15 Eylül 2011 Perşembe

Dinler ve sosyalizm

Etyen Mahçupyan   15/09/2011  Zaman

İdeolojiler olmasa hayatı ve dünyayı anlamlandırma şansımız pek fazla olmazdı. Etrafımızdaki karmaşayı ayıklayıp tutarlı bir basitliğe indirgeyerek, bizlere rehberlik edecek bir önermeler dizisine ihtiyacımız var.

Bu açıdan örneğin sosyalizmle İbrahimi dinlerin pek büyük bir farkı yok. Hepsi de var olanın yanlışlarına karşı uyarılarda bulunup, olması gerekene işaret ediyorlar. Aralarındaki fark genel yargıya göre sosyalizmin bilimsel bir akıl yürütmeye, oysa dinlerin vahiyle gelen doğru davranış işaretlerine dayanması. Ne var ki sosyalizmin 'bilimsel' addedilmesini de fazla abartmak mümkün değil, çünkü bilimin kendisi metafizik bir zemine oturmakla kalmıyor, insan zihninin gerçekliği ne derece 'olduğu gibi' algılayabildiği konusunda da güvenilir bir bilgimiz yok. Dolayısıyla bilimle din arasındaki farklılığın 'son kertede' göreceli olduğunu kabul etmek durumundayız. Ayrıca bilimi tutarlı ve bağımsız bir algılama yolu olarak kabul ettiğimizde de, sosyalizmin dayanaklarının bilimsel açıdan epeyce zayıf kalacağını görmekte yarar var.

Bu durum sosyalizmi dinlere büyük ölçüde yakınlaştırıyor. En belirgin fark zamana ve özneye ilişkin... Dinler zamandan bağımsız olarak 'doğru' davranışı kişi için tanımlıyor. Sosyalizm ise zamanı bir değişken olarak görüp, toplumsal kesimlerin belirli bir zaman aralığındaki doğru davranma kalıbını öneriyor. Özne konusunu da çok önemsemeyebiliriz... Ne de olsa dinlerin hepsi cemaatçi ve ancak cemaat hayatı içinde yaşama şansı bulabilirken, sosyalizmde de bir 'kişi ahlakı' meselesi var. Diğer bir deyişle, öncelikler farklı gibi gözükse de, sosyalizm ve dinler sorumluluk dağıtımında birbirinden çok uzak değiller.

Böylece geliyoruz eldeki son farklılığa: Dinler değişmemesi gereken, her dönem ve coğrafya için doğru olanı vurguluyor ve 'zararlı' değişimlere karşı uyarıyor. Sosyalizm ise değişimi esas alarak her dönem ve coğrafya için farklı bir doğru önerebiliyor. Ancak sosyalizmin de fazla rölativist bir duruşa tekabül etmediğini hatırlamakta yarar var. Çünkü doğrunun konjonktürel yönü ne denli öne çıksa da, sosyalizmin de aynen dinler gibi her dönem ve coğrafya için geçerli olan 'esas' doğruları mevcut. Konjonktürel olan ancak bu 'esas' doğrunun içinden üretilirse anlamlı... Öte yandan dinlerin de bu anlamda epeyce esneklik taşıyabildiklerini, kendilerini içtihat yoluyla değişime adapte ettiklerini biliyoruz.

Bu tablo sosyalizmin bir tür la-dini din olduğunu söylüyor, ki tarih çalışmaları ışığında bakıldığında, bu yanlışlanması pek kolay olmayan bir tez. Meselenin temelinde haksızlığa karşı çıkmak, vicdanın sesi olmak var... Dinler de sosyalizm de, var olan sistemdeki adaletsizliğe karşı alternatif bir dünya sunuyor. Bu nedenle tarih boyunca hak mücadelesi yapanların dinlerin veya sosyalizmin kuşatıcı öğretileri altında toparlandığını görüyoruz. İstenen şey geleceğin farklılaşması, adaletsizliğin sürmemesi. Bu amaçla dinler kendi kutsal öğretilerine dönülmesini, sosyalizm 'sömürüsüz' bir dünyaya doğru gidilmesini öneriyor.

Böyle bakıldığında dinler de sosyalizm de 'insan' olmakla, hemcinsleriniz için sahih duygular beslemekle doğrudan ilintili. Vicdansızlığın sistemleşmesi tehlikesi karşısında insanlığın bu yolları üretmesini olumlu olarak değerlendirmemek imkânsız.

Ne var ki dinler de, sosyalizm de pek parlak olmayan bir zihniyet zemini üzerine oturmakta. Otoriter zihniyet bütün bu 'yolların' içine sinmiş durumda. Muhakkak ki bunun bir nedeni söz konusu yolların takipçilerinin zihniyeti ve kültürü... Dindarların veya sosyalistlerin otoriter zihniyette olması durumunda öğretinin de bu anlayış içinde şekillenip somutlaşacağı açık. Ancak dinlerin ve sosyalizmin, takipçilerini kolayca otoriterliğe yöneltebilecek ortak bir yönleri var: Doğruyu bilinebilir sanmanın ötesinde, o doğruyu bildiklerini vazediyorlar. Yanlışa itiraz etmenin yarattığı toplumsal enerjiyi, doğruyu gerçekleştirmenin siyasetine dönüştürebiliyorlar. Dinlerin ve sosyalizmin bu yönü ise en fazla otoriter zihniyetteki insanlara cazip geliyor. Çünkü ellerindeki öğreti ne olması gerektiğini söylediği ölçüde, bunu bir an önce ve ne pahasına olursa olsun gerçekleştirerek 'adaleti' yeniden tesis etmek anlamlı gözüküyor.

Böylece çeşitli dindarlık hallerinden veya solculuklardan kalkarak şiddete meyletmenin yolu açılıyor. Bu nedenle bugün dinlerin ve solun içinde bir zihniyet tartışması tomurcuklanmakta. Çünkü açıktır ki bu geniş entelektüel alanda otoriter zihniyette olmayanlar da bulunmakta.

Giderek şunu anlıyoruz: Önemli olan 'doğru' ideolojik konumda değil, 'sağlıklı' bir zihniyet yapısında olabilmek. Dinlerin de solun da yaşaması buna bağlı ve unutmayalım ki haksızlıklara işaret ederek, bizleri arındırabilecek yollar da ancak oralardan çıkacak...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder