8 Nisan 2015 Çarşamba

BİRAZ DA EMPATİ YAPALIM

Hasan Güngör 07.04.2015  Facebook Doğrudan demokrasi
Komünist partilerin en önemli özellikleri dünyayı ve dünyadaki gelişmeleri doğru biçimde algılayıp, onu belgelendirip, ona uygun olarak programlar oluşturup gene ona uygun olarak da taktik ve stratejiler belirlemeleri ve bu doğrultuda örgütlenmeleri, mücadele vermeleridir. 
Komünist partilerin amacı tüm dünyayı yaşanır hale getirmektir. Hiçbir sömürünün ya da egemenliğin bulunmadığı yani doğadaki tüm canlıların kendi doğalarında yaşamaları gerektiği en iyi koşullarda yaşamalarını sağlamaktır. Çevreye ve doğaya, insanlığa zarar veren tüm etmenlerin ortadan kaldırılmasıdır. 


Komünistler üretimin toplumsallaşmış olması ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi tespit ettikleri için de bu savaşımın birinci adımının üretim araçlarının özel mülkiyetten kurtarılması ve kolektif mülkiyete dönüştürülmesinde görmektedirler. Bunu sağlamanın yolunu ise bu üretim araçlarını; üretim araçlarında çalışanların yani işçi sınıfı tarafından kolektifleştirebileceği düşüncesinden hareket ederler. Bu nedenle de sınıf mücadelesine önem verirler. 

1960-1970’lerden sonra liberalizm, yeni liberalizm diğer yazılış biçimiyle neoliberalizm olarak yeniden ortaya çıkmış ve 1980’lerden sonra da dünyaya yayılmaya başlamıştır. Sosyalist sistemin çöküşüyle birlikte ise ne yazık ki eski komünist, sosyalist ve devrimci geçinenler tarafından da şu veya bu yönüyle benimsenmiş ve savunulmaya başlanmıştır. 
Liberalizin eskisi de, yenisi de emperyalist-kapitalizmin dünya egemenliği politikasıdır. (Neoliberalizm ise İngiliz İşçi Partisi’nin başkanı olan Margaret Thatcher ve ABD başkanı Ronald Reagan, tarafından başlatılmıştır.) Neoliberal politikalar emperyalist-kapitalistlerin sahip olduğu ulus-ötesi şirketler aracılığıyla dünya egemenliği politikasıdır. Bunu sağlamak için her türlü malzemeden de yararlanmaktadırlar. 

Emperyalist-kapitalistler işçilerin örgütlenmeleri ve sınıf mücadelelerini kendileri için tehlike olarak görmektedirler. Çünkü emperyalist-kapitalistlerin sahip oldukları üretim araçları üzerinde çalışanlar yani işçiler onların baş düşmanıdır. Emperyalist-kapitalistlerin sahip oldukları üretim araçlarını toplumsal mülkiyete dönüştürebilecek tek sınıf işçi sınıfıdır. Bu nedenle de Emperyalist-kapitalistler için öncelikle baş düşmanı yani işçi sınıfını ve onun örgütlenmesini, mücadelesini etkisiz hale getirmek birincil sorunu olmuştur. Komünistlerin işçi sınıfına ve sınıf mücadelesine verdikleri önem de işte burada yatmaktadır. 

Neo liberaller, özgürlük, demokrasi, dünyanın ve dünyadaki ulusların özgürleşmeleri, demokratikleşmeleri vs gibi söylemler ileri sürmektedirler ve yaygınlaştırmaktadırlar. Dünyayı demokratikleştirmek için gerek gördüklerinde o ülkenin topraklarını işgal etmektedirler. Ülkelerde din, mezhep ve etnik kökenlerine göre ayrışmalarını ve ayrı devletler biçiminde örgütlenmelerini ve böylece de özgürleşmeleri gerektiğini söylemektedirler. Bugün ki ulus devletlerin özgürlükleri ve ekonomik gelişmeleri engellediğini ileri sürerek ulus devletlerin korumacı politikalarının ve aynı zamanda ekonomiye şu ya da bu şekildeki müdahalelerini de o ulusların gelişmelerinde bir engel olarak düşünmektedirler. Bunları o kadar masumane yapmaktadırlar ki eski, komünist, sosyalist, devrimcilerin bir bölümü hemen atlamışlardır. Farkında olarak veya farkında olmaksızın bu düşünceleri savunur duruma gelmişlerdir. Biraz daha devrimcileştirerek. Burada amacımız ulus devleti savunmak değil, somut bir gerçekliği ortaya koymaktır. Komünistler kapitalist olan veya olacak olan her devlet biçimine karşı sosyalist devleti savunurlar. 

Bazı arkadaşlarımız işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi ile ilgili yazılarımızdan rahatsızlık duyuyor olacaklar ki sınıf mücadelesini öne çıkaranlara; bırakın artık bu lafları da elinizi taşın altına koyun demektedirler. Arkadaşlarımızın anlayamadığı şudur. Bilerek ya da bilmeyerek kendi yaptıkları yüzünden komünistlerin eli taşın altından çıkmıyor bir türlü ve sürekli elleri eziliyor. Komünistler tam taşı kaldırıyorlar ki. Bugün ki örgüt ve yapılar ayrıca onların izleyicilerinin yaptığı veya izlediği neoliberal politikaları yüzünden taş gene komünistlerin elinin üstüne düşüyor.
Örneğin CHP’nin Laiklik eylemleri ve mitingleri öylesi eylemlere dönüştü ki sanki sunni ve türbanlı hatta başörtülü insanlara karşı bir savaş niteliği aldı. Sonuçta bütün sunnileri ve başörtüsü takanları (MHP’lileri dahi) AKP’ye yöneltti ve AKP’nin güçlenmesini sağladı.
Ama CHP’nin laiklikle hiçbir ilgisi olmadığı daha sonra Fetullahçılarla yaptığı ittifaklarda ortaya çıktı. Diğer bir yandan kendilerine sosyalist, komünist diyen birçok insan da dâhil face sayfalarında bu insanlara söylemediği laf kalmadı. Çünkü mücadele sınıf savaşı değil, ne idiğü belirsiz insanları kamplaştırma projeleri idi. 7 Haziran seçimlerinde de buna benzer kamplaştırma projeleri çeşitli yapılar ve örgütler tarafından daha farklı bir boyutu ile uygulanmaktadır. Ama hiç kimse işçi sınıfının örgütlendirilmesinden ve onun sınıfsal mücadelesinin gereğinden bahsetmemektedir.
AKP’yi ve diğer burjuva partilerini alt etmek istiyorsanız bugün sayıları 12 milyonu bulan ve aileleri ile beraber 30 milyonun üzerine çıkan ve bunlara memur ve memur ailelerini, çeşitli işsiz yoksulları da eklediğinizde bu ülkenin en kalabalık kesimlerini oluşturan bu kesimlere uygun politikalar oluşturmak zorundasınız. Şayet gerçekten AKP ve diğer burjuva partilerinin karşısında iseniz yapmanız gereken şey bu partilere oy veren işçileri, emekçileri kendi sınıf eksenleri etrafında örgütlemektir. Onları uyduruk kamplara bölmek değil. 

Bazı arkadaşlarımız da bize diyorlar ki Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’ye demokrasi gelmez. Bu doğru olsaydı bugün Irak’da demokrasi olurdu. Çünkü Irak’da Barzanı yönetiminde özerk bir Kürt devleti kurulmuştur ama Irak’a demokrasi gelmemiştir.
Barzani ulus-ötesi şirketlerle hatta Türkiye’deki Kürt halkının baş düşmanı ilan edilen TC hükümeti ile işbirliği içerisindedir. Gene bu şekilde yani ulusal ayrılmalar yoluyla demokrasiler oluşsaydı ki Yugoslavya 7 ayrı ulusa bölündü ama hiç birinde gerçek anlamda herhangi bir demokrasi oluşmadı. Peki ne oluşuyor. Sömürge demokrasiler.
Bugün Yugoslavya’dan ayrılan tüm devletler AB ve ABD emperyalistlerinin sömürgeleri durumuna gelmişlerdir. Afrika’daki ayrışan ülkelerin de hiç birine demokrasi gelmemiş tam aksine buralar da emperyalist-kapitalistlerin sömürgeleri durumuna gelmişlerdir.Gerçi sömürge demokrasisi de sonuçta bir demokrasi. (Demokrasi bir sınıfın diğer bir sınıf üzerindeki baskısıdır) 

ABD’nin bir bakanı ben kendi elimle Kürt devletini kurup Kürtlere teslim edeceğim diyor. Emperyalist ABD neden bir Kürt devletinden yana olsun ki, çünkü burada kurulmak istenen Kürt devleti sosyalist bir Kürt devleti değildir. Demokratik özerk bir devlet olacaktır ki, neoliberalizmin ideolojisi yıllardır ulus devletler yerine özerk ve yerel bölgeler projesidir. Bundan dolayı ABD’li ve Avrupalı vs tüm emperyalist-kapitalistlerin böylesi projelere destek vermeleri mümkündür. Çünkü ortada kendi sınıfsal konumlarını tehlikeye düşürecek ve bu bölgede bulunan üretim araçlarının kolektif mülkiyete dönüştürecek bir tehdit görülmemektedir. Hatta burada bulunan güçlü ekonomik, askeri ve siyasi örgütleri sayesinde bölgenin Barzani Kürdistan’ı gibi sömürgeleştirebilmesi daha da kolaylaşacaktır. 

Arkadaşlarımız sürekli Kobani ve Rojava örnekleri sunmaktadırlar. Komünistler elbette ki bu bölgedeki işçi ve emekçilerin emperyalist-kapitalizmin sömürgeleri durumuna düşmeden ayakta kalmalarını tabi ki isterler. Bundan en çok sevinenler komünistler olur. Ama hem komünistler hem de emperyalist-kapitalistler şunu çok iyi bilirler ki yeterli ölçüde sermaye ve teknoloji birikimleri olmayan devletler (büyüklükleri ve küçüklükleri ne olursa olsun) emperyalist-kapitalizmin sömürgeleri olmaya mahkûmdur.
Birara Yunanistan’daki Sayrıza hareketini bize devrimci bir ayaklanma hatta bazı örgütler Sayrıza hareketinin devrimci programı diye sitelerinde yayınladılar. Ancak Sayrıza cephesi iktidara gelir gelmez Emperyalist-kapitalistlerin yeniden kucağına düştü. Çünkü Yunanistan AB’ye girdikten sonra Yunan ekonomisi batırıldı işletmeleri özelleştirildi ve çoğu kapatıldı. Bu durumda Yunanistan’ın sömürgeleştirilmesi çok zor bir durum değildi. Ve emperyalist-kapitalistlerin sömürgesi durumunda kaldı.
Aynı zamanda bilmem şimdi hatırlayacaklar mı? Orta-doğuda başlayan ayaklanmalara da çoğu devrimci örgüt devrimci bir öz vermeye çalıştı. Ancak bunların bugün devrimci ayaklanmalar olmadığı emperyalist-kapitalistlerin bölgeyi sömürgeleştirme politikalarının bir parçası olduğu ortaya çıktı. Ama unutma unutturma diye slogan atan arkadaşlarımız bunları çabuk unutuyorlar. Demirel’in dün dündür bugün bugündür politikasını çok iyi öğrenmişler. 

Bütün bu türden düşünceler aslında işçi sınıfının örgütlenmesinin ve mücadelesinin karşısına dikilen ve onun yerine ne idiğü belirsiz bir halk savaşını öne koymaya çalışanların anlayışlarıdır. Sovyetlerin çöküşü dünyada liberal ve anarşist akımların ve görüşlerin yaygınlaşmasını doğurmuştur. 

Komünistler bilirler ki Emperyalist-kapitalist sistem var oldukça ulusların ya da insanlığın özgürleşmesi söz konusu değildir. Emeğin sömürülmesi ister istemez her şeyin sömürüsünü de beraberinde getirir. Dünyanın herhangi bir yerinde şayet emek sömürüsü varsa orada, doğanın sömürülmesi, kadın emeğinin ve çocuk emeğinin sömürülmesi ve ulusların sömürgeleştirilmesi de mutlaka vardır.
Dünyanın herhangi bir yerinde emeğin sömürüsü var ise, orada, yoksulluk, açlık, kültürsüzleşme, ve halklar arası savaşlar, din ve mezhep savaşları mutlaka vardır, var olacaktır. İşte bu nedenden dolayıdır ki komünistler işçi sınıfının örgütlenmesine ve mücadelesine ayrı bir önem verirler. Komünistler bilirler ki üretim araçları emperyalist-kapitalistlerden işçi ve emekçilerin eline geçmediği sürece bu sıkıntılar çekilecektir. Dünyayı savaşsız, sömürüsüz ve aynı zamanda tüm ulusların eşit ve özgür bir biçimde yaşamalarının tek yolu sosyalizmle mümkündür. 

Bazı arkadaşlarımız derler ki siz ulusal sorunu sosyalizmin sonrasına atıyorsunuz bu halklar özgürleşmek için sizin sosyalist devrim yapmanızı mı bekleyecekler. En basidinden ülkemizde 12 Eylül öncesindeki verilen mücadeleyi saymaz isek PKK 35 yıl boyunca silahlı mücadele verdi ancak bugün geldiği nokta silahların bırakılması, ortak örgütlenme ve demokrasi savaşımıdır. (geldiği noktanın yanlış olduğunu söylemiyoruz, eksik olduğunu söylüyoruz). 12 Eylül’ün yenilgisinden sonra eskiden çeşitli, komünist, sosyalist ve devrimci örgütlerde yer alan birçok insan o gün ortaya çıkan SHP’de canla başla çalışıyorlardı.
Bu arkadaşlarımıza bu partilerde harcadığınız eforu sosyalizm mücadelesi için harcayacak olsanız emin olun sosyalist devrimi rahatlıkla yaparız diyordum. Bu arkadaşların önemli bir kesimi bugün kimi HDP kimi BHH, ÖDP ve bazıları da CHP içerisindedirler.
Bizim sosyalist devrimimizi beklemeye tahammülü olmayan bu arkadaşlar dün bulundukları SHP ve CHP’de olduğu gibi bugün de yeni örgütlerinde ne yazı ki sadece demokrasi mücadelesini verme çabaları içerisindedirler. Komünistler bilirler ki her türlü demokrasi savaşımı sosyalizm mücadelesi ile bütünleştirilemez ise ortaya çıkacak olan sadece ve sadece sömürge demokrasileridir.

Neoliberalizmin sizlere vereceği sömürge demokrasileridir. Elbette ki seçim sizlerin Ulusların nasıl ki kaderlerini tayin hakkı var ise, İnsanların ve hatta sınıfların da kendi kaderlerini tayin hakları vardır. 
İnsanlar hak ettikleri biçimde yönetilirler. 
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder