Türkiye’de son birkaç haftanın ana gündemlerden biri de eğitim sisteminde yapılmak istenen değişiklikler oldu. 4+4+4 modeli olarak adlandırılan yeni yapılanmanın içeriği uzun süre net olarak ortaya konmazken, tartışmalar “din” eğitimi eksenine çekilerek toplum manipüle edildi.
Ahmet Yılmaz
Demokratik Üniversite
4+4+4 olarak açıklanan eğitim modeli daha gün yüzüne çıkmadan önce, eğitimde FATİH Projesi uygulaması başlatılmıştı. Bu süreçte FATİH Projesi tablet bilgisayarlardan, kara tahtaların kaldırılması gibi eğitimde teknoloji kullanımını arttırmaya yönelik bir gelişme olarak tartışılıyordu. Başbakan’ın Fatih projesiyle ilgili yaptığı bir konuşmada “Dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” demesi, hükümetin eğitim sisteminde kapsamlı değişikliğe dair tartışmaları yönlendirmedeki ilk hamlesi olarak karşımıza çıktı. Bu açıklamalara birçok kesimden tepkiler gelirken, Başbakan’ın tepkilere cevabı her şeyi daha iyi açıklar nitelikteydi: “Bu gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz? Büyüklerine isyankâr bir nesil mi olmasını istiyorsunuz?” Bu sorularla birlikte, birçok kesimde kafa karışıklıkları ve siyasetçilerin söylemleri etrafında şekillenen yeni bir kamplaşma doğdu.
"İSYANKARLIĞIN" İLACI : EĞİTİM SİSTEMİ
Bu noktada Başbakan’ın “İsyankâr nesillerin önüne geçmek” olarak özetlediği yaklaşımın eğitim sistemlerinin özü olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Tarihsel süreçte devletlerin kontrolü altında şekillenen eğitim kurumları, şehirlerde ve aristokrat kesimlerin dâhil olduğu, devletin kendisine kadro devşirdiği alanlar olagelmiştir. Toprağa bağlı üretimin yerini kapitalist üretime bıraktığı süreç, eğitim sistemleri açısından bir geçiş süreci olarak adlandırılabilir. Şehirlerde öbeklenen işçi, emekçi sınıflar ve onun genç nesilleri kent yaşamının bir parçası haline gelirken, eğitim talepleri ön plana çıkmaya başlamış. Diğer yanıyla gelişen ve yaygınlaşan kapitalizmin teknoloji, kalifiye eleman vb. ihtiyaçlarını karşılama isteği, bununla birlikte kentlerde biriken ve egemenliği adına tehdit durumundaki milyonları kontrolü altında tutmanın bir mekanizması olarak eğitim sistemlerini önemli bir araç olarak kullanmıştır.
Kapitalizmin iç çelişkileri bir yandan milyonları okuma ve yazmadan olabildiğince uzak tutmayı hedeflerken, diğer yandan toplumsal kesimlerin talepleri ve kendi ihtiyaçlarını karşılama güdüsü, eğitim sistemlerinde yapısal bir dönüşümün, toplumun tüm kesimlerinin tabi tutulduğu bir biçime kavuşmuştur. Türkiye eğitim sistemini de oturtmamız gereken yer ancak egemenlerin dönemsel ihtiyaçlarıyla izdüşümlü olabilir.
“Dindar gençlik yetiştirme”nin çok da yeni bir yanı olmadığını, zaten Türkiye eğitim sisteminin yıllardan beri içeriğinin ve müfredatının sahip olduğu özelliklerden çıkarmamız mümkündür. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin varlığı, tarih derslerinin ondan aşağı kalmayan yapısı, vatandaşlık dersi adı altında emekli askerlerin bile ders veriyor olması, özellikle sosyal bilim derslerinin resmi ideolojiyle harmanlanmış içeriği “dindar, milliyetçi” gençlik yetiştirmenin yeni bir plan olmadığını ortaya koymaktadır. Başbakan’ın sözleriyle alevlenen ve din eğitimine odaklanan tartışma süreci, bu sözleri sarf etmekteki niyetten bağımsız olmayarak sistemsel dönüşümün asıl içeriğini gözden kaçırmaktadır.
Eğitimde dönüşüm planının aniden ülke gündeminin merkezine oturması, egemenler adına böylesi bir dönüşümü dayatan sosyal ve ekonomik koşullar üzerinden yürütülecek bir tartışmanın önüne geçerek muhalif kesimleri var olan “eğitimde gericileşme” ekseninin içine hapsetmiştir. Fakat işin “sırrı” Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişim ve yönelimlerinde aranmalıdır.
Türkiye’nin sahip olduğu genç ve ucuz iş gücü piyasası sermayenin iştahını kabartmaktadır. Türkiye’nin özellikle inşaat ve tekstil gibi gelişen ve dünya çapında söz sahibi olmaya başladığı alanlarda vasıfsız işgücünü kendi adına en düşük maliyette çalıştırabilmekte ve ihtiyaçlarına cevap bulabilmektedir. Bununla birlikte kapitalistler açısından Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusunun taşıdığı potansiyelin bu sektörlerle sınırlı olamayacağını görmek gerekir. Belirli eğitim süreçlerinden geçirilerek yetiştirilecek kalifiye işgücü Türkiye kapitalizminin dünya piyasalarında etkisini artırmasını sağlayabilecek tek ve temel dayanağıdır. Sermaye tam da bu niyetle hazırlıklarını yoğunlaştırmış ve eğitim sistemine dair 4+4+4 planlarını önümüze sürmüştür. Genç nüfusu mesleki eğitimde yoğunlaştırarak, kalifiye işgücünü ucuzlaştırma niyetleri çok da “yeni” olarak görünmemektedir.
Hatırlarsak daha 1999 yılında düzenlenen 16. Milli Eğitim Şurası “Mesleki ve Teknik Eğitim” gündemiyle toplanmıştı. Bu Şura’da alınan kararlardan biri; “Önerilen sistem, kavramsal düzeyde, yakın bir gelecekte gerçekleştirilmesi düşünülen 11–12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması dikkate alınarak planlanmalıdır.” 13 yıl sonra zorunlu eğitim 12 yıl oluyor.
4+4+4’ün en çok tartışılan yanlarından biri ilk dört yıldan sonra öğrencilerin mesleki ve teknik liseler, imam hatip liseleri veya düz liseler arasında seçim yapacak olmaları, fakat 13 yıl önce temelleri atılmaya başlamış bu fikirlerin.
Yine ilköğretim okulları için alınan 99 Şurası’nın bir diğer kararı:
1999’da gerçekleştirilen Şura, sermayenin dönemsel ihtiyaçlarına bağlı olarak mesleki eğitimi temel almış ve ortaöğretim düzeyinde yeni bir şekillenişe gidilmişti. Şirketler Meslek ve Teknik Liseleri ortak çalışmalar içerisine girerek, okullar içerisinde atölyeler oluşturmuş, bir yandan sıfır maliyetli emeği kullanmaya başlamış. Diğer yandan kalifiye işgücü ihtiyaçlarını sağlıyorlardı. Her il ve bölgede sektörel bazda, yerel sanayinin ihtiyaçlarına cevap verecek bir yapılanmaya gidilmişti.
2010 yılında düzenlenen Milli Eğitim Şura’sına gelindiğinde ise aslında planların netleştiği ve 2 yıldır bekletiliyor olduğu açıkça gözüküyor. Alınan karar şöyle;
4+4+4 iki yıl önce dillendirilmeye başlamış. Bir diğeri;
Bunlar gibi onlarca madde saymak mümkün. Bu kısa örnekler bile sermayenin mesleki eğitim daha alt yaş gruplarına çekerek, genç işgücünü olabildiğince erkenden “ehlileştirerek” piyasanın hizmetine sunmanın arayışlarını ortaya koymaktadır. 4+4+4 düzenlemesinin temel eksenini bu noktadan ele almak gerekir.
EĞİTİMDE BELİRLEYİCİ: KAPİTALİZMİN İHTİYAÇLARI
Uluslararası boyutta da eğitim sistemleri farklı bir içeriğe sahip değil. Ülkeler ulusal ekonomik yapısı ve ekonominin ihtiyaçları eğitim sisteminin aldığı biçim ve içeriği de belirliyor. Bilgisayar yazılımı alanında gelişen Hindistan ekonomisi, eğitim sisteminde bu alana yoğunlaşırken, bilgisayar ve teknoloji liseleri kuruluyor. Çin kapitalizmi benzeri biçimde milyarları bulan nüfusu ve dünya kapitalizminin yoğunlaştığı ucuz işgücü olanaklarını, hızlı bir biçimde ucuz ve kalifiye hale getirmek üzere eğitim planlarını gerçekleştiriyor. Özellikle genç nüfusa sahip, ucuz işgücü barındıran ülkeler eğitim politikalarını bu yönde belirlerken, Türkiye’deki 4+4+4 eğitim modeliyle en büyük benzerliği Alman eğitim sisteminin 2002 yılından sonra revize edilmemiş hali olarak göze çarpıyor.
Almanya Eğitim Sistemi, toplum mühendisliğinin en önemli örneklerinden biridir. Açıkça 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından yeniden ayağa kalkma çabası içersindeki Alman kapitalizminin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamadaki kaynağı olan göçmen işçilerin, Alman toplumuna adapte olmasını engelleme ve işçi olmaktan başka seçenek bırakmama üzerine kurulmuştur. Alman sisteminde de ilköğretim 4 yıldır. 4 yılın ardından Gymnasium, Realschule ve Hauptschule olmak üzere üç okul türünden birine yönlendirilmektedir. İlköğretim boyunca dersleri en iyi olanlar Gymnasium’a, orta olanlar daha çok mesleki eğitim olarak nitelendirilebilecek Realschule’e, başarısız olanlarda Hauptschule’e gitmektedir. Realschule’da okuyanlar daha çok meslek yüksek okullarına devam edebilirken, Hauptscule’a gidenler teorik olarak olsa da, üniversiteye herhangi bir şekilde gitme şansları yoktur. İlköğretim’de Almanca eğitime dayalı yapı doğal olarak göçmen çocukların zorlanmasına sebep olmakta ve derslerden başarısız olan göçmen çocukların yalnızca Hauptschule’a devam etmelerine neden olmaktadır. Bu okulların yüzde 60’dan fazlası göçmen çocuklardan oluşurken, büyük bir kısmı okulu bitirmeden kaydını almaktadır. Göçmen işçi çocuklarına açık bir biçimde işçi olmak dışında bir rol biçilmemiştir.
ÇOCUK İŞÇİLİĞİN ÖNÜ AÇILDI
Kısacası Alman kapitalizmi, böylesi bir kategorilendirmeyle her alandaki işgücü ihtiyacını oluşturduğu “kast” sistemi üzerinden sağlamaktadır. Türkiye’de oluşturulmak istenen “yeni” yapı biçimsel olarak tam anlamıyla benzememekle birlikte özü itibariyle neredeyse aynıdır. 10 yaşında mesleki seçime tabi tutulan çocukların, sistem içinde hayatları boyunca edinecekleri pozisyon belirlenmiş olacaktır. Bu durum zaten hayattaki rolü belirlenmiş çocukların eğitimden uzaklaşarak çalışmaya başlamalarının da bilinçli olarak önünü açmaktadır. Bu nedenledir ki çıraklıkla ilgili yasal düzenlemede 4+4+4 yasal düzenlemesinin içerisinde yerini bulmuştur. ''14 yaşını doldurmuş, en az ilköğretim okulu mezunu olmak'' şartı, “Çırak olabilmek için 11 yaşını doldurmak ve ilköğretim birinci kademeden mezun olmak” olarak değiştiriliyor.
"İSYANKARLIĞIN" İLACI : EĞİTİM SİSTEMİ
Bu noktada Başbakan’ın “İsyankâr nesillerin önüne geçmek” olarak özetlediği yaklaşımın eğitim sistemlerinin özü olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Tarihsel süreçte devletlerin kontrolü altında şekillenen eğitim kurumları, şehirlerde ve aristokrat kesimlerin dâhil olduğu, devletin kendisine kadro devşirdiği alanlar olagelmiştir. Toprağa bağlı üretimin yerini kapitalist üretime bıraktığı süreç, eğitim sistemleri açısından bir geçiş süreci olarak adlandırılabilir. Şehirlerde öbeklenen işçi, emekçi sınıflar ve onun genç nesilleri kent yaşamının bir parçası haline gelirken, eğitim talepleri ön plana çıkmaya başlamış. Diğer yanıyla gelişen ve yaygınlaşan kapitalizmin teknoloji, kalifiye eleman vb. ihtiyaçlarını karşılama isteği, bununla birlikte kentlerde biriken ve egemenliği adına tehdit durumundaki milyonları kontrolü altında tutmanın bir mekanizması olarak eğitim sistemlerini önemli bir araç olarak kullanmıştır.
Kapitalizmin iç çelişkileri bir yandan milyonları okuma ve yazmadan olabildiğince uzak tutmayı hedeflerken, diğer yandan toplumsal kesimlerin talepleri ve kendi ihtiyaçlarını karşılama güdüsü, eğitim sistemlerinde yapısal bir dönüşümün, toplumun tüm kesimlerinin tabi tutulduğu bir biçime kavuşmuştur. Türkiye eğitim sistemini de oturtmamız gereken yer ancak egemenlerin dönemsel ihtiyaçlarıyla izdüşümlü olabilir.
“Dindar gençlik yetiştirme”nin çok da yeni bir yanı olmadığını, zaten Türkiye eğitim sisteminin yıllardan beri içeriğinin ve müfredatının sahip olduğu özelliklerden çıkarmamız mümkündür. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin varlığı, tarih derslerinin ondan aşağı kalmayan yapısı, vatandaşlık dersi adı altında emekli askerlerin bile ders veriyor olması, özellikle sosyal bilim derslerinin resmi ideolojiyle harmanlanmış içeriği “dindar, milliyetçi” gençlik yetiştirmenin yeni bir plan olmadığını ortaya koymaktadır. Başbakan’ın sözleriyle alevlenen ve din eğitimine odaklanan tartışma süreci, bu sözleri sarf etmekteki niyetten bağımsız olmayarak sistemsel dönüşümün asıl içeriğini gözden kaçırmaktadır.
Eğitimde dönüşüm planının aniden ülke gündeminin merkezine oturması, egemenler adına böylesi bir dönüşümü dayatan sosyal ve ekonomik koşullar üzerinden yürütülecek bir tartışmanın önüne geçerek muhalif kesimleri var olan “eğitimde gericileşme” ekseninin içine hapsetmiştir. Fakat işin “sırrı” Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişim ve yönelimlerinde aranmalıdır.
Türkiye’nin sahip olduğu genç ve ucuz iş gücü piyasası sermayenin iştahını kabartmaktadır. Türkiye’nin özellikle inşaat ve tekstil gibi gelişen ve dünya çapında söz sahibi olmaya başladığı alanlarda vasıfsız işgücünü kendi adına en düşük maliyette çalıştırabilmekte ve ihtiyaçlarına cevap bulabilmektedir. Bununla birlikte kapitalistler açısından Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusunun taşıdığı potansiyelin bu sektörlerle sınırlı olamayacağını görmek gerekir. Belirli eğitim süreçlerinden geçirilerek yetiştirilecek kalifiye işgücü Türkiye kapitalizminin dünya piyasalarında etkisini artırmasını sağlayabilecek tek ve temel dayanağıdır. Sermaye tam da bu niyetle hazırlıklarını yoğunlaştırmış ve eğitim sistemine dair 4+4+4 planlarını önümüze sürmüştür. Genç nüfusu mesleki eğitimde yoğunlaştırarak, kalifiye işgücünü ucuzlaştırma niyetleri çok da “yeni” olarak görünmemektedir.
Hatırlarsak daha 1999 yılında düzenlenen 16. Milli Eğitim Şurası “Mesleki ve Teknik Eğitim” gündemiyle toplanmıştı. Bu Şura’da alınan kararlardan biri; “Önerilen sistem, kavramsal düzeyde, yakın bir gelecekte gerçekleştirilmesi düşünülen 11–12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması dikkate alınarak planlanmalıdır.” 13 yıl sonra zorunlu eğitim 12 yıl oluyor.
4+4+4’ün en çok tartışılan yanlarından biri ilk dört yıldan sonra öğrencilerin mesleki ve teknik liseler, imam hatip liseleri veya düz liseler arasında seçim yapacak olmaları, fakat 13 yıl önce temelleri atılmaya başlamış bu fikirlerin.
Yine ilköğretim okulları için alınan 99 Şurası’nın bir diğer kararı:
1999’da gerçekleştirilen Şura, sermayenin dönemsel ihtiyaçlarına bağlı olarak mesleki eğitimi temel almış ve ortaöğretim düzeyinde yeni bir şekillenişe gidilmişti. Şirketler Meslek ve Teknik Liseleri ortak çalışmalar içerisine girerek, okullar içerisinde atölyeler oluşturmuş, bir yandan sıfır maliyetli emeği kullanmaya başlamış. Diğer yandan kalifiye işgücü ihtiyaçlarını sağlıyorlardı. Her il ve bölgede sektörel bazda, yerel sanayinin ihtiyaçlarına cevap verecek bir yapılanmaya gidilmişti.
2010 yılında düzenlenen Milli Eğitim Şura’sına gelindiğinde ise aslında planların netleştiği ve 2 yıldır bekletiliyor olduğu açıkça gözüküyor. Alınan karar şöyle;
4+4+4 iki yıl önce dillendirilmeye başlamış. Bir diğeri;
Bunlar gibi onlarca madde saymak mümkün. Bu kısa örnekler bile sermayenin mesleki eğitim daha alt yaş gruplarına çekerek, genç işgücünü olabildiğince erkenden “ehlileştirerek” piyasanın hizmetine sunmanın arayışlarını ortaya koymaktadır. 4+4+4 düzenlemesinin temel eksenini bu noktadan ele almak gerekir.
EĞİTİMDE BELİRLEYİCİ: KAPİTALİZMİN İHTİYAÇLARI
Uluslararası boyutta da eğitim sistemleri farklı bir içeriğe sahip değil. Ülkeler ulusal ekonomik yapısı ve ekonominin ihtiyaçları eğitim sisteminin aldığı biçim ve içeriği de belirliyor. Bilgisayar yazılımı alanında gelişen Hindistan ekonomisi, eğitim sisteminde bu alana yoğunlaşırken, bilgisayar ve teknoloji liseleri kuruluyor. Çin kapitalizmi benzeri biçimde milyarları bulan nüfusu ve dünya kapitalizminin yoğunlaştığı ucuz işgücü olanaklarını, hızlı bir biçimde ucuz ve kalifiye hale getirmek üzere eğitim planlarını gerçekleştiriyor. Özellikle genç nüfusa sahip, ucuz işgücü barındıran ülkeler eğitim politikalarını bu yönde belirlerken, Türkiye’deki 4+4+4 eğitim modeliyle en büyük benzerliği Alman eğitim sisteminin 2002 yılından sonra revize edilmemiş hali olarak göze çarpıyor.
Almanya Eğitim Sistemi, toplum mühendisliğinin en önemli örneklerinden biridir. Açıkça 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından yeniden ayağa kalkma çabası içersindeki Alman kapitalizminin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamadaki kaynağı olan göçmen işçilerin, Alman toplumuna adapte olmasını engelleme ve işçi olmaktan başka seçenek bırakmama üzerine kurulmuştur. Alman sisteminde de ilköğretim 4 yıldır. 4 yılın ardından Gymnasium, Realschule ve Hauptschule olmak üzere üç okul türünden birine yönlendirilmektedir. İlköğretim boyunca dersleri en iyi olanlar Gymnasium’a, orta olanlar daha çok mesleki eğitim olarak nitelendirilebilecek Realschule’e, başarısız olanlarda Hauptschule’e gitmektedir. Realschule’da okuyanlar daha çok meslek yüksek okullarına devam edebilirken, Hauptscule’a gidenler teorik olarak olsa da, üniversiteye herhangi bir şekilde gitme şansları yoktur. İlköğretim’de Almanca eğitime dayalı yapı doğal olarak göçmen çocukların zorlanmasına sebep olmakta ve derslerden başarısız olan göçmen çocukların yalnızca Hauptschule’a devam etmelerine neden olmaktadır. Bu okulların yüzde 60’dan fazlası göçmen çocuklardan oluşurken, büyük bir kısmı okulu bitirmeden kaydını almaktadır. Göçmen işçi çocuklarına açık bir biçimde işçi olmak dışında bir rol biçilmemiştir.
ÇOCUK İŞÇİLİĞİN ÖNÜ AÇILDI
Kısacası Alman kapitalizmi, böylesi bir kategorilendirmeyle her alandaki işgücü ihtiyacını oluşturduğu “kast” sistemi üzerinden sağlamaktadır. Türkiye’de oluşturulmak istenen “yeni” yapı biçimsel olarak tam anlamıyla benzememekle birlikte özü itibariyle neredeyse aynıdır. 10 yaşında mesleki seçime tabi tutulan çocukların, sistem içinde hayatları boyunca edinecekleri pozisyon belirlenmiş olacaktır. Bu durum zaten hayattaki rolü belirlenmiş çocukların eğitimden uzaklaşarak çalışmaya başlamalarının da bilinçli olarak önünü açmaktadır. Bu nedenledir ki çıraklıkla ilgili yasal düzenlemede 4+4+4 yasal düzenlemesinin içerisinde yerini bulmuştur. ''14 yaşını doldurmuş, en az ilköğretim okulu mezunu olmak'' şartı, “Çırak olabilmek için 11 yaşını doldurmak ve ilköğretim birinci kademeden mezun olmak” olarak değiştiriliyor.
Türkiye kapitalizmi her türlü ihtiyacına cevap olabilecek yeni bir işgücü profili oluşturma çabasıyla, toplum mühendisliğine soyunuyor. Eğitime dair böylesi kapsamlı bir planın üniversite boyutu olduğunu da unutmamak gerekir. Özellikle son birkaç yıldır, “YÖK’ün değiştirilmesi” üzerinden yürütülen tartışmalar, üniversitelere dair sermayenin planlarını gizli tutmaya yetmemişti. Hali hazırda işleyen üniversitelere dair “her ile yaymaya ve her ilin sanayisinin ihtiyaçlarına göre şekillendirme politikası hızla devam ediyor. Neredeyse her ilde Meslek Yüksek Okulları açıldı. Özellikle geçen yıl gerçekleştirilen YÖK toplantılarıyla hızlanan, üniversite-sanayi işbirliği süreci, sermayenin kalifiye işgücü ihtiyacına karşılama eğiliminin belli bir kademedeki uygulamalarını temsil ediyordu. Bu uygulamaların üniversitelerle sınırlı olmadığı ve topyekûn eğitim sistemini yeniden dizayn ederek, ilköğretimden yükseköğretime kadar yeniden şekillenişin başlatıldığı bir süreç yaşıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder