Murat Özgenç / Emma Goldman 01/12/2010 Toplumsal Devrim
n-bot_ �c 0 ��� � � n-left: 0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial; border-image: initial; outline-width: 0px; outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 12px; vertical-align: baseline; background-image: initial; background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip: initial; background-color: transparent; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; ">Günümüzün “Ölü Canları” nerededirler? Aşağıdaki örnek bize bu durumu en iyi biçimde gösterecektir. Bütün çocuk yurtlarının, bütün ilköğretim okullarının, eğitim kurumlarının, gerçekte çocuk ya da yetişkin barındıran her kurumun, kurumda yaşayan insan sayısına göre giyecek ve yiyecek istihkakı vardır. Bütün kurumlar, varolan şeyleri dağıtan merkezi dağıtım birimlerine (Petrograd’da Petrograd Komünü, Moskova’da Moskova Komüni gibi) bağımlıdırlar. Bir kurumun kendine gerekli olan şeyleri sağlayabilmesi için, bütün bir memurlar (Tschinowniki) ordusunun imzalayıp parafe ettiği çok sayıda kağıt gereklidir.
Artık suskunluk dönnemi sona erdi. Bu nedenle
söylenmesi gerekenleri açıkça söyleyeceğim. Bu noktada karşılaşacağım
zorlukların bilincindeyim. Gericilerin, yani Rus devriminin düşmanlarının
sözlerimi yanlış yorumlayacaklarını biliyorum. Komünist Partisi ile Rus
devrimini birbirine karıştıran devrimin sözüm ona dostlarının da beni mahkum
edeceklerinden eminim. Bu nedenle tutumumu iki tarafa da açıklamamamın gerekli
olduğunu düşünüyorum.
Önsöz
Rudolf Rocker
Modern anarşist hareketin propagandacı temsilcileri arasında Emma Goldman kuşkusuz en parlak ve özel kişiliklerden biridir -öğretinin, içsel dünyasını ve yaşamının amacını oluşturduğu büyük bir karakter. Goldman, 1869 yılında Kaunas’da(1) doğdu ve çocukluğunun ilk yıllarını Kurland’da(2) geçirdi. Yedi yaşındayken ailesi tarafından Königsberg’e, babaannesinin yanına gönderildi ve on üç yaşında anne ve babasıyla birlikte Petersburg’a gidene kadar burada yaşadı.
Modern anarşist hareketin propagandacı temsilcileri arasında Emma Goldman kuşkusuz en parlak ve özel kişiliklerden biridir -öğretinin, içsel dünyasını ve yaşamının amacını oluşturduğu büyük bir karakter. Goldman, 1869 yılında Kaunas’da(1) doğdu ve çocukluğunun ilk yıllarını Kurland’da(2) geçirdi. Yedi yaşındayken ailesi tarafından Königsberg’e, babaannesinin yanına gönderildi ve on üç yaşında anne ve babasıyla birlikte Petersburg’a gidene kadar burada yaşadı.
Petersburg’a gidişleri II. Alexander’ın
öldürülmesinden bir yıl sonrasında rastlıyordu. Başkentin tüm atmosferi hala
devrimci partinin Çarlığa karşı yürüttüğü ve tüm Rus toplumunu derinden sarsan
korkunç savaşın dolayımsız sonuçlarıyla yüklüydü. Genç devrimci öğrencilerle bu
sıralar kurduğu ilişkiler, genç kız üzerinde gelecekteki yaşamına belli bir yön
verecek etkiler yaratmıştı.
1886 yılında, kızkardeşi Helena’nın peşinden
Amerika’ya göç etti ve geçici olarak akrabalarının bulunduğu Rochester’a
yerleşti. Bu dönemde Amerikan İşçi Hareketi devrimci gelişiminin zirvesine
ulaşmıştı. Devasa grev dalgası tüm ülkeyi sarsıyor ve sekiz saatlik işgünü
talebi doğrultusunda büyük bir harekete dönüşüyordu. Bunlara, anarşist işçi
önderlerinin canice idamlarıyla sonuçlanan meşum Şikago olayları eklendi. Emma
Goldman, Şikago anarşistlerinin davasını yoğun bir heyecan ve gerinlikle izledi
ve suçsuzlukları gün gibi ortada olan bu insanları hiçbir Amerikan mahkemesinin
ipe göndermeyeceğine sonuna kadar inandı. İhtimal vermediği bu vahşetin
gerçekleşmesi onu büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. 11 Kasım 1887 Goldman’ın
yaşamının dönüm noktası oldu; gelişmiş, derin adalet duygusu onu devrimci bir
yaşama doğru sürüklüyordu. Rusya’da iken kaptığı özgürlükçü eğilimler
şekilleniyor, derin bir idealizmden kaynaklanan düşünceler doğrultusunda
berraklaşıyordu. Anarşist ve sosyalist literatürü yoğun bir çalışmayla nceliyor
ve esas olarak Johann Most’un çıkardığı “Özgürlük” adlı derginin etkisiyle
gittikçe anarşist düşüncenin çekim alanına giriyordu.
Aktif yoldaşlarla ilk ilişkisi, New Haven’de ekmeğini
kazandığı korse fabrikasında başladı. 1889 yılında uzun süredir beslediği bir
hayali gerçekleştirip, New York’a taşınınca yeni edindiği fikirleri
derinleştirmek ve şekillendirmek için geniş olanaklara kavuştu. Özellikle
Johann Most parlak, tutkulu konuşmalarıyla genç idealistin berrak dimağında
güçlü bir etki bırakıyordu. Çok geçmeden de bu yeni devrimci, anarşist
düşüncenin heyecanlı ajitatörlerinden biri oldu. Artık Emma Goldman’ın yaşamında
coşkulu, yoğun ve yıpratıcı bir çalışma dönemi başlıyordu. Ajitasyon
çalışmaları, ilk başlarda, ekonomik mücadelelerine hatırı sayılır katkılarda
bulunduğu New York’un ve diğer şehirlerin Alman ve Yahudi işçi çevreleriyle
sınırlı kaldı.
1892 yılında Homsetead’da, yerleşim biriminin adını
tüm dünyaya taşıyan büyük bir grev hareketi ortaya çıktı. Tepeden tırnağa
silahlı Pinkertonların vahşi saldırısına uğrayan işçiler de silaha sarılıp
sermayenin uşaklarına hak ettikleri karşılığı vermiş ve onları geri çekilmeye
zorlamışlardı. Sonuçta olaya milis kuvvetleri müdahale etmiş ve kan dökerek
işçileri ağır bir yenilgiye uğratmışlardı. Homestead’taki kanlı olaylar
Amerika’daki bütün örgütlü işçi hareketi içerisinde büyük bir heyecan ve öfke
dalgası yarattı. Kamuoyundaki bu havanın etkisiyle genç bir anarşist, Alexander
Berkman, tüm işçi topluluğunun nefret ettiği, trajik olayların gerçek sorumlusu
olan Frick’i öldürme girişiminde bulundu. Frick hafif yaralandı. Buna rağmen
Berkman, tarafsız olmadığı çok net olan bir mahkeme tarafından olağanüstü bir
cezaya, 22 yıl kürek cezasına çarptrıldı. Bu korkunç olay Goldman için büyük
bir darbe oldu: çünkü Goldman, Berkman’la yakın arkadaştı ve aynı grup
içerisinde bulunuyordu. Ayrıca arkadaşlarının bir kısmı Berkman’ın eylemini
kınıyor ve bu durum kendi içlerinde ciddi hesaplaşmalara neden oluyordu. Aynı
günlerde burjuva basını da Emma Goldman’a nefretle saldırıyor ve olaydan onun
da sorumlu olduğunu iddia ediyordu. Arkadaşlarının terk ettiği ve kamuoyunun
nefretini ensesinden hisseden genç idealist uzunca bir süre kalacak ev bulmakta
bile zorlandı, bazı geceleri sokakta geçirmeye kaldı.
Ertesi yıl Amerika’da işsizlerin büyük hareketi
doğunca Emma Goldman harekete katkıda bulunmak için tekrar sahneye çıktı. New
York’da Union Square’de, grevci tekstil işçilerinin bir toplantısında yaptığı
konuşma kapitalist basın tarafından hakaret olarak yorumlandı ve çarputılmış
biçimde yayımlandı. Sonuçta Emma Goldman 1893 yılında halkı isyan teşvik
etmekten bir yıl hapse mahkum edildi. Nefret edilen propagandacıyı suçlu ilan
etme hırsına kapılan jüri, lehteki 12 tanığın ifadelerini dikkate almamış ve
daha sonra görevini kötüye kullanmaktan hapse mahkum olacak bir muhbirin
ifadesine göre karar vermişti.
Cezaevinden çıkarken Emma’nın düşünceleri olgunlaşmış,
deneyimleri zenginleşmişti. Islah olması söz konusu bile değildi. 1895 yılında
Avrupa’ya gitmek üzere bir süreliğine Amerika2dan ayrıldı. Tüm İngiltere ve
İskoçya’yı içine alan başarılı bir propaganda turundan sonra Viyana’ya gidip
bir hastanede hemşirelik eğitimi aldı. 1896′da nihatet Amerika’ya döndüğünde
kendini büyük bir tutkuyla tekrar propaganda çalışmalarına verdi. 1897 yılında,
adının bütün ülkeye yayılmasına neden olan ve Büyük Okyanus kıyılarına kadar
uzanan ilk büyük ajitasyon turuna çıktı. Bu tarihten itibaren Emma Goldman,
Amerikan kamuoyunda hesaba katılması gereken bir şahsiyet olmuştu. Ülkeyi
baştan başa dolaşıyor, en ücra yerlere kadar ayak basmadık yer bırakmıyordu.
Parlak konuşma yetisi ve sözlerinde güçlü bir biçimde dile gelen samimi inanç,
özgürlük davasına bilinçli savaşçılar, kendisine ise Amerikan radikal
çevrelerindeki tüm tanınmış şahsiyetlerin dostluğunu kazandırıyordu. Ancak onun
başarılı çalışmaları aynı zamanda bu yürekli isyancıya karşı tüm reaksiyoner
güçleri de harekete geçiriyordu. Öyle ki, hemen her turunda tutuklamalarla,
toplantı yasaklarıyla karşılaşıyordu. Emma Goldman adı, burjuva düzeninin
temsilcileri üzerinde kırmızı şal etkisi yaratıyor ve bu kadın, modern bayağı
literatürün okuyucu kitlesine sunduğu sıradan komplocu tiplemeyle uzaktan
yakından hiçbir benzerlik taşımasa da, Amerikalı darkafalılar nezdinde zamanla
tüm kötülüklerin sembolüne dönüşüyordu.
Emma Goldman’ın en önemli özelliklerinden birisi derin
bir adalet duygusuna sahip olmasıdır. Adaletin ihlal edildiği, insan onurunun
ayaklar altına alındığı her yerde Emma Goldman, başına neler geleceğini dikkate
almaksızın, haksızlığa karşı protestoda bulunmak için ateşli konuşmalarla
ortaya çıkmataydı. Ve kendi eyleminin sonuçlarından başkalarının zarar
görmesine hiçbir zaman izin vermiyordu; yaptıklarının tüm sorumluluğunu
üstlenmeye her zaman hazırdı. Başkan McKinley’in Buffalo’da öldürülmesinden
sonra anarşistlere karşı korkunç bir nefret kampanyası başladığında, Emma’nın
ülkeyi terk etmesi için arkadaşlarının çok büyük çaba harcamaları gerekti.
“Cesur ve Özgür İnsanların” ülkesinde yaşanan Şikago adalet trajedisi ve diğer
adli canavarlıklar arkadaşlarının ısrarlarını elbette haklı kılıyordu. Ama Emma
Goldman yerinden kıpırdamıyor ve yaklaşayan uğursuzluğa meydan okuyordu.
Czologsz olayında hiçbir sorumluluğu olmamasına rağmen başka yoldaşlarıyla
birlikte tutuklandı ve polisin korkunç vahşetine maruz kaldı. Tüm ülkede
karşı-devrimci sürüler, tüm suçu, inancı hilafına hakim düşünceyle uzlaşmayı
reddetmek olan bu yiğit kadının kellesi için uluyorlardı. Emma Goldman’ın o
zaman her şeye rağmen hayatta kalabilmesi belki de sadece bir tesadüften
ibarettir.
1914 yılında büyük kitle kıyımları başladığında Emma
Goldman savaşa karşı sesini ilk yükseltenler arasındaydı. Savaş karşıtlarının
birçoğu, bizzat Amerika savaşa girince fikrini değiştirmişti. Emma Goldman bunu
yapmadı. Kan ve intikam duygularının bütün ülkeyi adeta kasıp kavurduğu
dönemlerde bile davasına korkusuz biçimde sadık kalmayı bilmdi. Sonuç, tutuklanma
ve iki yıl süren gözaltı oldu. Savaş sonra erdiğinde Emma Goldman vatandaşı
olduğu bu ülkeden sınırdışı edilerek, aynı kaderi paylaşan ilk grupla birlikte
Sovyet Rusya’ya gönderildi. Kalben hep bağlı olduğu eski yurduna hangi
duygularla döndüğünü aşağıdaki satılarda, özellikle de hazırlamakta olduğu daha
kapsamlı eserinde okuyacağız. Emma Goldman’ın hareketli yaşamındaki en acı
tecrübeler kuşkusuz Rusya’da edindikleriydi. Bu satırlar, özgürlük özlemiyle
kavrulan ve en yüce beklentilerinin ihanete uğradığını gören bir ruhun
ifadesidir. Sosyalizm sloganlarıyla yarım yamalak gizlenmiş gaddar bir
gerçekliğin içi boş parıltısı böyle bir ruh üzerinde iki kat itici etki
yaratmış olmalıdır.
Bu kitapçığın sözüm ona radikal basının kabul
etmemesinin ardından bir burjuva gazetesinde yayımlanması, o ünlü “proleterya
diktatörlüğünün” tam ya da yarı savunucuları açısından, Emma Goldman’ı umutsuz
lanet ve kişisel sövgü seliyle boğmaya kalkmanın yeterli gerekçesi oldu.
Bolşevik Rusya’nın ulslararası konferanslarda kapitalist dünyanın
temsilcileriyle aynı masalarda oturmalarına tek laf etmeyen aynı insanlar,
gerçekliğin, bütün diğer yollar kapalı olduğu için burjuva basınında
yayımlanmasına ahlaki bir öfke duyuyorlar. Gerçekte ise bu satırların içeriğine
karşı söyleyecek birşeyleri olmadığından onu karalamak için başka araçlara
başvuruyorlar. Emma Goldman’ın bu doğuştan yeteneksizleri özel olarak
yanıtlamaya gereksinimi yok. Onun tüm yaşamı bu gibilerin suçlamalarına verilen
yanıttır. Floransalı’nın sözü onun için de geçerlidir: Segu il tuo corso, e
lascia dir le gente!(3)
Dipnotlar:
1 Bugünkü Litvanya’ da (ç.n)
2 Bugünkü Letonya’da (ç.n)
3:Dante’nin sözü: İt ürür, kervan yürür.
2 Bugünkü Letonya’da (ç.n)
3:Dante’nin sözü: İt ürür, kervan yürür.
Giriş
Rusya’da geçirdiğim iki yıl içerisinde Amerikan
basınında benimle yapıldığı iddia olunan görüşmelerden söz eden çok sayıda yazı
yayımlandı. Bu yazıların birkaçında benim düşüncelerimi değiştirdiğim, artık
devrime inanmadığım ve devrimin zorunluluğundan artık emin olmadığım beyan
edildi. Hatta bir gazete sansasyonel bir hikaye uydurup odamda kutsal bir eşya
gibi bir Amerikan bayrağı bulundurduğumu yazdı. Kısacası Amerikan hükümetine
karşı işlediği suçların farkına varmış, günah çıkaran bir papaza benzetildim.
Bunların tümü tabii ki saçmalıktan ibarettir.
Düşüncelerimin doğruluğuna hiçbir zaman şimdiki kadar derinden inanmamıştım;
daha önce hiçbir zaman, anarşist öğretinin iç tutarlığına ve mantığına ilişkin
bu kadar güçlü kanıtlarım olmamıştı. Ancak kimseyle ayrıntılı bir söyleşi
yapmadım. Bunun nedeni ise, Rusya’nın trajik durumunu kavrayabilecek duruma
gelmek için bir yıldan fazla bir zamana ihtiyaç duymuş olmamdı. Şimdi olduğu
gibi o zamanda Rus sorununun birkaç sıradan lafla geçiştirilemeyecek kadar karmaşık
olduğuna inanıyordum. Rusya üzerine, orada birkaç hafta ya da en iyi olasılıkla
birkaç ay kaldıktan sonra yazan insanların kitaplarının büyük bir kısmının bana
çok yüzeysel gelmesinin nedeni de budur. Kendim net bir fikir sahibi olmadan
belli bir fikri kamuoyu nezdinde açıklama sorumluluğunu hissetmiş bile olsam,
bunu basın temsilcilerine yapamazdım. Emperyalist güçlerin Rusya’nın boğazını
sıkmaya devam ettikleri bir süreçte suskunluğu sürdürmenin gerekli olduğunu
düşünüoyrdum. Ayrıca gazetecilerle yaşadığım otuz yıllık deneyim,
istisnalarının olduğunu memnuniyetle itiraf etsem de, onların dürüstlükleri
konusunda beni ikna etmeye yetmiyordu.
Artık suskunluk dönnemi sona erdi. Bu nedenle
söylenmesi gerekenleri açıkça söyleyeceğim. Bu noktada karşılaşacağım
zorlukların bilincindeyim. Gericilerin, yani Rus devriminin düşmanlarının
sözlerimi yanlış yorumlayacaklarını biliyorum. Komünist Partisi ile Rus
devrimini birbirine karıştıran devrimin sözüm ona dostlarının da beni mahkum
edeceklerinden eminim. Bu nedenle tutumumu iki tarafa da açıklamamamın gerekli
olduğunu düşünüyorum.
Dört yıl önce ABD hükümeti benden bir cani yaratarak
evimi ve ülkemi terke zorladı. Ve bunların tümü savaşa karşı sesimi yükseltme
cesareti göstermemden dolayı oldu. O zamanlar savaşın yol açacağı korkunç
yıkıma, olağanüstü maddi hasara ve onun sınırsız sayıda insan hayatına mal
olacağına dikkat çekiyordum. Suçum buydu. Bugün savaşı desteklemiş olan birçok
insan, savaşın genel öfke seline kapılmayanların haklı olduğuna, savaşın bir
takım şarlatanlar ve onların hempaları tarafından savaş lordlarının çıkarları
için başlatıldığına, desteklendiğine ve finanse edildiğine inanıyor. “Demokrasi
için savaş”, “savaşı bitirmek için savaş” sloganları dünyayı gerçek bir
cehenneme çevirdi. Açlık kralı bütün ülkeleri kasıp kavururken, savaş sırasında
insan etini yok ederek zenginleşenler kralların bu en güçlüsüne kur yapıyorlar.
Milyonlarca insanın katledilmesi ve yerkürenin yarısının çöle çevrilmesiyle
yetinmeyip, dünyayı bir kaleye, halkların yüzyıllar süren savaşımla elde edilen
hak ve özgürlüklerinin zincire vurulduğu bir zindana çevirdiler. Bir zamanlar
“cesur ve özgür insanların ülkesi” olarak bilinen demokratik Amerika, tüm
ülkelerin başkaldıranlarına kucak açan İngiltere, özgürlüğün eşiği Fransa ve daha
önemsiz birçok ülke… hepsi bugün ruhun çöllerinden başka nedirler? Bunların bir
zamanlar konuklara açık olan kapıları bugün kapalı ve sürgülü. Sadece politik
tutukluların iniltileri, sınırsız sayıdaki işsizin küfür ve bedduları bu
düşünce ve fikir mezarlığında sessizliği bozuyor.
Gerçekten de savaş lordları, eserleriyle
övünebilirler. Komploları başarılı oldu. Demirden pençeleriyle dünya
halklarının enselerine çölmüş bulunuyorlar. Aslında şu Rusya da olmasa
keyiflerine diyecek yok.
O asil sermaye ve ordu ikilisi Rusya’da bir devrimin
olacağını hesaplamamıştı. Tam da emperyalizmin zaferinden emin olduğu, savaş
ganimetlerinin su gibi akmaya başladığı bir dönemde Rus halkının kalkıp da
devrimi tüm dünyaya yayabilecek bir yangını çıkarıvermesi hiç de “kibar” bir
davranış değildi. Bu “hayasızlığı” ezmek için birşeyler yapmak gerekiyordu.
Almanya ile savaş, ikiyüzlülükle, Alman halkına karşı değil, Alman emperyalizmi
ve militarizme karşı bir savaş diye sunulmuştu. Aynı hilekar dil Rus devrimine
karşı tezgahlanan haçlı seferi olumlanırken de kullanıldı. Rus halkna değil,
Bolşeviklere karşı savaşılıyordu -devrimi onlar ateşlemişlerdi, onların yok
edilmeleri gerekiyordu. Böylece Rusya’ya karşı savaş başlatıldı. İşgalciler
milyonlarca Rusu öldürdüler. abluka nedeniyle yüzbinlerce kadın açlık ve
sğuktan öldü. Rusya umutsuzluğun ve ölümün kol gezdiği korkunç bir çöle
dönüşmüştü. Bolşeviklerin iktidarı sınırsız bir güce ulaşırken, Rus devrimi
yerle bir olmaktaydı. Emperyalistlerin Rusya’ya karşı yürüttükleri dört yıllık
komplonun sonucu budur.
Peki, bu neden oldu? Çok basit: Devrimi tek başına
gerçekleştiren ve onu ne pahasına olursa olsun saldırganlara karşı korumaya
kararlı olan Rus halkı, sınırsız sayıdaki cephede, içteki düşmanlara gerekli
dikkati gösteremeyecek derecede meşguldü. Rusya’nın işçi ve köylüleri cephede
kahramanca hayatlarını ortaya koyarlarken, içerdeki düşman giderek
güçleniyordu. Bolşevikler, yavaş ama güvenli adımlarla Sovyetleri yok eden,
devrimi çökerten, bürokrasi ve despotizm açısından dünyanın bütün büyük
devletleriyle boy ölçüşebilecek merkeziyetçi bir devlet kuruyorlardı.
İki yıllık gözlem ve dneyimlerime dayanarak kesin
olarak söyleyebilirim ki, dıştan sürekli bir saldırı tehdidi olmasa, Rus halkı
Kolçakların, Denikinlerin ve diğerlerinin saldırılarında olduğu gibi, içteki
tehdidi görecek ve defetmiş olacaktı. Emperyalistlerin karşı saldırıları
olmasa, halk, komünist devletin yıkılan Rusya’yı yeniden inşa etmek konusundaki
yeteneksizliğini, sığlığını anlayacak, onun çablarının gerçek hedefini kavrayacaktı.
Bu durumda kitleler ülkenin dumura uğramış sosyal güçlerini harekete
geçirebilirlerdi. Peki halk da aynı şekilde yanılıp yolunu şaşıramaz mıydı?
Tabii, bu da mümkündü. Ancak bu durumda kendi insiyatifine ve gücüne güvenmeyi
öğrenecek ve sadece bununla bile devrim kurtarılabilecekti.
Yüzyılların en büyük olayı Rus devriminin çöküşü,
yalnızca yabancı güçlerin müdahalesini talep eden bir kısım eski devrimcinin
caniyane aptallıkları ve bu müdahaleyi finanse eden emperyalistler yüzünden
gerçekleşmiştir. Bolşeviklerin, saldırıların hedefi olmaları nedeniyle, uzunca
bir süre sosyal devrimin kutsal sembolü olarak gözükebilmelerini de buna
borçluyuz.
Uğursuz bir yanılgıyı burada ortaya koymak istiyorum.
Hayır, devrime inancımı yitirmedim. Tersine, Lenin’in askeri komünizm diye
adlandırdığı şeyin dünyaya dayatılması durumunda, gelecek her devrimin
yenilgiye mahkum olduğuna mutlak bir biçimde inandığım için bu yanılgıyı ortaya
koymak istiyorum. Bolşeviklerin Rus Devrimine neler yaptıkları, devletin gerekliliği
konusunda ikna olduğum için değil; Rusya’da yaşananlar, hangi biçim altında ve
hangi gerekçeyle davranırsa davransın her tür devletin, kitlelerin özgür
düşünmelerini ve eylem taleplerini felce uğratan ölümcül bir ağırlık
oluşturduğunu her çeşit teoriden daha net bir biçimde gözlerimizin önüne
serdiği için anlatacağım. Bunu anlatmayı Bolşeviklerin eliyle çarmıha gerilen
devrim, eziyet edilen Rus halkına ve yanıltılan dünyaya karşı bir borç olarak
görüyorum. Ve bütün borcumu, yazdıklarımın gerici güçler tarafından kötüye
kullanılmasına ve görme yetilerini yitirmiş radikallerin saldırılarına aldırış
etmeksizin ödemek istiyorum…
Stokholm, Ocak 1922 – Emma
Goldman
Sovyet Devriminin Çöküş Nedenleri
Rus devriminin boğulmasına katkıda bulunan faktörler
tartışılırken, sadece karşı-devrimcilerin bu trajedide oynadıkları role dikkat
çekmek yeterli değildir. Şüphesiz ki onların suçları sonsuza kadar lanetlenmeyi
hak edecek kadar büyüktür. Bu Rus “yurtseveleri” -monarşıstler, Kadetler
(anayasal demokratlar), sağcı sosyal devrimciler vs.. – dünyayı bir dış
müdahale için velveleye verdiler. Onlar bu savaşta, kendi ülkelerinden ve başka
uluslardan binlerce insanın kurban edilmesinin baş sorumlularıdır. Kendileri
tam bir güvenlik içinde yaşıyorlardı: Onlara ne Çeka’nın kurşunları, ne de
açlığın ya da tifüsün uğursuz eli ulaşıyordu. Yurtsever rolü oynamak için bütün
imkanları mevcuttu. Ama bunların hepsi yeterince bilinen şeylerdir ve yeniden
açıklanmaları gerekli değildir. Bilinmeyen, Rus devriminin çöküşüyle sonuçlanan
bu büyük sosyal trajedide rol oynayan güçlerin, sadece müdahale traftarı Ruslar
ve müttefiklerinden ibaret olmadığıdır. Bir diğer güç Bolşeviklerin kendisiydi
ve şimdi onların rolleri hakkında birşeyler söylemek istiyorum.
Belki de Rus devriminin kaderi daha doğarken belli
olmuştu. Devrim, Rusya’nın kanını kurutan, erkek nüfusun en seçkin kesimini yok
eden ve tüm ülkeyi çöle çeviren dört yıllık bir savaşın ardından ortaya çıktı.
Bu koşullar altında devrimin, dünyanın geri kalan kısmının azgın saldırısına
karşı koyacak gücü bulamaması anlaşılabilirdi. Bolşevikler, Rus halkının büyük
politik değişimler için gerekli olan ilk atılımı gerçekleştirecek güce ve
özveriye sahip olduğunu, ancak devrimci bir dönemin yavaş ve yupratıcı günlük
işleri için zorunlu olan sabra sahip olmadığını iddia etmekteler. Ben bu
iddianın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu iddia iyi gerekçelenndirilmiş olsa
bile ben, Rus devrimini oğan ve halkı despotizm boyunduruğu altına sokan şeyin,
esas olarak dışardan gelen saldırılar değil, Rusya’nın kendi içindeki anlamsız
ve acımasız yöntemler olduğu savında direnirdim. Bu, Bolşeviklerin Marksist
devlet sanatıydı; ilk dönemlerde devrimin başarısı için zorunluluk olarak
göklere çıkarılan, ama her tarafa sefalet, güvensizlik ve düşmanlık yaydıktan
ve halkın Rus devrimine güvenini yavşa yavaş yok ettikten sona zararlı görülüp
bir kenara atılan taktikti.
Herhangi bir dönemde, devrim için en büyük tehlikenin
dış saldırılardan mı, yoksa içeride halkın dışlanmasından, devrime olan
ilgisinin felce uğratılmasından mı geldiği yolunda bir kuşku var olduysa, Rus
devrimi bu kuşkuyu ebediyen ortadan kaldırmıştır. Müttefiklerin para, savaş
malzemesi ve insan gücüyle destekledikleri karşı-devrim, tam anlamıyla
başarısızlığa uğramıştı. Onun yenilgisi Kızıl Ordu’daki kahramanlık ruhundan
ziyade, her saldırıya başarıyla karşı koyan halkın devrimci coşkusuyla
açıklanabilri. Buna rağmen Rus devrimi acılı bir sürecin sonunda can verdi. Bu
durum nasıl açıklanabilir?
Esas nedenler uzakta değildir. Bir devrimin karşıdan
gelen bütün direnişleri kırabilmesinde ve engelleri başarıyla aşabilmesinde,
onun sürekli olarak halkın önünü bir meşale gibi aydınlatması, halkın ise
sürekli olarak devrimin tutkulu kalp atışını hissetmesi çok önemlidir. Başka
bir ifadeyle, kitlelerin, devrimin kendi eserleri olduğunu ve yeni bir yaşam
kurmak demek olan o zor işe fiilen katıldıklarını her zaman hissetmeleri
gerekir. Kısa bir süre için de olsa, Ekim Devriminden sonra işçiler, köylüler,
askerler kendi devrimci kaderlerinin gerçekten de sahibi olmuşlardı. ama hemen
sonra komünist devletin görünmez demir eli işin içine girdi, kendi amaçları
için kllanmak üzere devrimi halktan kopardı.
Bolşevikler Marksist kilisenin cizvit papazları
gibidirler. İnsan olarak samimiyetsiz ya da kötü niyetli oldukları için değil.
Politika ve yöntemlerini belirleyen şey onların Marksizmleridir. Kullandıkları
araçlar kendi asli hedeflerini gerçekleştirilmlerini engelledi. Komünizm,
sosyalizm, eşitlik, özgürlük: Rus kitlelerin, uğruna büyük acılar çektiği her
şey, Bolşevik taktiğin “amaç bütün araçları kutsar” yolundaki cizvitçi ilkesi
ışığında anlamsızlaştırılıp kirletildi. Ekim Devrimine özelliğini veren
idealist çabaların yerini kinizm ve kabalık aldı. Her türden coşku felce
uğratıldı her tür kamusal kaygı yok edildi, Bugün halka katılımsızlık ve
ilgisizlik hükmedir. Ne yabancı güçlerin müdahalesinin, ne de ablukanın halkı devrime
yabancılaştırma, ona devrimle ilgili ger şeyden nefret etme duygusunu verme
gücü yoktu. Bunu gerçekleştiren Bolşeviklerin iç politikaları oldu. Halk bugün
“Bütün bu değişiklikler ne için yapıldı?” diye soruyor. “Tüm egemenler
birbirinin aynısı; yoksullara ise her zaman acı çekmek düşüyor.” Bolşeviklere
Rsya üzerinde iktidarlarını kurma imkanı veren, halktaki, yüzyılların boyun
eğmişliğiyle birleşen bu kadercilikti. Peki bu deneyim, Bolşevikleri, amacın
tüm araçları kutsamadığı konusunda ikna etti mi?
Şüphesiz Lenin sık sık pişmanlığını ifade eder.
Komünistlerin Rusya çağındaki her Konklavesinden(1) sonra bir Mea Culpa(2)
duyarız. Genç bir komünist bir gün bana, “Lenin günün birinde Ekim Devrimini
bir hata olarak açıklarsa şaşırmam” demişti. Gerçekten de LEnin hatalarını
itiraf ediyor. Ama bu durum onun aynı yanlış politikayı devam ettirmesini
hiçbir şekilde engellemiyor. Her yeni deneyim Lenin ve fanatik taraftarlarınca
devrimin ve bilimin zirvesi olarak sunuluyor. Yeni yasaların haklılığını ve
anlamını sorgulayanların, ölçüsüz davrananların vay haline! Böyleleri derhal
karşı-devrimci, spekülatör ya da eşkıya diye damgalanıyo. Ancak Lenin çok
geçmeden yeniden pişmanlığını beyan edip, kendi kör takipçi sürüsüyle, son
deneyimin başarılı olabileceğine inanan bu insanlarla soytarılar diye alay
ediyor. Lenin tüm dünyayı ve Rusya’yı dört yıl boyunca yanıltıp, komünizmin
kurulmta olduğu konusunda ikna etmeye çalıştıktan sonra, Tüm Rus Sovyetlerinin
son kongresinde kendi arkadaşlarıyla alay etti, onları bugün Rusya’da
komünizmin kurulabileceğine inanacak kadar saf olmakla suçladı. Lenin bu
açıklamaları yaparken cezaevi kapıları, hala, suçları aynı şeyleri üç yıl önce
ve daha hafif tonda söylemekten ibaret olan çok sayıda insanın üstüne
kapalıydı.
Burada Bolşeviklerin, hedeflerine ulaşmak için, halka
değişik dönemlerde hikmetinden sual olunmaz gerçekler diye sunup kabule
zorladıkları ve sonuçta devrimin çöküşüne neden olan yöntemleri sıralamak
ilginç olurdu. Ancak yazımızın boyutları, Bolşevik devletin sorumluluğunu
taşıdığı bu eylemlerin ayrıntılı biçimde incelenmesine izin vermiyor. Bu
nedenle, sadece en önemli dönemleri ve çarpıcı yöntemleri kısaca anlatmakla
yetineceğim.
Brest-Litowsk anlaşması, ardından gelen tüm
kötülüklerin çıkış noktası oldu. Anlaşma, Bolşeviklerin o zamana kadar dünyaya
ilan ettikleri her şeyin toptan inkarıydı: Savaş tazminatlarının reddi, her
türden gizli diplomasinin ortadan kaldırılması, tüm ezilen halklara kendi
kaderlerini tayin hakkı. Bolşevikler buna rağmen, Alman halkını dikkate almaksızın,
Alman emperyalizmiyle anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma Letland, Finlandiya,
Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya ihanet edilerek satın alındı. Sonuç? Yıllar süren iç
savaş, birlik olmaları devrimin savunulması açısından yaşamsal önemde olan
devrimci güçlerin parçalanması ve ülkeyi bugüne kadar egemenliği altında tutan
kızıl dehşetin başlaması.
Ukrayna ve Beyaz
Rusya köylüleri Alman saldırganları geri püskütrtmeyi bildiler, ancak
Bolşeviklerin ihanetini ne unuttular, ne de affettiler. “Çeteleri yok etmek”
için Ukrayana’da sürekli olarak bulundurulan bir milyon askerin varlığ, Ukrayna
köylülerinin Bolşevik devleti nasıl bir aşkla sevildiklerine tanıklık ediyor.
Brest-Litowsk ihanetine kadar işçilerle omuz omuza olan köylüler, anlaşmanın
ardından, işçi ve köylülerin temsilcileri olma iddiasındaki Bolşeviklere nefret
ve tiksinti duygularıyla yüz çevirdiler. Lenin, devrimin nefes alması için onay
istiyordu. Ama bu onun Rusya açısından bedeli en ağır olan hatasıyd: çünkü bu,
devrimin boğulması demekti.
1: Kardinallerin Papa’yı seçmek için yaptıkları toplantı (ç.n)
2: (Latince) hata yaptım (ç.n)
1: Kardinallerin Papa’yı seçmek için yaptıkları toplantı (ç.n)
2: (Latince) hata yaptım (ç.n)
Raswjorstka (Ürünlerin Zorla alınması)
Brest-Litowsk Anlaşmasını, Raswjorstka, yani ürünlerin
köylülerden zorla alınması izledi. Bolşevikler, Raswjorstka’ya, şehirlerin
yiyecek gereksinimini karşılamayı reddettikleri için başvurmak zorunda
kaldıklarını iddia etmekteler. Bu, olsa olsa, kısmen doğrudur. Köylüler
gerçekte ürünlerini hükümetin ajanlarına vermeyi reddediyorlar ve işçilerle
doğrudan ilişki kurabilme hakkını talep ediyorlardı. Ancak köylülerin bu
talepleri kabul edilmedi. Bolşevik hükümetin yetersizliğii ve bürokrasinin
kokuşmuşluğu köylülerin memnuniyetisizliğinin ortaya çıkmasında büyük rol
oynadı. Ürünlerine karşılık olarak vaat edilen endüstri ürünleri köylülere ya hiç
ulaşılmadı ya da ulaştığı ender durumlarda da eksik, kırılıp dökülmüş olarak
ulaştı. Kharkowda bulunduğum dönemde bürokrasinin merkezi mekanizmasının
yetersizliğini gözleyebilme imkanım olmuştu. Bir büyük fabrikanın deposunda çok
soayıda tarım makinası bulunuyordu. Moskova, sabotaj cezası tehdidi ile
bunların iki hafta içinde hazır hale getirilmesini emretti. Emir yerine
getirildi. Ama daha sonra makinalar altı ay boyunca burada yatmaya devam etti
ve merkezi hükümet bunları makina gereksinimleri had safhada olan köylülere
dağıtma konusunda en küçük bir girişimde bile bulunmadı. Bu, Moskova’daki
“sistemin” nasıl çalıştığı, daha dorğusu çalışmadığını gösteren çok sayıdan
örnekten sadece biridir. Bu koşullarda köylülerin, Bolşevik devletin yönetme
yeteneğine olan güvenlerini yitirmiş olmalarına şaşılabilir mi? İşte
Bolşevikler, sonunda köylülerin güvenini ikna ve dostlkla kazanamayacaklrını
görmek zorunda kaldıkları çareyi Raswjorstka’da, yani ürünleri köylülerden
zorla almada buldular. Köylüleri bu kadar öfkelendirecek ve onları yeni
hükümetin mutlak düşmanı haline getirecek daha başarılı bir yöntem asla
bulunamazdı. Raswjorstka, köylüleri sürekli tehdit altında tutan bir dehşet
sembolü oldu ve onların herşeyini ellerinden aldı. Bu çılgın yöntemin, çok sayıda
kurbana ve davasa tahribata yol açank korkunç sonuçlarına ilişkin tam bir
dökümünün yapılması anacak gelecekte mümkün olabilecektir. İnanılmaz gibi
gözükse de açlığın en büyük nedenlerinden birinin Raswjorstka olduğu, Rusya’da
iyi bilinen bir gerçektir. Çünkü bu sistemle sadece köylülerin son pudlarına(3)
değil, gelecek yıl ekecekleri patateslerine ve tohumlarına da el konuldu. Volga
yöresindeki içler acısı durumun asıl nedeninin kuraklık olduğu doğrudur. Ama
birkaç bölgenin Volga’daki açlığa derman olacak kadar ürün yetiştireceği de en
az o kadar doğrudur.
Mallarına el konulan köylülerin hükümet ajanlarına
karşı direnişlerini takip eden ve daima “komünistlerin” yönetiminde
gerçekleştirilen cezalandırma seferlerinde köylülere karşı şiddet kullanılıyor
ve genellikle, uğranılan köyün tümü tahrip ediliyordu. Köylülerin yerel
makamlar ve nihayet Moskova nezdindeki protestoları da sonuçsuz kalıyordu.
Şimdilerde Rusya’da Bolşeviklerin gıda maddedileri “toplamaları” ile ilgili
anlamlı bir anekdot dilden dile dolaşmaktadır: Bir köylü heyeti Lenin’in
karşısına çıkar; “Evet beybaba,” der Lenin köyün en yaşlısına, “artık memnun
olmalısınız. Toprağınız, ineğiniz, tavuğunuz, kısaca herşeyiniz var.” “Öyle
evlat, Tanrıya şükür,” diye yanıtlar köylü. “Toprak bana ait, ama ürünü elimden
alıyorsun; inek benim malım, sütü elimden alıyorsun; tavuk benim tavuğum,
yumurtayı elimden alıyorsun. Tanrıya şükür evlat.”
Bu şekilde
sömürülüp aldatılan köylüler komünistlere cephe aldılar. Raswjorstka, tüm
adaletsizlikleriyle ceza seferleri, ülkede güçlü bir devrm karşıtı hissiat
yarattı. Rusya konusunda yazılar hazırlayan kimi yazalar hükümetin köylülerin
uzlaşmazlıklarıyla ilgili geliştirdiği tezi aynen kabullendiler. Örneğin,
bugünkü Rusya’nın diğerleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde en samimi ve ciddi
eleştirmeni Bertrand Russel,”Bolşevizmin Teorisi ve Pratiği” başlıklı yazısında
şöyle diyor: “Köylülerin Bolşeviklere yönelik antipatileriyle ilgili nedenlerin
yetersiz olduğunun itiraf edilmesi gerekir.” Açıktır ki, Bertrand Russel’ın Raswjorstka’nın
sonuçlarını gözlemleme fırsatı hiç olmamıştır, yoksa başka bir izlenim
edinirdi. İşin gerçeği, Rus köylüleri o kadar pasif ve ağırkanlı olmasalardı,
Bolşevik Devletin ömrü fazla uzun olmazdı. Görünen o ki, Bolşevik devlet,
köylülerin pasif direnişi sonucu bile neredeyse yıkılacaktı. Lenin’i yeni vergi
politikasına ve serbest ticarete zorlayan şey – Raswjorstka’nın insanlık dışı
ve karşı-devrimci olması değil- bu gerçeğin farkedilmesidir.
3: Pud: Eski Rus ağırlık ölçüsü:16.38 kg (ç.n)
3: Pud: Eski Rus ağırlık ölçüsü:
Rus Kooperatifleri
Rus kooperatifleri halkın yaşamında büyük bir kültürel
ve ekonomik güç oluşturuyordu. 1918 yılında ülke çapında 25.000 şube ile büyük
bir ağ oluşturan kooperatiflerin dokuz milyon üyesi vardı. Aynı dönemde,
ödenmiş semayaleri 25 bin rubleyi bulurken, bir önceki yılda ciroları 200
milyon ruble tutuyordu. Açıktır ki, kooperatifler devrimci örgütlenmeler
değillerdi. Ancak varlıkları şehirle köy arasındaki ilişkilerde bağlantı unsuru
olarak hayati önem taşıyordu. Başlarında ne türden karşı-devrimciler olursa
olsun bunlar, tüm örgütlenmeye zarar vermeden, kolaylıkla ayıklanabilirlerdi.
Ancak bu yaplanmaların faaliyetlerine izin verilmesi, kaçınılmaz biçimde,
merkezi devletin yetkilerinin sınırlanması gibi gözükecekti. Bu nedenle
kooperatifler “tasfiye edildi” ve böylelikle Rusya’nın yeniden inşası açısından
önemli bir unsur yok edildi. Ancak kooperatifler zafer çığlıklarıyla öbür
dünyaya gönderildikten, kooperatif hareketi içinde özveriyle çalışmış çok
sayıda kadın ve erkek yaşamlarını atıl bir şekilde cezaevlerinde geçirdikten
sonra, Lenin bir kez daha göğsünü dövüyor ve bir kez daha -mea culpa- diyordu.
Bugün kooperatifler yeniden kurulmaya ve ölü bedenler caanlandırılmaya
çalışılıyor. Kooperatiflerin yasal olarak yeniden tanınmalarından kısa bir süre
önce, o sırada ölüm döşeğinde olan Kropotkin, Dimitrof’dan altı
kooperatifiçinin cezaevinden salıverilmesi arzusunu dile getirmişti. Bu
adamları ciddi ve inançlarına bağlı işçiler olarak tanıyordu. Yaptıklarına
sadık kaldıkları için zaten 18 aydan beri Butyrki hapishanesinde çile
çekiyorlardı. Bunlar ancak Lenin’in kooperatiflerin yeniden kurulması
gerektiğini açıklamasından sonra serbest bırakıldılar. Kooperatiflerin Bolşevik
devlet yapısı içerisinde, tasfiye edilmelerinden önce sahip olduklar anlamı ve
gücü bir gün kazanacaklarına inanmak zordur.
Sovyetler
Bugünkü Rusya’yı Sovyet Rusya, Bolşevik devleti de
Sovyet Devleti diye adlandırmak düpedüz gülünçtür. 1905 devrimi sırasında ilk
kez kurulan Sovyetler Ekim Devriminden sonra yeniden ortaya çıktılar. Sovyetlerin
Bolşevik hükümetine olan yakınlığı ilk Hristiyan hareketin Hristiyan kilisesine
yakınlığı kadardır. Köylü, işçi, asker ve denizci konseyleri Rus halkının
özgürleşen güçlerinin kendiliğinden sonuçlarıydılar. Sovyetler, kitlelerin
yüzyıllar boyu süren baskı dönemlerinden sonra dile getirdikleri
gereksinimlerine denk düşüyorlardı. Daha 1917 yılının Mayıs, Haziran ve Temmuz
aylarında Sovyetlerin dinamik gücü, işçileri ve köylüleri fabrikaların ve
toprağın mülkiyetini ele geçirmeye zorluyordu. Sovyetler büyük bir hızla bütün
Rusya’ya yayılıp Ekim Devriminin ateşini tutuşturdular ve çalışmalarını bu
olaydan sonra da aylar boyunca sürdürdüler. Sovyetlerin anlamını kavrayamayan
bazı sosyalist politikacılar bizzat Sovyeler tarafından bir kenara atıldılar.
Bu hareketin kabaran dalgasına karşı çıkmayı deneselerdi Bolşeviklerin başına
da aynı şey gelirdi. Ancak kurnaz ve hilekar bir cizvit olan Lenin, halkın
genel çığlığını kendi parolası haline getirdi: -Bütün İktidar Sovyetlere!-
Ancak Lenin ve sadık kullarının kendilerini koltuklarında emniyette
hissetmelerinden sonra Sovyetlerin yıpratılması süreci başladı. Bugün Sovyetler
Rusya’daki herşey gibi, bedensel varlıkları kaybolmuş birer siluetten başka
birşey değildirler.
Sovyetler, bgün sadece Komünist Partisi’nin kararlarını
tekrar ediyorlar. aşka bir politik yaklaşımın duyulma olasılığı yoktur.
Komünistlerin seçim yöntemleri Tammany Hall’i(4) bile kıskandırıyor olmalıdır.
Rusya’ya geri dönüşümden kısa bir süre sonra önde gelen bir komünist bana,
-Murphy usta ve Tammany Hall bizim elimize su dökemez- demişti. Ben doğal
olarak adamın şaka yaptığını düşünmüştüm. Ancak çok geçmeden gerçeği ifade
ettiğini farkettim. Komünist oyları şişirmek için komünistler her tür hileyi
kullanıyorlar. Alışılmış yöntemlerin yetmediği yerlerde istihkakın kesilmesi ve
tutuklama tehditleri kullanılıyor. Çeka, kader gibi her an hazır ve nazırdır ve
seçmenler kendilerini neyin beklediğini bilmektedirler. Bu nedenle
komünistlerin neden bütün seçimleri kesin olarak kazandıklarını anlamak kolaydır.
Buna rağmen Bolşevik Rusya’da Menşeviklerin, Sol Sosyalist Devrimcilerin, hatta
Anarşistlerin ara sıra bir temsilci çıkarabilmeleri az şey değildir. Yayın
çıkarma, özgür konuşma ve fabrikalarda yasal propaganda hakkı olmadan muhalefet
partilerinin Sovyetlere temsilci seçmeyi başarmaları bir mucize gibidir. Ancak
orada sesini duyurma olanağı hiç yoktur. Komünist şakşakçılar (kişiliksiz
alkışçılar) komünistler dşında kimsenin sesinin duyulmamasına özen
göstermekteler.
Arada sırada bir anarşist Sovyet seçilirse, hükümet
normal olarak temsilciliği tanımayı reddetmekte ya da Çeka, herhangi bir
bahaneyle, seçilen kişinin karşısına çıkarılmaktadır. 1920 yılında Moskova’da
fabrika kulüplerinden birinde bir seçimde bulunmuştum. Hükümet, işçilerin adayı
olan bir anarşistin seçilmesini ikinci kez onaylamamıştı. Karşı aday olarak
Maku sağlığı İdaresi komiseri Semasçko çıkarılmasına rağmen, işçiler üçüncü kez
anarşisti seçtiler. Semasçko’nun, rakibinin kişiliğine yönetlik hakaretleri,
onu gözden düşürüme çabaları, seçmenleri yumrukla yıldırma ve aforoz etme
tehditleri fayda etmedi. İşçiler adamın yüzüne karşı güldüler, alaycı bravo
çığlıklarıyla onunla dalgalarını geçtiler ve üçüncü kez anarşisti seçtiler.
Birkaç ay sonra, seçilen kişi bir bahaneyle tutuklandı ve ancak uzun bir açlık
grevi sonunda ve o sırada Moskova’da bulunan bir İngiliz işçi misyonunun gezisi
sırasında bir skandalın patlak vermesini önlemek isteyen Bolşeviklerce serbest
bırakıldı. Moskova’yı terk etmemden, yani 1 Aralık 1921′den hemen önce Moskova
Sovyetinin üç anarşist üyesi tutuklandı. Bunlardan birisi başkent dışına
sürgüne gönderildi. Diğer ikisi hakkında ise, sonradan öğrendiğime göre, normal
olarak, sorgu yapılıp dava açılmadan sanığın kurşuna dizilmesi ile sonuçlanan
-çetecilik ve yeraltı faaliyeti- suçlamasıyla dava açılmış. Bu kişilerin
suçları Moskova Sovyetinde her şeyi açık yüreklilikle söylemekten ibaretti. Bu
yüzden oradan -uzaklaştırılmaları- gerekiyordu. Açıkça görülmektedir ki, ne
Moskova Sovyetinin, ne de Rusya’daki başka bir Sovyetin görevini yaparken kendi
başına karar verme hakkı ya da bağımsızlığı hakkı söz konusudur. Hatta Komünist
Partisi’nin sıradan bir üyesinin bile orada görüşlerini açıklama konusunda
fazla olanağı yoktur. Hem Sovyetlerin, hem de tüm Bolşevik hükümetin içinde
-proletarya diktatörlüğü- çok küçük bir grubun elinde bulunmaktadır – o,
Rusya’yı ve Rus Halkını tek başına egemenliği altında tutan merkezdeki küçük
gruptur.
Bir zamanların ideali olan -işçilerin, köylülerin ve
askerlerin özgür fikir alışverişi- halkın artık rağbet etmediği ve tüm inancını
yitirdiği bir komediye dönüşmüş bulunuyor.
4: 19. yüzyılda Amerika’da
Demokrat Parti içine yerleşmiş mafyavari bir grup (ç.n.)
Çalışma Seferberliği
Gerçekte angaryadan başka bir şey olmayan çalışma
seferberliği dünyaya komünist sistemin en önemli unsurlarından biri olarak
övgüyle sunuldu. “-Bugün Sovyet Rusya’da herkes çalışmak zorundadır. Artık
parazitler yoktur.-” Gerçi Lenin hiçbir zaman bu uygulamanın Rusya’yı yeniden
inşa için yürürlüğe konan başka birçok benzer uygulamagibi bir hata olduğunu
itiraf etmedi; ama onun, angaryanın işçilern verimliliğini artırmak konusunda
hiçbir şey gtirmediğini net olarak anladığına inanıyorum. Uygulandığını dönemde
angarya, sadece kitlesel bir kölelik sistemi kurmayı ve burjuva asalakların
yerini Bolşevik asalaklar aygıtının almasını başardı. Görevi işçileri zorlamak,
iş sırasında gözetlemek, tutuklamak ve zaman zaman da, işlerini izinsiz
erketmeleri durumunda, kurşuna dizmekti. Gerçekten de işçilerin büyük çoğunluğu
işyerlerine gidiyordu, ancak çalışmak için değil; avarelik etmek, karılarının
ve çocuklarının köyde un ve patatesle değiştirebilecekleri birkaç parça malı
gizlice üretmek için, Açlıktan ölmemenin tek yolu buydu.
Sadece köyden şehire bir şey getirilme imkanı üzerine
bile bir kitap yazılabilir. Ticaret yasağıyla birlikte, resmi görevli olmayan
herkesin köyden şehiren getirebilecekleri mallara el koymak üzere tüm tren
istasyonlarına askerler ve Çeka elamanlarından oluşan müsadere birlikleri
(Sagrhaditelniotrjad) yerleştirilmeye başlandı. Ancak büyük zorluklarla seyahat
izni alabilen, seyahat imkanı çıkana kadar günlerce, hatta haftalarca
istasyonlarda bekleyen, tıka basa dolu pis vagonlarda ayakta, bazen de
vagonların üstünde ya da merdivenlerde yolculuktan sonra bir pud un ya da
patates elde edebilen bu şanssız zavallılar, seyahatlerinin son istasyonunda
önlerine çıkan müsadere birliklerinin herşeyi ellerinden almalarını sessiz
sedasız sineye çekmek zorundalardı. Çoğu durumda komünist devletin koruyucuları
el konulan malları kendi aralarında paylaşıyorlardı. Yoksul kurbanlar başlarına
başka birşey gelmediyse kendilerini şanslı saymalıydılar. Çünkü değerli
yüklerinin müsadere edilmesinin dışında, işin içinde, çok sık yapıldığı gibi,
“-spekülasyon-” iddiasıyla, içeri atılmak da vardır. Kıtlık döneminde hayatta
kalmaya çaba harcadıkları için Rusya’nın hapishanelerini dolduran mutsuz insan
yığınlarının yanında, gerçekten spekülasyon yaptıkları için hapse atılanların
sayısı yok denecek kadar azdır.
Bolşeviklerin bir konuda haklarını teslim etmek lazım
-onlar yarım iş yapmazlar. Angarya yasallaşır yasallaşmaz acımasız ir şekilde
uygulandı. Erkek kadın, genç yaşlı, yırtık pırtık ayakkabıları ve lime lime
olmuş ince elbislerine akılmaksızın, ayrım gözetilmeksizin, buz gibi havada ve
tipide kar küremeye ya da buz kırmaya zorlandılar. Bazen odun kesmek için
gruplar halinde ormana gönderildiler. Sonuç zatülcenp, akciğer iltihabı ya da
veremdi. Ancak bu sonuçlardan sonra Kremlin’deki bilgeler işbölümünü
düzenleyecek bölümler açtılar. Bu bölüm, işçilerin bedensel güçleri konusunda
karar veriyor, onları sınıflandırıyor ve mesleklerine göre işlere dağıtıyordu.
İşe zorlamak için kullanılan yöntemlere karşı derin
bir nefret duydukları için, insanların bu köleleştirici ve insanlık dışı
koşullarda işten kaçmaya çalışmalarına şaşmamak gerekiyor. İnsanlar zamanla
komnist devlet, damarlarından yaşam enerjilerini soğuran bir sülük gii görmeye
başladılar. Uzun savaş yıllarının darbelerini yaşayan, Yudeniç’in sürülerine
karşı şehirlerini kahramanca savunan, savaş ve açlığın dehşetini yaşayan, tüm
Rusya’nın en devrimci işçileri olarak nam salan Petrograd işçilerinin bile
sahte devrimcilerden ve onlarla bağlantılı her şeyden nefret etmeye başlamaları
bir mucize miydi? Ancak bu onların hatası değildi. Onların ideallerini ve
inançlarını yıkan Bolşeviklerin zalim devlet mekanizmasıydı. İnsanlarda, ancak
uzun dönemde aşılabilecek devrim karşıtı bir ruh hali yaratan oydu.
Petrograd Sovyeti’nin bir toplantısındaki bir saneyi
hiç unutmayacağım. Kronstadt’ın kaderi ile ilgili kararın verileceği geceydi.
Komünist liderlerin uzun konuşmalarından sonra birkaç işçi ve denizci söz
istedi. ir cephane işçisi konuşuyordu. Yüzü izleyicilere değil, oturum
başkanına dönüktü. Gerinlikten sesi titriyor, gözleri alevler saçıyor ve tüm bedeni
sarsılıyordu. Petrograd Sovyeti’nin başkanı Zinovyev’e hitap ediyordu: “-Üç
buçuk yıl önce siz Alman ajanı, devrim düşmanı olarak damgalanıp hafiyelerin
hakaretlerine ve takibine uğrarken, biz Petrogradlı işçiler ve denizciler sizi
kurtardık, sizin için savaştık, kan döktük ve sizi sonunda bugün olduğunuz yere
getirdik. Bunu siz halkın isteklerine tercüman olacağınızı düşündüğümüz için
yaptık. Ama o andan itibaren siz ve hükümetiniz bizden uzaklaştınız. Ve şimdi
bizlere hakaretler yağdırıyor ve bizi karşı-devrimci ilan etmekte
diretiyorsunuz. Ekim Devriminde verdiğiniz sözleri yerine getirmenizi
istediğimiz için bizi hapse atıyor ve kurşuna diziyorsunuz.-”
Adamın başına neler geldiğini bilmiyorum.
Cüretkarlığından dolayı cezaevini ya da merzarlığı boylamış olabilir. Ama
çığlığını kimse duymadı. O çığlık, devrim döneminde olağanüstü bir coşku
düzeyine ulaşan, şimdiyse bolşevik devlet tarafından zincire vurulan ve ölümle
pençeleşen bir ruhun, tüm Rus halkının ruhunun çığlığıydı.
Çeka
Çeka, tam adıyla Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu,
şüphesiz Bolşevik rejimin en karanlık kurumudur. Bolşeviklerin iktidar
almalarının hemen ardından, karşı-devrime, sabotaj ve spekülasyona karşı
mücadele amacıyla kuruldu. Başlarda İçişleri Komiserliği, Svoyetler ve Komünist
Partisi’nce kontrol edilen Çeka, zamanla tüm Rusya’nın en güçlü örgütü haline
geldi. Çeka bugün devlet içinde bir devlet değil, devlet üzerinde bir
devlettir. En ücra köyüne kadar bütün Rusya bir Çeka ağıyla sarılmış
durumdadır. Devasa bürokratik sistemin her bölümünün, tanrısal kudreti ile Rus
halkının ölüm kalımı konusunda karar veren kendi Olağanüstü Komisyonu
mevcuttur. Çeka’nın yarattığı cehennemi tüm dehşetiyle dünyaya anlatabilmek
için Dante olmak gerekirdi: Kendi maşaları üzerinde yarattığı bayağılaştırıcı,
kişilik yıkıcı etki; Rusya’ya yaydığı dehşet, güvensizlik, nefret, acı ve ölüm
korkusu.
Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu’nun başı
Dzerjinski’dir. Başkanlığın diğer üyeleri gibi o da denenmiş bir “komünisttir”.
Kamuya açık bir raporda şöyle diyor Dzerjinski: “Biz örgütlenmiş dehşetin
temsilcileriyiz… biz Sovyet rejiminin düşmanlarını terörize ediyoruz. Ev arama,
mala ve sermayayeye el koyma, göz altına alma, soruşturma yapma, suçlu olduğuna
inandıklarımızı yargılama ve cezalandırma ve idam cezası verme yetkisine
sahibiz.” Başka bir deyişle, Çeka aynı zamanda muhbir, polis, hakim, gardiyan
ve cellattır. O, kararlarına itiraz edilemeyen ve eline düşenin nadiren
kurtulduğu en yüksek otoritedir. Operasyonlarını hemen her zaman geceleri yapar.
Bir bölgedeki ani bir ışık seli Çeka’nın olağanüstü hızlı otomobillerinin
gürültüsü, halkı ürkütmenin ve dehşete düşürmenin sinyalleridir. Çeka gene iş
başında. Bu gece tutuklanan bahtsızlar kimler acaba? Sırada kim var? Çeka
devrim düşmanlarına karşı savaşmak amacıyla kurulmuştu. Ancak Çeka’nın ortaya
çıkardığı her gerçek komplonun ardından, yeni uydurma ya da bizzat kendilerinin
teşvik ettikleri komplolar çıkıyor. Çeka’nın en önemli unsurunun ajan ve
provokatörler olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunlar tifüs salgını gibi Rusya’nın
tüm atmosferini zehirliyorlar. Kurbanlarını kıstırmak ve onları tehlikeli
karşı-devrimciler ve spekülatörler olarak cezalandırmak için, ne kadar iğrenç
ve korkunç olursa olsun, her türlü vasıtayı kullanmaktan çekinmiyorlar. Gerçekte
ise Çeka’nın bizatihi kendisi karşı-devrimci saldırıların ve emsalsiz
spekülasyonların yuvasıdır.
Her komünist, parti disiplini gereği, her zaman
Çeka’da görev yapmakla yükümlüdür. Ancak Çeka mensuplarının büyük çoğunluğu
eski Çarlık Okhrana’sının, Kara Yüzler’in elemanlarından ve ordunun eski üst
rütbeli subaylarından oluşmaktadır. Bunlar barbarca yöntemler kullanmak
konusunda ihtisas sahibi kişilerdir. Batılı ülkelere Rusya’da, başlarında işçi
ve köylülerin bulunduğu halk mahkemeleri üzerine yazılmış parlak raporlar
verildi. Çeka’nın alanında bu tür mahkemelerin esamesi bile okunmaz. Oturumlar
gizlidir. Sözüm ona sorgular, tabii yapılıyorsa, her tür adaletin grotesk bir
biçimde çiğnenmesinden başka bir şey değildir. “Sanık” daha önceden üretilmiş delillerle
karşı karşıyadır. Ne tanığı vardır, ne de savunma imkanı verilmiştir. Bu dehşet
odasını terk ederken serbest mi bırakılacağı, yoksa hüküm mü giyeceği konusunda
bir fikri yoktur. Bir gece hücresinden geri getirilmemek üzere alınıp
götürülene kadar sinirleri harap eden sürekli bir belirsizlik içinde yaşar.
Ertesi gün bir Çeka mensubu kalan pılı pırtıyı almak için hücreye gittiğinde,
diğer tutuklular, soğukkanlılıkla işlenen sonu gelmez cinayet serisine bir
yenisinin daha eklendiğini öğrenmiş olurlar. Ya akraba ve arkadaşlar? Onlar,
günler haftalar boyu Çeka merkez binasının bulunduğu Lubyanka sokağında sıraya
girer, bir önceki gece kurşuna dizildiğini öğrenecekleri güne kadar sabırla
yakınlarından bir haber beklerle. Böylece bu kederli insanların trajedilerine
ve acılarına bir de aşağılanma eklenmiş olur.
Çarlığın eski Okhrana’sının yaptığı gibi Bolşevik
Okhrana da yaptığı alçakça şeyleri halktan gizliyor. Ama gerçek günün birinde
gün ışığına çıkacak. Çeka’nın duvarlarının arkasında yapılan korkunç işlerle-
vahşi işkenceler, rüşvet, yaygın spekülasyon- ilgili şimdiden oldukça önemli
yazılı materyal bulunuyor. Durum hakkında bilgi sahibi olmak için Bolşeviklerin
muhaliflerine uzlaşmanız bile gerekmiyor. Çeka’nın kendisi de zaman zaman bize
bu materyali sunuyor. Örneğin Çeka’nın haftalık yayın organının üçüncü
sayısındaki bir yazıda işkencenin zorunluluğu savunuluyor: “Bu kadar
duygusallık yeter” başlığını taşıyan yazıda kelimesi kelimesine şunlar
söyleniyor: “-Rusya’nın düşmanlarına karşı mücadelede, onları itiraf etttirmek
ve sonunda başka bir dünyaya göndermek için işkenceyi kullanmak zorunludur.”
-Okuyucu asla Çeka’nın 1918′den itibaren ilerici olduğu vehmine kapılmamalıdır.
Geçen yıl Profesör Tagantseff’in sözüm ona komplosu açığa çıkarıldığında tutuklulara
dayak atıldı, içecek verilmeyerek işkence yapıldı ve ek olarak benzeri
olağandışı “devrimci” yöntemler de kullanıldı. Bu bilgileri karşı
devrimcilerden değil tutuklular arasında bulunan ve Çekacı yöntemlerin
başarısına tanıklık eden çok dürüst bir komünistten aldım. Karşı-devrimciler
arasında bir komünist mi? Bu nasıl mümkün olabilir? Çok basit. Çeka ağını
attığında suçlularla birlikte suçsuzları da, gerçekte çoğunlukla suçsuzları da
yakalar. Yoksa, bütün şehir duymadan örneğin 68 kişinin bir komploya katılması
nasıl mümkün olabilir? Gerçekten de geçen yaz 68 kişi Petrograd’da Tagantseff
komplosuyla ilişkilendirilerek kurşuna dizildi. Ve bu sayı Çeka’nın
zindanlarında ölüme gönderilen suçsuz erkek ve kadınların, hatta çocukların
küçük bir yüzdesini oluşturuyor.
Hükümetten tekrar tekrar bu korkunç örgütün gücünün
sınırlanması talep edildi. Böyle bir deneme 1920 yılının sonbaharında yapıldı.
Ama hemen bunun ardından Moskova’da işlenen suç sayısı hızla arttı ve
“komplolar” sıklaştı. Tabii ki, Çeka’nın, Bolşevik devlet açısından
vazgeçilmezliğini kanıtlaması gerekmekteydi. Bunun üzerinde Dzerjinski’ye açık
bir teşekkür mesajı gönderildi ve bu mesaj Pravda’da yayımlandı. Petrograd
Sovyeti’nin toplantılarının birinde Zinovyev, Dizerjenski’yi, “kendini devrime
adamış bir aziz” ilan etti. Karanlık Ortaçağ’ın tarihi bu tür martirlerle
doludur. Bolşeviklerin insanlık tarihinin en karanlık dönemini taklit etmek
zorunda kalmaları ne korkunç.
Bu vesileyle, Bolşeviklerin, 1917 yılında geçici
hükümetin asker kaçakları için ölüm cezasını yürürlüğe koyma girişimi
sırasındaki tavırlarını hatırlamak ilginç olacaktır. O zaman Bolşevikler bu
türden bir vahşete karşı çok şiddetli tepki göstermiş, ölüm cezasının insanlık
açısından ne kadar barbarca ve alçaltıcı olduğunu savunmuşlardı. ekim
Devriminden hemen sonra, Sovyetlerin İkinci Tüm Rusya Kongrelerinde
Bolşevikler, diğer devrimci unsurlarla birlikte, bu cezanın kaldırılması
doğrultusunda oy vermişlerdi. Bugün Razstrels (kurşuna dizme) Çeka’nın komünist
devletçe kabul edilen ve bir komünist azizin yetkisi dahilinde uygulanan en
gözde yöntemdir.
Peki, sosyalist devrimin yeni bir toplumsal yaşamın
doğum eylemi olduğunu vazeden Marksizm ne olacak? Rusya’da uygulandığı şekliyle
Bolşevik yöntem ve ilkelerde bunun bir işareti var mıdır? Bolşevik devletin
kanıtladığı şey, kendisinin şimdiye kadar Rus devrimi açısından yok edici bir
komplo olduğu ve böyle olmaya devam ettiğidir.
Rusya’da Sendikalar
Bolşeviklerin sendikal alanda göklere çıkarılan
başarıları bana İbsen’in Hortlaklar’ındaki Bayan Alving’in şu sözlerini
anımsatır: “Ben yalnızca bir düğümü çözmek istiyordum, ama onu çözer çözmez
arkası çorap söküğü gibi geldi. Ve anladım ki insan yapısı şeylermiş bunlar;
insanın uydurduğu derme çatma şeylermiş.”
Rusya’da yeni olan birinin en çok dikkatini çeken
şeylerin başında sendikalar gelir. Düşünün bir kere: İş olanaklarıyla, eğitim
programlarıyla, toplantıları ve konserleriyle devasa bir organizasyonda
örgütlenmiş yedi milyon işçi, Hangi ülkenin böyle şeyleri vardır? İnsanın
söyleyecek hiçbir şeyi kalmıyor. Ne var ki bir tek düğümü çözer çözmez arkası
çorap söküğü gibi geliyor ve birden Bolşevik devlet aygıtı tarafından
oluşturulmuş sendikaların, diğer Bolşevik kurumlarla kıyasla, daha uyduruk bir
yapı olduğu farkediliyor.
Gerçekte Bolşevik rejim içerisinde sendikalardan söz
etmek bile yanıltıcı bir yaklaşımdır. Sendika, en azından bolşevik Rusya’nın
sınırları dışında yaşayan işçiler açısından belli tarihsel bir kavramı ifade
eder. Muhafazakar anlamda bile sendikalar örgütlü işçilerin daha iyi ekonomik
koşullar için mücadele merkezleridir. Devrimci anlamda sendikalar ya da doğru
bir ifadeyle endüstriyel ve sendikal birlikler, sömürüye son vermek ve özgür
bir toplumda üretimin idaresini bizzat işçilerin eline vermek için savaşan
kitlelerin iktisadi eğitim okullarıdır.
Rusya’da ise sendikalar, ne muhafazakar ne de devrimci
anlamda, işçilerin gereksinimlerini temsil etmiyorlar. Orada sendikalar
Bolşevik devletin emrinde, onun askeri olarak eğitilmiş araçlarından başka bir
şey değildirler. Lenin’in sendikaların göreviyle ilgili tezi, “sendikaların
komünizmin okulları” olduğu yolundadır. Ancak gerçekte bu bile değildirler.
Okul, fikir alışverişinin varlığını ve öğrencilerin inisiyatifini gerektirir.
Oysa Rusya’daki sendikalar herkesin devletin emriyle girmeye zorlandığı,
hareketli işçi ordularının askeri kışlalarından başka birşey değildirler.
Rusya’daki sendikalar kısa geçmişlerine rağmen
(1905′ten itibaren) oldukça mücadeleci örgütlenmelerdi. Çarlık rejiminin
korkunç baskısına karşı direnmek için böyle olmak zorundaydılar. Genellikle
yeraltında çalışmak zorunda olmalarına rağmen Rus işçilerinin mücadelelerinde
önemli bir unsurdular. Bu gerçeklik, Şubat Devriminin patlak vermesinden hemen
sonra kendini güçlü bir biçimde gösterdi.
Güçlü bir biçimde Rusya’daki yeni ruh halinin etkisi
altında olan sendikalar sadece politik özellik taşıyan değişimlerle yetinmek
istemiyorlardı. Hedefleri işçileri ülkenin tüm iktisadi yapısının sahibi
yapmaktı. İşçiler daha işletmeleri mülksüzleştirme işine girişmeden, sendikalar,
birimin endüstriyel yaşamını kontrol etmek için kendi işyeri konseylerini
örgütlemişlerdi. bu işyeri konseylerinden, daha sonra, diğer Sovyetlerle yakın
işbirliği içinde faaliyetini sürdüren Tüm Rusya Sendikalar Sovyeti ortaya
çıktı. Başka bir deyişle sendikalar, Bolşevik rejimin yerleşmesinden daha önce
işçi sınıfının çaba ve taleplerinin örgütlü ifadesiydiler. Bunun sonucu olarak
Rus sendikalarının Temmuz 1917′deki üçüncü kongresinde toplam 1.475.425 üyeyi
temsilen 210 delge yer almıştı.
Proleterya diktatörlüğünün kuruluşu kısa sürede
sendikalar üzerinde etkisini gösterdi. İşçi örgütlerine üyelik zorunlu hale
getirildi. Çalışan herkes otomatik olarak sendikaya üye kaydediliyor ve hoşuna
gitse de gitmese de aidat ödemek zorunda bırakılıyordu. Üyelik aidatı olarak
maaştan yüzde üç oranında kesinti yapılıyor ve Rus işçisi özerklik ve
insiyatifin her türden belirtisini yok eden bu örgütlenmeleri desteklemek
zorunda kalıyordu.
Tüm Rusya Sendikalar Sovyeti 120, Merkez Yürütme
Komitesi ise 11 üyeden oluşur. Fiili olarak bu kurumlara sadece komünistler
seçilebilirler. Bunun sonucu, sendikaların devlet mekanizmasının basit
dişlileri haline gelmeleri ve tüm taktik ve faaliyetlerinin bu mekanizma
tarafından tam olarak kontrol ve idare edilmesi oldu. Ortalama üyenin,
sendikanın faaliyetitlye ilgili söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Bolşevik
fraksiyonun her sendikada tam olarak hakim olduğu ve yönlendirdiği toplantılar
bir yana bırakılırsa, Batı Avrupa’daki anlamıyla düzenli sendika toplantıları
da yoktur.
Herhangi bir sendikanın gerçek bir sendikacılık
faaliyeti yapmaya yönelmesi halinde, ona hemen uygun bir dille, Avrupa ve
Amerika’da sendikalar ne yaparlarsa yapsınlar, komünist devlet içerisinde
sendikaların yasalara uymak ve daha ötesi için ağızlarını kapatmak zorunda
oldukları anlatılır.
Bu konuda bir örnek: Büyük ve mücadeleci bir sendikada
örgütlenmiş olan Moskova fırıncıları 1920 yazında ekmek istihkaklarının
yükseltilmesini sağlamak amacıyla grev yaptılar. Hükümet sorunla fazlaca
ilgilenmedi. Yerel örgütlenme dağıtıldı, sendikadan dışlandı ve aktif üyeler
tutuklandı. Grevcilerin etkili sözcülerinin sendika toplantılarına katılmaları
yasaklandı ve herhangi bir işe girme hakları ellerinden alındı.
Benzer bir yöntemi bolşevikler başka grevlerde de
kullandılar. Böyle ilginç bir olay Moskova’da matbaacılarla çıkan
anlaşmazlıklar sırasında meydana geldi. Hatta bu olayda grev bile sözkonusu
değildi. Matbaacılar, o sıralarda Moskova’da bulunan İngiliz işçi
temsilcilerinin de katılacak bir toplantı çağrısı yapmak “arsızlığında”
bulunmuşlardı. Bu toplantıda Sosyalist Devrimci Parti’nin lideri Çernov ve
seçkin bir Menşevik olan Dan konuşmuş ve İngiliz delegelere Rus sendika ve iş
ilişkileri konusunda bazı açıklamalarda bulunma günahını işlemişlerdi.
Toplantıdan kısa bir süre sonra matbaacılar sendikasının tüm çalışanları
işlerinden atıldı, bir kısmı da tutuklandı. Ülkenin işçi sınıfının geri kalan
kısmını da korku ve dehşete düşürmek için, bütün ülkede ve tüm resmi organlarda
Moskova matbaacıları karşı-devrimciler, hainler ve “caniler” diye
lanetlendiler.
Sendikalar üzerindeki zulüm o düzeyde mutlak ve
ezicidir ki, en küçük protesto bile iş disiplininin bozulması ve devrime karşı
işlenmiş suç olarak ihbar edilmektedir. 1921 Şubat’ındaki Petrograd grevi
sırasında Baltık İşletmelerinin işçileri 22 arkadaşlarının tutuklanmasını
protesto ederlerken, Petrograd Sendikalarının Başkanı Antseloviç,
protestocuların hepsinin Çeka’nın eline verilmeyi hak ettiğini söylemişti.
Birkaç gün sonra sözü edilen işyerlerinde çok sayıda işçinin tutuklandığı
aramalar yapıldı.
Kısacası, Bolşevik Rusya’da sendikalar tümüyle devlet
tarafından soğurulmuşlardır ve kalan tek işlevleri devlete polislik hizmeti
vermektir.
Doğaldır ki bu durum, işçiler arasından çok ciddi
rahatsızlıklara yol açmadan devam edemezdi. Gerçekten de hoşnutsuzluk 1920′de o
kadar genel ve tehditkar bir hal aldı ki, hükümet durumu ciddi şekilde gözden
geçirmek zorunda kaldı. Sendikaların görevi konusundaki tartışma 1920
sonlarında başladı ve kısa süre sonra komünist partisi içinde bile bu önemli
konuda çok çelişkili yaklaşımların olduğu ortaya çıktı. Sendikaların kaderinin
kararlaştırılacağı bu sıcak tartışmalara bütün komünist liderler katıldı.
Ortaya atılan tezler dört ana çizgiyi temsil ediyorlardı.
Lenin ve Zinovyev’in başında olduğu ilk gruba göre,
“proleterya diktatörlüğü altında sendikaların sadece tek görevleri vardır:
komünizmin okulu olmak.”
İkinci grubun temsilcisi olan Riyazanov ve
tarftarlarına göre sendikalar görevlerini işçilerin forumu ve ekonomik
anlamdaki koruyucuları olarak devam ettirmeliydiler.
Üçüncü yaklaşım sadece askeri kategorilerle
düşünebilen, askeri deha Torçki’nin çizgisiydi ve sendikaların zaman içinde
kendilerini endüstrinin yönetici ve denetleyicileri olarak geliştireceklerini,
ancak bugün sendika yönetiminin askeri yöntemlere göre belirlenmesi gerektiğini
savunuyordu.
Sonuncu ve en önemli yaklaşım Bayan Kollontay ve
Şilyapnikov’un sözcülüğünü yaptıkları, işçilerin gerçek düşüncelerini temsil
eden ve onlar tarafından desteklenen “işçi muhalefetiydi”.
Bu muhalefet, sendikaların askerileştirilmesinin,
işçilerin ülkenin iktisadi olarak yeniden inşasına olan ilgilerini
körleştirdiğinde ve onların yaratıcı yetneklerini felç ettiğinde ısrar ediyor
ve kitlelerin bürokratik devletin ve onun çürümüş bürokrasisinin
boyunduruğundan kurtarılması ve halk güçlerinin yaratıcı etkinliğine fırsat
verilmesi gerektiğini savunuyordu.
İşçi Muhalefeti, Ekim Devriminin kitlelere, tüm
endüstriyel hayatın denetimini ellerine almak imkanı vermek için yapıldığını
savundu. Kısacası İşçi Muhalefeti, Rus işçilerinin aktif kısmı arasında biriken
protestonun ve genel memnuniyetsizliğin sözcüsüdür.
Esas kavga birbirlerini yalanlamak için, ülke çapında
tarife dışı ayrı trenlerle kaçma kovalamaca oynayan Troçki ve Zinovyev arasında
çıktı. Örneğin Petrograd’da Zinovyev’in etkisi o denli büyüktü ki, Torçki’ye
tartışmalı konu üzerine oradaki Komünist Yerel Grup önünde görüşlerini açıklama
izni verilmesi, ancak çetin bir mücadeleden sonra mümkün oldu.
Tartışma çok ciddi gerginlikler yarattı ve nerdeyse
Komünist Partisi’nin bölünmesine yol açacaktı. Ama Tanrı Lenin’i korudu.
Yaptığını binanın her sarsılışında Tanrı ona bir destek gönderiyor. Bu sefer
işçi huzursuzlukları, 1921 Şubatında Petrograd’da süren çok sayıdaki grev ve
Kronstadt ayaklanması imdada yetişti. Her ne pahasına olursa olsun komünist
birliğin korunması gerekiyordu. Ve beybaba bu arada haşarı çocuklarının
kulaklarından sırasıyla tutup, terbiye kurallarını gösteriyordu.
Lenin, İşçi Muhalefetini anarkosendikalizm ve küçük
burjuva ideolojisini savunmakla suçlayıp, bastırılmasına hükmettti. Muhalefetin
en etkili liderlerinden biri olan Şilyapnikov, Lenin tarafından “darıltılmış
komiser” olarak tanımlandı ve kısa bir süre sonra, Komünist Partisi Merkez
Komitesi üyeliğine alınarak susturuldu.
Bayan Kollontay’dan, partiden atma tehdidiyle dilini
tutması istendi. Onun tarafından yazılan ve muhalefetin tutumunun dile
getirildiği broşür dağıttırılmadı.
İşçi Muhalefetinin bir kısım küçük yıldızlarına
Çeka’da tatil yaptırıldı. Yaşlı ve tecrübeli komünist Riyazanov’a bile altı ay
boyunca tüm sendikal faaliyetlerden el çektirildi. Lenin tarafından MArksizmin
temel prensiplerinden bile bihaber olmakla nitelenip parti içinde gülünç duruma
düşürülen Troçki ise, “Varşova Barışını” yaratmak üzere Kronstadt’ı bastırmaya
gönderildi. Lenin ve Saint Just’ü(1) Zinovyev zaferi kazanıyor ve sendikalar
gelecekte de “komünizmin okulları” olarak kalıyorlardı.
Yeni Ekonomi Politikası Rusya’nın tüm yapısını hızlı
bir şekilde yeniden şekillendirmektedir. Sendikalar bu yeniden şekillendirmenin
etkilerini ilk yaşayan kurumlar arasındalar. Komünist Partisi Merkez
Komitesi’nin Aralık
1921′de Moskova’da yaplan bir toplantısında Yeni
Ekonomi Politikası döneminde sendikaların faaliyeti konusu da konuşuldu.
Konuyla ilgili kararname taslağını hazırlamak üzere Lenin, Rodjutak ve
Andreyev’den oluşan bir komisyon seçildi. Taslak daha sonra, alışıldığı üzre,
Tüm Rusya Sendikalarının Merkezi Sovyetleri tarafından oybirliğiyle kabul
edildi. Bu tüzük, Lenin’in deri değiştirme yeteneğini göstermesi bakımından
oldukça zihin açıcıdır. Kararnamedeki ilginç birkaç nokta şöyle sıralanabili:
1- Zorunlu üyelik
sendikalarda bürokraratik bir sosysuzlaşmaya yol açmış ve bu yapıların
kitlelere yabancılaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle şu andan itibaren
sendikalara isteğe bağlı üyelik ilkesinin uygulanması zorunludur. (Burada, çok
sayıda işçinin aynı şeyleri savunmaya yeltendikleri için karşı-devrimci ve
“cani” ilan edilip Çeka’nın zindanlarına atıldığı unutulmamalıdır.)
2- Sendikalara
giren işçiler politik düşünceleri ya da dini inançları nedeniyle rahatsız ve
huzursuz edilemezler. (Peki politik düşünceleri Bolşeviklere sempatik gelmediği
için aşağılanan ve korkutulan sayısız kurbana ne olacak?)
3- Rusya’nın
iktisadi olarak yeniden inşası, gücüne en sıkı şekilde bireysel yönetimin
ellerinde yoğunlaşmasını zorunlu kılıyo. Bu nedenle sendikalar özel
kapitalistler tarafından mülk edinilen ya da kiralanan işletmeleri kontrol
atlına almaya yeltenemezler. Kuşkusuz Lenin2in sendikaların rolüne ilişkin
düzenlemeleriyle desteklenen Yeni Ekonomi Politikası kapıyı yeni iş sorunlarına
ve kaçınılmaz çatışmalara ardına kadar açmaktadır. İşçi ve işveren arasında
çıkacak tüm çatışmaların giderilmesi sendikalar dışındaki “daha yüksek bir
organın” insiyatifine verilmelidir. Anlaşmazlık durumunda zorunlu olarak
uzlaşmazlık mahkemelerinin “en yüksek otoritesinin” ise Komünist Parti ve
Üçüncü Enternasyonel’den başkasının olmayacağı Lenin’in komisyonu tarafından
şimdiden ima edilmiş bulunmaktadır.
Burada Komünist Enternasyonel’in, Avrupa ve
Amerika’daki işçi örgütlerini kontrol altına almak için herşeyi yaparken, Rus
işçileri üzerindeki eemenliği de sürdürmek niyetinde olduğu açıkça görülüyor.
Yeni Ekonomi Politikası döneminde Rus işçisinin
durumu, geçmişe, devrimin patlak verdiği döneme göre daha da kötüleşmiş
bulunmaktadır. O, şimdi devrimci değişimin sonucu olarak kalan son
güvencelerini de kaybetmiş bulunmaktadır. ÖZellikle çalşma saatleri konusunda
durum böyledir.
Rusya’da son dört yılda neredeyse genel bir kurum
olarak varolan sekiz saatlik işgünü bugün fiilen ortadan kalkmıştır. Resmi
yayın organı Pravda’ya göre 1921 Aralık’ında durum şöyledir: 695 endüstriyel
işletmenin sadece 86′sında sekiz saatlik iş günü uygulanmaktadır. Geri kalan
işletmelerin çoğunda günde dokuz saat çalışılmaktadır. 44 işletmede 10-12 saat
arası, 11 işletmede 14-16 saat arası çalışmakta, 44 işletmede ise herhangi bir
çalışma saati sınırlaması bulunmamaktadır. Bazı işletmelerde 12-14 saat arası çalışan
çocuklara bile rastlanmıştır.
En acımasız biçimde sömürülen, günde 12-18 saat arası
çalışan fırıncılardır. Bu rakamlar sadece Rusya’nın başkenti Moskova’daki iş
koşullarına ilişkindir. ;Taşrada durum daha da kötüdür. Örneğin, Don kömür
ocaklarının maden işçileri kesintisiz 16-17 saat çalışmaktadırlar. Devlete ait
Witebsk deri fabrikasındaki normal iş günü 12 saattir. İkinci Tüm Rusya İş
Güvenliği Konferansının yerel temsilcisinin raporuna göre Astrahan’ın
balıkçılarıknda iş günüyle ilgili hiçbir sınırlama yoktu.
Bu örneklerden yeni devlet ve özel kapitalizminin Rus
işçisne ne tür yararları olduğu görülebilir.
Buna rağmen Rus Devrimi tümüyle boşuna olmadı. O,
kitlelerin içselleştirdiği birçok kavramı ve imgelemi değiştirdi. Bugünün Rus
işçisi artık geçmişin itaatkar kölesi değildir. Politik teranelerden bıkmış
durumda ve bunlara artık inanmıyor. Arkadaşlarıyla birlikte yeni işçi
örgütlenmelerinde bir araya gelme olanağı bulduğunda, çıkışı kuşkusuz doğrudan
yöntemlerle arayacaktır.
Lenin ve sadık taraftarları tehlikeyi görüyorlar.
Onların işçi muhalefetine saldırıları ve anarko sendikalistlere yönelik
takibatları giderek yoğunlaşıp sertleşiyor. Peki, anarko sendikalizmin
yıldızının doğruda parlama şansı var mı? Kim bilir? Rusya mucizeler ülkesidir.
1: 1789 Fransız devrimi
döneminde Robespierre yakınlığıyla ünlü politikacı Saint Just’a gönderme
yapılıyor (ç.n)
Rusya’da Çocukların Durumu
Bolşevik devletin yarattığı ve herhangi bir
doğrultudaki her tür ciddi çabayı başarısız kılan uğursuz çemberin vahim sonuçları,
hiçbir yerde Bolşeviklerin çocukların durumunu iyileştirmek için giriştikleri
çabalarda olduğu kadar açık biçimde ortaya çıkmıyor. Rusya’da çocukların yaşamı
konusundaki birçok rapor, gerçeği yansıtmasa da, bu alanda ciddi bir çabanın
harcanmış olduğunu göstermektedir. Peki, bu çaba neden başarısız kalmıştır?
Ekim Devriminin ikinci yıldönümünde New York’da,
Madison Square Garden’daki bir toplantıda konuşmacılardan birinin
anlattıklarının bende yarattığı etkiyi tüm canlılığıyla anımsıyorum. Adam
Rusya’dan yeni dönmüştü. Onun Rusya’da çocuklarla karşı davranış ve onlara
gösterilen itinayla ilgili sözleri dinleyicilerde büyük bir hayranlık
uyandırıyordu. Ve benim kalbim, bu ülkenin halkı için, yüzyılların
boyunduruğunu omuzlarından silkeleyip atan ve şimdi “çocuklarla el ele”
hedeflerine yürüyen kitleler için çarpıyordu.
Yüzen hapishanemiz Buford gemisindeki(1) tüm seyahatim
boyunca Rusya’daki çocuklara yapılanlarla ilgili düşünce beni korumuş ve içimi
ısıtmıştı. Gelecek ne çok şey vaat ediyordu! Bu muhteşem yeni yaşama
katılabilmek duygusu ne harikaydı! Rusya’ya vardığımda ise hesabımı, her tür
inisiyatifi, her tür çabayı o uğursuz çemberi içinde boğan Sosyalist Devleti
hesaba katmadan yaptığımı farketmek zorunda kaldım.
Bolşeviklerin çocuk ve çocuk eğitimi ile ilgili
ellerinden geleni yaptıkları doğrudur. Rusya’daki çocukların sefaletini
engelleyememelerinin onlardan çok Rus devriminin düşmanlarının suçu olduğu da
doğrudur. Müdahale ve ablukanın korkunç yükü en başta en zayıf olanların, çocuk
ve hastalarının zayıf omuzlarına binmişti. Ancak daha uygun koşullar altında
bile Bolşevik devletin bürokratik ucubesi, komünistlerin çocuklar ve eğitim
için ortaya koydukları iyi niyeti ve gösterdikleri cansiperane çabaları bile
felce uğratır, engellerdi.
Rusya’ya varışımın üzerinden ancak birkaç hafta
geçtikten sonra bir okulu – Petrograd’taki en iyi okulu- ziyaret etme imkanım
oldu. Okul “Kasathenaja Schkola”, yani model okul ya da tam çevirisiyle
“gösteri okulu” olarak adlandırılıyordu. Bunun ne demek olduğunu ancak daha
sonra kavradım. Okul, Avrupa Oteli’nde bulunuyordu ve bina ferah odaları,
harika avizeleri ve lüks döşemesiyle eski ihtişamını epeyce koruyordu.
1920 kışında Petrograd’da yakacak sıkıntısı o
derecedeydi ki, şehir neredeyse soğuktan kırılacaktı. Bu nedenle çocukların
mümkün olan en az sayıda odada toplanmaları gerekmişti. Ancak odalar temiz,
bakımlı ve rahattı. Altı ile on üç yaş arasında olan çocuklar sağlıklı, iyi
beslenmiş ve mutlu görünüyorlardı. Nöbetçi doktor bana geniş mekanları, parıltılı,
tertemiz yıkanmış bakır kap kaçağıyla mutfağı gösterdi ve ayrıntılı bilgi
verdi.
Okul, çocukların bir süre ağırlanıp sonrasında başka
yerlere dağıtıldıkları bir tür merkezdi. Buraya ülkenin her tarafından,
çoğunlukla da kırsal kesimden çocuklar getiriliyordu. Çocuklar geldiklerinde
genellikle hasta, zayıf ve bitli pireli olurlardı. Burada yıkanıp temizleniyor,
tartılıyor, beslenip tedavi görüyorlardı. Belli bir süre okulda kalıp ilk temel
okul bilgilerini alıyor, sonra da başka çocuk okullarına gönderiliyorlardı.
Burada gördüklerim, üzerimde büyük bir etki yaratmıştı. Gerçekte gördüklerim,
Rus çocuklarıyla ilgili yapılan büyük şeylere ilişkin Amerika’da aldığımız
raporların tümüyle bağdaşmakta olduğunun deliliydi.
Bu muhteşem tabloyu bir küçük uyarı bozuyordu.
Rehberim doktor hanımın laf arasında söylediği bir şeyden, bazı çocukların
“diğer çocuklardan ayrı tutuldukları” için görülemeyeceklerini öğrendim.
“Bulaşıcı hastalık olmalı herhalde” diye sordum.
“Hayır” dedi bayan, “Bunlar, diğer çocuklardan ayrı tutmamız gereken küçük
hırsızlar.”
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gözümün önüne öğretmen
olarak, Ernest Crosby’nin anlattığı Tolstoy geliyordu. Çocuklardan birisi
okulda bir şey çalar. Diğer çocuklar onu hırsız olarak niteleyip, öğretmenden
çocuğu cezlandırmasını isterler. Çocuklar ve öğretmen birlikte minik suçlunun
boynuna “hırsız” yazılı bir yafta asılmasına karar verirler.
Tolstoy yaftayı suçlanan çocuğun boynuna asmak için
uzandığında, onun aşağılamasıyla sessiz ithamın karışımını ifade eden bakışıyla
sarsılır. Hayır, suçlu olan çocuk değildir. Suçlu o, yani Tolstoy ve diğer
çocuklardır -bir çocuğu hırsız olarak damgalayabilecek kadar acımasız olan
toplumun tümüdür.
O günden sonra Tolstoy’un okulunda hiçbir çocuk
cezalandırılmaz. Ancak burada, büyük, özgür ve devrimci Rusya’da çocuklar
cezalandırılıyor, diğer çocuklardan yalıtılıyor ve onlardan sürekli olarak
“ahlaki kusurlular” diye bahsediliyor. Bu durum beni rahatsız edip tereddüde
düşürdüyse de, Avrupa Oteli’nin verdiği olumlu izlenimin kaybolmasına izin
vermemiştim.
Bundan kısa süre sonra, uzun yıllar öncesinden
Amerika’da tanıdığım bir kadın ziyaretime geldi. Şubat Devriminden kısa süre
sonra eşi ve çocuk yaştaki oğluyla birlikte doğduğu memlekete geri dönmüştü.
Ekim günlerinin önemli olaylarına katılmış, o zamandan beri de çeşitli işlerle
meşgul olmuştu. Ancak temel ilgisi çocukların bakımıydı. Beni ziyarete geldiği
zaman “yatılı” bir kız ilkokulunun müdürlüğünü yapıyordu. Kadın bana uzun uzun
işinden, çocuklardan ve okulu için en gerekli şeyleri almak için vermek zorunda
kaldığı sürekli mücadeleden söz etti. Kadının anlattıkları, benim Avrupa
Oteli’nde gördüğüm her şeyle öylesine açık biçimde çelişiyordu ki, ona inanmam
imkansızdı. Öte yandan, arkadaşımın tam anlamıyla samimi ve güvenilir bir kişi olduğunu
da biliyordum. Durum bana açıklanamaz gibi görünüyordu.
Arkadaşımı akşam yemeğine çağrıdım. Derme çatma
mutfağımda patates soymakla meşgulken, Amerika’daki ortak tanıdıklarımız, Ekim
Devrimi ve onun diğer ülkelerin ezilen sınıfları üzerindeki etkileri üzerine
konuşuyorduk. Arkadaşım birden beni, “kabukları atma” diye uyardı. “Neden? Ne
demek istiyorsun?” diye sordum. “Çocuklar bunlarla patates pastası yapıyorlar
ve bunu çok seviyorlar,” diye yanıtladı arkadaşım. “Çocuklar mı? Peki ama nasıl
olur? İlk istihkakı onlar almıyor mu?” Gözümün önüne tekrar çocukların süt,
kakao, pirinç, yulaf ve hatta etle beslendikleri Avrupa Oteli gelmişti.
Arkadaşım gülümsedi. “Okuluma gel ve her şeyi kendi
gözlerinle gör,” dedi.
Onu okulunda bir değil, birçok kez ziyaret ettim ve
madalyonun öbür yüzünü de gördüm. Ama hala ikna olmak istemiyordum. Arkadaşımın
okulunun 65 öğrencisi vardı. Çocukların yiyecekleri az ve kalitesizdi. Bunların
çoğu yakınlarının köyden gönderdikleri yiyeceklerle karnını doyuruyordu. Kışlık
giyecekleri azdı ve çoğunun ayakkabısı yoktu. Arkadaşım, zamanının ve
enerjisinin büyük bir kısmını eğitim komiserliğinin çeşitli bölümlerinde
harcıyordu. Altmış beş çocuğa yirmi kaşık alabilmek için iki hafta gerekmişti.
Yüksek bürokratlarca kabul edilene kadar sırada beklemenin de dahil olduğu bir
aylık her türden yoğun bir uğraştan sonra 25 çift kar ayakkabısı alabilmişti.
Bunları 65 çocuk arasında, kıskançlığa, nefret ya da kavgaya neden olmadan
dağıtabilmek çok ciddi bir muhakeme ve önsezi gerektiriyordu.
Bu okulu ziyaret ettikçe birşeylerin yolunda
gitmediğine ilişkin inancım güçleniyordu. Avrupa Oteli’ndeki çocukların
bakımıyla Kronwerski sokağında bulunan okullardaki çocukların bakımları
arasındaki bu farklılık başka türlü nasıl açıklanabilirdi? Orada çocuklara her
şeyin en iyisi veriliyordu -yiyecek, elbise, odalar, konserler, dans
gösterileri. Genel durum dikkate alındığında gerçekten sunulanlar çok fazlaydı.
Burada ise o kadar az şey veriliyordu ki, çocuklar sürekli açlık çekiyorlardı.
Verilen az şeyip bulup buluşturmak da ancak çok büyük çabalarla mümkün
oluyordu.
Kısa sürede iki şeyden emin oldum: Rusya’da bütün
çocukları aç ve açıkta bırakmayacak kadar yiyecek ve giyecek yoktu. İkincisi,
Bolşevikler dışardan gelecek heyetlere, delege ve gazetecilere göstermek üzere,
her şehirde vitrin hizmeti görecek “gösteri okulları” açmayı gerekli
görüyorlardı. Bu okullar her şeyin en iyisini alıyorlardı. Arta kalanlarsa,
elbette ki büyük çoğunluğu oluşturan diğer okullar arasında paylaştırılıyordu.
Sadece bu “gösteri okulları”nı görme fırsatı bulup,
çocukların bakımını buna göre değerlendirenler, ülkeyi, Rus çocuklarının büyük
çoğunluğunun Bolşevik rejim altında yaşamaya zorlandıkları gerçek koşullar
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan terk ediyorlardı.
Rusya’da yaşanmakta olan korkunç sefaletin esas
sorumlusu müttefiklerin müdahalesi (istilaları) ve ablukalarıdır. Ancak en
azından elde olanlar, çocukların gereksinimlerini karşılamak için olabildiğince
adil dağıtılabilirdi. Bolşevik sistem, işçiler konusunda yaptığı gibi,
çocuklarla ilgili de aynı adaletsizliği ve eşitsizliği yarattı. İşçiler için
resmi olarak belirlenen ve uygulanan değişik istihkak kategorileri mevcuttu.
Çocuklar açısından, sadece daha gayri resmi olan aynı
durum söz konusuydu. “Gösteri okulları” yıkıcı ve moral bozucu bir etki
yaratıyor ve özel ayrıcalıklar ortaya çıkarıyordu. Ve bu durum, bir kere daha,
gerek öğretmenler, gerekse öğrenciler üzerinde vahim bir etki yaratan
anlamsızlık, ikiyüzlülük ve sahtekarlık atmosferini pekiştiriyordu.
Ancak Bolşeviklerin gerek bu alandaki, gerekse başka
alanlardaki en yoğun çabalarını bile esas olarak verimsiz ve etkisiz kılan,
yarattıkları bürokrasinin çarpaşık mekanizmasıyla devetletçi merkeziyetçilikti.
Yüz yıl önce Gogol, “Ölü Canlar” adlı büyük eseriyle yurttaşlarını
ayağa kaldırmıştı. Kitap, Rus feodalizmini ve onun yarattığı asalaklığı hedef
alan ağır bir suçlamaydı. Bugün Rusya’da “Ölü Canlar” yeniden hayat buldu,
fakat bugün onları teşhir edecek bir Gogol yok. Böyle biri var olsaydı bile,
bugünün Rusya’sında ona Gogol’un kendi döneminde gösterilen dikkat
gösterilmeyecektir.
Günümüzün “Ölü Canları” nerededirler? Aşağıdaki örnek
bize bu durumu en iyi biçimde gösterecektir. Bütün çocuk yurtlarının, bütün
ilköğretim okullarının, eğitim kurumlarının, gerçekte çocuk ya da yetişkin
barındıran her kurumun, kurumda yaşayan insan sayısına göre giyecek ve yiyecek
istihkakı vardır. Bütün kurumlar, varolan şeyleri dağıtan merkezi dağıtım
birimlerine (Petrograd’da Petrograd Komünü, Moskova’da Moskova Komüni gibi) bağımlıdırlar.
Bir kurumun kendine gerekli olan şeyleri sağlayabilmesi için, bütün bir
memurlar (Tschinowniki) ordusunun imzalayıp parafe ettiği çok sayıda kağıt
gereklidir.
Ancak bu memurlar bir hediye almadıkları sürece işleri
sistematik olarak ağırdan alırlar. Böylelikle, memurlara ve ilgili kurumun
“muhasebecilerinin” aç arkadaşlarına “avanta” kalması için gerçekten de kurumda
yaşayanların sayısından çok sipraiş vermek gerekmektedir.
Arkadaşımın okulunda 65 çocuk vardı. Daha önceki bütün
yöneticileri bu sayıya belli sayıda uydurma isim -Ölü Canlar- ekleyerek, elde
kalan fazla istihkakı rüşvet olarak verip, işlerini hızla hallediyorlarmış. Bu
yolla çeşitli idari kurumlarda “etki” sahibi olduktan sonra, okulu ihmal
etmekten, çocuklara kötü davranmaktan ve kurumda yaşayanların istihkaklarıyla
spekülasyon yapmaktan çekinmiyorlarmış. Ne de olsa artık “yukarıda arkadaşları
bulunmaktaydı.”
Rusya’da yaygın olan bu uygulamanın sonuçları gözler
önündedir. Ancak arkadaşım böyle bir gidişata ortak olmayı ve listesine “Ölü
Canlar” eklemeyi reddediyordu. O, listeye eklenen her Ölü Canın gereksinimleri
zaten yeterli ölçüde karşılanamayan birkaç çocuğun hakkını gasp ederek
bilincindeydi.
Arkadaşım, bölgesindeki sayısız müfettişi, kontrolörü,
düzeltmeni beslemeyi reddetti. Sonuç, ilgililerin yiyiyce çevresine karşı
yürütülen ve arkadaşımın sağlık durumunu sarsan, işinin iptal edilip, kelimenin
tam anlamıyla sokağa atılmasına neden olan uzun ve acılı bir mücadeleydi.
Arkadaşım, Petrograd Eğitim Müdürlüğü’nün başındaki “kadın yoldaş”ın dikkatini
bu olaya çekmek için boş yere çabaladı. Bayan Lilina’nın vakti yoktu ver
arkadaşımın okulunu asla ziyaret etmedi. “Gösteri okulları” bütün vaktini
alıyordu. Daha ötesi, Bayan Lilina’nın olayın üstüne gitmesi kolay olmazdı.
Komünistlere karşı tavır alan “ötekilere” özen göstermek adetten değildi.
Ayrıca bu işlere karışmak tehlikeliydi de.
Bayan Lilina’yı daha sonra tanıma fırsatı buldum.
Bende, kendisini işine adamış ciddi bir kadın izlenimi bıraktı. Ancak aynı
zamanda partisinin gözü kapalı bir taraftarıydı. Okullardaki koşullarla ilgili
bilgi edinmek konusunda tümüyle, hepsi de komünist olan, kendi denetimindeki
insanlara bağımlıydı. Rusya’da bir insanın işe yararlılığının ve dürüstlüğünün
kanıtı Komünist Partisi’ne mensup olmasıdır. Böyle bir durumun zorunlu
sonuçlarını burada yeniden vurgulamaya gerek yok.
Bolşeviklerin okullarındaki çocukların kısmi
açlıklarına ilişkin öğrendiklerimin mahiyetini, ancak zamanla ve acı bir
şekilde kavradım. Önceleri bütün gücümle “Ölü Canlar” yönteminin her yerde
geçerli olduğuna inanmamaya çalıştım. Ancak ortalıkta o kadar çok delil vardı
ki, sonuçta fazla direnemedim. Yanıbaşımda, Astoria Oteli’ndeki “Sovyetlerin
İlk Evinde” iki çocuğuyla ufak tefek bir kadın otururdu. O da bir komünist,
fakat “Ölü Canlar” yöntemine şiddetle karşı çıkan bir komünistti. Değişik çocuk
kurumlarında çalışmaktaydı ve bana sadece Krnowerski sokağındaki okulda
gördüklerime teyit etmekle kalmayıp, ayrıca aynı uygulamaların günlük hayatın
bir parçası olduğu çok sayıda başka okul da gösterdi.
Her yerde yarı aç çocukların sırtında “Ölü Canlar”
yaşıyordu. Komşum, iki çocuğuyla -üç yaşında bir oğlan ve dokuz yaşındaki bir
kız çocuğu- yaşamak zorunda olduklarını anlatmıştı. Çocukların ikisi de bir
çocuk kolonisine yerleştirilmişti. Ama orada yeterince yiyecek verilmediği için
anne, dar geliriyle onlara düzenli olarak yiyecek göndermek zorunda kalıyordu.
Altı ay sonra çocukların ikisi de hastalanmış ve zorunlu olarak annelerinin tek
gözlü barınağına geri gönderilmişlerdi. Kız çocuğunda yetersiz beslenmenin
sonucu korkunç bir egzama ortaya çıkmış, oğlan ise bir deri bir kemik kalmıştı.
Ciddi ve çalışkan bir komünist olan komşumla
arkadaşlığımız ilerledi. Ondan, çocukların genel durumuna ilişkin çok şey
öğrendim. Gün geçtikçe aslında komünistlerin çocuklar için ellerinden gelen her
şeyi yaptıklarını, ancak tüm bu çabaların onların kendi devletlerinin yarattığı
asalak bürokrasi tarafından boşa çıkarıldığını daha iyi kavramak zorunda
kalıyordum. Ama özellikle çocuğun bile propaganda malzemesi olarak
kullanılabileceği yolundaki anlayışları uğursuz ve vahim bir şeydi.
“Gösteri okulları”, özellikle de dışarıdaki çocuklar
üzerinde en olumsuz etkiyi yaratıyorlardı. Bunlar, çocukların yüreğinde,
adaletsizlik ve keyfi olarak yapılmış ayımcılık duygusu uyandırıyordu. Çünkü
çocuk, yalanı dolanı daha çabuk ve daha kesin bir biçimde kavrıyor. “Gösteri
okulları” yabancı basına malzeme hizmeti görürken, Rusya’daki çocukların büyük
çoğunluğu dünyanın geri kalan kısmındaki proleter çocukları gibi ihmal
ediliyordu. Her yerde imkanlardan ayrıcalıklılar yararlanıyor. Bolşevik Rusya
da bu acımasız kuralın istisnası değil.
Yazının başında, bir kısım çocukların “hırsız” ve
“ahlaksız” olarak damgalanıp diğer çocuklardan izole edilmelerinin beni ne
kadar sarstığını belirtmiştim. O zamanlar bu davranışı Avrupa Oteli’nde görevli
doktorun eski kafalılığına yormuştum. Fakat hükümetin resmi organı Pravda
gazetesinde çıkan bir yazı ve aralarında Maksim Gorki ve Bayan Lilina’nın da
blunduğu çok sayıda önde gelen komünistlerle yaptığım görüşmeler, beni onların
hemen hepsinin “soydan gelen bir ahlaki düşkünlüğe” inandıklarına ikna etti.
Hatta bazı pedagoglar bu “kalıtımsal ahlak düşkünlerinin” hapse atılmasını
savunuyordu. Ancak bu kadarı, ortodoks komünistlerin duygusallıkla suçladıkları
Genel Eğitim Komiseri Lunaçarski, Gorki ve ilerici unsurlara bile fazla
geliyordu. Lunaçarski, bu barbarca öneriye karşı mücadele etti ve çok şükür ki
başarılı oldu. Buna rağmen 1921 yılının Eylül ayında Moskova’daki Taganka
Cezaevi’nde biri sekiz yaşının altında iki yüz çocuk tutuklu bulunuyordu.
Ben, Lunaçarski’nin de, Gorki’nin de bu konuda bilgi
sahibi olmadıklarından eminim. Zaten uğursuz sistemin tüm laneti de burada
yatıyor. Sistem, tepediklerin elinden altlarındaki güruhun ne yaptığını bilme
olanağını alıyor. Taganka Cezaevi’nde çocukların varlığı, oraya atılan siyasi
tutuklular tarafından gün ışığına çıkarıldı. Bunlar, dışardaki arkadaşlarına
durumu iletiyorlar, onlar da Lunaçarski’yle birlikte olaya müdahale ediyorlar.
Çocuklar ancak ondan sonra hapisten çıkarılıyorlar.
“Ahlaki olarak kusurlu” çocukların yerleştirildikleri
okullar ve koloniler de cezaevlerinden çok daha iyi durumda değil. Komünist
Gençlik Örgütü tarafından yapılan bir araştırma, Petrograd’daki bu tür
okulların bazılarının durumuna ilişkin hüzün verici şeyler ortaya çıkardı. 1920
yılının Mayıs ayında pravda’da yayımlanan rapor, o çok sık yapılan suçlamaları
doğruluyordu – “Ölü Canlar” uygulaması, çocukların istihkaklarıyla beslenen
görevli sayısının artması, rüşvet ve beceriksizliğin diğer alışkanlıkları.
Komisyon, örneğin bir okulda 125 çocuğa bakmak için 138, bir başkasında 25
çocuk için 38 görevli olduğunu tespit etmişti. Ve bu tür şeyler istisna
değildi.
Bunun dışında komisyonun raporunda, çocukların korkunç
biçimde ihmal edildikleri, kirli paçavralara sarıldıkları ve çok kirli, pis
kokan, çarşafsız yataklarda yatmak zorunda bırakıldıkları vurgulanıyordu. Bazı
çocuklar geceleri karanlık bir odaya kapatılarak, bir kısmı akşam ymeği
verilmeyerek, hatta bazıları dövülerek cezalandırılıyordu. Rapor, resmi
çevrelerde büyük sansasyon yarattı. Özel bir soruşturma açıldı, ama Amerika’da
alışıldığı üzre, suçluların aklanmasıyla sonuçlandı. Komünist Gençlik Araştırma
Komisyonu, olayları “abartmaktan” dolayı azarlandı. Karşı-devrimcilerin
ekmeğine yağ süren raporun Pravda’da yayınlanmasının aslında bir hata olduğu
ifade edildi.
Konu üzerine birkaç komünistle konuştum. Böyle
şeylerin Sovyet Rusya’da nasıl mümkün olduğunu sordum. Bu soruma hep aynı
beylik yanıtı alıyordum. “Güvenilir ve yeterli eleman yokluğu!” Ben de “ahlaki
olarak kusurlu” diye damgalanan bu mutsuz çocuklarla çalışmak istediğimi
söylüyordum.
“Lilina yoldaşı görmelisiniz,” diye akıl veriyorlardı.
“Sizi iş arkadaşı olarak almaktan çok mutlu olacaktır.”
Birkaç gün sonra yoldaş Lilina’dan davet aldım. Lilina
derin yüz çizgileri olan zayıf bir kadındı – Amerika’da elli yıl önce
rastlanacak türden tipik bir okul müdiresi. Bana pedagoji ve psikolojinin en
iyi yöntemlerinden haberdar olduğunu söyledi. Ben de ona çocuklardaki ahlaki
düşkünlük teorisine inanmadığımı, hiçbir modern eğitimcinin böylesine eskimiş
bir anlayışı savunmadığını, ahlaki olarak düşkün çocukların bile dejenere olmuş
diye damgalanmaması gerektiğini söyleme küstahlığında bulundum. Onunla eğitimin
modern yöntemleri konusunda konuştum ve Amerika’da, çocuklara yönelik iyicil ve
günahkar gibi ahlaki kavramları reddeden hakim Lindsay’in ve daha birçoklarının
suça eğilimli çocuklarla ilgili deneyimlerini aktardım. Bunları hepsi yiyeceğin
ve her şeyin fazlasıyla var olduğu kapitalist bir ülke için doğru ve güzel
şeylerdi. Ama açlığın hüküm sürdüğü Rusya’da ahlaki olarak kusurlu çocuklar
uzun süren savaşın, devrimin ve açlığın sonucunda ortaya çıkmışlardı.
Bu görüşme bende, küçük kurbanlarla ilgili olarak
bulunacağım her girişimin bu katı, dogmatik kadın tarafından sürekli olarak
baltalanacağı yolunda bir izlenim bıraktı. O da kendi açısından komünist bir
devlette çocukların eğitimini bir anarşiste teslim etmenin çok da akıllıca bir
şey olmadığını düşünmüş olmalıydı. Sonuçta bu girişimimden bir şey çıkmadı.
Bu örneği, komünistlerin, sistemleri içindeki tüm
rüşvet, görevi kötüye kullanmayı ve her tür beceriksizliği sürekli olarak
güvenilir insan yokluğuna bağlamalarının temelsiz olduğunu göstermek için
verdim. Rusya’da bulunduğum süre içerisinde, eğitim, ekonomi ve politika dışı
başka alanlarda çalışmak isteyen şaşılacak derecede çok insanla karşılaştım.
Ancka bunlar komünist olmadıkları için geri itilmiş, cesaretleri kırılmış ve
her tür çabayı ve inisiyatifi başarısızlığa mahkum eden bir ispiyonculuk ağıyla
çevrilmişlerdi.
Ukrayna’daki dört aylık gezim boyunca -tabii gayri
resmi olarak- birçok çocuk yuvasın, ilkokulu, çocuk kolonisini görmek için
yeterince fırsatım oldu. Ve her yerde aynı şeylerle karşılaştım: Her yerde iyi
beslenmiş ve her açıdan bakımlı çocukların bulunduğu bir “gösteri okulu”nun
yanında, açlığın hüküm sürdüğü normal okullar. Ve sık sık buralarda çalışan
insanların, çocukların çıkarlarını savunmak için, bürokratik mekanizmayla canla
başla nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Ancak çabalar hep boşa gidiyor ve
bunlar sonuçta o kadiri mutlak mekanizma tarafından betaraf ediliyorlardı.
Böyle durumlarda ne yapıldığına dair çarpıcı bir olaya
yurt dışına çıkışımdan kısa bir süre önce Moskova’da tanık olmuştum. Bir
bölgede, Rusya’da varolanlar arasında kendi türünde en iyi organize edilmiş ve
donatılmış bir çocuk yuvası bulunuyordu. Yuvanın yöneticisi uzun yıllar
eğitimcilik tecrübesi olan ve yorulmak bilmeyen bir eğitimci, ender
rastlanabilecek bir kadın, bir idealistti. Çalıştığı birimde kararlı bir
biçimde “Ölü Canlar” yöntemine karşı mücadele etmekte, Peter’i beslemek için
Paul’ü soymayı reddetmekteydi. Alttaki bölümün memurlarını rüşvet vererek
kazanmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu.
Böyle durumlarda alışılmış olduğu üzre çok geçmeden
söz konusu yönetici aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bu bayağı saldırının
yönetici beyni, çocuk yuvasının komünist doktoruydu. Yönetici kadına karşı,
temeli olmasa da, akla gelebilecek her tür suçlama yapıldı. Bütün
temelsizliğine rağmen entrikalar, kadının işinden atılmasına kadar devam etti.
Bu aynı zamanda kadının odasını kaybetmesi anlamına da geliyordu. Kadın dört
aylık bir çocuğun annesiydi. Aylardan sonbahardı. Hava soğuktu, nemli, insanın
kemiklerine işleyen bir soğuk. Buna rağmen kurum için savaşmış olan kadına evi
terk etmesi emredildi. Kadın, çocuğunun yaşamını tehlikeye atmamak için,
kendisine binada başka bir oda verilinceye kadar bulunduğu odayı terk etmeyi
reddetti. Bunun üzerine kadına bodrum katta, en az üç yıldır ısıtılmayan,
karanlık ve nemli bir oda verildi. Bu mezarlıkta çocuk hastalığa yakalandı ve o
zamandan beri acı çekmekte.
Lunaçarski’nin bu tür olaylardan haberi var mı? Diğer
yönetici komünistler bunları biliyorlar mı? Bazılarının bildiğine şüphe yok.
Ancak bunlar çok yoğun biçimde “önemli devlet işleriyle” meşguller. Daha ötesi,
böyle “ufak ayrıntılar” konusunda duyarlılıklarını yitirmiş bulunuyorlar.
Dahası onların kendileri de aynı uğursuz çeberin içerisine girmiş, devasa
Bolşevik bürokrasisinin birer parçası haline gelmişlerdir. Onlar da parti
üyeliğinin bir sürü günahı örttüğünü bilirler.
Rusya’da geçirdiğim iki yıl içinde çok sayıda kurumu
gezdim, ama çok az sayıda mutlu çocukla karşılaştım. Sadece bir kez, Archangel
şehrinde bir çocuğun içten güldüğünü gördüm. Bolşevik kurumlarındaki çocukların
büyük çoğunluğu, genelde, yetimhanelerde yetişen çocuklarda görüldüğü gibi,
renksiz ve donuk ir görüntü veriyorlar.
Bu çocukların içine sanki kasvet çökmüş; sadece ekmeğe
değil, sevgiye ve özene de muhtaçlar – bunlar kimi kimsesi olmayan, yalnız
çocuklar. Onların hikayelerinin, ortalıkta dolaşan ve Rusya’da çocukların
yüzyılında söz eden masallarla uyuşmadığını biliyorum. Ama zaten niyetim bu
masalların ebedileşmesine destek olmak değil.
Bolşevik rejimi
diğer rejimlerden değerli kılan bir diğer faktör vardı -çocuk işgücünün
kullanımına son verilmesi. Bu, insanları komünistlere teşekküre borçlu kılan en
önemli kazanımdı. Ancak Lenin’in Yeni İktisat Politikası’nın ölüleri çabucak
dirilttiği, kapitalizmin ve özel sömürünün yavaş ama emin biçimde tekrar
yerleştiği bugün, Bolşevik hükümet çok geçmeden bu alanda da diğer medeni
hükümetlerle aynı noktaya gelecek ve çocuk işgücünü milli varlığın büyük bir
kaynağı olarak değerlendirmeyi öğrenecektir.
Çeviri: Yakup Coşar
Not: Bu metin 2008
yılında Dipnot Yayınları tarafından
yayınlanmıştır.
Toplumsal Devrim’in
Notu: Bu yazı Son Liberters sitesinden alınmıştır. Yazının kaynağına şu linkten
ulaşabilirsiniz: http://sonliberters.com/haber/haber_detay.asp?haberID=193
Ancak bu memurlar bir hediye almadıkları sürece işleri sistematik olarak ağırdan alırlar. Böylelikle, memurlara ve ilgili kurumun “muhasebecilerinin” aç arkadaşlarına “avanta” kalması için gerçekten de kurumda yaşayanların sayısından çok sipraiş vermek gerekmektedir.
Arkadaşımın okulunda 65 çocuk vardı. Daha önceki bütün yöneticileri bu sayıya belli sayıda uydurma isim -Ölü Canlar- ekleyerek, elde kalan fazla istihkakı rüşvet olarak verip, işlerini hızla hallediyorlarmış. Bu yolla çeşitli idari kurumlarda “etki” sahibi olduktan sonra, okulu ihmal etmekten, çocuklara kötü davranmaktan ve kurumda yaşayanların istihkaklarıyla spekülasyon yapmaktan çekinmiyorlarmış. Ne de olsa artık “yukarıda arkadaşları bulunmaktaydı.”
Rusya’da yaygın olan bu uygulamanın sonuçları gözler önündedir. Ancak arkadaşım böyle bir gidişata ortak olmayı ve listesine “Ölü Canlar” eklemeyi reddediyordu. O, listeye eklenen her Ölü Canın gereksinimleri zaten yeterli ölçüde karşılanamayan birkaç çocuğun hakkını gasp ederek bilincindeydi.
Arkadaşım, bölgesindeki sayısız müfettişi, kontrolörü, düzeltmeni beslemeyi reddetti. Sonuç, ilgililerin yiyiyce çevresine karşı yürütülen ve arkadaşımın sağlık durumunu sarsan, işinin iptal edilip, kelimenin tam anlamıyla sokağa atılmasına neden olan uzun ve acılı bir mücadeleydi. Arkadaşım, Petrograd Eğitim Müdürlüğü’nün başındaki “kadın yoldaş”ın dikkatini bu olaya çekmek için boş yere çabaladı. Bayan Lilina’nın vakti yoktu ver arkadaşımın okulunu asla ziyaret etmedi. “Gösteri okulları” bütün vaktini alıyordu. Daha ötesi, Bayan Lilina’nın olayın üstüne gitmesi kolay olmazdı. Komünistlere karşı tavır alan “ötekilere” özen göstermek adetten değildi. Ayrıca bu işlere karışmak tehlikeliydi de.
Bayan Lilina’yı daha sonra tanıma fırsatı buldum. Bende, kendisini işine adamış ciddi bir kadın izlenimi bıraktı. Ancak aynı zamanda partisinin gözü kapalı bir taraftarıydı. Okullardaki koşullarla ilgili bilgi edinmek konusunda tümüyle, hepsi de komünist olan, kendi denetimindeki insanlara bağımlıydı. Rusya’da bir insanın işe yararlılığının ve dürüstlüğünün kanıtı Komünist Partisi’ne mensup olmasıdır. Böyle bir durumun zorunlu sonuçlarını burada yeniden vurgulamaya gerek yok.
Bolşeviklerin okullarındaki çocukların kısmi açlıklarına ilişkin öğrendiklerimin mahiyetini, ancak zamanla ve acı bir şekilde kavradım. Önceleri bütün gücümle “Ölü Canlar” yönteminin her yerde geçerli olduğuna inanmamaya çalıştım. Ancak ortalıkta o kadar çok delil vardı ki, sonuçta fazla direnemedim. Yanıbaşımda, Astoria Oteli’ndeki “Sovyetlerin İlk Evinde” iki çocuğuyla ufak tefek bir kadın otururdu. O da bir komünist, fakat “Ölü Canlar” yöntemine şiddetle karşı çıkan bir komünistti. Değişik çocuk kurumlarında çalışmaktaydı ve bana sadece Krnowerski sokağındaki okulda gördüklerime teyit etmekle kalmayıp, ayrıca aynı uygulamaların günlük hayatın bir parçası olduğu çok sayıda başka okul da gösterdi.
Her yerde yarı aç çocukların sırtında “Ölü Canlar” yaşıyordu. Komşum, iki çocuğuyla -üç yaşında bir oğlan ve dokuz yaşındaki bir kız çocuğu- yaşamak zorunda olduklarını anlatmıştı. Çocukların ikisi de bir çocuk kolonisine yerleştirilmişti. Ama orada yeterince yiyecek verilmediği için anne, dar geliriyle onlara düzenli olarak yiyecek göndermek zorunda kalıyordu. Altı ay sonra çocukların ikisi de hastalanmış ve zorunlu olarak annelerinin tek gözlü barınağına geri gönderilmişlerdi. Kız çocuğunda yetersiz beslenmenin sonucu korkunç bir egzama ortaya çıkmış, oğlan ise bir deri bir kemik kalmıştı.
Ciddi ve çalışkan bir komünist olan komşumla arkadaşlığımız ilerledi. Ondan, çocukların genel durumuna ilişkin çok şey öğrendim. Gün geçtikçe aslında komünistlerin çocuklar için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, ancak tüm bu çabaların onların kendi devletlerinin yarattığı asalak bürokrasi tarafından boşa çıkarıldığını daha iyi kavramak zorunda kalıyordum. Ama özellikle çocuğun bile propaganda malzemesi olarak kullanılabileceği yolundaki anlayışları uğursuz ve vahim bir şeydi.
“Gösteri okulları”, özellikle de dışarıdaki çocuklar üzerinde en olumsuz etkiyi yaratıyorlardı. Bunlar, çocukların yüreğinde, adaletsizlik ve keyfi olarak yapılmış ayımcılık duygusu uyandırıyordu. Çünkü çocuk, yalanı dolanı daha çabuk ve daha kesin bir biçimde kavrıyor. “Gösteri okulları” yabancı basına malzeme hizmeti görürken, Rusya’daki çocukların büyük çoğunluğu dünyanın geri kalan kısmındaki proleter çocukları gibi ihmal ediliyordu. Her yerde imkanlardan ayrıcalıklılar yararlanıyor. Bolşevik Rusya da bu acımasız kuralın istisnası değil.
Yazının başında, bir kısım çocukların “hırsız” ve “ahlaksız” olarak damgalanıp diğer çocuklardan izole edilmelerinin beni ne kadar sarstığını belirtmiştim. O zamanlar bu davranışı Avrupa Oteli’nde görevli doktorun eski kafalılığına yormuştum. Fakat hükümetin resmi organı Pravda gazetesinde çıkan bir yazı ve aralarında Maksim Gorki ve Bayan Lilina’nın da blunduğu çok sayıda önde gelen komünistlerle yaptığım görüşmeler, beni onların hemen hepsinin “soydan gelen bir ahlaki düşkünlüğe” inandıklarına ikna etti. Hatta bazı pedagoglar bu “kalıtımsal ahlak düşkünlerinin” hapse atılmasını savunuyordu. Ancak bu kadarı, ortodoks komünistlerin duygusallıkla suçladıkları Genel Eğitim Komiseri Lunaçarski, Gorki ve ilerici unsurlara bile fazla geliyordu. Lunaçarski, bu barbarca öneriye karşı mücadele etti ve çok şükür ki başarılı oldu. Buna rağmen 1921 yılının Eylül ayında Moskova’daki Taganka Cezaevi’nde biri sekiz yaşının altında iki yüz çocuk tutuklu bulunuyordu.
Ben, Lunaçarski’nin de, Gorki’nin de bu konuda bilgi sahibi olmadıklarından eminim. Zaten uğursuz sistemin tüm laneti de burada yatıyor. Sistem, tepediklerin elinden altlarındaki güruhun ne yaptığını bilme olanağını alıyor. Taganka Cezaevi’nde çocukların varlığı, oraya atılan siyasi tutuklular tarafından gün ışığına çıkarıldı. Bunlar, dışardaki arkadaşlarına durumu iletiyorlar, onlar da Lunaçarski’yle birlikte olaya müdahale ediyorlar. Çocuklar ancak ondan sonra hapisten çıkarılıyorlar.
“Ahlaki olarak kusurlu” çocukların yerleştirildikleri okullar ve koloniler de cezaevlerinden çok daha iyi durumda değil. Komünist Gençlik Örgütü tarafından yapılan bir araştırma, Petrograd’daki bu tür okulların bazılarının durumuna ilişkin hüzün verici şeyler ortaya çıkardı. 1920 yılının Mayıs ayında pravda’da yayımlanan rapor, o çok sık yapılan suçlamaları doğruluyordu – “Ölü Canlar” uygulaması, çocukların istihkaklarıyla beslenen görevli sayısının artması, rüşvet ve beceriksizliğin diğer alışkanlıkları. Komisyon, örneğin bir okulda 125 çocuğa bakmak için 138, bir başkasında 25 çocuk için 38 görevli olduğunu tespit etmişti. Ve bu tür şeyler istisna değildi.
Bunun dışında komisyonun raporunda, çocukların korkunç biçimde ihmal edildikleri, kirli paçavralara sarıldıkları ve çok kirli, pis kokan, çarşafsız yataklarda yatmak zorunda bırakıldıkları vurgulanıyordu. Bazı çocuklar geceleri karanlık bir odaya kapatılarak, bir kısmı akşam ymeği verilmeyerek, hatta bazıları dövülerek cezalandırılıyordu. Rapor, resmi çevrelerde büyük sansasyon yarattı. Özel bir soruşturma açıldı, ama Amerika’da alışıldığı üzre, suçluların aklanmasıyla sonuçlandı. Komünist Gençlik Araştırma Komisyonu, olayları “abartmaktan” dolayı azarlandı. Karşı-devrimcilerin ekmeğine yağ süren raporun Pravda’da yayınlanmasının aslında bir hata olduğu ifade edildi.
Konu üzerine birkaç komünistle konuştum. Böyle şeylerin Sovyet Rusya’da nasıl mümkün olduğunu sordum. Bu soruma hep aynı beylik yanıtı alıyordum. “Güvenilir ve yeterli eleman yokluğu!” Ben de “ahlaki olarak kusurlu” diye damgalanan bu mutsuz çocuklarla çalışmak istediğimi söylüyordum.
“Lilina yoldaşı görmelisiniz,” diye akıl veriyorlardı. “Sizi iş arkadaşı olarak almaktan çok mutlu olacaktır.”
Birkaç gün sonra yoldaş Lilina’dan davet aldım. Lilina derin yüz çizgileri olan zayıf bir kadındı – Amerika’da elli yıl önce rastlanacak türden tipik bir okul müdiresi. Bana pedagoji ve psikolojinin en iyi yöntemlerinden haberdar olduğunu söyledi. Ben de ona çocuklardaki ahlaki düşkünlük teorisine inanmadığımı, hiçbir modern eğitimcinin böylesine eskimiş bir anlayışı savunmadığını, ahlaki olarak düşkün çocukların bile dejenere olmuş diye damgalanmaması gerektiğini söyleme küstahlığında bulundum. Onunla eğitimin modern yöntemleri konusunda konuştum ve Amerika’da, çocuklara yönelik iyicil ve günahkar gibi ahlaki kavramları reddeden hakim Lindsay’in ve daha birçoklarının suça eğilimli çocuklarla ilgili deneyimlerini aktardım. Bunları hepsi yiyeceğin ve her şeyin fazlasıyla var olduğu kapitalist bir ülke için doğru ve güzel şeylerdi. Ama açlığın hüküm sürdüğü Rusya’da ahlaki olarak kusurlu çocuklar uzun süren savaşın, devrimin ve açlığın sonucunda ortaya çıkmışlardı.
Bu görüşme bende, küçük kurbanlarla ilgili olarak bulunacağım her girişimin bu katı, dogmatik kadın tarafından sürekli olarak baltalanacağı yolunda bir izlenim bıraktı. O da kendi açısından komünist bir devlette çocukların eğitimini bir anarşiste teslim etmenin çok da akıllıca bir şey olmadığını düşünmüş olmalıydı. Sonuçta bu girişimimden bir şey çıkmadı.
Bu örneği, komünistlerin, sistemleri içindeki tüm rüşvet, görevi kötüye kullanmayı ve her tür beceriksizliği sürekli olarak güvenilir insan yokluğuna bağlamalarının temelsiz olduğunu göstermek için verdim. Rusya’da bulunduğum süre içerisinde, eğitim, ekonomi ve politika dışı başka alanlarda çalışmak isteyen şaşılacak derecede çok insanla karşılaştım. Ancka bunlar komünist olmadıkları için geri itilmiş, cesaretleri kırılmış ve her tür çabayı ve inisiyatifi başarısızlığa mahkum eden bir ispiyonculuk ağıyla çevrilmişlerdi.
Ukrayna’daki dört aylık gezim boyunca -tabii gayri resmi olarak- birçok çocuk yuvasın, ilkokulu, çocuk kolonisini görmek için yeterince fırsatım oldu. Ve her yerde aynı şeylerle karşılaştım: Her yerde iyi beslenmiş ve her açıdan bakımlı çocukların bulunduğu bir “gösteri okulu”nun yanında, açlığın hüküm sürdüğü normal okullar. Ve sık sık buralarda çalışan insanların, çocukların çıkarlarını savunmak için, bürokratik mekanizmayla canla başla nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Ancak çabalar hep boşa gidiyor ve bunlar sonuçta o kadiri mutlak mekanizma tarafından betaraf ediliyorlardı.
Böyle durumlarda ne yapıldığına dair çarpıcı bir olaya yurt dışına çıkışımdan kısa bir süre önce Moskova’da tanık olmuştum. Bir bölgede, Rusya’da varolanlar arasında kendi türünde en iyi organize edilmiş ve donatılmış bir çocuk yuvası bulunuyordu. Yuvanın yöneticisi uzun yıllar eğitimcilik tecrübesi olan ve yorulmak bilmeyen bir eğitimci, ender rastlanabilecek bir kadın, bir idealistti. Çalıştığı birimde kararlı bir biçimde “Ölü Canlar” yöntemine karşı mücadele etmekte, Peter’i beslemek için Paul’ü soymayı reddetmekteydi. Alttaki bölümün memurlarını rüşvet vererek kazanmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu.
Böyle durumlarda alışılmış olduğu üzre çok geçmeden söz konusu yönetici aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bu bayağı saldırının yönetici beyni, çocuk yuvasının komünist doktoruydu. Yönetici kadına karşı, temeli olmasa da, akla gelebilecek her tür suçlama yapıldı. Bütün temelsizliğine rağmen entrikalar, kadının işinden atılmasına kadar devam etti. Bu aynı zamanda kadının odasını kaybetmesi anlamına da geliyordu. Kadın dört aylık bir çocuğun annesiydi. Aylardan sonbahardı. Hava soğuktu, nemli, insanın kemiklerine işleyen bir soğuk. Buna rağmen kurum için savaşmış olan kadına evi terk etmesi emredildi. Kadın, çocuğunun yaşamını tehlikeye atmamak için, kendisine binada başka bir oda verilinceye kadar bulunduğu odayı terk etmeyi reddetti. Bunun üzerine kadına bodrum katta, en az üç yıldır ısıtılmayan, karanlık ve nemli bir oda verildi. Bu mezarlıkta çocuk hastalığa yakalandı ve o zamandan beri acı çekmekte.
Lunaçarski’nin bu tür olaylardan haberi var mı? Diğer yönetici komünistler bunları biliyorlar mı? Bazılarının bildiğine şüphe yok. Ancak bunlar çok yoğun biçimde “önemli devlet işleriyle” meşguller. Daha ötesi, böyle “ufak ayrıntılar” konusunda duyarlılıklarını yitirmiş bulunuyorlar. Dahası onların kendileri de aynı uğursuz çeberin içerisine girmiş, devasa Bolşevik bürokrasisinin birer parçası haline gelmişlerdir. Onlar da parti üyeliğinin bir sürü günahı örttüğünü bilirler.
Rusya’da geçirdiğim iki yıl içinde çok sayıda kurumu gezdim, ama çok az sayıda mutlu çocukla karşılaştım. Sadece bir kez, Archangel şehrinde bir çocuğun içten güldüğünü gördüm. Bolşevik kurumlarındaki çocukların büyük çoğunluğu, genelde, yetimhanelerde yetişen çocuklarda görüldüğü gibi, renksiz ve donuk ir görüntü veriyorlar.
Bu çocukların içine sanki kasvet çökmüş; sadece ekmeğe değil, sevgiye ve özene de muhtaçlar – bunlar kimi kimsesi olmayan, yalnız çocuklar. Onların hikayelerinin, ortalıkta dolaşan ve Rusya’da çocukların yüzyılında söz eden masallarla uyuşmadığını biliyorum. Ama zaten niyetim bu masalların ebedileşmesine destek olmak değil.
Bolşevik rejimi diğer rejimlerden değerli kılan bir diğer faktör vardı -çocuk işgücünün kullanımına son verilmesi. Bu, insanları komünistlere teşekküre borçlu kılan en önemli kazanımdı. Ancak Lenin’in Yeni İktisat Politikası’nın ölüleri çabucak dirilttiği, kapitalizmin ve özel sömürünün yavaş ama emin biçimde tekrar yerleştiği bugün, Bolşevik hükümet çok geçmeden bu alanda da diğer medeni hükümetlerle aynı noktaya gelecek ve çocuk işgücünü milli varlığın büyük bir kaynağı olarak değerlendirmeyi öğrenecektir.
Çeviri: Yakup Coşar
Not: Bu metin 2008 yılında Dipnot Yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Toplumsal Devrim’in Notu: Bu yazı Son Liberters sitesinden alınmıştır. Yazının kaynağına şu linkten ulaşabilirsiniz: http://sonliberters.com/haber/haber_detay.asp?haberID=193
Yazının aslı: http://www.toplumsaldevrim.com/toplumsal-devrim/rus-devriminin-cokus-nedenleri-emma-goldman
arkadaşlar, o yazıda murat özenç yazmanızın gereği yok. Ben yani Murat özenç o yukarıdaki yazıyı siteye(sonliberters) yükleyen kişiyim , yazıyla tek alakam budur ,o nedenle ismimi kaldırın lütfen...:))benim yazıdığım düşünülmesin lütfen...
YanıtlaSil