22 Ocak 2012 Pazar

12 Eylül iddianamesi ne amaçlıyor?

BirGün  14/01/2012
12 Eylül darbecilerinin yargılanması için başlatılan soruşturmada savcılığın hazırladığı iddianame kabul edildi. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya için ağırlaştırılmış müebbet istenen iddianamede yakın tarihe dönük pek çok bilgiye yer verilirken fazlaca liberal saptırma ve taraftarlık boyutunda değerlendirmeler de yapılıyor. İddianamenin bütününden 12 Eylül darbe soruşturmasının sınırlarına bakıldığında niyetin gerçek suçluları ve olayları yargılamak değil, egemen siyaset içi bir arınma sağlamak olduğu anlaşılıyor.
AKP’nin, Başbakan’ın, İslamcı basında konuyla ilgili çıkan haberlerin diliyle paralellik taşıyan iddianamede 12 Eylül’e kadar yaşanan gelişmelerin derin devlet tarafından darbe yapılmasını kolaylaştırmak için yaratılan şeyler olduğu, bu yolda sağ-sol, Alevi-Sünni kavgaları çıkarıldığı anlatılıyor.

LİBERALİZME ÖVGÜLER



İddianamenin giriş bölümünde; "Yürütülen soruşturmada şüphelilerin eylemleri, demokrasi ve demokratik kurumları hedef almış olması nedeniyle öncelikle, demokrasi kavramına yer verilecek, ardından, gelinen noktada, bu günkü çağdaş anlayışa göre genel olarak benimsenen, çoğulcu demokrasi terimi üzerinde kısaca durulacaktır” deniliyor ve savcılar bu adımdan sonra akademik üslup ve fakat sığ ve aşırı taraflı bir demokrasi tartışmasına giriyor.


Bu bölümde yapılan belirlemeler bütünüyle liberalizm güzellemesine dayanıyor. Savcılar demokrasiyi çoğulcu, çoğunlukçu ve Marksist şeklinde üçe ayırıyor. Marksizm, burada yapılan tarifle demokrasi dışı ve her tür yoruma açık bir pozisyona hapsedilmeye çalışılıyor.: “Çoğulcu demokrasi ideal özgürlüğe yine özgürlük yolu ile ulaşmayı amaçlayan bir rejimdir. Bu rejimde özgürlük hem amaç hem de araçtır. Marksist demokrasi rejiminde ise özgürlük, bir araç değil sadece varılması gereken bir amaçtır. Bu amaca özgürlük kanalı ile değil ancak proletarya  diktatörlüğü  ile ulaşılabilir.”


Savcılar 1924 anayasasını çoğunlukçu, 1961 ve 1982 anayasalarını çoğulcu demokrasi içerisinde ele alıyor. 61 ve 82 anayasalarının çoğulcu niyetle hazırlanmış olmasına rağmen askeri vesayeti yansıttığı, askeri bürokrasinin sivil otorite karşısında güçlü olduğu nedenleriyle aslında çoğunlukçu oldukları ifade ediliyor. ‘Demokrasi dışı’ arayışların da bu çelişkili yapıdan kaynaklandığı anlatılıyor.


Dünyadaki demokrasi uygulamalarının, devlet-toplum ilişkilerinin masaya yatırıldığı bölümde ise gerçek bir anti komünist tarz izlenerek şu ifadelere yer veriliyor:


“Amerika ile birlikte dünyanın iki süper gücünden biri olan S.S.C.B halkına yaptığı baskı ve mezalim karşısında daha fazla dayanamamış, dağılarak, bir çok yeni devlet kurulmuştur. Şu anda Rusya olarak dünyanın ve ortak aklın kabul ettiği liberal ekonomi ve özgürlükler anlayışını kabul ederek yeniden süper güç olma yolunda ilerlemektedir.”


İddianamenin genel mantığı 12 Eylül’e gelen dönemde yaşananları bugüne kadar gelen klasik sağcı ezberin sınırlarında dolaşarak tekrarlamak. Bu doğrultuda sık sık eşitlemelere gidiliyor, halkın, çalışanların örgütlenme hakları doğrultusunda kurduğu dernekler kontrgerilla örgütleriyle bir tutuluyor ve darbeye zemin hazırlamakla suçlanıyor.


Eğitim emekçilerinin özörgütü olan TÖB-DER için; “Toplumda yasal olarak örgütlenen sivil toplum kuruluşları, ekonomik ve sosyal amaçlardan çok siyasi ve ideolojik amaçlarını ön plana çıkarmışlardı. Çalışan sayısı bakımından büyük kitleler oluşturan öğretmenler ve polisler arasındaki örgütlenmeler toplumda büyük huzursuzluk oluşturuyordu.” deniliyor. Örgütlenme demokrasilerde temel bir hak olmasına rağmen savcıların devletçi ve otoriter dili tüm örgütlenmeleri “ideolojik yapılanma” statüsüne hapsederek 12 Eylülcülerle aynılık taşıyor.


İddianamede 12 Eylül öncesinde yaşananların tamamı derin güçlerin vatandaşları birbirine kışkırtmak için kurduğu tezgahlar olarak ele alınıyor ve halkın kendi talepleri doğrultusunda örgütlenebileceği tartışmanın tamamen dışında tutuluyor.




Davos Fatihi Erdoğan, Demokratikleşme Sürecinde Hedefteki Başbakan gibi kitapların yazarı olan Ali Kuzu’nun yazdığı ve Savcıların 12 Eylül öncesinde mücadeleyi eşitleme mantığıyla paralellik taşıyan “12 Eylül İhtilali ve Onların Çocukları” adlı kitabın pek çok olayda delil olarak kullanıldığı göze çarpıyor.



İddianamede hangi olay için ne söyleniyor?



İddianamede 12 Eylül öncesinde yaşanan olaylar hakkında Savcılığın vardığı yargılar şunlar:




1 MAYIS KATLİAMI
“Olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihai hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir provokasyon olduğu ve etkili güçlerin polisin de görev yapmasını engellediği kanaatine varılmaktadır. “

1978 SİVAS OLAYLARI

“Sivas'ın demografik yapısı itibariyle Alevi ve Sünni vatandaşların birlikte yaşaması nedeniyle provokatif eylemler için uygun olması, olayda Malatya, Maraş ve Çorum olaylarındakine benzer şekilde Sünni vatandaşları, Alevi vatandaşlar aleyhine kışkırtmaya yönelik sloganların atılmış olması hususları gözetildiğinde, olayın ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı anlaşılmıştır.”


MARAŞ KATLİAMI
Maraş Katliamı sanıklarından  Ökkeş Kenger’in ‘tanık’ kabul edildiği bölümde mahkeme tutanaklarıyla 111 olduğu tespit edilen ölü sayısı ‘100’den fazla’ şeklinde ifade ediliyor. “Ölen 2 solcu öğretmenin cenazelerinin hastaneden tesliminin Cuma namazı saatine denk getirilmesi” darbe koşullarını tesis etmek için planlanan eylemler arasında gösteriliyor.

ABDİ İPEKÇİ CİNAYETİ

“Eylemde tetikçi olarak kullanıldığı anlaşılan Mehmet Ali Ağca’nın kendisine eylemi yaptıranları açıklayacağına dair  yapmış olduğu açıklamadan sonra Maltepe Askeri Cezaevinden asker elbisesi giydirilerek kaçırılması, ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek  yönetilemez hale getirilmesini isteyen güçler tarafından planlandığını göstermektedir.”


ÇORUM KATLİAMI
“Alevi ve Sünni halk kitlelerinin karşı karşıya getirilmesi, polis ve askerin olaylara müdahale etmediği, ülkücü firari sanıkların kentte rahatça gezmelerine izin verildiği, bazı subayların sağ ve sol gruplara silah ve patlayıcı verdikleri, olayın ülkede kaos çıkararak yapılacak darbeye zemin hazırlamak isteyenler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır.”


NOKTA OPERASYONU(FATSA)
İddianamenin yöntemi ötesinde, sola karşı tutumunu spesifik olarak en açık belli ettiği bölüm Fatsa ile ilgili olanlar. Delil olarak kabul edilen ve referans alınan Ali Kuzu’nun kitabında Fatsa’yla ilgili şu ifadeler kullanılıyor:


• “Ordu'nun Fatsa ilçesinde 14 Ekimde 1979 ara seçimlerinde arkasında Devrimci Yol örgütünün desteği olan Terzi Fikri adıyla üne kavuşan Fikri SÖNMEZ belediye başkanı seçildi. Terzi Fikri bu seçimlerle ilgili "Ben Fikri SÖNMEZ olarak tek başıma aday değilim. Türkiye Devrimci Hareketin göstermiş olduğu bir adayım. Bu seçim ilk defa devrimcilerin kazanmış olduğu bir seçimdir." demiştir.”


• “Terzi Fikri, karaborsa döneminde gençlerle birlikte stokçulara yaptığı baskınlarla nam kazandı. Durumu Zeki MUSLU (Fatsa CHP İlçe Başkanı): "Belediye bu karaborsacı insanlarla uğraşamayınca ne yapıyor, bu sefer o gençler karaborsa yapan insanların dükkanlarını basmaya başladı. Basıp içerde buldukları malları toplayıp, efendim halka dağıtmaya başladılar." şeklinde ifade etmektedir.”


• Belediye başkanı Terzi Fikri, halkın desteği ile düşüncelerini uygulamaya başladı. Fatsa'da 11 Halk komitesi kurdu. Yönetim bu komiteler aracılığıyla idare ediliyordu. İlçeye giriş ve çıkışlar halk komitesinin denetimi altındaydı. Gazeteciler bile uzun süre sorgulandıktan sonra ilçeye girebiliyordu. Bununla ilgili gazeteci Erhan YILDIZ yaşadığı olayı: "Fatsa'ya daha otobüslerin yanaştığı otogara girdiğimiz anda yanımızda 3 tane genç belirdi. Biz valizlerimizle uğraşırken işte niçin geldiğimizi sordular." şeklinde anlatmaktadır.


• Belediye başkanı Terzi Fikri Fatsa'da halk iktidarını kurduklarını belirtiyordu. Fatsa'nın sosyalist iktidarın çekirdeği olduğunu iddia ediyordu.


• Fatsa ilçesi, sokaklarında rahatça dolaşılamayan, resmi dairelerinde Türk bayrağı asılmayan, camilerinde namaz kılınamayan, okullarında mini mini öğrencilerine dahi sol yumruklar havada enternasyonal marşı söyletilen, devlet gücüne karşı, barikatlarla çevrilmiş, hiçbir adli ve devlet organı faaliyet gösteremeyen, bütün meselelerini 11 Halk-direniş komiteleri tarafından çözülmeye çalışılan, milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerek göçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğü bir yer haline geldi.


Savcıların değerlendirme bölümünde de Fatsa’ya ilişkin darbecilerden farklı bir mantığa sahip olmadıkları kendi ifadelerinden anlaşılıyor: “Devlet içerisinde küçük bir devlet gibi örgütlenen Ordu’nun Fatsa ilçesine, Genelkurmay Başkanı şüpheli Kenan Evren’in emriyle müdahale edilmişti.O tarihte Sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Ordu yoktu. Esasen her gün onlarca insanımızın terör olaylarından öldüğü bir ortamda, Başbakan, Hükümet ve diğer siyasi parti liderlerine doğrudan, Cumhurbaşkanına ise  doğrudan olmasa bile dolaylı olarak müdahalede bulunabileceğine ilişkin uyarı mektubu verebilecek kadar kendisini güçlü gören askeri yönetimin, terör olaylarına müdahale ederek suçluları adli merciler önüne çıkarması, toplum ve siyasi iktidar tarafından ancak takdir edilebilirdi. Fatsa  operasyonu bu yönüyle dikkate değerdir.”

ECEVİT: KITLIK / ÖZAL: REFAH

İddianamenin 3. Bölümünde darbeden önce Ecevit başbakanlığındaki son dönem için tam anlamıyla TÜSİAD jargonu kullanılıyor. “Ülkede petrol bulunamıyor, Irak parasını alamadığı için boru hattını kapatıyordu. Yakıtı olmayan çiftçi üretimi durdurmuş, ekinler biçilemiyordu. Kıtlık tehlikesi nedeniyle ECEVİT hükümeti halkın gözünden düşmüştü.” Denilerek eleştirilen Ecevit iktidarı aynı ‘kaygıları’ taşıyan TÜSİAD tarafından gazetelere verilen ilanlarla düşürülmüştü. İddianamede darbe sonrasında sivilleşme dönemi olarak adlandırılan ANAP iktidarından da övgü dolu sözlerle bahsediliyor.


4. bölümde darbenin planlanması tamamıyla iç dinamiklere indirgenerek tanıklıklar ve açık beyanlarla kanıtlanan ABD-NATO rolünün üstü örtülüyor. İddianamede darbe fikrinin; “12 Eylül öncesi askeri müdahale fikri 1979 yılının Temmuz ayı içerisinde ordunun üst kademesinde açık açık konuşulmaya başlandı. Bu tarihlerde şüpheli Kenan EVREN kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptı.” Şeklinde ortaya çıktığı söyleniyor.


5. bölümde ise darbe mağdurlarının beyanlarına yer verilirken listenin başında Muhsin Yazıcıoğlu’nun açıklamaları bulunuyor. Beyanına başvurulan diğer isimler şunlar: Nimet Tanrıkulu, Namık Kemal Zeybek, İbrahim Ünal, Yaşar Yıldırım (MHP Ankara  İl Başkanı), Celalettin Can, Gökhan Eren, Yaşar Okuyan, Mustafa Yalçıner, Mahir Kadir Damatlar (Dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı), Oğuzhan Müftüoğlu (Devrimci Yol İstanbul Sorumlusu olarak geçiyor),  Yılma Durak (MHP Marmara Bölge Sorumlusu), Selim Dindar, Orhan Miroğlu, Abdurrahman Yücel…


İŞKENCE YÖNTEMLERİ VE SORUMLULAR
12 Eylül darbesi sonrasında gözaltı ve işkence merkezlerinde uygulanan işkence yöntemleri olarak şunlara yer veriliyor:


Falaka, köpek saldırtma, zincir, germe, ayaktan asma, kule, ranza altı, kantar, kervan, sehpa, cop sokma, çek çek, lağım suyuna sokma, kitap okuma, marş söyletme, öl dediğimde, sigara içirme, banyo, sayım düzeni, gece nöbeti, lokomotif, pislik yedirme, işeme, tecavüz, hastane, verem, ayakta bekletme, konuşma yasağı, gece baskını, avukat-ziyaret dayağı, mahkeme dayağı…


Diyarbakır Askeri Cezaevi ile Mamak Askeri Cezaevi, Ankara Emniyet Müdürlüğündeki DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) olarak adlandırılan yer, Adıyaman’da Pirin Palas Hapishanesi, İstanbul’da Gayrettepe öne çıkan işkence merkezleri olarak yer alıyor. Buradaki sorumlular olarak da; Diyarbakır Cezaevinde İç Güvenlik Komutanı Esat Oktay Yıldıran, Mamak Askeri Cezaevinde ise İç Güvenlik Komutanı Raci Tetik adlı subaylar, Ankara Emniyetinde ise polis amirleri Zeki Kaman ve Dürüst Oktay  işkence uygulamalarında öne çıktıkları ifade ediliyor.


SONUÇ
Tüm bu değerlendirmelerin ardından savcılar Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın CMK’nın 250-252 maddeleri uyarınca yargılamalarının yapılarak 765 Türk Ceza Kanununun 146,80,31 ve 33 maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarını, yani ağırlaştırılmış müebbet hapislerini talep ediyorlar.
Yazının aslı:   http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1326536113&year=2012&month=01&day=14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder