Amaç, örgütlenme, iş yapma
İnsan yaşamının uygar döneminde yaşamın ana düsturlarından biridir, bu üçleme.
Bu amaçlardan herhangi birinin, ya da sürecin tamamının bir fetiş haline getirilmesi, arzu edilen amaca hizmet etmez. Tam tersine sürecin sonunda, başlanılan noktaya dönülmesi, sebebiyle hayal kırıklığına yol açar. Nitekim böyle de olmuştur, geçtiğimiz dönem yaşanan deneylerde.
İnsan yaşamının uygar döneminde yaşamın ana düsturlarından biridir, bu üçleme.
Bu amaçlardan herhangi birinin, ya da sürecin tamamının bir fetiş haline getirilmesi, arzu edilen amaca hizmet etmez. Tam tersine sürecin sonunda, başlanılan noktaya dönülmesi, sebebiyle hayal kırıklığına yol açar. Nitekim böyle de olmuştur, geçtiğimiz dönem yaşanan deneylerde.
Sürecin tamamının fetiş haline getirilmesinin, insan tarihinin, uygarlık öncesi uzun tarihsel dönemi boyunca bu tür kavramların ve davranış tarzının egemen olmayışı, bu davranış tarzının esasen egemen sınıf tavrı olduğunu gizlemesi anlamında tehlikeli bir yönü de vardır.
Çünkü, niyetlerden bağımsız, her örgütlenme bir amaca dayanır. Amaç ise bir çıkar elde edilmesi demektir. Dar bir kesimin çıkarları temelli bir yönelim ise, başlangıçta başarı sağlasa bile toplumun diğer kesimleri üstünde bir egemenlik kurulmasına yol açar. Bu anlamda amacı, çıkarı, tüm insanlığın, parçası olduğumuz doğanın tümünün çıkarı olarak tarif etmek doğru olur.
Amaç, düşünsel olarak zihinlerde doğar. Buna iradenin oluşması denir. İradenin oluşumu kendiliğinden, nasıl ve kimlerle sorusunu getirir. Buna ise örgütlenme diyoruz. Ardından ise işin hangi yoldan, neler yapılarak kotarılıcağına cevap dönemi ve pratik gelir.
Başka bir dünyanın mümkün olabileceğini düşünen, buna en geniş özgürlükler ortamında ulaşılacağını, düşünüldüğünü varsaydığım bu grupta, henüz işin başında, yani iradenin ortaya çıkması noktasındayız bana göre.
İrade iki türlü ortaya çıkar, birincisi, kendilerince ne yapacaklarından emin olan, bazı kararlara varmış bulunan dar bir kesimin belirlemesi ile, ikincisi ise, katılabilecek herkesin fikrini söylemesinin ortamını kurarak ve bu ortamı ihlal etmeye yönelik girişimleri engelleyerek, tartışmayı tüm boyutları ile teşvik ederek.
Ben ikincisinden yanayım.
Birinci tavır savunucularının, varsa tabii ki, daha oluşum aşamasında, umudun yeşerebileceği zemini, özgürlük ortamını berhava edeceklerini de söylemeliyim.
Fikri olanın söylemesini, biz biliriz bu işleri, tartışma da neymiş havasının kimseye bir yarar getirmeyeceğini eklemek gerek mutlaka.
Bir şeyi daha hatırlamak gerekir, insanlar arasında ki en doğrudan iletişim şekli yüz yüze olanıdır.
Fikri olan, ortak irade sonucu belirlenen İstanbul toplantısına katılsın bence. Yüz yüze konuşma şansıdır bu toplantı. Doğrudandır.
Herkese esenlikler dilerim.
Yorumlar
vicdani Görüş belirterek gönül yolunda
olalım...İnşallah Konuşuk kalabiliriz...baki selamlar..
…”Başka bir dünyanın mümkün olabileceğini
düşünen, buna en geniş özgürlükler ortamında ulaşılacağını, düşünüldüğünü
varsaydığım bu grupta, “henüz işin başında, yani iradenin ortaya çıkması
noktasındayız” (vurgu bana ait ÇS) bana göre.
İrade iki türlü ortaya çıkar, birincisi,
kendilerince ne yapacaklarından emin olan, bazı kararlara varmış bulunan dar
bir kesimin belirlemesi ile, ikincisi ise, katılabilecek herkesin fikrini
söylemesinin ortamını kurarak ve bu ortamı ihlal etmeye yönelik girişimleri
engelleyerek, tartışmayı tüm boyutları ile teşvik ederek.
Ben ikincisinden yanayım” ...
Ben ikincisinden yanayım” ...
BU
GÖRÜŞÜNE “BAZI FARKLARLA” AYNEN KATILIYORUM.
Bunun
olabilmesi için;
1- Özellikle hareket örgütlendiğinde, kurumsallaştığında,
katılım arttığında farklı görüşlerin “ÖRGÜT
İÇİ TEMSİLİYETİNİN”, “İFADE ve ÖRGÜTLENME” ÖZGÜRLÜĞÜNÜN güvence altına alınmış olması gerekir.
Ben bunun
NİSBİ TEMSİL ile mümkün olacağını düşünüyorum.
Bunu
egemenlerin uyguladığı, ÇOĞUNLUKÇULUĞU güvence altına alan TEMSİLİ SİSTEM ile
karıştırmamak gerekir.
2- …” kendilerince ne yapacaklarından emin olan, bazı kararlara
varmış bulunan dar bir kesimin belirlemesi ile” …
Bu
durumun “kendilerince ne yapacaklarından emin olan, bazı kararlara varmış
bulunan dar bir kesimin” varlığı yeni oluşan hareketlerin özellikle başlangıç
aşamalarında var olan real bir durumdur.
Şu an
grubumuzda da yaşanan da tam budur. Yeni bir fikrin, yöntemin ortaya çıkışı, oluşması,
kabul görmesi çoğunlukla zaman almaktadır, bunun için “öncü” savunuculara, örgütleyicilere
ve ortaklaşmak yada asgari müştereklerde birlikteliği (yada uzlaşmayı) sağlamak
için belli bir sürece gereksinim vardır.
“belirlenmesi
ile” kısmı ise ortak itiraz noktamızdır.
Kendilerince
ne yapacaklarından emin olan, bazı kararlara varmış bulunan “dar bir kesimin belirlemesi
ile” durumu “ÇOĞULCULUK” değil ÇOĞUNLUKÇULUĞUN bir sonucudur, egemenlerin ve “ŞEFLERİN”
statükolarını korumalarının tam bir aldatmacasıdır. Bunun çözümü ise bence 1. Maddedir.
3- … “Bir şeyi daha hatırlamak gerekir,
insanlar arasında ki en doğrudan iletişim şekli yüz yüze olanıdır” ...
Bu belli
şartlarda ve az sayıdaki topluluklar için uygulanan bir genel doğrudur.
Fakat
belli bir sayı aşıldığında zaman ve üretkenlik yönünden “yüz yüze olmak” imkansızlaşabilir ve verimi düşürebilir.
Örneğin
10-15-20 kişi için bu “en iyi en verimli yöntem” olabilir. Fakat katılım sayıları artığında, yüzlere, binlere ve
ülke genelinde örgütlenildiğinde binlerin çok üzerinde rakamlara varıldığında ve
karara varılacak konular çeşitlenip arttığında, bu durumda yeni yöntemler
bulmak, iletişim teknolojisinin imkanlarından yararlanıp “özneyi” yani “bireyi”
kararların oluşumuna ve kararların alınımına katılmalarını sağlamak gerekir.
Bu da ancak, bence belli bir örgütlülüğü ve
demokrasi kültürünü içselleştirmiş olunmakla mümkün olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder