdan Komünist Manifesto’dan bölümler okuyarak, Manifesto’nun mücadele edenler için önemine vurgu yaptık. Etkinliğimizi gelecek yıl tekrarlamak üzere sözleşerek hep birlikte Enternasyonal okuyarak, “14 Aşk 21 Devrim günlerini” noktaladık.
Komünist Manifesto’nun Tarihselliği ve Güncelliği başlıklı Nehir Forum’un açılışını, kendi deyimiyle ‘Laz Marks emice’ olarak Hayalet’i uzun süredir Türkiye’nin her yerine taşıyan, 300’e yakın maç eden, 200 bin kilometre yol yapan Haldun Açıksözlü yaptı. ‘Hayalet nasıl dolaşıyor, nasıl dolaşmaya devam edecek, buna bakacağız’ diyen Laz Marks Forum boyunca “Laz Marks” oyunundan renkli bölümler sundu.
İki gün süren forumda akademisyenler, aktivistler, sendikacılar, işçiler, toplumsal hareketlerin temsilcileri, yayıncı ve gazeteciler söz aldı. Etkinliğe önayak olan toplumsol.org’dan Nezih Kazankaya, “Yoğun bir ideolojik bombardıman altında olduğumuz bir ortamda hâlâ geçerli olduğuna inandığımız bir metne dönmek istedik”, diye açıkladı temel motivasyonlarını. “Etkinliği ulaşabildiğimiz herkesle organize etmeye çalıştık. Önümüzdeki yıllarda bu işbirliklerini güçlendirmeye çalışacağız”, mesajını verdi.
Forum’un ilk konuşmacısı Prof. Taner Timur, “Manifesto, devrimci dalga içinde ortaya çıktı ve geçen 165 yıl zaman zaman yükselen ve vahşice bastırılan devrimci dalgalar içinde güncelliğini korudu. Gönül bugün de bir yükseliş olsun istiyor, bir dalga yok ama işaretler var”, diyerek söze başladı. Yazıldığı koşullarda Avrupa kapitalizminin somut durumunu anlatan Timur, “Manifesto’nun en önemli özelliği tarihi materyalizmin temellerini koyan bir belge olmasıdır. Marx kapitalizmin düşünürüdür. Kapitalizm bugün de aynı içerikle var olduğuna göre Marx’ın eleştirisi de günceldir” dedi.
Yeniyol Dergisi yazarı Masis Kürkçügil, Avrupa’daki devrimci süreçler karşısında Marx’ın tutumunu analiz eden ve bugüne dair çıkarımlar yapan bir konuşma yaptı. “Proletarya hangi stratejiyle burjuvaziyi devirecek? Komünist Manifesto bunun yanıtını vermez ama kapısını aralar. Marx’ta aşamacı zihniyet yoktur. Engels zaman zaman bir sistemin olanakları tükenmeden yıkılmayacağını söylese de, Marx’ta, mümkünü aşmak çabası, perspektifi vardır” şeklinde yorumladı.
BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Manifesto’nun daha sonraki iki metinle birlikte ele alınması gerektiğini; bunlardan birincisinin, Almanya’da yaklaşan devrime yönelik görevler ve talepler çalışması olan “Merkez Komitesi’nin Komünistler Birliğine Hitabı”, diğerinin de Fransa’da Sınıf Mücadeleleri olduğunu hatırlattı. “Günümüzde küçümsenen ve hatta Marksizm külliyatından ayırt edilmeye çalışılan ‘sürekli devrim’ ve ‘proletarya diktatörlüğü’ sonradan kavramsallaştırıldı. Bu fikri gelişim sürecini ancak Manifesto sonrasındaki belgelerle bütünleyebiliriz. Bu stratejiyi somutlamak Lenin’e düştü”, dedi.
Prof Dr. Yüksel Akkaya, 18-19. yüzyıl işçi hareketlerinin özelliklerine ve Ludist hareketin önemine değindi. Akkaya’ya göre, 1848’den sonra işçi hareketi kapitalist sistemin çerçevesini, nimetlerini benimseyerek büyük yanlış yaptı ve başarısız devrimler sonrasında fetişe dönüşen sendikalar aracılığıyla işçi sınıfı yozlaştırıldı. Yüksel Akkaya, sendikaların yasaklandığı birçok ülkede ve dönemde görkemli işçi hareketlerinin olduğunu hatırlattı.
Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal’ın konuşması da Türkiye’de sendikal hareketin imkân ve sınırları üzerineydi. Kartal, “1960 sonrası büyük devlet işletmelerinde sendikalar büyüdü. Bugün ise parçalanmış birimlerde evine ekmek götürme telaşında milyonlar çalışıyor. Her gün sokakta fiili mücadele edersen sonuç alabilirsin. Yasal sınırları zorlayan yeni yöntemleri gündeme getirmeliyiz. Bunu göze almayan hiçbir hareket sınıf hareketini yeniden ayağa kaldıramaz” dedi.
Sendika tartışması sonraki konuşmacılar tarafından da sürdürüldü. Marmara Üniveristesi’nden Özgür Müftüoğlu, 1 Mayıs’a “işyerimi seviyorum” pankartı ile çıkan sendikalar olduğunu hatırlattı ve “Apolitikler. TÜSİAD bile barıştan söz ederken sendikalar sessiz. Büyük bölümü Kürtleşmiş işçileri umursamadan daha çok milliyetçi konuma kayıyorlar” diye yakındı. Müftüoğlu’na göre, sınıfın siyasal temsile ihtiyacı var ve sendikalar ancak parti ile birlikte silah olabilir.
Güvencesizler Hareketi aktivisti Alaattin Kesim, işkolu sendikaları oldukça sorunların aşılamayacağını öne sürdü ve “Proleterleşme eğiliminin sürdüğünü ve güçlendiğini gözden kaçırıyoruz. Kamu emekçilerini bile acaba proleterleşiyorlar mı? diye konuştuk. Banliyö isyanlarını da sınıf dışı sayabildik” dedi. Kesim, Ludist hareketin önemi konusunda Yüksel Akkaya ile hemfikir oldu.
Kocaeli Üniversitesi’nden Hakan Koçak’a göre, geçen 165 yıl içinde hem işçi sınıfının, hem ara sınıfların durumlarını yeniden ele almak gerekiyor. Koçak, “Ülkemizde 2000’den sonra ara sınıflar mutlak düşme eğilimine girdi. Proleterleşme şimdi yaşanıyor diyebiliriz. İşçilerin emek mücadelesi hiçbir zaman sendikal çerçeveye sığmaz. Çeşitli alanlarda sendikasızlar hareketi var. Bu izlenmeye değer bir eğilim. Sendikaların yetmediği durumda gereğini yapıyorlar” diye konuştu.
Nehir Forum’un ilgi uyandıran bir özelliği de, konuşmacıların Komünist Manifesto ile bağlantılı olarak kişisel deneyimlerine sıkça yer vermeleriydi. İkinci günün açılışını yapmak üzere söz alan akademisyen Hakan Güneş, ilk gençlik çağında Kapital’i bir ödev duygusuyla satır satır okumuş olmasına rağmen, politik bildirisi ve retorik gücüyle Manifesto’nun üzerinde çok daha derin izler bıraktığını anlattı. Hakan Güneş, literatüre dahil olmuş tüm eserlerin, “bilimsel şüphecilik”i elden bırakmadan yeni okumalarla gözden geçirilmesi ve zenginleştirilmesi gerektiğini belirtti ve “Komünist Manifesto, bütün Marksist eserlerin 11. tezidir; ana fikri itibariyle önemini ve değerini korumaktadır” diye noktaladı.
EHP’yi temsilen Gülsüm Kav, sosyalizmin ömrünün aslında çok yeni olduğunu hatırlatarak söze başladı ve “Kalbi sürekli tekleyen, artık epeyce yaşlanmış olan kapitalizmin sürekli kendini yenileme hakkı varken, bize hep 75 yıllık deneyimin hesabı soruluyor” dedi. Gülsüm Kav, kapitalist üretim ilişkilerinin kendi içinde derin bir paradoks yani krizler barındırdığına işaret ederek, “ekolojik felaketler nedeniyle gezegenimizin varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği bile tartışılıyor. Komünist Manifesto, büyük yıkımları öngörmesi ve başka bir dünyaya ulaşılabileceğini göstermesi açısından önemlidir” diye konuşmasını sürdürdü.
Doğanın yok edilişi ve bununla bağlantılı yükselen anti-kapitalist direnişler çok sayıda katılımcı tarafından dile getirilmiş olsa da Yeşil ve Sol’dan Ender Eren ile Ekoloji Kolektifi’nden Stefo Benlisoy’un konuşmaları, ağırlıklı bu gündem üzerineydi. Ender Eren, 70’li yıllarda öğrenci olarak gittiği Almanya’da yeşil hareketin doğuşuna tanıklık ettiğini anlattı ve “Ren nehrinin simsiyah aktığını gördüğümde gözlerime inanamamıştım oysa şimdi Ergene de siyah akıyor”, dedi.
Stefo Benlisoy ise, Marksizm ekoloji ilişkisinin oldukça sık tartışılan bir mesele haline geldiğini, Marx’ta doğaya egemen olma temasının ekoloji karşıtlığı olarak yorumlandığını; öte yandan Marx’ın teorisini ikili karşıtlıklar (insan-doğa karşıtlığı) üzerinden kurmadığını ve dolayısıyla, J. B. Foster gibi Marksizmin ekolojik bir görüşe sahip olduğunu savunan yazarlara yakın durduğunu söyledi.
Manifesto’nun güncelliğine vurgu yapan akademisyen Metin Özuğurlu, “Son yıllarda işçi sınıfının çözülüşü sosyolojinin ana teması olarak işlense de, tıpkı Marx’ın öngördüğü gibi Güney yarıküreyi de kapsayacak şekilde muazzam bir işçileşme süreci yaşanıyor. Ne var ki kapitalizm, geçimlik tarımsal üretimden kopartarak işgücü piyasasına fırlattığı kitlelere iş olanakları sunmuyor ve istihdam biçimleri de güvencesizlik temeline oturuyor” dedi ve Samir Amin’e referansla dünyadaki toplam işgücünün yüzde 60’ının güvencesizlerden oluştuğunu vurguladı.
Sosyalist Yeniden Kuruluş’tan Kadir Akın ise, “Bu etkinliği düzenlemekteki ısrarın kendisi kayda değerdir” diye konuşmasına başladı ve “Komünist Manifesto’nun güncelliğini değerlendirirken, yenilgilerden çıkarılacak derslere de değinmek gereklidir. Sistem, kendini yeniliyor ve çağa ayak uyduruyor gibi görünmesine rağmen tekelci kapitalizmin ana özellikleri korunuyor” tesbitini yaptı.
“Reel sosyalizm pratikleri, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikleri ortadan kaldırma konusunda gayet kötü sınavlar verdiler”, diye söze giren toplumsol.org’dan Yeşim Dinçer, “Bu patriyarka nasıl yıkılmaz bir kaledir ki onu, ne kapitalizm yok edebildi ne de sosyalizm. Hani katı olan her şey buharlaşıyordu?” diye sordu. Dinçer konuşmasını, “Proletarya kadın ve erkek işçilerden oluşur. Kadınlar olarak sosyalizm işini sadece erkeklere bırakmamız, geleceğimiz ve kurtuluşumuz adına kabul edilemez” cümlesiyle bağladı.
Komünist Manifesto’nun işçiler için yazılmış bir bildirge olduğunun altına çizen antikapitalisteylem.org’dan Foti Benlisoy, Marx’ın “sınıf” vurgusuyla yukarıdan aşağıya tesis edilecek toplumsal projelere karşı çıktığını, Manifesto’nun bu yanıyla dönemin sosyalist hareketlerini şekillendiren Blankist eğilimler ve ütopyacı görüşlerden kopuşu temsil ettiğini anlattı.
EMEP’i temsilen kürsüye gelen Ender İmrek, “Engels’in önsözünden öğreniyoruz ki Manifesto’nun Ermenice’ye çevirisi yapılmış ancak yayıncının korkuları nedeniyle basılamamıştır. Cumhuriyet döneminde de, 1960’lara kadar illegal muamelesi gördü ve yaygınlaşamadı; bunu işçi sınıfı ve devrimci partiler açısından bir eksiklik olarak görüyoruz. Manifesto, parti ve örgüt meselelerinden bağımsız olarak düşünülmemeli”, dedi. İmrek, Marx’ın son zamanlarda anti-kapitalist Müslümanlar tarafından ilgi gördüğünü de bir gözlem olarak ekledi.
Birgün Gazetesi’nden İbrahim Aydın, “Küreselleşme sürecine ve sermayenin yaratmış olduğu hegemonyaya karşı ideolojik-politik mücadele bugün için ihtiyaçtır” tespitinden sonra şunları söyledi: “1848’i takiben ve daha sonra Ekim Devrimi ile oluşmuş bütün bu pratiğin topyekûn bir eleştirisinin yapılıp program haline getirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, bu değerlendirmelerin belli ölçüde akademik kalması ve mücadele pratiğine dönüştürülememe tehlikesi var.”
Günün en ilginç konuşmalarından biri de futbolu devrimci dalgalara ilham veren bir etkinlik olarak ele alan Dağhan Irak’a aitti. Irak, “Günümüzde futbolun şike, doping ve mali usulsüzlüklerle içine saplandığı batak, kapitalizmin kendini yönetememe krizinin bir uzantısından başka bir şey değil. Bu süreç, futbolu egemenlerin elinden çekip alacak devrimci bir dalganın ihtiyacını gösteriyor” şeklinde konuştu.
Hapishane Defterleri’ni yayınlayan Kalkedon’un genel yayın yönetmeni Hakan Tanıttıran, cezaevi koşulları nedeniyle görüşlerini bütünlüklü olarak kaleme alamayan Gramsci’nin, Türkiye’de daha çok ikinci kaynaklardan okunduğunu, çoğu kere eksik ya da yanlış değerlendirildiğini hatırlattı ve konuşmasını, “Gramsci’yi geri çağırmamız gerek” diyerek noktaladı.
Forum’un son konuşmacısı, Sosyal Haklar Derneği’nden Can Atalay, demokratik haklar ile sosyal haklar arasındaki ayrımın giderek anlamsızlaştığını; işçi sınıfının hakları olmaksızın demokratik hakların da bir anlamı kalmadığını söyledi. Atalay, “Bugün sosyal haklar bahsi, demokratik haklar bahsinin turnusol kağıdıdır”, dedi.
Enternasyonal Marşı’nın söylenmesiyle sona eren iki günlük Nehir Forum 2014’te de yeni gündemler ile devam edecek..
***
PROF. DR. FUAT ERCAN:
Anmak yetmiyor, anlamak ve dönüştürmek için emek gerekiyor.
İki gün süren Nehir Forumun eş moderatörlüğünü yürüten Prof Dr. Fuat Ercan, etkinliğin sonunda şu değerlendirmeyi yaptı:
“Komünist Manifesto, sezgilere, kestirimlere dayanan politik bir metindir. Marx’ın ‘kapitalizm hayalinde bir dünya yaratıyor’ ifadesinin içeriği doldukça, sezgiler maddi gerçekliğe ve gerçekliğin artarak doğrulanan bilgisine dönüşmüştür. Sezgilerin bilgi içeriğine dönüşmesini Marx ve Engels, Manifesto’dan sonra kendi yaşamlarında emekleriyle epeyce biçimlendirmişlerdir. Katı olan her şeyin niçin eridiğini ve daha da önemlisi, dinamik ve çelişkili bu sürecin sınıflar-arası ve sınıf-içi etkileşimlerini detaylı olarak analiz etmişlerdir. Özellikle Kapital ile işleyişi, mekanizmayı analiz ederken, 18. Brumaire’de daha somut, kanlı canlı sınıf oluşumlarının zengin dünyasını gözler önüne sermişlerdir.
Günümüz açısından Komünist Manifesto’nun iki önemli güncelliği ve bu anlamda bizlere bıraktığı iki önemli sorumluluğu var. İlki, kapitalizmin katı olan her şeyi eriten mekanizmasının hangi yeni somutlara yol açtığını görmemiz/göstermemiz gerekiyor. Bu, sadece fabrikadaki emek değil, kadın, doğa, çocuk ve bir bütün olarak zihinsel dünyalarımızın, yine Marx’ın ifadesi ile kapitalizmin boyunduruk altına alma sürecinin etki altına alınmasını analizlere sokmamız gerekiyor. İkinci olarak Manifesto’nun kutsal bir metin değil, yaşanan bir metin olduğunu göstermek için tembellikten çıkıp yaşadığımız topraklarda sınıfların değişen, dönüşen, farklılaşan somut görünümlerini ve iç ilişkilerini ele almak gerekiyor. Marx ve Engels’in dönemine ait veriler alt alta sıralandığında çok da yeni bir şey söylenmiş olmuyor. O zaman sermayenin günümüzde geldiği aşama ve bunun sınıfsal içeriğinin detaylı çalışmalara, kavramların işaret ettiği içeriklerini dolduracak çalışmalara konu olması gerekiyor.
Her iki bilme biçimi bize, kapitalizmin yıkıcı etkileri altında kalan işçiler ve yeni işçileşme süreci ile karşılaşanlara politik bir araç olacak ama bu da yetmez; kapitalizmin kadın, doğa üzerindeki yıkımlarının işaret edilmesi, mücadele ve sınıf mücadelesinin sınırlarını, bileşenlerinin genişlediğini gösterecek. Ya da bu alanda mücadeleye dahil olanların, sürecin bütünsel bir parçası olduğuna daha canlı işaret etmiş olacak. Yani elimizi günümüzün zengin ve ama kirli dünyasına sokacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anmak yetmiyor, anlamak ve dönüştürmek için emek harcamak gerekiyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder