3 Şubat 2012 Cuma

Rus Devriminin Çöküş Nedenleri – Emma Goldman

Murat Özgenç /  Emma Goldman 01/12/2010   Toplumsal Devrim
Artık suskunluk dönnemi sona erdi. Bu nedenle söylenmesi gerekenleri açıkça söyleyeceğim. Bu noktada karşılaşacağım zorlukların bilincindeyim. Gericilerin, yani Rus devriminin düşmanlarının sözlerimi yanlış yorumlayacaklarını biliyorum. Komünist Partisi ile Rus devrimini birbirine karıştıran devrimin sözüm ona dostlarının da beni mahkum edeceklerinden eminim. Bu nedenle tutumumu iki tarafa da açıklamamamın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Önsöz

Rudolf Rocker
Modern anarşist hareketin propagandacı temsilcileri arasında Emma Goldman kuşkusuz en parlak ve özel kişiliklerden biridir -öğretinin, içsel dünyasını ve yaşamının amacını oluşturduğu büyük bir karakter. Goldman, 1869 yılında Kaunas’da(1) doğdu ve çocukluğunun ilk yıllarını Kurland’da(2) geçirdi. Yedi yaşındayken ailesi tarafından Königsberg’e, babaannesinin yanına gönderildi ve on üç yaşında anne ve babasıyla birlikte Petersburg’a gidene kadar burada yaşadı.

Petersburg’a gidişleri II. Alexander’ın öldürülmesinden bir yıl sonrasında rastlıyordu. Başkentin tüm atmosferi hala devrimci partinin Çarlığa karşı yürüttüğü ve tüm Rus toplumunu derinden sarsan korkunç savaşın dolayımsız sonuçlarıyla yüklüydü. Genç devrimci öğrencilerle bu sıralar kurduğu ilişkiler, genç kız üzerinde gelecekteki yaşamına belli bir yön verecek etkiler yaratmıştı.
1886 yılında, kızkardeşi Helena’nın peşinden Amerika’ya göç etti ve geçici olarak akrabalarının bulunduğu Rochester’a yerleşti. Bu dönemde Amerikan İşçi Hareketi devrimci gelişiminin zirvesine ulaşmıştı. Devasa grev dalgası tüm ülkeyi sarsıyor ve sekiz saatlik işgünü talebi doğrultusunda büyük bir harekete dönüşüyordu. Bunlara, anarşist işçi önderlerinin canice idamlarıyla sonuçlanan meşum Şikago olayları eklendi. Emma Goldman, Şikago anarşistlerinin davasını yoğun bir heyecan ve gerinlikle izledi ve suçsuzlukları gün gibi ortada olan bu insanları hiçbir Amerikan mahkemesinin ipe göndermeyeceğine sonuna kadar inandı. İhtimal vermediği bu vahşetin gerçekleşmesi onu büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. 11 Kasım 1887 Goldman’ın yaşamının dönüm noktası oldu; gelişmiş, derin adalet duygusu onu devrimci bir yaşama doğru sürüklüyordu. Rusya’da iken kaptığı özgürlükçü eğilimler şekilleniyor, derin bir idealizmden kaynaklanan düşünceler doğrultusunda berraklaşıyordu. Anarşist ve sosyalist literatürü yoğun bir çalışmayla nceliyor ve esas olarak Johann Most’un çıkardığı “Özgürlük” adlı derginin etkisiyle gittikçe anarşist düşüncenin çekim alanına giriyordu.
Aktif yoldaşlarla ilk ilişkisi, New Haven’de ekmeğini kazandığı korse fabrikasında başladı. 1889 yılında uzun süredir beslediği bir hayali gerçekleştirip, New York’a taşınınca yeni edindiği fikirleri derinleştirmek ve şekillendirmek için geniş olanaklara kavuştu. Özellikle Johann Most parlak, tutkulu konuşmalarıyla genç idealistin berrak dimağında güçlü bir etki bırakıyordu. Çok geçmeden de bu yeni devrimci, anarşist düşüncenin heyecanlı ajitatörlerinden biri oldu. Artık Emma Goldman’ın yaşamında coşkulu, yoğun ve yıpratıcı bir çalışma dönemi başlıyordu. Ajitasyon çalışmaları, ilk başlarda, ekonomik mücadelelerine hatırı sayılır katkılarda bulunduğu New York’un ve diğer şehirlerin Alman ve Yahudi işçi çevreleriyle sınırlı kaldı.
1892 yılında Homsetead’da, yerleşim biriminin adını tüm dünyaya taşıyan büyük bir grev hareketi ortaya çıktı. Tepeden tırnağa silahlı Pinkertonların vahşi saldırısına uğrayan işçiler de silaha sarılıp sermayenin uşaklarına hak ettikleri karşılığı vermiş ve onları geri çekilmeye zorlamışlardı. Sonuçta olaya milis kuvvetleri müdahale etmiş ve kan dökerek işçileri ağır bir yenilgiye uğratmışlardı. Homestead’taki kanlı olaylar Amerika’daki bütün örgütlü işçi hareketi içerisinde büyük bir heyecan ve öfke dalgası yarattı. Kamuoyundaki bu havanın etkisiyle genç bir anarşist, Alexander Berkman, tüm işçi topluluğunun nefret ettiği, trajik olayların gerçek sorumlusu olan Frick’i öldürme girişiminde bulundu. Frick hafif yaralandı. Buna rağmen Berkman, tarafsız olmadığı çok net olan bir mahkeme tarafından olağanüstü bir cezaya, 22 yıl kürek cezasına çarptrıldı. Bu korkunç olay Goldman için büyük bir darbe oldu: çünkü Goldman, Berkman’la yakın arkadaştı ve aynı grup içerisinde bulunuyordu. Ayrıca arkadaşlarının bir kısmı Berkman’ın eylemini kınıyor ve bu durum kendi içlerinde ciddi hesaplaşmalara neden oluyordu. Aynı günlerde burjuva basını da Emma Goldman’a nefretle saldırıyor ve olaydan onun da sorumlu olduğunu iddia ediyordu. Arkadaşlarının terk ettiği ve kamuoyunun nefretini ensesinden hisseden genç idealist uzunca bir süre kalacak ev bulmakta bile zorlandı, bazı geceleri sokakta geçirmeye kaldı.
Ertesi yıl Amerika’da işsizlerin büyük hareketi doğunca Emma Goldman harekete katkıda bulunmak için tekrar sahneye çıktı. New York’da Union Square’de, grevci tekstil işçilerinin bir toplantısında yaptığı konuşma kapitalist basın tarafından hakaret olarak yorumlandı ve çarputılmış biçimde yayımlandı. Sonuçta Emma Goldman 1893 yılında halkı isyan teşvik etmekten bir yıl hapse mahkum edildi. Nefret edilen propagandacıyı suçlu ilan etme hırsına kapılan jüri, lehteki 12 tanığın ifadelerini dikkate almamış ve daha sonra görevini kötüye kullanmaktan hapse mahkum olacak bir muhbirin ifadesine göre karar vermişti.
Cezaevinden çıkarken Emma’nın düşünceleri olgunlaşmış, deneyimleri zenginleşmişti. Islah olması söz konusu bile değildi. 1895 yılında Avrupa’ya gitmek üzere bir süreliğine Amerika2dan ayrıldı. Tüm İngiltere ve İskoçya’yı içine alan başarılı bir propaganda turundan sonra Viyana’ya gidip bir hastanede hemşirelik eğitimi aldı. 1896′da nihatet Amerika’ya döndüğünde kendini büyük bir tutkuyla tekrar propaganda çalışmalarına verdi. 1897 yılında, adının bütün ülkeye yayılmasına neden olan ve Büyük Okyanus kıyılarına kadar uzanan ilk büyük ajitasyon turuna çıktı. Bu tarihten itibaren Emma Goldman, Amerikan kamuoyunda hesaba katılması gereken bir şahsiyet olmuştu. Ülkeyi baştan başa dolaşıyor, en ücra yerlere kadar ayak basmadık yer bırakmıyordu. Parlak konuşma yetisi ve sözlerinde güçlü bir biçimde dile gelen samimi inanç, özgürlük davasına bilinçli savaşçılar, kendisine ise Amerikan radikal çevrelerindeki tüm tanınmış şahsiyetlerin dostluğunu kazandırıyordu. Ancak onun başarılı çalışmaları aynı zamanda bu yürekli isyancıya karşı tüm reaksiyoner güçleri de harekete geçiriyordu. Öyle ki, hemen her turunda tutuklamalarla, toplantı yasaklarıyla karşılaşıyordu. Emma Goldman adı, burjuva düzeninin temsilcileri üzerinde kırmızı şal etkisi yaratıyor ve bu kadın, modern bayağı literatürün okuyucu kitlesine sunduğu sıradan komplocu tiplemeyle uzaktan yakından hiçbir benzerlik taşımasa da, Amerikalı darkafalılar nezdinde zamanla tüm kötülüklerin sembolüne dönüşüyordu.
Emma Goldman’ın en önemli özelliklerinden birisi derin bir adalet duygusuna sahip olmasıdır. Adaletin ihlal edildiği, insan onurunun ayaklar altına alındığı her yerde Emma Goldman, başına neler geleceğini dikkate almaksızın, haksızlığa karşı protestoda bulunmak için ateşli konuşmalarla ortaya çıkmataydı. Ve kendi eyleminin sonuçlarından başkalarının zarar görmesine hiçbir zaman izin vermiyordu; yaptıklarının tüm sorumluluğunu üstlenmeye her zaman hazırdı. Başkan McKinley’in Buffalo’da öldürülmesinden sonra anarşistlere karşı korkunç bir nefret kampanyası başladığında, Emma’nın ülkeyi terk etmesi için arkadaşlarının çok büyük çaba harcamaları gerekti. “Cesur ve Özgür İnsanların” ülkesinde yaşanan Şikago adalet trajedisi ve diğer adli canavarlıklar arkadaşlarının ısrarlarını elbette haklı kılıyordu. Ama Emma Goldman yerinden kıpırdamıyor ve yaklaşayan uğursuzluğa meydan okuyordu. Czologsz olayında hiçbir sorumluluğu olmamasına rağmen başka yoldaşlarıyla birlikte tutuklandı ve polisin korkunç vahşetine maruz kaldı. Tüm ülkede karşı-devrimci sürüler, tüm suçu, inancı hilafına hakim düşünceyle uzlaşmayı reddetmek olan bu yiğit kadının kellesi için uluyorlardı. Emma Goldman’ın o zaman her şeye rağmen hayatta kalabilmesi belki de sadece bir tesadüften ibarettir.
1914 yılında büyük kitle kıyımları başladığında Emma Goldman savaşa karşı sesini ilk yükseltenler arasındaydı. Savaş karşıtlarının birçoğu, bizzat Amerika savaşa girince fikrini değiştirmişti. Emma Goldman bunu yapmadı. Kan ve intikam duygularının bütün ülkeyi adeta kasıp kavurduğu dönemlerde bile davasına korkusuz biçimde sadık kalmayı bilmdi. Sonuç, tutuklanma ve iki yıl süren gözaltı oldu. Savaş sonra erdiğinde Emma Goldman vatandaşı olduğu bu ülkeden sınırdışı edilerek, aynı kaderi paylaşan ilk grupla birlikte Sovyet Rusya’ya gönderildi. Kalben hep bağlı olduğu eski yurduna hangi duygularla döndüğünü aşağıdaki satılarda, özellikle de hazırlamakta olduğu daha kapsamlı eserinde okuyacağız. Emma Goldman’ın hareketli yaşamındaki en acı tecrübeler kuşkusuz Rusya’da edindikleriydi. Bu satırlar, özgürlük özlemiyle kavrulan ve en yüce beklentilerinin ihanete uğradığını gören bir ruhun ifadesidir. Sosyalizm sloganlarıyla yarım yamalak gizlenmiş gaddar bir gerçekliğin içi boş parıltısı böyle bir ruh üzerinde iki kat itici etki yaratmış olmalıdır.
Bu kitapçığın sözüm ona radikal basının kabul etmemesinin ardından bir burjuva gazetesinde yayımlanması, o ünlü “proleterya diktatörlüğünün” tam ya da yarı savunucuları açısından, Emma Goldman’ı umutsuz lanet ve kişisel sövgü seliyle boğmaya kalkmanın yeterli gerekçesi oldu. Bolşevik Rusya’nın ulslararası konferanslarda kapitalist dünyanın temsilcileriyle aynı masalarda oturmalarına tek laf etmeyen aynı insanlar, gerçekliğin, bütün diğer yollar kapalı olduğu için burjuva basınında yayımlanmasına ahlaki bir öfke duyuyorlar. Gerçekte ise bu satırların içeriğine karşı söyleyecek birşeyleri olmadığından onu karalamak için başka araçlara başvuruyorlar. Emma Goldman’ın bu doğuştan yeteneksizleri özel olarak yanıtlamaya gereksinimi yok. Onun tüm yaşamı bu gibilerin suçlamalarına verilen yanıttır. Floransalı’nın sözü onun için de geçerlidir: Segu il tuo corso, e lascia dir le gente!(3)
Dipnotlar:
1 Bugünkü Litvanya’ da (ç.n)
2 Bugünkü Letonya’da (ç.n)
3:Dante’nin sözü: İt ürür, kervan yürür.
Giriş
Rusya’da geçirdiğim iki yıl içerisinde Amerikan basınında benimle yapıldığı iddia olunan görüşmelerden söz eden çok sayıda yazı yayımlandı. Bu yazıların birkaçında benim düşüncelerimi değiştirdiğim, artık devrime inanmadığım ve devrimin zorunluluğundan artık emin olmadığım beyan edildi. Hatta bir gazete sansasyonel bir hikaye uydurup odamda kutsal bir eşya gibi bir Amerikan bayrağı bulundurduğumu yazdı. Kısacası Amerikan hükümetine karşı işlediği suçların farkına varmış, günah çıkaran bir papaza benzetildim.
Bunların tümü tabii ki saçmalıktan ibarettir. Düşüncelerimin doğruluğuna hiçbir zaman şimdiki kadar derinden inanmamıştım; daha önce hiçbir zaman, anarşist öğretinin iç tutarlığına ve mantığına ilişkin bu kadar güçlü kanıtlarım olmamıştı. Ancak kimseyle ayrıntılı bir söyleşi yapmadım. Bunun nedeni ise, Rusya’nın trajik durumunu kavrayabilecek duruma gelmek için bir yıldan fazla bir zamana ihtiyaç duymuş olmamdı. Şimdi olduğu gibi o zamanda Rus sorununun birkaç sıradan lafla geçiştirilemeyecek kadar karmaşık olduğuna inanıyordum. Rusya üzerine, orada birkaç hafta ya da en iyi olasılıkla birkaç ay kaldıktan sonra yazan insanların kitaplarının büyük bir kısmının bana çok yüzeysel gelmesinin nedeni de budur. Kendim net bir fikir sahibi olmadan belli bir fikri kamuoyu nezdinde açıklama sorumluluğunu hissetmiş bile olsam, bunu basın temsilcilerine yapamazdım. Emperyalist güçlerin Rusya’nın boğazını sıkmaya devam ettikleri bir süreçte suskunluğu sürdürmenin gerekli olduğunu düşünüoyrdum. Ayrıca gazetecilerle yaşadığım otuz yıllık deneyim, istisnalarının olduğunu memnuniyetle itiraf etsem de, onların dürüstlükleri konusunda beni ikna etmeye yetmiyordu.
Artık suskunluk dönnemi sona erdi. Bu nedenle söylenmesi gerekenleri açıkça söyleyeceğim. Bu noktada karşılaşacağım zorlukların bilincindeyim. Gericilerin, yani Rus devriminin düşmanlarının sözlerimi yanlış yorumlayacaklarını biliyorum. Komünist Partisi ile Rus devrimini birbirine karıştıran devrimin sözüm ona dostlarının da beni mahkum edeceklerinden eminim. Bu nedenle tutumumu iki tarafa da açıklamamamın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Dört yıl önce ABD hükümeti benden bir cani yaratarak evimi ve ülkemi terke zorladı. Ve bunların tümü savaşa karşı sesimi yükseltme cesareti göstermemden dolayı oldu. O zamanlar savaşın yol açacağı korkunç yıkıma, olağanüstü maddi hasara ve onun sınırsız sayıda insan hayatına mal olacağına dikkat çekiyordum. Suçum buydu. Bugün savaşı desteklemiş olan birçok insan, savaşın genel öfke seline kapılmayanların haklı olduğuna, savaşın bir takım şarlatanlar ve onların hempaları tarafından savaş lordlarının çıkarları için başlatıldığına, desteklendiğine ve finanse edildiğine inanıyor. “Demokrasi için savaş”, “savaşı bitirmek için savaş” sloganları dünyayı gerçek bir cehenneme çevirdi. Açlık kralı bütün ülkeleri kasıp kavururken, savaş sırasında insan etini yok ederek zenginleşenler kralların bu en güçlüsüne kur yapıyorlar. Milyonlarca insanın katledilmesi ve yerkürenin yarısının çöle çevrilmesiyle yetinmeyip, dünyayı bir kaleye, halkların yüzyıllar süren savaşımla elde edilen hak ve özgürlüklerinin zincire vurulduğu bir zindana çevirdiler. Bir zamanlar “cesur ve özgür insanların ülkesi” olarak bilinen demokratik Amerika, tüm ülkelerin başkaldıranlarına kucak açan İngiltere, özgürlüğün eşiği Fransa ve daha önemsiz birçok ülke… hepsi bugün ruhun çöllerinden başka nedirler? Bunların bir zamanlar konuklara açık olan kapıları bugün kapalı ve sürgülü. Sadece politik tutukluların iniltileri, sınırsız sayıdaki işsizin küfür ve bedduları bu düşünce ve fikir mezarlığında sessizliği bozuyor.
Gerçekten de savaş lordları, eserleriyle övünebilirler. Komploları başarılı oldu. Demirden pençeleriyle dünya halklarının enselerine çölmüş bulunuyorlar. Aslında şu Rusya da olmasa keyiflerine diyecek yok.
O asil sermaye ve ordu ikilisi Rusya’da bir devrimin olacağını hesaplamamıştı. Tam da emperyalizmin zaferinden emin olduğu, savaş ganimetlerinin su gibi akmaya başladığı bir dönemde Rus halkının kalkıp da devrimi tüm dünyaya yayabilecek bir yangını çıkarıvermesi hiç de “kibar” bir davranış değildi. Bu “hayasızlığı” ezmek için birşeyler yapmak gerekiyordu. Almanya ile savaş, ikiyüzlülükle, Alman halkına karşı değil, Alman emperyalizmi ve militarizme karşı bir savaş diye sunulmuştu. Aynı hilekar dil Rus devrimine karşı tezgahlanan haçlı seferi olumlanırken de kullanıldı. Rus halkna değil, Bolşeviklere karşı savaşılıyordu -devrimi onlar ateşlemişlerdi, onların yok edilmeleri gerekiyordu. Böylece Rusya’ya karşı savaş başlatıldı. İşgalciler milyonlarca Rusu öldürdüler. abluka nedeniyle yüzbinlerce kadın açlık ve sğuktan öldü. Rusya umutsuzluğun ve ölümün kol gezdiği korkunç bir çöle dönüşmüştü. Bolşeviklerin iktidarı sınırsız bir güce ulaşırken, Rus devrimi yerle bir olmaktaydı. Emperyalistlerin Rusya’ya karşı yürüttükleri dört yıllık komplonun sonucu budur.
Peki, bu neden oldu? Çok basit: Devrimi tek başına gerçekleştiren ve onu ne pahasına olursa olsun saldırganlara karşı korumaya kararlı olan Rus halkı, sınırsız sayıdaki cephede, içteki düşmanlara gerekli dikkati gösteremeyecek derecede meşguldü. Rusya’nın işçi ve köylüleri cephede kahramanca hayatlarını ortaya koyarlarken, içerdeki düşman giderek güçleniyordu. Bolşevikler, yavaş ama güvenli adımlarla Sovyetleri yok eden, devrimi çökerten, bürokrasi ve despotizm açısından dünyanın bütün büyük devletleriyle boy ölçüşebilecek merkeziyetçi bir devlet kuruyorlardı.
İki yıllık gözlem ve dneyimlerime dayanarak kesin olarak söyleyebilirim ki, dıştan sürekli bir saldırı tehdidi olmasa, Rus halkı Kolçakların, Denikinlerin ve diğerlerinin saldırılarında olduğu gibi, içteki tehdidi görecek ve defetmiş olacaktı. Emperyalistlerin karşı saldırıları olmasa, halk, komünist devletin yıkılan Rusya’yı yeniden inşa etmek konusundaki yeteneksizliğini, sığlığını anlayacak, onun çablarının gerçek hedefini kavrayacaktı. Bu durumda kitleler ülkenin dumura uğramış sosyal güçlerini harekete geçirebilirlerdi. Peki halk da aynı şekilde yanılıp yolunu şaşıramaz mıydı? Tabii, bu da mümkündü. Ancak bu durumda kendi insiyatifine ve gücüne güvenmeyi öğrenecek ve sadece bununla bile devrim kurtarılabilecekti.
Yüzyılların en büyük olayı Rus devriminin çöküşü, yalnızca yabancı güçlerin müdahalesini talep eden bir kısım eski devrimcinin caniyane aptallıkları ve bu müdahaleyi finanse eden emperyalistler yüzünden gerçekleşmiştir. Bolşeviklerin, saldırıların hedefi olmaları nedeniyle, uzunca bir süre sosyal devrimin kutsal sembolü olarak gözükebilmelerini de buna borçluyuz.
Uğursuz bir yanılgıyı burada ortaya koymak istiyorum. Hayır, devrime inancımı yitirmedim. Tersine, Lenin’in askeri komünizm diye adlandırdığı şeyin dünyaya dayatılması durumunda, gelecek her devrimin yenilgiye mahkum olduğuna mutlak bir biçimde inandığım için bu yanılgıyı ortaya koymak istiyorum. Bolşeviklerin Rus Devrimine neler yaptıkları, devletin gerekliliği konusunda ikna olduğum için değil; Rusya’da yaşananlar, hangi biçim altında ve hangi gerekçeyle davranırsa davransın her tür devletin, kitlelerin özgür düşünmelerini ve eylem taleplerini felce uğratan ölümcül bir ağırlık oluşturduğunu her çeşit teoriden daha net bir biçimde gözlerimizin önüne serdiği için anlatacağım. Bunu anlatmayı Bolşeviklerin eliyle çarmıha gerilen devrim, eziyet edilen Rus halkına ve yanıltılan dünyaya karşı bir borç olarak görüyorum. Ve bütün borcumu, yazdıklarımın gerici güçler tarafından kötüye kullanılmasına ve görme yetilerini yitirmiş radikallerin saldırılarına aldırış etmeksizin ödemek istiyorum…
Stokholm, Ocak 1922 – Emma Goldman
Sovyet Devriminin Çöküş Nedenleri
Rus devriminin boğulmasına katkıda bulunan faktörler tartışılırken, sadece karşı-devrimcilerin bu trajedide oynadıkları role dikkat çekmek yeterli değildir. Şüphesiz ki onların suçları sonsuza kadar lanetlenmeyi hak edecek kadar büyüktür. Bu Rus “yurtseveleri” -monarşıstler, Kadetler (anayasal demokratlar), sağcı sosyal devrimciler vs.. – dünyayı bir dış müdahale için velveleye verdiler. Onlar bu savaşta, kendi ülkelerinden ve başka uluslardan binlerce insanın kurban edilmesinin baş sorumlularıdır. Kendileri tam bir güvenlik içinde yaşıyorlardı: Onlara ne Çeka’nın kurşunları, ne de açlığın ya da tifüsün uğursuz eli ulaşıyordu. Yurtsever rolü oynamak için bütün imkanları mevcuttu. Ama bunların hepsi yeterince bilinen şeylerdir ve yeniden açıklanmaları gerekli değildir. Bilinmeyen, Rus devriminin çöküşüyle sonuçlanan bu büyük sosyal trajedide rol oynayan güçlerin, sadece müdahale traftarı Ruslar ve müttefiklerinden ibaret olmadığıdır. Bir diğer güç Bolşeviklerin kendisiydi ve şimdi onların rolleri hakkında birşeyler söylemek istiyorum.
Belki de Rus devriminin kaderi daha doğarken belli olmuştu. Devrim, Rusya’nın kanını kurutan, erkek nüfusun en seçkin kesimini yok eden ve tüm ülkeyi çöle çeviren dört yıllık bir savaşın ardından ortaya çıktı. Bu koşullar altında devrimin, dünyanın geri kalan kısmının azgın saldırısına karşı koyacak gücü bulamaması anlaşılabilirdi. Bolşevikler, Rus halkının büyük politik değişimler için gerekli olan ilk atılımı gerçekleştirecek güce ve özveriye sahip olduğunu, ancak devrimci bir dönemin yavaş ve yupratıcı günlük işleri için zorunlu olan sabra sahip olmadığını iddia etmekteler. Ben bu iddianın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu iddia iyi gerekçelenndirilmiş olsa bile ben, Rus devrimini oğan ve halkı despotizm boyunduruğu altına sokan şeyin, esas olarak dışardan gelen saldırılar değil, Rusya’nın kendi içindeki anlamsız ve acımasız yöntemler olduğu savında direnirdim. Bu, Bolşeviklerin Marksist devlet sanatıydı; ilk dönemlerde devrimin başarısı için zorunluluk olarak göklere çıkarılan, ama her tarafa sefalet, güvensizlik ve düşmanlık yaydıktan ve halkın Rus devrimine güvenini yavşa yavaş yok ettikten sona zararlı görülüp bir kenara atılan taktikti.
Herhangi bir dönemde, devrim için en büyük tehlikenin dış saldırılardan mı, yoksa içeride halkın dışlanmasından, devrime olan ilgisinin felce uğratılmasından mı geldiği yolunda bir kuşku var olduysa, Rus devrimi bu kuşkuyu ebediyen ortadan kaldırmıştır. Müttefiklerin para, savaş malzemesi ve insan gücüyle destekledikleri karşı-devrim, tam anlamıyla başarısızlığa uğramıştı. Onun yenilgisi Kızıl Ordu’daki kahramanlık ruhundan ziyade, her saldırıya başarıyla karşı koyan halkın devrimci coşkusuyla açıklanabilri. Buna rağmen Rus devrimi acılı bir sürecin sonunda can verdi. Bu durum nasıl açıklanabilir?
Esas nedenler uzakta değildir. Bir devrimin karşıdan gelen bütün direnişleri kırabilmesinde ve engelleri başarıyla aşabilmesinde, onun sürekli olarak halkın önünü bir meşale gibi aydınlatması, halkın ise sürekli olarak devrimin tutkulu kalp atışını hissetmesi çok önemlidir. Başka bir ifadeyle, kitlelerin, devrimin kendi eserleri olduğunu ve yeni bir yaşam kurmak demek olan o zor işe fiilen katıldıklarını her zaman hissetmeleri gerekir. Kısa bir süre için de olsa, Ekim Devriminden sonra işçiler, köylüler, askerler kendi devrimci kaderlerinin gerçekten de sahibi olmuşlardı. ama hemen sonra komünist devletin görünmez demir eli işin içine girdi, kendi amaçları için kllanmak üzere devrimi halktan kopardı.
Bolşevikler Marksist kilisenin cizvit papazları gibidirler. İnsan olarak samimiyetsiz ya da kötü niyetli oldukları için değil. Politika ve yöntemlerini belirleyen şey onların Marksizmleridir. Kullandıkları araçlar kendi asli hedeflerini gerçekleştirilmlerini engelledi. Komünizm, sosyalizm, eşitlik, özgürlük: Rus kitlelerin, uğruna büyük acılar çektiği her şey, Bolşevik taktiğin “amaç bütün araçları kutsar” yolundaki cizvitçi ilkesi ışığında anlamsızlaştırılıp kirletildi. Ekim Devrimine özelliğini veren idealist çabaların yerini kinizm ve kabalık aldı. Her türden coşku felce uğratıldı her tür kamusal kaygı yok edildi, Bugün halka katılımsızlık ve ilgisizlik hükmedir. Ne yabancı güçlerin müdahalesinin, ne de ablukanın halkı devrime yabancılaştırma, ona devrimle ilgili ger şeyden nefret etme duygusunu verme gücü yoktu. Bunu gerçekleştiren Bolşeviklerin iç politikaları oldu. Halk bugün “Bütün bu değişiklikler ne için yapıldı?” diye soruyor. “Tüm egemenler birbirinin aynısı; yoksullara ise her zaman acı çekmek düşüyor.” Bolşeviklere Rsya üzerinde iktidarlarını kurma imkanı veren, halktaki, yüzyılların boyun eğmişliğiyle birleşen bu kadercilikti. Peki bu deneyim, Bolşevikleri, amacın tüm araçları kutsamadığı konusunda ikna etti mi?
Şüphesiz Lenin sık sık pişmanlığını ifade eder. Komünistlerin Rusya çağındaki her Konklavesinden(1) sonra bir Mea Culpa(2) duyarız. Genç bir komünist bir gün bana, “Lenin günün birinde Ekim Devrimini bir hata olarak açıklarsa şaşırmam” demişti. Gerçekten de LEnin hatalarını itiraf ediyor. Ama bu durum onun aynı yanlış politikayı devam ettirmesini hiçbir şekilde engellemiyor. Her yeni deneyim Lenin ve fanatik taraftarlarınca devrimin ve bilimin zirvesi olarak sunuluyor. Yeni yasaların haklılığını ve anlamını sorgulayanların, ölçüsüz davrananların vay haline! Böyleleri derhal karşı-devrimci, spekülatör ya da eşkıya diye damgalanıyo. Ancak Lenin çok geçmeden yeniden pişmanlığını beyan edip, kendi kör takipçi sürüsüyle, son deneyimin başarılı olabileceğine inanan bu insanlarla soytarılar diye alay ediyor. Lenin tüm dünyayı ve Rusya’yı dört yıl boyunca yanıltıp, komünizmin kurulmta olduğu konusunda ikna etmeye çalıştıktan sonra, Tüm Rus Sovyetlerinin son kongresinde kendi arkadaşlarıyla alay etti, onları bugün Rusya’da komünizmin kurulabileceğine inanacak kadar saf olmakla suçladı. Lenin bu açıklamaları yaparken cezaevi kapıları, hala, suçları aynı şeyleri üç yıl önce ve daha hafif tonda söylemekten ibaret olan çok sayıda insanın üstüne kapalıydı.
Burada Bolşeviklerin, hedeflerine ulaşmak için, halka değişik dönemlerde hikmetinden sual olunmaz gerçekler diye sunup kabule zorladıkları ve sonuçta devrimin çöküşüne neden olan yöntemleri sıralamak ilginç olurdu. Ancak yazımızın boyutları, Bolşevik devletin sorumluluğunu taşıdığı bu eylemlerin ayrıntılı biçimde incelenmesine izin vermiyor. Bu nedenle, sadece en önemli dönemleri ve çarpıcı yöntemleri kısaca anlatmakla yetineceğim.
Brest-Litowsk anlaşması, ardından gelen tüm kötülüklerin çıkış noktası oldu. Anlaşma, Bolşeviklerin o zamana kadar dünyaya ilan ettikleri her şeyin toptan inkarıydı: Savaş tazminatlarının reddi, her türden gizli diplomasinin ortadan kaldırılması, tüm ezilen halklara kendi kaderlerini tayin hakkı. Bolşevikler buna rağmen, Alman halkını dikkate almaksızın, Alman emperyalizmiyle anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma Letland, Finlandiya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya ihanet edilerek satın alındı. Sonuç? Yıllar süren iç savaş, birlik olmaları devrimin savunulması açısından yaşamsal önemde olan devrimci güçlerin parçalanması ve ülkeyi bugüne kadar egemenliği altında tutan kızıl dehşetin başlaması.
Ukrayna ve Beyaz Rusya köylüleri Alman saldırganları geri püskütrtmeyi bildiler, ancak Bolşeviklerin ihanetini ne unuttular, ne de affettiler. “Çeteleri yok etmek” için Ukrayana’da sürekli olarak bulundurulan bir milyon askerin varlığ, Ukrayna köylülerinin Bolşevik devleti nasıl bir aşkla sevildiklerine tanıklık ediyor. Brest-Litowsk ihanetine kadar işçilerle omuz omuza olan köylüler, anlaşmanın ardından, işçi ve köylülerin temsilcileri olma iddiasındaki Bolşeviklere nefret ve tiksinti duygularıyla yüz çevirdiler. Lenin, devrimin nefes alması için onay istiyordu. Ama bu onun Rusya açısından bedeli en ağır olan hatasıyd: çünkü bu, devrimin boğulması demekti.

1: Kardinallerin Papa’yı seçmek için yaptıkları toplantı (ç.n)
2: (Latince) hata yaptım (ç.n)
Raswjorstka (Ürünlerin Zorla alınması)
Brest-Litowsk Anlaşmasını, Raswjorstka, yani ürünlerin köylülerden zorla alınması izledi. Bolşevikler, Raswjorstka’ya, şehirlerin yiyecek gereksinimini karşılamayı reddettikleri için başvurmak zorunda kaldıklarını iddia etmekteler. Bu, olsa olsa, kısmen doğrudur. Köylüler gerçekte ürünlerini hükümetin ajanlarına vermeyi reddediyorlar ve işçilerle doğrudan ilişki kurabilme hakkını talep ediyorlardı. Ancak köylülerin bu talepleri kabul edilmedi. Bolşevik hükümetin yetersizliğii ve bürokrasinin kokuşmuşluğu köylülerin memnuniyetisizliğinin ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Ürünlerine karşılık olarak vaat edilen endüstri ürünleri köylülere ya hiç ulaşılmadı ya da ulaştığı ender durumlarda da eksik, kırılıp dökülmüş olarak ulaştı. Kharkowda bulunduğum dönemde bürokrasinin merkezi mekanizmasının yetersizliğini gözleyebilme imkanım olmuştu. Bir büyük fabrikanın deposunda çok soayıda tarım makinası bulunuyordu. Moskova, sabotaj cezası tehdidi ile bunların iki hafta içinde hazır hale getirilmesini emretti. Emir yerine getirildi. Ama daha sonra makinalar altı ay boyunca burada yatmaya devam etti ve merkezi hükümet bunları makina gereksinimleri had safhada olan köylülere dağıtma konusunda en küçük bir girişimde bile bulunmadı. Bu, Moskova’daki “sistemin” nasıl çalıştığı, daha dorğusu çalışmadığını gösteren çok sayıdan örnekten sadece biridir. Bu koşullarda köylülerin, Bolşevik devletin yönetme yeteneğine olan güvenlerini yitirmiş olmalarına şaşılabilir mi? İşte Bolşevikler, sonunda köylülerin güvenini ikna ve dostlkla kazanamayacaklrını görmek zorunda kaldıkları çareyi Raswjorstka’da, yani ürünleri köylülerden zorla almada buldular. Köylüleri bu kadar öfkelendirecek ve onları yeni hükümetin mutlak düşmanı haline getirecek daha başarılı bir yöntem asla bulunamazdı. Raswjorstka, köylüleri sürekli tehdit altında tutan bir dehşet sembolü oldu ve onların herşeyini ellerinden aldı. Bu çılgın yöntemin, çok sayıda kurbana ve davasa tahribata yol açank korkunç sonuçlarına ilişkin tam bir dökümünün yapılması anacak gelecekte mümkün olabilecektir. İnanılmaz gibi gözükse de açlığın en büyük nedenlerinden birinin Raswjorstka olduğu, Rusya’da iyi bilinen bir gerçektir. Çünkü bu sistemle sadece köylülerin son pudlarına(3) değil, gelecek yıl ekecekleri patateslerine ve tohumlarına da el konuldu. Volga yöresindeki içler acısı durumun asıl nedeninin kuraklık olduğu doğrudur. Ama birkaç bölgenin Volga’daki açlığa derman olacak kadar ürün yetiştireceği de en az o kadar doğrudur.
Mallarına el konulan köylülerin hükümet ajanlarına karşı direnişlerini takip eden ve daima “komünistlerin” yönetiminde gerçekleştirilen cezalandırma seferlerinde köylülere karşı şiddet kullanılıyor ve genellikle, uğranılan köyün tümü tahrip ediliyordu. Köylülerin yerel makamlar ve nihayet Moskova nezdindeki protestoları da sonuçsuz kalıyordu. Şimdilerde Rusya’da Bolşeviklerin gıda maddedileri “toplamaları” ile ilgili anlamlı bir anekdot dilden dile dolaşmaktadır: Bir köylü heyeti Lenin’in karşısına çıkar; “Evet beybaba,” der Lenin köyün en yaşlısına, “artık memnun olmalısınız. Toprağınız, ineğiniz, tavuğunuz, kısaca herşeyiniz var.” “Öyle evlat, Tanrıya şükür,” diye yanıtlar köylü. “Toprak bana ait, ama ürünü elimden alıyorsun; inek benim malım, sütü elimden alıyorsun; tavuk benim tavuğum, yumurtayı elimden alıyorsun. Tanrıya şükür evlat.”
Bu şekilde sömürülüp aldatılan köylüler komünistlere cephe aldılar. Raswjorstka, tüm adaletsizlikleriyle ceza seferleri, ülkede güçlü bir devrm karşıtı hissiat yarattı. Rusya konusunda yazılar hazırlayan kimi yazalar hükümetin köylülerin uzlaşmazlıklarıyla ilgili geliştirdiği tezi aynen kabullendiler. Örneğin, bugünkü Rusya’nın diğerleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde en samimi ve ciddi eleştirmeni Bertrand Russel,”Bolşevizmin Teorisi ve Pratiği” başlıklı yazısında şöyle diyor: “Köylülerin Bolşeviklere yönelik antipatileriyle ilgili nedenlerin yetersiz olduğunun itiraf edilmesi gerekir.” Açıktır ki, Bertrand Russel’ın Raswjorstka’nın sonuçlarını gözlemleme fırsatı hiç olmamıştır, yoksa başka bir izlenim edinirdi. İşin gerçeği, Rus köylüleri o kadar pasif ve ağırkanlı olmasalardı, Bolşevik Devletin ömrü fazla uzun olmazdı. Görünen o ki, Bolşevik devlet, köylülerin pasif direnişi sonucu bile neredeyse yıkılacaktı. Lenin’i yeni vergi politikasına ve serbest ticarete zorlayan şey – Raswjorstka’nın insanlık dışı ve karşı-devrimci olması değil- bu gerçeğin farkedilmesidir.

3: Pud: Eski Rus ağırlık ölçüsü: 16.38 kg(ç.n)
Rus Kooperatifleri
Rus kooperatifleri halkın yaşamında büyük bir kültürel ve ekonomik güç oluşturuyordu. 1918 yılında ülke çapında 25.000 şube ile büyük bir ağ oluşturan kooperatiflerin dokuz milyon üyesi vardı. Aynı dönemde, ödenmiş semayaleri 25 bin rubleyi bulurken, bir önceki yılda ciroları 200 milyon ruble tutuyordu. Açıktır ki, kooperatifler devrimci örgütlenmeler değillerdi. Ancak varlıkları şehirle köy arasındaki ilişkilerde bağlantı unsuru olarak hayati önem taşıyordu. Başlarında ne türden karşı-devrimciler olursa olsun bunlar, tüm örgütlenmeye zarar vermeden, kolaylıkla ayıklanabilirlerdi. Ancak bu yaplanmaların faaliyetlerine izin verilmesi, kaçınılmaz biçimde, merkezi devletin yetkilerinin sınırlanması gibi gözükecekti. Bu nedenle kooperatifler “tasfiye edildi” ve böylelikle Rusya’nın yeniden inşası açısından önemli bir unsur yok edildi. Ancak kooperatifler zafer çığlıklarıyla öbür dünyaya gönderildikten, kooperatif hareketi içinde özveriyle çalışmış çok sayıda kadın ve erkek yaşamlarını atıl bir şekilde cezaevlerinde geçirdikten sonra, Lenin bir kez daha göğsünü dövüyor ve bir kez daha -mea culpa- diyordu. Bugün kooperatifler yeniden kurulmaya ve ölü bedenler caanlandırılmaya çalışılıyor. Kooperatiflerin yasal olarak yeniden tanınmalarından kısa bir süre önce, o sırada ölüm döşeğinde olan Kropotkin, Dimitrof’dan altı kooperatifiçinin cezaevinden salıverilmesi arzusunu dile getirmişti. Bu adamları ciddi ve inançlarına bağlı işçiler olarak tanıyordu. Yaptıklarına sadık kaldıkları için zaten 18 aydan beri Butyrki hapishanesinde çile çekiyorlardı. Bunlar ancak Lenin’in kooperatiflerin yeniden kurulması gerektiğini açıklamasından sonra serbest bırakıldılar. Kooperatiflerin Bolşevik devlet yapısı içerisinde, tasfiye edilmelerinden önce sahip olduklar anlamı ve gücü bir gün kazanacaklarına inanmak zordur.
Sovyetler
Bugünkü Rusya’yı Sovyet Rusya, Bolşevik devleti de Sovyet Devleti diye adlandırmak düpedüz gülünçtür. 1905 devrimi sırasında ilk kez kurulan Sovyetler Ekim Devriminden sonra yeniden ortaya çıktılar. Sovyetlerin Bolşevik hükümetine olan yakınlığı ilk Hristiyan hareketin Hristiyan kilisesine yakınlığı kadardır. Köylü, işçi, asker ve denizci konseyleri Rus halkının özgürleşen güçlerinin kendiliğinden sonuçlarıydılar. Sovyetler, kitlelerin yüzyıllar boyu süren baskı dönemlerinden sonra dile getirdikleri gereksinimlerine denk düşüyorlardı. Daha 1917 yılının Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında Sovyetlerin dinamik gücü, işçileri ve köylüleri fabrikaların ve toprağın mülkiyetini ele geçirmeye zorluyordu. Sovyetler büyük bir hızla bütün Rusya’ya yayılıp Ekim Devriminin ateşini tutuşturdular ve çalışmalarını bu olaydan sonra da aylar boyunca sürdürdüler. Sovyetlerin anlamını kavrayamayan bazı sosyalist politikacılar bizzat Sovyeler tarafından bir kenara atıldılar. Bu hareketin kabaran dalgasına karşı çıkmayı deneselerdi Bolşeviklerin başına da aynı şey gelirdi. Ancak kurnaz ve hilekar bir cizvit olan Lenin, halkın genel çığlığını kendi parolası haline getirdi: -Bütün İktidar Sovyetlere!- Ancak Lenin ve sadık kullarının kendilerini koltuklarında emniyette hissetmelerinden sonra Sovyetlerin yıpratılması süreci başladı. Bugün Sovyetler Rusya’daki herşey gibi, bedensel varlıkları kaybolmuş birer siluetten başka birşey değildirler.
Sovyetler, bgün sadece Komünist Partisi’nin kararlarını tekrar ediyorlar. aşka bir politik yaklaşımın duyulma olasılığı yoktur. Komünistlerin seçim yöntemleri Tammany Hall’i(4) bile kıskandırıyor olmalıdır. Rusya’ya geri dönüşümden kısa bir süre sonra önde gelen bir komünist bana, -Murphy usta ve Tammany Hall bizim elimize su dökemez- demişti. Ben doğal olarak adamın şaka yaptığını düşünmüştüm. Ancak çok geçmeden gerçeği ifade ettiğini farkettim. Komünist oyları şişirmek için komünistler her tür hileyi kullanıyorlar. Alışılmış yöntemlerin yetmediği yerlerde istihkakın kesilmesi ve tutuklama tehditleri kullanılıyor. Çeka, kader gibi her an hazır ve nazırdır ve seçmenler kendilerini neyin beklediğini bilmektedirler. Bu nedenle komünistlerin neden bütün seçimleri kesin olarak kazandıklarını anlamak kolaydır. Buna rağmen Bolşevik Rusya’da Menşeviklerin, Sol Sosyalist Devrimcilerin, hatta Anarşistlerin ara sıra bir temsilci çıkarabilmeleri az şey değildir. Yayın çıkarma, özgür konuşma ve fabrikalarda yasal propaganda hakkı olmadan muhalefet partilerinin Sovyetlere temsilci seçmeyi başarmaları bir mucize gibidir. Ancak orada sesini duyurma olanağı hiç yoktur. Komünist şakşakçılar (kişiliksiz alkışçılar) komünistler dşında kimsenin sesinin duyulmamasına özen göstermekteler.
Arada sırada bir anarşist Sovyet seçilirse, hükümet normal olarak temsilciliği tanımayı reddetmekte ya da Çeka, herhangi bir bahaneyle, seçilen kişinin karşısına çıkarılmaktadır. 1920 yılında Moskova’da fabrika kulüplerinden birinde bir seçimde bulunmuştum. Hükümet, işçilerin adayı olan bir anarşistin seçilmesini ikinci kez onaylamamıştı. Karşı aday olarak Maku sağlığı İdaresi komiseri Semasçko çıkarılmasına rağmen, işçiler üçüncü kez anarşisti seçtiler. Semasçko’nun, rakibinin kişiliğine yönetlik hakaretleri, onu gözden düşürüme çabaları, seçmenleri yumrukla yıldırma ve aforoz etme tehditleri fayda etmedi. İşçiler adamın yüzüne karşı güldüler, alaycı bravo çığlıklarıyla onunla dalgalarını geçtiler ve üçüncü kez anarşisti seçtiler. Birkaç ay sonra, seçilen kişi bir bahaneyle tutuklandı ve ancak uzun bir açlık grevi sonunda ve o sırada Moskova’da bulunan bir İngiliz işçi misyonunun gezisi sırasında bir skandalın patlak vermesini önlemek isteyen Bolşeviklerce serbest bırakıldı. Moskova’yı terk etmemden, yani 1 Aralık 1921′den hemen önce Moskova Sovyetinin üç anarşist üyesi tutuklandı. Bunlardan birisi başkent dışına sürgüne gönderildi. Diğer ikisi hakkında ise, sonradan öğrendiğime göre, normal olarak, sorgu yapılıp dava açılmadan sanığın kurşuna dizilmesi ile sonuçlanan -çetecilik ve yeraltı faaliyeti- suçlamasıyla dava açılmış. Bu kişilerin suçları Moskova Sovyetinde her şeyi açık yüreklilikle söylemekten ibaretti. Bu yüzden oradan -uzaklaştırılmaları- gerekiyordu. Açıkça görülmektedir ki, ne Moskova Sovyetinin, ne de Rusya’daki başka bir Sovyetin görevini yaparken kendi başına karar verme hakkı ya da bağımsızlığı hakkı söz konusudur. Hatta Komünist Partisi’nin sıradan bir üyesinin bile orada görüşlerini açıklama konusunda fazla olanağı yoktur. Hem Sovyetlerin, hem de tüm Bolşevik hükümetin içinde -proletarya diktatörlüğü- çok küçük bir grubun elinde bulunmaktadır – o, Rusya’yı ve Rus Halkını tek başına egemenliği altında tutan merkezdeki küçük gruptur.
Bir zamanların ideali olan -işçilerin, köylülerin ve askerlerin özgür fikir alışverişi- halkın artık rağbet etmediği ve tüm inancını yitirdiği bir komediye dönüşmüş bulunuyor.
4: 19. yüzyılda Amerika’da Demokrat Parti içine yerleşmiş mafyavari bir grup (ç.n.)
Çalışma Seferberliği
Gerçekte angaryadan başka bir şey olmayan çalışma seferberliği dünyaya komünist sistemin en önemli unsurlarından biri olarak övgüyle sunuldu. “-Bugün Sovyet Rusya’da herkes çalışmak zorundadır. Artık parazitler yoktur.-” Gerçi Lenin hiçbir zaman bu uygulamanın Rusya’yı yeniden inşa için yürürlüğe konan başka birçok benzer uygulamagibi bir hata olduğunu itiraf etmedi; ama onun, angaryanın işçilern verimliliğini artırmak konusunda hiçbir şey gtirmediğini net olarak anladığına inanıyorum. Uygulandığını dönemde angarya, sadece kitlesel bir kölelik sistemi kurmayı ve burjuva asalakların yerini Bolşevik asalaklar aygıtının almasını başardı. Görevi işçileri zorlamak, iş sırasında gözetlemek, tutuklamak ve zaman zaman da, işlerini izinsiz erketmeleri durumunda, kurşuna dizmekti. Gerçekten de işçilerin büyük çoğunluğu işyerlerine gidiyordu, ancak çalışmak için değil; avarelik etmek, karılarının ve çocuklarının köyde un ve patatesle değiştirebilecekleri birkaç parça malı gizlice üretmek için, Açlıktan ölmemenin tek yolu buydu.
Sadece köyden şehire bir şey getirilme imkanı üzerine bile bir kitap yazılabilir. Ticaret yasağıyla birlikte, resmi görevli olmayan herkesin köyden şehiren getirebilecekleri mallara el koymak üzere tüm tren istasyonlarına askerler ve Çeka elamanlarından oluşan müsadere birlikleri (Sagrhaditelniotrjad) yerleştirilmeye başlandı. Ancak büyük zorluklarla seyahat izni alabilen, seyahat imkanı çıkana kadar günlerce, hatta haftalarca istasyonlarda bekleyen, tıka basa dolu pis vagonlarda ayakta, bazen de vagonların üstünde ya da merdivenlerde yolculuktan sonra bir pud un ya da patates elde edebilen bu şanssız zavallılar, seyahatlerinin son istasyonunda önlerine çıkan müsadere birliklerinin herşeyi ellerinden almalarını sessiz sedasız sineye çekmek zorundalardı. Çoğu durumda komünist devletin koruyucuları el konulan malları kendi aralarında paylaşıyorlardı. Yoksul kurbanlar başlarına başka birşey gelmediyse kendilerini şanslı saymalıydılar. Çünkü değerli yüklerinin müsadere edilmesinin dışında, işin içinde, çok sık yapıldığı gibi, “-spekülasyon-” iddiasıyla, içeri atılmak da vardır. Kıtlık döneminde hayatta kalmaya çaba harcadıkları için Rusya’nın hapishanelerini dolduran mutsuz insan yığınlarının yanında, gerçekten spekülasyon yaptıkları için hapse atılanların sayısı yok denecek kadar azdır.
Bolşeviklerin bir konuda haklarını teslim etmek lazım -onlar yarım iş yapmazlar. Angarya yasallaşır yasallaşmaz acımasız ir şekilde uygulandı. Erkek kadın, genç yaşlı, yırtık pırtık ayakkabıları ve lime lime olmuş ince elbislerine akılmaksızın, ayrım gözetilmeksizin, buz gibi havada ve tipide kar küremeye ya da buz kırmaya zorlandılar. Bazen odun kesmek için gruplar halinde ormana gönderildiler. Sonuç zatülcenp, akciğer iltihabı ya da veremdi. Ancak bu sonuçlardan sonra Kremlin’deki bilgeler işbölümünü düzenleyecek bölümler açtılar. Bu bölüm, işçilerin bedensel güçleri konusunda karar veriyor, onları sınıflandırıyor ve mesleklerine göre işlere dağıtıyordu.
İşe zorlamak için kullanılan yöntemlere karşı derin bir nefret duydukları için, insanların bu köleleştirici ve insanlık dışı koşullarda işten kaçmaya çalışmalarına şaşmamak gerekiyor. İnsanlar zamanla komnist devlet, damarlarından yaşam enerjilerini soğuran bir sülük gii görmeye başladılar. Uzun savaş yıllarının darbelerini yaşayan, Yudeniç’in sürülerine karşı şehirlerini kahramanca savunan, savaş ve açlığın dehşetini yaşayan, tüm Rusya’nın en devrimci işçileri olarak nam salan Petrograd işçilerinin bile sahte devrimcilerden ve onlarla bağlantılı her şeyden nefret etmeye başlamaları bir mucize miydi? Ancak bu onların hatası değildi. Onların ideallerini ve inançlarını yıkan Bolşeviklerin zalim devlet mekanizmasıydı. İnsanlarda, ancak uzun dönemde aşılabilecek devrim karşıtı bir ruh hali yaratan oydu.
Petrograd Sovyeti’nin bir toplantısındaki bir saneyi hiç unutmayacağım. Kronstadt’ın kaderi ile ilgili kararın verileceği geceydi. Komünist liderlerin uzun konuşmalarından sonra birkaç işçi ve denizci söz istedi. ir cephane işçisi konuşuyordu. Yüzü izleyicilere değil, oturum başkanına dönüktü. Gerinlikten sesi titriyor, gözleri alevler saçıyor ve tüm bedeni sarsılıyordu. Petrograd Sovyeti’nin başkanı Zinovyev’e hitap ediyordu: “-Üç buçuk yıl önce siz Alman ajanı, devrim düşmanı olarak damgalanıp hafiyelerin hakaretlerine ve takibine uğrarken, biz Petrogradlı işçiler ve denizciler sizi kurtardık, sizin için savaştık, kan döktük ve sizi sonunda bugün olduğunuz yere getirdik. Bunu siz halkın isteklerine tercüman olacağınızı düşündüğümüz için yaptık. Ama o andan itibaren siz ve hükümetiniz bizden uzaklaştınız. Ve şimdi bizlere hakaretler yağdırıyor ve bizi karşı-devrimci ilan etmekte diretiyorsunuz. Ekim Devriminde verdiğiniz sözleri yerine getirmenizi istediğimiz için bizi hapse atıyor ve kurşuna diziyorsunuz.-”
Adamın başına neler geldiğini bilmiyorum. Cüretkarlığından dolayı cezaevini ya da merzarlığı boylamış olabilir. Ama çığlığını kimse duymadı. O çığlık, devrim döneminde olağanüstü bir coşku düzeyine ulaşan, şimdiyse bolşevik devlet tarafından zincire vurulan ve ölümle pençeleşen bir ruhun, tüm Rus halkının ruhunun çığlığıydı.
Çeka
Çeka, tam adıyla Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu, şüphesiz Bolşevik rejimin en karanlık kurumudur. Bolşeviklerin iktidar almalarının hemen ardından, karşı-devrime, sabotaj ve spekülasyona karşı mücadele amacıyla kuruldu. Başlarda İçişleri Komiserliği, Svoyetler ve Komünist Partisi’nce kontrol edilen Çeka, zamanla tüm Rusya’nın en güçlü örgütü haline geldi. Çeka bugün devlet içinde bir devlet değil, devlet üzerinde bir devlettir. En ücra köyüne kadar bütün Rusya bir Çeka ağıyla sarılmış durumdadır. Devasa bürokratik sistemin her bölümünün, tanrısal kudreti ile Rus halkının ölüm kalımı konusunda karar veren kendi Olağanüstü Komisyonu mevcuttur. Çeka’nın yarattığı cehennemi tüm dehşetiyle dünyaya anlatabilmek için Dante olmak gerekirdi: Kendi maşaları üzerinde yarattığı bayağılaştırıcı, kişilik yıkıcı etki; Rusya’ya yaydığı dehşet, güvensizlik, nefret, acı ve ölüm korkusu.
Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu’nun başı Dzerjinski’dir. Başkanlığın diğer üyeleri gibi o da denenmiş bir “komünisttir”. Kamuya açık bir raporda şöyle diyor Dzerjinski: “Biz örgütlenmiş dehşetin temsilcileriyiz… biz Sovyet rejiminin düşmanlarını terörize ediyoruz. Ev arama, mala ve sermayayeye el koyma, göz altına alma, soruşturma yapma, suçlu olduğuna inandıklarımızı yargılama ve cezalandırma ve idam cezası verme yetkisine sahibiz.” Başka bir deyişle, Çeka aynı zamanda muhbir, polis, hakim, gardiyan ve cellattır. O, kararlarına itiraz edilemeyen ve eline düşenin nadiren kurtulduğu en yüksek otoritedir. Operasyonlarını hemen her zaman geceleri yapar. Bir bölgedeki ani bir ışık seli Çeka’nın olağanüstü hızlı otomobillerinin gürültüsü, halkı ürkütmenin ve dehşete düşürmenin sinyalleridir. Çeka gene iş başında. Bu gece tutuklanan bahtsızlar kimler acaba? Sırada kim var? Çeka devrim düşmanlarına karşı savaşmak amacıyla kurulmuştu. Ancak Çeka’nın ortaya çıkardığı her gerçek komplonun ardından, yeni uydurma ya da bizzat kendilerinin teşvik ettikleri komplolar çıkıyor. Çeka’nın en önemli unsurunun ajan ve provokatörler olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunlar tifüs salgını gibi Rusya’nın tüm atmosferini zehirliyorlar. Kurbanlarını kıstırmak ve onları tehlikeli karşı-devrimciler ve spekülatörler olarak cezalandırmak için, ne kadar iğrenç ve korkunç olursa olsun, her türlü vasıtayı kullanmaktan çekinmiyorlar. Gerçekte ise Çeka’nın bizatihi kendisi karşı-devrimci saldırıların ve emsalsiz spekülasyonların yuvasıdır.
Her komünist, parti disiplini gereği, her zaman Çeka’da görev yapmakla yükümlüdür. Ancak Çeka mensuplarının büyük çoğunluğu eski Çarlık Okhrana’sının, Kara Yüzler’in elemanlarından ve ordunun eski üst rütbeli subaylarından oluşmaktadır. Bunlar barbarca yöntemler kullanmak konusunda ihtisas sahibi kişilerdir. Batılı ülkelere Rusya’da, başlarında işçi ve köylülerin bulunduğu halk mahkemeleri üzerine yazılmış parlak raporlar verildi. Çeka’nın alanında bu tür mahkemelerin esamesi bile okunmaz. Oturumlar gizlidir. Sözüm ona sorgular, tabii yapılıyorsa, her tür adaletin grotesk bir biçimde çiğnenmesinden başka bir şey değildir. “Sanık” daha önceden üretilmiş delillerle karşı karşıyadır. Ne tanığı vardır, ne de savunma imkanı verilmiştir. Bu dehşet odasını terk ederken serbest mi bırakılacağı, yoksa hüküm mü giyeceği konusunda bir fikri yoktur. Bir gece hücresinden geri getirilmemek üzere alınıp götürülene kadar sinirleri harap eden sürekli bir belirsizlik içinde yaşar. Ertesi gün bir Çeka mensubu kalan pılı pırtıyı almak için hücreye gittiğinde, diğer tutuklular, soğukkanlılıkla işlenen sonu gelmez cinayet serisine bir yenisinin daha eklendiğini öğrenmiş olurlar. Ya akraba ve arkadaşlar? Onlar, günler haftalar boyu Çeka merkez binasının bulunduğu Lubyanka sokağında sıraya girer, bir önceki gece kurşuna dizildiğini öğrenecekleri güne kadar sabırla yakınlarından bir haber beklerle. Böylece bu kederli insanların trajedilerine ve acılarına bir de aşağılanma eklenmiş olur.
Çarlığın eski Okhrana’sının yaptığı gibi Bolşevik Okhrana da yaptığı alçakça şeyleri halktan gizliyor. Ama gerçek günün birinde gün ışığına çıkacak. Çeka’nın duvarlarının arkasında yapılan korkunç işlerle- vahşi işkenceler, rüşvet, yaygın spekülasyon- ilgili şimdiden oldukça önemli yazılı materyal bulunuyor. Durum hakkında bilgi sahibi olmak için Bolşeviklerin muhaliflerine uzlaşmanız bile gerekmiyor. Çeka’nın kendisi de zaman zaman bize bu materyali sunuyor. Örneğin Çeka’nın haftalık yayın organının üçüncü sayısındaki bir yazıda işkencenin zorunluluğu savunuluyor: “Bu kadar duygusallık yeter” başlığını taşıyan yazıda kelimesi kelimesine şunlar söyleniyor: “-Rusya’nın düşmanlarına karşı mücadelede, onları itiraf etttirmek ve sonunda başka bir dünyaya göndermek için işkenceyi kullanmak zorunludur.” -Okuyucu asla Çeka’nın 1918′den itibaren ilerici olduğu vehmine kapılmamalıdır. Geçen yıl Profesör Tagantseff’in sözüm ona komplosu açığa çıkarıldığında tutuklulara dayak atıldı, içecek verilmeyerek işkence yapıldı ve ek olarak benzeri olağandışı “devrimci” yöntemler de kullanıldı. Bu bilgileri karşı devrimcilerden değil tutuklular arasında bulunan ve Çekacı yöntemlerin başarısına tanıklık eden çok dürüst bir komünistten aldım. Karşı-devrimciler arasında bir komünist mi? Bu nasıl mümkün olabilir? Çok basit. Çeka ağını attığında suçlularla birlikte suçsuzları da, gerçekte çoğunlukla suçsuzları da yakalar. Yoksa, bütün şehir duymadan örneğin 68 kişinin bir komploya katılması nasıl mümkün olabilir? Gerçekten de geçen yaz 68 kişi Petrograd’da Tagantseff komplosuyla ilişkilendirilerek kurşuna dizildi. Ve bu sayı Çeka’nın zindanlarında ölüme gönderilen suçsuz erkek ve kadınların, hatta çocukların küçük bir yüzdesini oluşturuyor.
Hükümetten tekrar tekrar bu korkunç örgütün gücünün sınırlanması talep edildi. Böyle bir deneme 1920 yılının sonbaharında yapıldı. Ama hemen bunun ardından Moskova’da işlenen suç sayısı hızla arttı ve “komplolar” sıklaştı. Tabii ki, Çeka’nın, Bolşevik devlet açısından vazgeçilmezliğini kanıtlaması gerekmekteydi. Bunun üzerinde Dzerjinski’ye açık bir teşekkür mesajı gönderildi ve bu mesaj Pravda’da yayımlandı. Petrograd Sovyeti’nin toplantılarının birinde Zinovyev, Dizerjenski’yi, “kendini devrime adamış bir aziz” ilan etti. Karanlık Ortaçağ’ın tarihi bu tür martirlerle doludur. Bolşeviklerin insanlık tarihinin en karanlık dönemini taklit etmek zorunda kalmaları ne korkunç.
Bu vesileyle, Bolşeviklerin, 1917 yılında geçici hükümetin asker kaçakları için ölüm cezasını yürürlüğe koyma girişimi sırasındaki tavırlarını hatırlamak ilginç olacaktır. O zaman Bolşevikler bu türden bir vahşete karşı çok şiddetli tepki göstermiş, ölüm cezasının insanlık açısından ne kadar barbarca ve alçaltıcı olduğunu savunmuşlardı. ekim Devriminden hemen sonra, Sovyetlerin İkinci Tüm Rusya Kongrelerinde Bolşevikler, diğer devrimci unsurlarla birlikte, bu cezanın kaldırılması doğrultusunda oy vermişlerdi. Bugün Razstrels (kurşuna dizme) Çeka’nın komünist devletçe kabul edilen ve bir komünist azizin yetkisi dahilinde uygulanan en gözde yöntemdir.
Peki, sosyalist devrimin yeni bir toplumsal yaşamın doğum eylemi olduğunu vazeden Marksizm ne olacak? Rusya’da uygulandığı şekliyle Bolşevik yöntem ve ilkelerde bunun bir işareti var mıdır? Bolşevik devletin kanıtladığı şey, kendisinin şimdiye kadar Rus devrimi açısından yok edici bir komplo olduğu ve böyle olmaya devam ettiğidir.
Rusya’da Sendikalar
Bolşeviklerin sendikal alanda göklere çıkarılan başarıları bana İbsen’in Hortlaklar’ındaki Bayan Alving’in şu sözlerini anımsatır: “Ben yalnızca bir düğümü çözmek istiyordum, ama onu çözer çözmez arkası çorap söküğü gibi geldi. Ve anladım ki insan yapısı şeylermiş bunlar; insanın uydurduğu derme çatma şeylermiş.”
Rusya’da yeni olan birinin en çok dikkatini çeken şeylerin başında sendikalar gelir. Düşünün bir kere: İş olanaklarıyla, eğitim programlarıyla, toplantıları ve konserleriyle devasa bir organizasyonda örgütlenmiş yedi milyon işçi, Hangi ülkenin böyle şeyleri vardır? İnsanın söyleyecek hiçbir şeyi kalmıyor. Ne var ki bir tek düğümü çözer çözmez arkası çorap söküğü gibi geliyor ve birden Bolşevik devlet aygıtı tarafından oluşturulmuş sendikaların, diğer Bolşevik kurumlarla kıyasla, daha uyduruk bir yapı olduğu farkediliyor.
Gerçekte Bolşevik rejim içerisinde sendikalardan söz etmek bile yanıltıcı bir yaklaşımdır. Sendika, en azından bolşevik Rusya’nın sınırları dışında yaşayan işçiler açısından belli tarihsel bir kavramı ifade eder. Muhafazakar anlamda bile sendikalar örgütlü işçilerin daha iyi ekonomik koşullar için mücadele merkezleridir. Devrimci anlamda sendikalar ya da doğru bir ifadeyle endüstriyel ve sendikal birlikler, sömürüye son vermek ve özgür bir toplumda üretimin idaresini bizzat işçilerin eline vermek için savaşan kitlelerin iktisadi eğitim okullarıdır.
Rusya’da ise sendikalar, ne muhafazakar ne de devrimci anlamda, işçilerin gereksinimlerini temsil etmiyorlar. Orada sendikalar Bolşevik devletin emrinde, onun askeri olarak eğitilmiş araçlarından başka bir şey değildirler. Lenin’in sendikaların göreviyle ilgili tezi, “sendikaların komünizmin okulları” olduğu yolundadır. Ancak gerçekte bu bile değildirler. Okul, fikir alışverişinin varlığını ve öğrencilerin inisiyatifini gerektirir. Oysa Rusya’daki sendikalar herkesin devletin emriyle girmeye zorlandığı, hareketli işçi ordularının askeri kışlalarından başka birşey değildirler.
Rusya’daki sendikalar kısa geçmişlerine rağmen (1905′ten itibaren) oldukça mücadeleci örgütlenmelerdi. Çarlık rejiminin korkunç baskısına karşı direnmek için böyle olmak zorundaydılar. Genellikle yeraltında çalışmak zorunda olmalarına rağmen Rus işçilerinin mücadelelerinde önemli bir unsurdular. Bu gerçeklik, Şubat Devriminin patlak vermesinden hemen sonra kendini güçlü bir biçimde gösterdi.
Güçlü bir biçimde Rusya’daki yeni ruh halinin etkisi altında olan sendikalar sadece politik özellik taşıyan değişimlerle yetinmek istemiyorlardı. Hedefleri işçileri ülkenin tüm iktisadi yapısının sahibi yapmaktı. İşçiler daha işletmeleri mülksüzleştirme işine girişmeden, sendikalar, birimin endüstriyel yaşamını kontrol etmek için kendi işyeri konseylerini örgütlemişlerdi. bu işyeri konseylerinden, daha sonra, diğer Sovyetlerle yakın işbirliği içinde faaliyetini sürdüren Tüm Rusya Sendikalar Sovyeti ortaya çıktı. Başka bir deyişle sendikalar, Bolşevik rejimin yerleşmesinden daha önce işçi sınıfının çaba ve taleplerinin örgütlü ifadesiydiler. Bunun sonucu olarak Rus sendikalarının Temmuz 1917′deki üçüncü kongresinde toplam 1.475.425 üyeyi temsilen 210 delge yer almıştı.
Proleterya diktatörlüğünün kuruluşu kısa sürede sendikalar üzerinde etkisini gösterdi. İşçi örgütlerine üyelik zorunlu hale getirildi. Çalışan herkes otomatik olarak sendikaya üye kaydediliyor ve hoşuna gitse de gitmese de aidat ödemek zorunda bırakılıyordu. Üyelik aidatı olarak maaştan yüzde üç oranında kesinti yapılıyor ve Rus işçisi özerklik ve insiyatifin her türden belirtisini yok eden bu örgütlenmeleri desteklemek zorunda kalıyordu.
Tüm Rusya Sendikalar Sovyeti 120, Merkez Yürütme Komitesi ise 11 üyeden oluşur. Fiili olarak bu kurumlara sadece komünistler seçilebilirler. Bunun sonucu, sendikaların devlet mekanizmasının basit dişlileri haline gelmeleri ve tüm taktik ve faaliyetlerinin bu mekanizma tarafından tam olarak kontrol ve idare edilmesi oldu. Ortalama üyenin, sendikanın faaliyetitlye ilgili söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Bolşevik fraksiyonun her sendikada tam olarak hakim olduğu ve yönlendirdiği toplantılar bir yana bırakılırsa, Batı Avrupa’daki anlamıyla düzenli sendika toplantıları da yoktur.
Herhangi bir sendikanın gerçek bir sendikacılık faaliyeti yapmaya yönelmesi halinde, ona hemen uygun bir dille, Avrupa ve Amerika’da sendikalar ne yaparlarsa yapsınlar, komünist devlet içerisinde sendikaların yasalara uymak ve daha ötesi için ağızlarını kapatmak zorunda oldukları anlatılır.
Bu konuda bir örnek: Büyük ve mücadeleci bir sendikada örgütlenmiş olan Moskova fırıncıları 1920 yazında ekmek istihkaklarının yükseltilmesini sağlamak amacıyla grev yaptılar. Hükümet sorunla fazlaca ilgilenmedi. Yerel örgütlenme dağıtıldı, sendikadan dışlandı ve aktif üyeler tutuklandı. Grevcilerin etkili sözcülerinin sendika toplantılarına katılmaları yasaklandı ve herhangi bir işe girme hakları ellerinden alındı.
Benzer bir yöntemi bolşevikler başka grevlerde de kullandılar. Böyle ilginç bir olay Moskova’da matbaacılarla çıkan anlaşmazlıklar sırasında meydana geldi. Hatta bu olayda grev bile sözkonusu değildi. Matbaacılar, o sıralarda Moskova’da bulunan İngiliz işçi temsilcilerinin de katılacak bir toplantı çağrısı yapmak “arsızlığında” bulunmuşlardı. Bu toplantıda Sosyalist Devrimci Parti’nin lideri Çernov ve seçkin bir Menşevik olan Dan konuşmuş ve İngiliz delegelere Rus sendika ve iş ilişkileri konusunda bazı açıklamalarda bulunma günahını işlemişlerdi. Toplantıdan kısa bir süre sonra matbaacılar sendikasının tüm çalışanları işlerinden atıldı, bir kısmı da tutuklandı. Ülkenin işçi sınıfının geri kalan kısmını da korku ve dehşete düşürmek için, bütün ülkede ve tüm resmi organlarda Moskova matbaacıları karşı-devrimciler, hainler ve “caniler” diye lanetlendiler.
Sendikalar üzerindeki zulüm o düzeyde mutlak ve ezicidir ki, en küçük protesto bile iş disiplininin bozulması ve devrime karşı işlenmiş suç olarak ihbar edilmektedir. 1921 Şubat’ındaki Petrograd grevi sırasında Baltık İşletmelerinin işçileri 22 arkadaşlarının tutuklanmasını protesto ederlerken, Petrograd Sendikalarının Başkanı Antseloviç, protestocuların hepsinin Çeka’nın eline verilmeyi hak ettiğini söylemişti. Birkaç gün sonra sözü edilen işyerlerinde çok sayıda işçinin tutuklandığı aramalar yapıldı.
Kısacası, Bolşevik Rusya’da sendikalar tümüyle devlet tarafından soğurulmuşlardır ve kalan tek işlevleri devlete polislik hizmeti vermektir.
Doğaldır ki bu durum, işçiler arasından çok ciddi rahatsızlıklara yol açmadan devam edemezdi. Gerçekten de hoşnutsuzluk 1920′de o kadar genel ve tehditkar bir hal aldı ki, hükümet durumu ciddi şekilde gözden geçirmek zorunda kaldı. Sendikaların görevi konusundaki tartışma 1920 sonlarında başladı ve kısa süre sonra komünist partisi içinde bile bu önemli konuda çok çelişkili yaklaşımların olduğu ortaya çıktı. Sendikaların kaderinin kararlaştırılacağı bu sıcak tartışmalara bütün komünist liderler katıldı. Ortaya atılan tezler dört ana çizgiyi temsil ediyorlardı.
Lenin ve Zinovyev’in başında olduğu ilk gruba göre, “proleterya diktatörlüğü altında sendikaların sadece tek görevleri vardır: komünizmin okulu olmak.”
İkinci grubun temsilcisi olan Riyazanov ve tarftarlarına göre sendikalar görevlerini işçilerin forumu ve ekonomik anlamdaki koruyucuları olarak devam ettirmeliydiler.
Üçüncü yaklaşım sadece askeri kategorilerle düşünebilen, askeri deha Torçki’nin çizgisiydi ve sendikaların zaman içinde kendilerini endüstrinin yönetici ve denetleyicileri olarak geliştireceklerini, ancak bugün sendika yönetiminin askeri yöntemlere göre belirlenmesi gerektiğini savunuyordu.
Sonuncu ve en önemli yaklaşım Bayan Kollontay ve Şilyapnikov’un sözcülüğünü yaptıkları, işçilerin gerçek düşüncelerini temsil eden ve onlar tarafından desteklenen “işçi muhalefetiydi”.
Bu muhalefet, sendikaların askerileştirilmesinin, işçilerin ülkenin iktisadi olarak yeniden inşasına olan ilgilerini körleştirdiğinde ve onların yaratıcı yetneklerini felç ettiğinde ısrar ediyor ve kitlelerin bürokratik devletin ve onun çürümüş bürokrasisinin boyunduruğundan kurtarılması ve halk güçlerinin yaratıcı etkinliğine fırsat verilmesi gerektiğini savunuyordu.
İşçi Muhalefeti, Ekim Devriminin kitlelere, tüm endüstriyel hayatın denetimini ellerine almak imkanı vermek için yapıldığını savundu. Kısacası İşçi Muhalefeti, Rus işçilerinin aktif kısmı arasında biriken protestonun ve genel memnuniyetsizliğin sözcüsüdür.
Esas kavga birbirlerini yalanlamak için, ülke çapında tarife dışı ayrı trenlerle kaçma kovalamaca oynayan Troçki ve Zinovyev arasında çıktı. Örneğin Petrograd’da Zinovyev’in etkisi o denli büyüktü ki, Torçki’ye tartışmalı konu üzerine oradaki Komünist Yerel Grup önünde görüşlerini açıklama izni verilmesi, ancak çetin bir mücadeleden sonra mümkün oldu.
Tartışma çok ciddi gerginlikler yarattı ve nerdeyse Komünist Partisi’nin bölünmesine yol açacaktı. Ama Tanrı Lenin’i korudu. Yaptığını binanın her sarsılışında Tanrı ona bir destek gönderiyor. Bu sefer işçi huzursuzlukları, 1921 Şubatında Petrograd’da süren çok sayıdaki grev ve Kronstadt ayaklanması imdada yetişti. Her ne pahasına olursa olsun komünist birliğin korunması gerekiyordu. Ve beybaba bu arada haşarı çocuklarının kulaklarından sırasıyla tutup, terbiye kurallarını gösteriyordu.
Lenin, İşçi Muhalefetini anarkosendikalizm ve küçük burjuva ideolojisini savunmakla suçlayıp, bastırılmasına hükmettti. Muhalefetin en etkili liderlerinden biri olan Şilyapnikov, Lenin tarafından “darıltılmış komiser” olarak tanımlandı ve kısa bir süre sonra, Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğine alınarak susturuldu.
Bayan Kollontay’dan, partiden atma tehdidiyle dilini tutması istendi. Onun tarafından yazılan ve muhalefetin tutumunun dile getirildiği broşür dağıttırılmadı.
İşçi Muhalefetinin bir kısım küçük yıldızlarına Çeka’da tatil yaptırıldı. Yaşlı ve tecrübeli komünist Riyazanov’a bile altı ay boyunca tüm sendikal faaliyetlerden el çektirildi. Lenin tarafından MArksizmin temel prensiplerinden bile bihaber olmakla nitelenip parti içinde gülünç duruma düşürülen Troçki ise, “Varşova Barışını” yaratmak üzere Kronstadt’ı bastırmaya gönderildi. Lenin ve Saint Just’ü(1) Zinovyev zaferi kazanıyor ve sendikalar gelecekte de “komünizmin okulları” olarak kalıyorlardı.
Yeni Ekonomi Politikası Rusya’nın tüm yapısını hızlı bir şekilde yeniden şekillendirmektedir. Sendikalar bu yeniden şekillendirmenin etkilerini ilk yaşayan kurumlar arasındalar. Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Aralık
1921′de Moskova’da yaplan bir toplantısında Yeni Ekonomi Politikası döneminde sendikaların faaliyeti konusu da konuşuldu. Konuyla ilgili kararname taslağını hazırlamak üzere Lenin, Rodjutak ve Andreyev’den oluşan bir komisyon seçildi. Taslak daha sonra, alışıldığı üzre, Tüm Rusya Sendikalarının Merkezi Sovyetleri tarafından oybirliğiyle kabul edildi. Bu tüzük, Lenin’in deri değiştirme yeteneğini göstermesi bakımından oldukça zihin açıcıdır. Kararnamedeki ilginç birkaç nokta şöyle sıralanabili:
1- Zorunlu üyelik sendikalarda bürokraratik bir sosysuzlaşmaya yol açmış ve bu yapıların kitlelere yabancılaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle şu andan itibaren sendikalara isteğe bağlı üyelik ilkesinin uygulanması zorunludur. (Burada, çok sayıda işçinin aynı şeyleri savunmaya yeltendikleri için karşı-devrimci ve “cani” ilan edilip Çeka’nın zindanlarına atıldığı unutulmamalıdır.)
2- Sendikalara giren işçiler politik düşünceleri ya da dini inançları nedeniyle rahatsız ve huzursuz edilemezler. (Peki politik düşünceleri Bolşeviklere sempatik gelmediği için aşağılanan ve korkutulan sayısız kurbana ne olacak?)
3- Rusya’nın iktisadi olarak yeniden inşası, gücüne en sıkı şekilde bireysel yönetimin ellerinde yoğunlaşmasını zorunlu kılıyo. Bu nedenle sendikalar özel kapitalistler tarafından mülk edinilen ya da kiralanan işletmeleri kontrol atlına almaya yeltenemezler. Kuşkusuz Lenin2in sendikaların rolüne ilişkin düzenlemeleriyle desteklenen Yeni Ekonomi Politikası kapıyı yeni iş sorunlarına ve kaçınılmaz çatışmalara ardına kadar açmaktadır. İşçi ve işveren arasında çıkacak tüm çatışmaların giderilmesi sendikalar dışındaki “daha yüksek bir organın” insiyatifine verilmelidir. Anlaşmazlık durumunda zorunlu olarak uzlaşmazlık mahkemelerinin “en yüksek otoritesinin” ise Komünist Parti ve Üçüncü Enternasyonel’den başkasının olmayacağı Lenin’in komisyonu tarafından şimdiden ima edilmiş bulunmaktadır.
Burada Komünist Enternasyonel’in, Avrupa ve Amerika’daki işçi örgütlerini kontrol altına almak için herşeyi yaparken, Rus işçileri üzerindeki eemenliği de sürdürmek niyetinde olduğu açıkça görülüyor.
Yeni Ekonomi Politikası döneminde Rus işçisinin durumu, geçmişe, devrimin patlak verdiği döneme göre daha da kötüleşmiş bulunmaktadır. O, şimdi devrimci değişimin sonucu olarak kalan son güvencelerini de kaybetmiş bulunmaktadır. ÖZellikle çalşma saatleri konusunda durum böyledir.
Rusya’da son dört yılda neredeyse genel bir kurum olarak varolan sekiz saatlik işgünü bugün fiilen ortadan kalkmıştır. Resmi yayın organı Pravda’ya göre 1921 Aralık’ında durum şöyledir: 695 endüstriyel işletmenin sadece 86′sında sekiz saatlik iş günü uygulanmaktadır. Geri kalan işletmelerin çoğunda günde dokuz saat çalışılmaktadır. 44 işletmede 10-12 saat arası, 11 işletmede 14-16 saat arası çalışmakta, 44 işletmede ise herhangi bir çalışma saati sınırlaması bulunmamaktadır. Bazı işletmelerde 12-14 saat arası çalışan çocuklara bile rastlanmıştır.
En acımasız biçimde sömürülen, günde 12-18 saat arası çalışan fırıncılardır. Bu rakamlar sadece Rusya’nın başkenti Moskova’daki iş koşullarına ilişkindir. ;Taşrada durum daha da kötüdür. Örneğin, Don kömür ocaklarının maden işçileri kesintisiz 16-17 saat çalışmaktadırlar. Devlete ait Witebsk deri fabrikasındaki normal iş günü 12 saattir. İkinci Tüm Rusya İş Güvenliği Konferansının yerel temsilcisinin raporuna göre Astrahan’ın balıkçılarıknda iş günüyle ilgili hiçbir sınırlama yoktu.
Bu örneklerden yeni devlet ve özel kapitalizminin Rus işçisne ne tür yararları olduğu görülebilir.
Buna rağmen Rus Devrimi tümüyle boşuna olmadı. O, kitlelerin içselleştirdiği birçok kavramı ve imgelemi değiştirdi. Bugünün Rus işçisi artık geçmişin itaatkar kölesi değildir. Politik teranelerden bıkmış durumda ve bunlara artık inanmıyor. Arkadaşlarıyla birlikte yeni işçi örgütlenmelerinde bir araya gelme olanağı bulduğunda, çıkışı kuşkusuz doğrudan yöntemlerle arayacaktır.
Lenin ve sadık taraftarları tehlikeyi görüyorlar. Onların işçi muhalefetine saldırıları ve anarko sendikalistlere yönelik takibatları giderek yoğunlaşıp sertleşiyor. Peki, anarko sendikalizmin yıldızının doğruda parlama şansı var mı? Kim bilir? Rusya mucizeler ülkesidir.
1: 1789 Fransız devrimi döneminde Robespierre yakınlığıyla ünlü politikacı Saint Just’a gönderme yapılıyor (ç.n)
Rusya’da Çocukların Durumu
Bolşevik devletin yarattığı ve herhangi bir doğrultudaki her tür ciddi çabayı başarısız kılan uğursuz çemberin vahim sonuçları, hiçbir yerde Bolşeviklerin çocukların durumunu iyileştirmek için giriştikleri çabalarda olduğu kadar açık biçimde ortaya çıkmıyor. Rusya’da çocukların yaşamı konusundaki birçok rapor, gerçeği yansıtmasa da, bu alanda ciddi bir çabanın harcanmış olduğunu göstermektedir. Peki, bu çaba neden başarısız kalmıştır?
Ekim Devriminin ikinci yıldönümünde New York’da, Madison Square Garden’daki bir toplantıda konuşmacılardan birinin anlattıklarının bende yarattığı etkiyi tüm canlılığıyla anımsıyorum. Adam Rusya’dan yeni dönmüştü. Onun Rusya’da çocuklarla karşı davranış ve onlara gösterilen itinayla ilgili sözleri dinleyicilerde büyük bir hayranlık uyandırıyordu. Ve benim kalbim, bu ülkenin halkı için, yüzyılların boyunduruğunu omuzlarından silkeleyip atan ve şimdi “çocuklarla el ele” hedeflerine yürüyen kitleler için çarpıyordu.
Yüzen hapishanemiz Buford gemisindeki(1) tüm seyahatim boyunca Rusya’daki çocuklara yapılanlarla ilgili düşünce beni korumuş ve içimi ısıtmıştı. Gelecek ne çok şey vaat ediyordu! Bu muhteşem yeni yaşama katılabilmek duygusu ne harikaydı! Rusya’ya vardığımda ise hesabımı, her tür inisiyatifi, her tür çabayı o uğursuz çemberi içinde boğan Sosyalist Devleti hesaba katmadan yaptığımı farketmek zorunda kaldım.
Bolşeviklerin çocuk ve çocuk eğitimi ile ilgili ellerinden geleni yaptıkları doğrudur. Rusya’daki çocukların sefaletini engelleyememelerinin onlardan çok Rus devriminin düşmanlarının suçu olduğu da doğrudur. Müdahale ve ablukanın korkunç yükü en başta en zayıf olanların, çocuk ve hastalarının zayıf omuzlarına binmişti. Ancak daha uygun koşullar altında bile Bolşevik devletin bürokratik ucubesi, komünistlerin çocuklar ve eğitim için ortaya koydukları iyi niyeti ve gösterdikleri cansiperane çabaları bile felce uğratır, engellerdi.
Rusya’ya varışımın üzerinden ancak birkaç hafta geçtikten sonra bir okulu – Petrograd’taki en iyi okulu- ziyaret etme imkanım oldu. Okul “Kasathenaja Schkola”, yani model okul ya da tam çevirisiyle “gösteri okulu” olarak adlandırılıyordu. Bunun ne demek olduğunu ancak daha sonra kavradım. Okul, Avrupa Oteli’nde bulunuyordu ve bina ferah odaları, harika avizeleri ve lüks döşemesiyle eski ihtişamını epeyce koruyordu.
1920 kışında Petrograd’da yakacak sıkıntısı o derecedeydi ki, şehir neredeyse soğuktan kırılacaktı. Bu nedenle çocukların mümkün olan en az sayıda odada toplanmaları gerekmişti. Ancak odalar temiz, bakımlı ve rahattı. Altı ile on üç yaş arasında olan çocuklar sağlıklı, iyi beslenmiş ve mutlu görünüyorlardı. Nöbetçi doktor bana geniş mekanları, parıltılı, tertemiz yıkanmış bakır kap kaçağıyla mutfağı gösterdi ve ayrıntılı bilgi verdi.
Okul, çocukların bir süre ağırlanıp sonrasında başka yerlere dağıtıldıkları bir tür merkezdi. Buraya ülkenin her tarafından, çoğunlukla da kırsal kesimden çocuklar getiriliyordu. Çocuklar geldiklerinde genellikle hasta, zayıf ve bitli pireli olurlardı. Burada yıkanıp temizleniyor, tartılıyor, beslenip tedavi görüyorlardı. Belli bir süre okulda kalıp ilk temel okul bilgilerini alıyor, sonra da başka çocuk okullarına gönderiliyorlardı. Burada gördüklerim, üzerimde büyük bir etki yaratmıştı. Gerçekte gördüklerim, Rus çocuklarıyla ilgili yapılan büyük şeylere ilişkin Amerika’da aldığımız raporların tümüyle bağdaşmakta olduğunun deliliydi.
Bu muhteşem tabloyu bir küçük uyarı bozuyordu. Rehberim doktor hanımın laf arasında söylediği bir şeyden, bazı çocukların “diğer çocuklardan ayrı tutuldukları” için görülemeyeceklerini öğrendim.
“Bulaşıcı hastalık olmalı herhalde” diye sordum. “Hayır” dedi bayan, “Bunlar, diğer çocuklardan ayrı tutmamız gereken küçük hırsızlar.”
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gözümün önüne öğretmen olarak, Ernest Crosby’nin anlattığı Tolstoy geliyordu. Çocuklardan birisi okulda bir şey çalar. Diğer çocuklar onu hırsız olarak niteleyip, öğretmenden çocuğu cezlandırmasını isterler. Çocuklar ve öğretmen birlikte minik suçlunun boynuna “hırsız” yazılı bir yafta asılmasına karar verirler.
Tolstoy yaftayı suçlanan çocuğun boynuna asmak için uzandığında, onun aşağılamasıyla sessiz ithamın karışımını ifade eden bakışıyla sarsılır. Hayır, suçlu olan çocuk değildir. Suçlu o, yani Tolstoy ve diğer çocuklardır -bir çocuğu hırsız olarak damgalayabilecek kadar acımasız olan toplumun tümüdür.
O günden sonra Tolstoy’un okulunda hiçbir çocuk cezalandırılmaz. Ancak burada, büyük, özgür ve devrimci Rusya’da çocuklar cezalandırılıyor, diğer çocuklardan yalıtılıyor ve onlardan sürekli olarak “ahlaki kusurlular” diye bahsediliyor. Bu durum beni rahatsız edip tereddüde düşürdüyse de, Avrupa Oteli’nin verdiği olumlu izlenimin kaybolmasına izin vermemiştim.
Bundan kısa süre sonra, uzun yıllar öncesinden Amerika’da tanıdığım bir kadın ziyaretime geldi. Şubat Devriminden kısa süre sonra eşi ve çocuk yaştaki oğluyla birlikte doğduğu memlekete geri dönmüştü. Ekim günlerinin önemli olaylarına katılmış, o zamandan beri de çeşitli işlerle meşgul olmuştu. Ancak temel ilgisi çocukların bakımıydı. Beni ziyarete geldiği zaman “yatılı” bir kız ilkokulunun müdürlüğünü yapıyordu. Kadın bana uzun uzun işinden, çocuklardan ve okulu için en gerekli şeyleri almak için vermek zorunda kaldığı sürekli mücadeleden söz etti. Kadının anlattıkları, benim Avrupa Oteli’nde gördüğüm her şeyle öylesine açık biçimde çelişiyordu ki, ona inanmam imkansızdı. Öte yandan, arkadaşımın tam anlamıyla samimi ve güvenilir bir kişi olduğunu da biliyordum. Durum bana açıklanamaz gibi görünüyordu.
Arkadaşımı akşam yemeğine çağrıdım. Derme çatma mutfağımda patates soymakla meşgulken, Amerika’daki ortak tanıdıklarımız, Ekim Devrimi ve onun diğer ülkelerin ezilen sınıfları üzerindeki etkileri üzerine konuşuyorduk. Arkadaşım birden beni, “kabukları atma” diye uyardı. “Neden? Ne demek istiyorsun?” diye sordum. “Çocuklar bunlarla patates pastası yapıyorlar ve bunu çok seviyorlar,” diye yanıtladı arkadaşım. “Çocuklar mı? Peki ama nasıl olur? İlk istihkakı onlar almıyor mu?” Gözümün önüne tekrar çocukların süt, kakao, pirinç, yulaf ve hatta etle beslendikleri Avrupa Oteli gelmişti.
Arkadaşım gülümsedi. “Okuluma gel ve her şeyi kendi gözlerinle gör,” dedi.
Onu okulunda bir değil, birçok kez ziyaret ettim ve madalyonun öbür yüzünü de gördüm. Ama hala ikna olmak istemiyordum. Arkadaşımın okulunun 65 öğrencisi vardı. Çocukların yiyecekleri az ve kalitesizdi. Bunların çoğu yakınlarının köyden gönderdikleri yiyeceklerle karnını doyuruyordu. Kışlık giyecekleri azdı ve çoğunun ayakkabısı yoktu. Arkadaşım, zamanının ve enerjisinin büyük bir kısmını eğitim komiserliğinin çeşitli bölümlerinde harcıyordu. Altmış beş çocuğa yirmi kaşık alabilmek için iki hafta gerekmişti. Yüksek bürokratlarca kabul edilene kadar sırada beklemenin de dahil olduğu bir aylık her türden yoğun bir uğraştan sonra 25 çift kar ayakkabısı alabilmişti. Bunları 65 çocuk arasında, kıskançlığa, nefret ya da kavgaya neden olmadan dağıtabilmek çok ciddi bir muhakeme ve önsezi gerektiriyordu.
Bu okulu ziyaret ettikçe birşeylerin yolunda gitmediğine ilişkin inancım güçleniyordu. Avrupa Oteli’ndeki çocukların bakımıyla Kronwerski sokağında bulunan okullardaki çocukların bakımları arasındaki bu farklılık başka türlü nasıl açıklanabilirdi? Orada çocuklara her şeyin en iyisi veriliyordu -yiyecek, elbise, odalar, konserler, dans gösterileri. Genel durum dikkate alındığında gerçekten sunulanlar çok fazlaydı. Burada ise o kadar az şey veriliyordu ki, çocuklar sürekli açlık çekiyorlardı. Verilen az şeyip bulup buluşturmak da ancak çok büyük çabalarla mümkün oluyordu.
Kısa sürede iki şeyden emin oldum: Rusya’da bütün çocukları aç ve açıkta bırakmayacak kadar yiyecek ve giyecek yoktu. İkincisi, Bolşevikler dışardan gelecek heyetlere, delege ve gazetecilere göstermek üzere, her şehirde vitrin hizmeti görecek “gösteri okulları” açmayı gerekli görüyorlardı. Bu okullar her şeyin en iyisini alıyorlardı. Arta kalanlarsa, elbette ki büyük çoğunluğu oluşturan diğer okullar arasında paylaştırılıyordu.
Sadece bu “gösteri okulları”nı görme fırsatı bulup, çocukların bakımını buna göre değerlendirenler, ülkeyi, Rus çocuklarının büyük çoğunluğunun Bolşevik rejim altında yaşamaya zorlandıkları gerçek koşullar hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan terk ediyorlardı.
Rusya’da yaşanmakta olan korkunç sefaletin esas sorumlusu müttefiklerin müdahalesi (istilaları) ve ablukalarıdır. Ancak en azından elde olanlar, çocukların gereksinimlerini karşılamak için olabildiğince adil dağıtılabilirdi. Bolşevik sistem, işçiler konusunda yaptığı gibi, çocuklarla ilgili de aynı adaletsizliği ve eşitsizliği yarattı. İşçiler için resmi olarak belirlenen ve uygulanan değişik istihkak kategorileri mevcuttu.
Çocuklar açısından, sadece daha gayri resmi olan aynı durum söz konusuydu. “Gösteri okulları” yıkıcı ve moral bozucu bir etki yaratıyor ve özel ayrıcalıklar ortaya çıkarıyordu. Ve bu durum, bir kere daha, gerek öğretmenler, gerekse öğrenciler üzerinde vahim bir etki yaratan anlamsızlık, ikiyüzlülük ve sahtekarlık atmosferini pekiştiriyordu.
Ancak Bolşeviklerin gerek bu alandaki, gerekse başka alanlardaki en yoğun çabalarını bile esas olarak verimsiz ve etkisiz kılan, yarattıkları bürokrasinin çarpaşık mekanizmasıyla devetletçi merkeziyetçilikti.
Yüz yıl önce Gogol, “Ölü Canlar” adlı büyük eseriyle yurttaşlarını ayağa kaldırmıştı. Kitap, Rus feodalizmini ve onun yarattığı asalaklığı hedef alan ağır bir suçlamaydı. Bugün Rusya’da “Ölü Canlar” yeniden hayat buldu, fakat bugün onları teşhir edecek bir Gogol yok. Böyle biri var olsaydı bile, bugünün Rusya’sında ona Gogol’un kendi döneminde gösterilen dikkat gösterilmeyecektir.
Günümüzün “Ölü Canları” nerededirler? Aşağıdaki örnek bize bu durumu en iyi biçimde gösterecektir. Bütün çocuk yurtlarının, bütün ilköğretim okullarının, eğitim kurumlarının, gerçekte çocuk ya da yetişkin barındıran her kurumun, kurumda yaşayan insan sayısına göre giyecek ve yiyecek istihkakı vardır. Bütün kurumlar, varolan şeyleri dağıtan merkezi dağıtım birimlerine (Petrograd’da Petrograd Komünü, Moskova’da Moskova Komüni gibi) bağımlıdırlar. Bir kurumun kendine gerekli olan şeyleri sağlayabilmesi için, bütün bir memurlar (Tschinowniki) ordusunun imzalayıp parafe ettiği çok sayıda kağıt gereklidir.
Ancak bu memurlar bir hediye almadıkları sürece işleri sistematik olarak ağırdan alırlar. Böylelikle, memurlara ve ilgili kurumun “muhasebecilerinin” aç arkadaşlarına “avanta” kalması için gerçekten de kurumda yaşayanların sayısından çok sipraiş vermek gerekmektedir.
Arkadaşımın okulunda 65 çocuk vardı. Daha önceki bütün yöneticileri bu sayıya belli sayıda uydurma isim -Ölü Canlar- ekleyerek, elde kalan fazla istihkakı rüşvet olarak verip, işlerini hızla hallediyorlarmış. Bu yolla çeşitli idari kurumlarda “etki” sahibi olduktan sonra, okulu ihmal etmekten, çocuklara kötü davranmaktan ve kurumda yaşayanların istihkaklarıyla spekülasyon yapmaktan çekinmiyorlarmış. Ne de olsa artık “yukarıda arkadaşları bulunmaktaydı.”
Rusya’da yaygın olan bu uygulamanın sonuçları gözler önündedir. Ancak arkadaşım böyle bir gidişata ortak olmayı ve listesine “Ölü Canlar” eklemeyi reddediyordu. O, listeye eklenen her Ölü Canın gereksinimleri zaten yeterli ölçüde karşılanamayan birkaç çocuğun hakkını gasp ederek bilincindeydi.
Arkadaşım, bölgesindeki sayısız müfettişi, kontrolörü, düzeltmeni beslemeyi reddetti. Sonuç, ilgililerin yiyiyce çevresine karşı yürütülen ve arkadaşımın sağlık durumunu sarsan, işinin iptal edilip, kelimenin tam anlamıyla sokağa atılmasına neden olan uzun ve acılı bir mücadeleydi. Arkadaşım, Petrograd Eğitim Müdürlüğü’nün başındaki “kadın yoldaş”ın dikkatini bu olaya çekmek için boş yere çabaladı. Bayan Lilina’nın vakti yoktu ver arkadaşımın okulunu asla ziyaret etmedi. “Gösteri okulları” bütün vaktini alıyordu. Daha ötesi, Bayan Lilina’nın olayın üstüne gitmesi kolay olmazdı. Komünistlere karşı tavır alan “ötekilere” özen göstermek adetten değildi. Ayrıca bu işlere karışmak tehlikeliydi de.
Bayan Lilina’yı daha sonra tanıma fırsatı buldum. Bende, kendisini işine adamış ciddi bir kadın izlenimi bıraktı. Ancak aynı zamanda partisinin gözü kapalı bir taraftarıydı. Okullardaki koşullarla ilgili bilgi edinmek konusunda tümüyle, hepsi de komünist olan, kendi denetimindeki insanlara bağımlıydı. Rusya’da bir insanın işe yararlılığının ve dürüstlüğünün kanıtı Komünist Partisi’ne mensup olmasıdır. Böyle bir durumun zorunlu sonuçlarını burada yeniden vurgulamaya gerek yok.
Bolşeviklerin okullarındaki çocukların kısmi açlıklarına ilişkin öğrendiklerimin mahiyetini, ancak zamanla ve acı bir şekilde kavradım. Önceleri bütün gücümle “Ölü Canlar” yönteminin her yerde geçerli olduğuna inanmamaya çalıştım. Ancak ortalıkta o kadar çok delil vardı ki, sonuçta fazla direnemedim. Yanıbaşımda, Astoria Oteli’ndeki “Sovyetlerin İlk Evinde” iki çocuğuyla ufak tefek bir kadın otururdu. O da bir komünist, fakat “Ölü Canlar” yöntemine şiddetle karşı çıkan bir komünistti. Değişik çocuk kurumlarında çalışmaktaydı ve bana sadece Krnowerski sokağındaki okulda gördüklerime teyit etmekle kalmayıp, ayrıca aynı uygulamaların günlük hayatın bir parçası olduğu çok sayıda başka okul da gösterdi.
Her yerde yarı aç çocukların sırtında “Ölü Canlar” yaşıyordu. Komşum, iki çocuğuyla -üç yaşında bir oğlan ve dokuz yaşındaki bir kız çocuğu- yaşamak zorunda olduklarını anlatmıştı. Çocukların ikisi de bir çocuk kolonisine yerleştirilmişti. Ama orada yeterince yiyecek verilmediği için anne, dar geliriyle onlara düzenli olarak yiyecek göndermek zorunda kalıyordu. Altı ay sonra çocukların ikisi de hastalanmış ve zorunlu olarak annelerinin tek gözlü barınağına geri gönderilmişlerdi. Kız çocuğunda yetersiz beslenmenin sonucu korkunç bir egzama ortaya çıkmış, oğlan ise bir deri bir kemik kalmıştı.
Ciddi ve çalışkan bir komünist olan komşumla arkadaşlığımız ilerledi. Ondan, çocukların genel durumuna ilişkin çok şey öğrendim. Gün geçtikçe aslında komünistlerin çocuklar için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, ancak tüm bu çabaların onların kendi devletlerinin yarattığı asalak bürokrasi tarafından boşa çıkarıldığını daha iyi kavramak zorunda kalıyordum. Ama özellikle çocuğun bile propaganda malzemesi olarak kullanılabileceği yolundaki anlayışları uğursuz ve vahim bir şeydi.
“Gösteri okulları”, özellikle de dışarıdaki çocuklar üzerinde en olumsuz etkiyi yaratıyorlardı. Bunlar, çocukların yüreğinde, adaletsizlik ve keyfi olarak yapılmış ayımcılık duygusu uyandırıyordu. Çünkü çocuk, yalanı dolanı daha çabuk ve daha kesin bir biçimde kavrıyor. “Gösteri okulları” yabancı basına malzeme hizmeti görürken, Rusya’daki çocukların büyük çoğunluğu dünyanın geri kalan kısmındaki proleter çocukları gibi ihmal ediliyordu. Her yerde imkanlardan ayrıcalıklılar yararlanıyor. Bolşevik Rusya da bu acımasız kuralın istisnası değil.
Yazının başında, bir kısım çocukların “hırsız” ve “ahlaksız” olarak damgalanıp diğer çocuklardan izole edilmelerinin beni ne kadar sarstığını belirtmiştim. O zamanlar bu davranışı Avrupa Oteli’nde görevli doktorun eski kafalılığına yormuştum. Fakat hükümetin resmi organı Pravda gazetesinde çıkan bir yazı ve aralarında Maksim Gorki ve Bayan Lilina’nın da blunduğu çok sayıda önde gelen komünistlerle yaptığım görüşmeler, beni onların hemen hepsinin “soydan gelen bir ahlaki düşkünlüğe” inandıklarına ikna etti. Hatta bazı pedagoglar bu “kalıtımsal ahlak düşkünlerinin” hapse atılmasını savunuyordu. Ancak bu kadarı, ortodoks komünistlerin duygusallıkla suçladıkları Genel Eğitim Komiseri Lunaçarski, Gorki ve ilerici unsurlara bile fazla geliyordu. Lunaçarski, bu barbarca öneriye karşı mücadele etti ve çok şükür ki başarılı oldu. Buna rağmen 1921 yılının Eylül ayında Moskova’daki Taganka Cezaevi’nde biri sekiz yaşının altında iki yüz çocuk tutuklu bulunuyordu.
Ben, Lunaçarski’nin de, Gorki’nin de bu konuda bilgi sahibi olmadıklarından eminim. Zaten uğursuz sistemin tüm laneti de burada yatıyor. Sistem, tepediklerin elinden altlarındaki güruhun ne yaptığını bilme olanağını alıyor. Taganka Cezaevi’nde çocukların varlığı, oraya atılan siyasi tutuklular tarafından gün ışığına çıkarıldı. Bunlar, dışardaki arkadaşlarına durumu iletiyorlar, onlar da Lunaçarski’yle birlikte olaya müdahale ediyorlar. Çocuklar ancak ondan sonra hapisten çıkarılıyorlar.
“Ahlaki olarak kusurlu” çocukların yerleştirildikleri okullar ve koloniler de cezaevlerinden çok daha iyi durumda değil. Komünist Gençlik Örgütü tarafından yapılan bir araştırma, Petrograd’daki bu tür okulların bazılarının durumuna ilişkin hüzün verici şeyler ortaya çıkardı. 1920 yılının Mayıs ayında pravda’da yayımlanan rapor, o çok sık yapılan suçlamaları doğruluyordu – “Ölü Canlar” uygulaması, çocukların istihkaklarıyla beslenen görevli sayısının artması, rüşvet ve beceriksizliğin diğer alışkanlıkları. Komisyon, örneğin bir okulda 125 çocuğa bakmak için 138, bir başkasında 25 çocuk için 38 görevli olduğunu tespit etmişti. Ve bu tür şeyler istisna değildi.
Bunun dışında komisyonun raporunda, çocukların korkunç biçimde ihmal edildikleri, kirli paçavralara sarıldıkları ve çok kirli, pis kokan, çarşafsız yataklarda yatmak zorunda bırakıldıkları vurgulanıyordu. Bazı çocuklar geceleri karanlık bir odaya kapatılarak, bir kısmı akşam ymeği verilmeyerek, hatta bazıları dövülerek cezalandırılıyordu. Rapor, resmi çevrelerde büyük sansasyon yarattı. Özel bir soruşturma açıldı, ama Amerika’da alışıldığı üzre, suçluların aklanmasıyla sonuçlandı. Komünist Gençlik Araştırma Komisyonu, olayları “abartmaktan” dolayı azarlandı. Karşı-devrimcilerin ekmeğine yağ süren raporun Pravda’da yayınlanmasının aslında bir hata olduğu ifade edildi.
Konu üzerine birkaç komünistle konuştum. Böyle şeylerin Sovyet Rusya’da nasıl mümkün olduğunu sordum. Bu soruma hep aynı beylik yanıtı alıyordum. “Güvenilir ve yeterli eleman yokluğu!” Ben de “ahlaki olarak kusurlu” diye damgalanan bu mutsuz çocuklarla çalışmak istediğimi söylüyordum.
“Lilina yoldaşı görmelisiniz,” diye akıl veriyorlardı. “Sizi iş arkadaşı olarak almaktan çok mutlu olacaktır.”
Birkaç gün sonra yoldaş Lilina’dan davet aldım. Lilina derin yüz çizgileri olan zayıf bir kadındı – Amerika’da elli yıl önce rastlanacak türden tipik bir okul müdiresi. Bana pedagoji ve psikolojinin en iyi yöntemlerinden haberdar olduğunu söyledi. Ben de ona çocuklardaki ahlaki düşkünlük teorisine inanmadığımı, hiçbir modern eğitimcinin böylesine eskimiş bir anlayışı savunmadığını, ahlaki olarak düşkün çocukların bile dejenere olmuş diye damgalanmaması gerektiğini söyleme küstahlığında bulundum. Onunla eğitimin modern yöntemleri konusunda konuştum ve Amerika’da, çocuklara yönelik iyicil ve günahkar gibi ahlaki kavramları reddeden hakim Lindsay’in ve daha birçoklarının suça eğilimli çocuklarla ilgili deneyimlerini aktardım. Bunları hepsi yiyeceğin ve her şeyin fazlasıyla var olduğu kapitalist bir ülke için doğru ve güzel şeylerdi. Ama açlığın hüküm sürdüğü Rusya’da ahlaki olarak kusurlu çocuklar uzun süren savaşın, devrimin ve açlığın sonucunda ortaya çıkmışlardı.
Bu görüşme bende, küçük kurbanlarla ilgili olarak bulunacağım her girişimin bu katı, dogmatik kadın tarafından sürekli olarak baltalanacağı yolunda bir izlenim bıraktı. O da kendi açısından komünist bir devlette çocukların eğitimini bir anarşiste teslim etmenin çok da akıllıca bir şey olmadığını düşünmüş olmalıydı. Sonuçta bu girişimimden bir şey çıkmadı.
Bu örneği, komünistlerin, sistemleri içindeki tüm rüşvet, görevi kötüye kullanmayı ve her tür beceriksizliği sürekli olarak güvenilir insan yokluğuna bağlamalarının temelsiz olduğunu göstermek için verdim. Rusya’da bulunduğum süre içerisinde, eğitim, ekonomi ve politika dışı başka alanlarda çalışmak isteyen şaşılacak derecede çok insanla karşılaştım. Ancka bunlar komünist olmadıkları için geri itilmiş, cesaretleri kırılmış ve her tür çabayı ve inisiyatifi başarısızlığa mahkum eden bir ispiyonculuk ağıyla çevrilmişlerdi.
Ukrayna’daki dört aylık gezim boyunca -tabii gayri resmi olarak- birçok çocuk yuvasın, ilkokulu, çocuk kolonisini görmek için yeterince fırsatım oldu. Ve her yerde aynı şeylerle karşılaştım: Her yerde iyi beslenmiş ve her açıdan bakımlı çocukların bulunduğu bir “gösteri okulu”nun yanında, açlığın hüküm sürdüğü normal okullar. Ve sık sık buralarda çalışan insanların, çocukların çıkarlarını savunmak için, bürokratik mekanizmayla canla başla nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Ancak çabalar hep boşa gidiyor ve bunlar sonuçta o kadiri mutlak mekanizma tarafından betaraf ediliyorlardı.
Böyle durumlarda ne yapıldığına dair çarpıcı bir olaya yurt dışına çıkışımdan kısa bir süre önce Moskova’da tanık olmuştum. Bir bölgede, Rusya’da varolanlar arasında kendi türünde en iyi organize edilmiş ve donatılmış bir çocuk yuvası bulunuyordu. Yuvanın yöneticisi uzun yıllar eğitimcilik tecrübesi olan ve yorulmak bilmeyen bir eğitimci, ender rastlanabilecek bir kadın, bir idealistti. Çalıştığı birimde kararlı bir biçimde “Ölü Canlar” yöntemine karşı mücadele etmekte, Peter’i beslemek için Paul’ü soymayı reddetmekteydi. Alttaki bölümün memurlarını rüşvet vererek kazanmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu.
Böyle durumlarda alışılmış olduğu üzre çok geçmeden söz konusu yönetici aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bu bayağı saldırının yönetici beyni, çocuk yuvasının komünist doktoruydu. Yönetici kadına karşı, temeli olmasa da, akla gelebilecek her tür suçlama yapıldı. Bütün temelsizliğine rağmen entrikalar, kadının işinden atılmasına kadar devam etti. Bu aynı zamanda kadının odasını kaybetmesi anlamına da geliyordu. Kadın dört aylık bir çocuğun annesiydi. Aylardan sonbahardı. Hava soğuktu, nemli, insanın kemiklerine işleyen bir soğuk. Buna rağmen kurum için savaşmış olan kadına evi terk etmesi emredildi. Kadın, çocuğunun yaşamını tehlikeye atmamak için, kendisine binada başka bir oda verilinceye kadar bulunduğu odayı terk etmeyi reddetti. Bunun üzerine kadına bodrum katta, en az üç yıldır ısıtılmayan, karanlık ve nemli bir oda verildi. Bu mezarlıkta çocuk hastalığa yakalandı ve o zamandan beri acı çekmekte.
Lunaçarski’nin bu tür olaylardan haberi var mı? Diğer yönetici komünistler bunları biliyorlar mı? Bazılarının bildiğine şüphe yok. Ancak bunlar çok yoğun biçimde “önemli devlet işleriyle” meşguller. Daha ötesi, böyle “ufak ayrıntılar” konusunda duyarlılıklarını yitirmiş bulunuyorlar. Dahası onların kendileri de aynı uğursuz çeberin içerisine girmiş, devasa Bolşevik bürokrasisinin birer parçası haline gelmişlerdir. Onlar da parti üyeliğinin bir sürü günahı örttüğünü bilirler.
Rusya’da geçirdiğim iki yıl içinde çok sayıda kurumu gezdim, ama çok az sayıda mutlu çocukla karşılaştım. Sadece bir kez, Archangel şehrinde bir çocuğun içten güldüğünü gördüm. Bolşevik kurumlarındaki çocukların büyük çoğunluğu, genelde, yetimhanelerde yetişen çocuklarda görüldüğü gibi, renksiz ve donuk ir görüntü veriyorlar.
Bu çocukların içine sanki kasvet çökmüş; sadece ekmeğe değil, sevgiye ve özene de muhtaçlar – bunlar kimi kimsesi olmayan, yalnız çocuklar. Onların hikayelerinin, ortalıkta dolaşan ve Rusya’da çocukların yüzyılında söz eden masallarla uyuşmadığını biliyorum. Ama zaten niyetim bu masalların ebedileşmesine destek olmak değil.
Bolşevik rejimi diğer rejimlerden değerli kılan bir diğer faktör vardı -çocuk işgücünün kullanımına son verilmesi. Bu, insanları komünistlere teşekküre borçlu kılan en önemli kazanımdı. Ancak Lenin’in Yeni İktisat Politikası’nın ölüleri çabucak dirilttiği, kapitalizmin ve özel sömürünün yavaş ama emin biçimde tekrar yerleştiği bugün, Bolşevik hükümet çok geçmeden bu alanda da diğer medeni hükümetlerle aynı noktaya gelecek ve çocuk işgücünü milli varlığın büyük bir kaynağı olarak değerlendirmeyi öğrenecektir.
Çeviri: Yakup Coşar
Not: Bu metin 2008 yılında Dipnot Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

Toplumsal Devrim’in Notu: Bu yazı Son Liberters sitesinden alınmıştır. Yazının kaynağına şu linkten ulaşabilirsiniz:  http://sonliberters.com/haber/haber_detay.asp?haberID=193

n-bot_ �c 0 ��� � � n-left: 0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial; border-image: initial; outline-width: 0px; outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 12px; vertical-align: baseline; background-image: initial; background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip: initial; background-color: transparent; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; ">Günümüzün “Ölü Canları” nerededirler? Aşağıdaki örnek bize bu durumu en iyi biçimde gösterecektir. Bütün çocuk yurtlarının, bütün ilköğretim okullarının, eğitim kurumlarının, gerçekte çocuk ya da yetişkin barındıran her kurumun, kurumda yaşayan insan sayısına göre giyecek ve yiyecek istihkakı vardır. Bütün kurumlar, varolan şeyleri dağıtan merkezi dağıtım birimlerine (Petrograd’da Petrograd Komünü, Moskova’da Moskova Komüni gibi) bağımlıdırlar. Bir kurumun kendine gerekli olan şeyleri sağlayabilmesi için, bütün bir memurlar (Tschinowniki) ordusunun imzalayıp parafe ettiği çok sayıda kağıt gereklidir.
Ancak bu memurlar bir hediye almadıkları sürece işleri sistematik olarak ağırdan alırlar. Böylelikle, memurlara ve ilgili kurumun “muhasebecilerinin” aç arkadaşlarına “avanta” kalması için gerçekten de kurumda yaşayanların sayısından çok sipraiş vermek gerekmektedir.
Arkadaşımın okulunda 65 çocuk vardı. Daha önceki bütün yöneticileri bu sayıya belli sayıda uydurma isim -Ölü Canlar- ekleyerek, elde kalan fazla istihkakı rüşvet olarak verip, işlerini hızla hallediyorlarmış. Bu yolla çeşitli idari kurumlarda “etki” sahibi olduktan sonra, okulu ihmal etmekten, çocuklara kötü davranmaktan ve kurumda yaşayanların istihkaklarıyla spekülasyon yapmaktan çekinmiyorlarmış. Ne de olsa artık “yukarıda arkadaşları bulunmaktaydı.”
Rusya’da yaygın olan bu uygulamanın sonuçları gözler önündedir. Ancak arkadaşım böyle bir gidişata ortak olmayı ve listesine “Ölü Canlar” eklemeyi reddediyordu. O, listeye eklenen her Ölü Canın gereksinimleri zaten yeterli ölçüde karşılanamayan birkaç çocuğun hakkını gasp ederek bilincindeydi.
Arkadaşım, bölgesindeki sayısız müfettişi, kontrolörü, düzeltmeni beslemeyi reddetti. Sonuç, ilgililerin yiyiyce çevresine karşı yürütülen ve arkadaşımın sağlık durumunu sarsan, işinin iptal edilip, kelimenin tam anlamıyla sokağa atılmasına neden olan uzun ve acılı bir mücadeleydi. Arkadaşım, Petrograd Eğitim Müdürlüğü’nün başındaki “kadın yoldaş”ın dikkatini bu olaya çekmek için boş yere çabaladı. Bayan Lilina’nın vakti yoktu ver arkadaşımın okulunu asla ziyaret etmedi. “Gösteri okulları” bütün vaktini alıyordu. Daha ötesi, Bayan Lilina’nın olayın üstüne gitmesi kolay olmazdı. Komünistlere karşı tavır alan “ötekilere” özen göstermek adetten değildi. Ayrıca bu işlere karışmak tehlikeliydi de.
Bayan Lilina’yı daha sonra tanıma fırsatı buldum. Bende, kendisini işine adamış ciddi bir kadın izlenimi bıraktı. Ancak aynı zamanda partisinin gözü kapalı bir taraftarıydı. Okullardaki koşullarla ilgili bilgi edinmek konusunda tümüyle, hepsi de komünist olan, kendi denetimindeki insanlara bağımlıydı. Rusya’da bir insanın işe yararlılığının ve dürüstlüğünün kanıtı Komünist Partisi’ne mensup olmasıdır. Böyle bir durumun zorunlu sonuçlarını burada yeniden vurgulamaya gerek yok.
Bolşeviklerin okullarındaki çocukların kısmi açlıklarına ilişkin öğrendiklerimin mahiyetini, ancak zamanla ve acı bir şekilde kavradım. Önceleri bütün gücümle “Ölü Canlar” yönteminin her yerde geçerli olduğuna inanmamaya çalıştım. Ancak ortalıkta o kadar çok delil vardı ki, sonuçta fazla direnemedim. Yanıbaşımda, Astoria Oteli’ndeki “Sovyetlerin İlk Evinde” iki çocuğuyla ufak tefek bir kadın otururdu. O da bir komünist, fakat “Ölü Canlar” yöntemine şiddetle karşı çıkan bir komünistti. Değişik çocuk kurumlarında çalışmaktaydı ve bana sadece Krnowerski sokağındaki okulda gördüklerime teyit etmekle kalmayıp, ayrıca aynı uygulamaların günlük hayatın bir parçası olduğu çok sayıda başka okul da gösterdi.
Her yerde yarı aç çocukların sırtında “Ölü Canlar” yaşıyordu. Komşum, iki çocuğuyla -üç yaşında bir oğlan ve dokuz yaşındaki bir kız çocuğu- yaşamak zorunda olduklarını anlatmıştı. Çocukların ikisi de bir çocuk kolonisine yerleştirilmişti. Ama orada yeterince yiyecek verilmediği için anne, dar geliriyle onlara düzenli olarak yiyecek göndermek zorunda kalıyordu. Altı ay sonra çocukların ikisi de hastalanmış ve zorunlu olarak annelerinin tek gözlü barınağına geri gönderilmişlerdi. Kız çocuğunda yetersiz beslenmenin sonucu korkunç bir egzama ortaya çıkmış, oğlan ise bir deri bir kemik kalmıştı.
Ciddi ve çalışkan bir komünist olan komşumla arkadaşlığımız ilerledi. Ondan, çocukların genel durumuna ilişkin çok şey öğrendim. Gün geçtikçe aslında komünistlerin çocuklar için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, ancak tüm bu çabaların onların kendi devletlerinin yarattığı asalak bürokrasi tarafından boşa çıkarıldığını daha iyi kavramak zorunda kalıyordum. Ama özellikle çocuğun bile propaganda malzemesi olarak kullanılabileceği yolundaki anlayışları uğursuz ve vahim bir şeydi.
“Gösteri okulları”, özellikle de dışarıdaki çocuklar üzerinde en olumsuz etkiyi yaratıyorlardı. Bunlar, çocukların yüreğinde, adaletsizlik ve keyfi olarak yapılmış ayımcılık duygusu uyandırıyordu. Çünkü çocuk, yalanı dolanı daha çabuk ve daha kesin bir biçimde kavrıyor. “Gösteri okulları” yabancı basına malzeme hizmeti görürken, Rusya’daki çocukların büyük çoğunluğu dünyanın geri kalan kısmındaki proleter çocukları gibi ihmal ediliyordu. Her yerde imkanlardan ayrıcalıklılar yararlanıyor. Bolşevik Rusya da bu acımasız kuralın istisnası değil.
Yazının başında, bir kısım çocukların “hırsız” ve “ahlaksız” olarak damgalanıp diğer çocuklardan izole edilmelerinin beni ne kadar sarstığını belirtmiştim. O zamanlar bu davranışı Avrupa Oteli’nde görevli doktorun eski kafalılığına yormuştum. Fakat hükümetin resmi organı Pravda gazetesinde çıkan bir yazı ve aralarında Maksim Gorki ve Bayan Lilina’nın da blunduğu çok sayıda önde gelen komünistlerle yaptığım görüşmeler, beni onların hemen hepsinin “soydan gelen bir ahlaki düşkünlüğe” inandıklarına ikna etti. Hatta bazı pedagoglar bu “kalıtımsal ahlak düşkünlerinin” hapse atılmasını savunuyordu. Ancak bu kadarı, ortodoks komünistlerin duygusallıkla suçladıkları Genel Eğitim Komiseri Lunaçarski, Gorki ve ilerici unsurlara bile fazla geliyordu. Lunaçarski, bu barbarca öneriye karşı mücadele etti ve çok şükür ki başarılı oldu. Buna rağmen 1921 yılının Eylül ayında Moskova’daki Taganka Cezaevi’nde biri sekiz yaşının altında iki yüz çocuk tutuklu bulunuyordu.
Ben, Lunaçarski’nin de, Gorki’nin de bu konuda bilgi sahibi olmadıklarından eminim. Zaten uğursuz sistemin tüm laneti de burada yatıyor. Sistem, tepediklerin elinden altlarındaki güruhun ne yaptığını bilme olanağını alıyor. Taganka Cezaevi’nde çocukların varlığı, oraya atılan siyasi tutuklular tarafından gün ışığına çıkarıldı. Bunlar, dışardaki arkadaşlarına durumu iletiyorlar, onlar da Lunaçarski’yle birlikte olaya müdahale ediyorlar. Çocuklar ancak ondan sonra hapisten çıkarılıyorlar.
“Ahlaki olarak kusurlu” çocukların yerleştirildikleri okullar ve koloniler de cezaevlerinden çok daha iyi durumda değil. Komünist Gençlik Örgütü tarafından yapılan bir araştırma, Petrograd’daki bu tür okulların bazılarının durumuna ilişkin hüzün verici şeyler ortaya çıkardı. 1920 yılının Mayıs ayında pravda’da yayımlanan rapor, o çok sık yapılan suçlamaları doğruluyordu – “Ölü Canlar” uygulaması, çocukların istihkaklarıyla beslenen görevli sayısının artması, rüşvet ve beceriksizliğin diğer alışkanlıkları. Komisyon, örneğin bir okulda 125 çocuğa bakmak için 138, bir başkasında 25 çocuk için 38 görevli olduğunu tespit etmişti. Ve bu tür şeyler istisna değildi.
Bunun dışında komisyonun raporunda, çocukların korkunç biçimde ihmal edildikleri, kirli paçavralara sarıldıkları ve çok kirli, pis kokan, çarşafsız yataklarda yatmak zorunda bırakıldıkları vurgulanıyordu. Bazı çocuklar geceleri karanlık bir odaya kapatılarak, bir kısmı akşam ymeği verilmeyerek, hatta bazıları dövülerek cezalandırılıyordu. Rapor, resmi çevrelerde büyük sansasyon yarattı. Özel bir soruşturma açıldı, ama Amerika’da alışıldığı üzre, suçluların aklanmasıyla sonuçlandı. Komünist Gençlik Araştırma Komisyonu, olayları “abartmaktan” dolayı azarlandı. Karşı-devrimcilerin ekmeğine yağ süren raporun Pravda’da yayınlanmasının aslında bir hata olduğu ifade edildi.
Konu üzerine birkaç komünistle konuştum. Böyle şeylerin Sovyet Rusya’da nasıl mümkün olduğunu sordum. Bu soruma hep aynı beylik yanıtı alıyordum. “Güvenilir ve yeterli eleman yokluğu!” Ben de “ahlaki olarak kusurlu” diye damgalanan bu mutsuz çocuklarla çalışmak istediğimi söylüyordum.
“Lilina yoldaşı görmelisiniz,” diye akıl veriyorlardı. “Sizi iş arkadaşı olarak almaktan çok mutlu olacaktır.”
Birkaç gün sonra yoldaş Lilina’dan davet aldım. Lilina derin yüz çizgileri olan zayıf bir kadındı – Amerika’da elli yıl önce rastlanacak türden tipik bir okul müdiresi. Bana pedagoji ve psikolojinin en iyi yöntemlerinden haberdar olduğunu söyledi. Ben de ona çocuklardaki ahlaki düşkünlük teorisine inanmadığımı, hiçbir modern eğitimcinin böylesine eskimiş bir anlayışı savunmadığını, ahlaki olarak düşkün çocukların bile dejenere olmuş diye damgalanmaması gerektiğini söyleme küstahlığında bulundum. Onunla eğitimin modern yöntemleri konusunda konuştum ve Amerika’da, çocuklara yönelik iyicil ve günahkar gibi ahlaki kavramları reddeden hakim Lindsay’in ve daha birçoklarının suça eğilimli çocuklarla ilgili deneyimlerini aktardım. Bunları hepsi yiyeceğin ve her şeyin fazlasıyla var olduğu kapitalist bir ülke için doğru ve güzel şeylerdi. Ama açlığın hüküm sürdüğü Rusya’da ahlaki olarak kusurlu çocuklar uzun süren savaşın, devrimin ve açlığın sonucunda ortaya çıkmışlardı.
Bu görüşme bende, küçük kurbanlarla ilgili olarak bulunacağım her girişimin bu katı, dogmatik kadın tarafından sürekli olarak baltalanacağı yolunda bir izlenim bıraktı. O da kendi açısından komünist bir devlette çocukların eğitimini bir anarşiste teslim etmenin çok da akıllıca bir şey olmadığını düşünmüş olmalıydı. Sonuçta bu girişimimden bir şey çıkmadı.
Bu örneği, komünistlerin, sistemleri içindeki tüm rüşvet, görevi kötüye kullanmayı ve her tür beceriksizliği sürekli olarak güvenilir insan yokluğuna bağlamalarının temelsiz olduğunu göstermek için verdim. Rusya’da bulunduğum süre içerisinde, eğitim, ekonomi ve politika dışı başka alanlarda çalışmak isteyen şaşılacak derecede çok insanla karşılaştım. Ancka bunlar komünist olmadıkları için geri itilmiş, cesaretleri kırılmış ve her tür çabayı ve inisiyatifi başarısızlığa mahkum eden bir ispiyonculuk ağıyla çevrilmişlerdi.
Ukrayna’daki dört aylık gezim boyunca -tabii gayri resmi olarak- birçok çocuk yuvasın, ilkokulu, çocuk kolonisini görmek için yeterince fırsatım oldu. Ve her yerde aynı şeylerle karşılaştım: Her yerde iyi beslenmiş ve her açıdan bakımlı çocukların bulunduğu bir “gösteri okulu”nun yanında, açlığın hüküm sürdüğü normal okullar. Ve sık sık buralarda çalışan insanların, çocukların çıkarlarını savunmak için, bürokratik mekanizmayla canla başla nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Ancak çabalar hep boşa gidiyor ve bunlar sonuçta o kadiri mutlak mekanizma tarafından betaraf ediliyorlardı.
Böyle durumlarda ne yapıldığına dair çarpıcı bir olaya yurt dışına çıkışımdan kısa bir süre önce Moskova’da tanık olmuştum. Bir bölgede, Rusya’da varolanlar arasında kendi türünde en iyi organize edilmiş ve donatılmış bir çocuk yuvası bulunuyordu. Yuvanın yöneticisi uzun yıllar eğitimcilik tecrübesi olan ve yorulmak bilmeyen bir eğitimci, ender rastlanabilecek bir kadın, bir idealistti. Çalıştığı birimde kararlı bir biçimde “Ölü Canlar” yöntemine karşı mücadele etmekte, Peter’i beslemek için Paul’ü soymayı reddetmekteydi. Alttaki bölümün memurlarını rüşvet vererek kazanmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu.
Böyle durumlarda alışılmış olduğu üzre çok geçmeden söz konusu yönetici aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bu bayağı saldırının yönetici beyni, çocuk yuvasının komünist doktoruydu. Yönetici kadına karşı, temeli olmasa da, akla gelebilecek her tür suçlama yapıldı. Bütün temelsizliğine rağmen entrikalar, kadının işinden atılmasına kadar devam etti. Bu aynı zamanda kadının odasını kaybetmesi anlamına da geliyordu. Kadın dört aylık bir çocuğun annesiydi. Aylardan sonbahardı. Hava soğuktu, nemli, insanın kemiklerine işleyen bir soğuk. Buna rağmen kurum için savaşmış olan kadına evi terk etmesi emredildi. Kadın, çocuğunun yaşamını tehlikeye atmamak için, kendisine binada başka bir oda verilinceye kadar bulunduğu odayı terk etmeyi reddetti. Bunun üzerine kadına bodrum katta, en az üç yıldır ısıtılmayan, karanlık ve nemli bir oda verildi. Bu mezarlıkta çocuk hastalığa yakalandı ve o zamandan beri acı çekmekte.
Lunaçarski’nin bu tür olaylardan haberi var mı? Diğer yönetici komünistler bunları biliyorlar mı? Bazılarının bildiğine şüphe yok. Ancak bunlar çok yoğun biçimde “önemli devlet işleriyle” meşguller. Daha ötesi, böyle “ufak ayrıntılar” konusunda duyarlılıklarını yitirmiş bulunuyorlar. Dahası onların kendileri de aynı uğursuz çeberin içerisine girmiş, devasa Bolşevik bürokrasisinin birer parçası haline gelmişlerdir. Onlar da parti üyeliğinin bir sürü günahı örttüğünü bilirler.
Rusya’da geçirdiğim iki yıl içinde çok sayıda kurumu gezdim, ama çok az sayıda mutlu çocukla karşılaştım. Sadece bir kez, Archangel şehrinde bir çocuğun içten güldüğünü gördüm. Bolşevik kurumlarındaki çocukların büyük çoğunluğu, genelde, yetimhanelerde yetişen çocuklarda görüldüğü gibi, renksiz ve donuk ir görüntü veriyorlar.
Bu çocukların içine sanki kasvet çökmüş; sadece ekmeğe değil, sevgiye ve özene de muhtaçlar – bunlar kimi kimsesi olmayan, yalnız çocuklar. Onların hikayelerinin, ortalıkta dolaşan ve Rusya’da çocukların yüzyılında söz eden masallarla uyuşmadığını biliyorum. Ama zaten niyetim bu masalların ebedileşmesine destek olmak değil.
Bolşevik rejimi diğer rejimlerden değerli kılan bir diğer faktör vardı -çocuk işgücünün kullanımına son verilmesi. Bu, insanları komünistlere teşekküre borçlu kılan en önemli kazanımdı. Ancak Lenin’in Yeni İktisat Politikası’nın ölüleri çabucak dirilttiği, kapitalizmin ve özel sömürünün yavaş ama emin biçimde tekrar yerleştiği bugün, Bolşevik hükümet çok geçmeden bu alanda da diğer medeni hükümetlerle aynı noktaya gelecek ve çocuk işgücünü milli varlığın büyük bir kaynağı olarak değerlendirmeyi öğrenecektir.
Çeviri: Yakup Coşar
Not: Bu metin 2008 yılında Dipnot Yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Toplumsal Devrim’in Notu: Bu yazı Son Liberters sitesinden alınmıştır. Yazının kaynağına şu linkten ulaşabilirsiniz:  http://sonliberters.com/haber/haber_detay.asp?haberID=193

1 yorum:

  1. arkadaşlar, o yazıda murat özenç yazmanızın gereği yok. Ben yani Murat özenç o yukarıdaki yazıyı siteye(sonliberters) yükleyen kişiyim , yazıyla tek alakam budur ,o nedenle ismimi kaldırın lütfen...:))benim yazıdığım düşünülmesin lütfen...

    YanıtlaSil