25 Mayıs 2013 Cumartesi

Sol Liberalizmin Serüveni








Muhafazakârlığın Elli Tonu: Sol Liberalizmin Serüveni
Can Semercioğlu
Sol liberalizm, Türkiye’de son on yıllık dönemde önemli olgulardan biri haline geldi. Gerek siyasal konumlanışı, gerekse ideolojik referansları açısından hem sol adına söz söylemeye hem de mevcut sistemin kendini idame ettirmesine doğrudan destek vermeye girişmesi Türkiye solu açısından da büyük önem arz etmekte. Ancak sol liberalizm son on yılda hızla güç kazanırken, serüveni daha eskilere dayanıyor. Berlin duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliğinin çökmesinin ardından Marksizmin ve sosyalizmin geçersizliğinin ilan edilmesi solun büyük bir bölümünün klasik değerlerden, siyasetten ve kuramdan kopmasına sebep oldu. Özellikle 1968’de Fransa’da başlayan kitlesel protestoların dünya genelinde başarıya ulaşamamasıyla birlikte bütünlüklü işçi hareketleri, yerlerini etnik, cinsel, kentsel, ekolojik, kültürel vs. mücadelelere bıraktı. Bunlar “eski tarz” mücadelelerin hiyerarşi yarattığını ve tarihte başarısız olduğunu iddia ederek tikel ve parçalı hareketlerin başarılı olacağını söylüyordu. Yeni toplumsal hareketler olarak tanımlanan bu hareketlerin başlıca özelliği ise Marksizmi reddetmesiydi, Marksizmin yerine farklı bir siyasallık tanımı yapmasıydı. ‘90’lardan sonra bu hareketler güç kazandı ve sol liberalizmin ana kaynağını oluşturmaya başladı.
Yeni dünya düzenine uygun muhalefet
Sol liberal siyaset yeni toplumsal hareketlerle birlikte doğrudan ideolojik olanı dışlayan, bunun yerine farklı alanlar açan bir siyaseti öngörmektedir. Bunda post-modernizmin özünde bulunan “köksüzlüğü” görmek mümkün; nitekim ideolojik-maddi olanın dışlanması siyaseti gündelikleştiren ve çıkar adına türlü hamlelerin yapıldığı bir oyun haline getirmektedir. Sol liberalizm kendini iktidarın dışında tanımlamakta ve “yeni dünya düzenine uygun bir muhalefet”ten söz etmektedir. Yeni dünya düzenine uygun olmaktan aslında iki şey anlaşılabilir: Birincisi, kapitalizmin değişen dinamiklerine karşı mücadele araçlarını güçlendirmek ve yeniden örgütlemek; ikincisi de iktidarla araya zarar vermeyi önleyen bir mesafe koyarak, düzeni rahatsız etmeyecek bir muhalefet yapmak. Sol liberalizmin tarihi çok açık bir şekilde gösteriyor ki, önümüzde duran seçenek ikincisi.
Muhafazakârlık bunun neresinde?
Solun savrulması liberalizme doğru olurken, değişen dünya düzeni de benzer bir stratejiyi benimsiyordu. Son yirmi yıldaki neo-liberal uygulamalara bakarak bunu görmek mümkün: ekonomide post-Fordizm, desantralizasyon; siyasette teknokratik merkezi iktidar çevresinde kümelenen güçlendirilmiş yerel yönetimler; kültürde tüketim eksenli farklılaşma vs. Sol liberalizmin de talepleri bu yöndedir ve kazanımlar oluşturmaya dönük alan siyaseti onların söylemlerini iktidarın belirlemesine izin vermektedir. AKP’nin askeri vesayet, demokratikleşme, barış gibi konularda kullandığı söylemlerle sol liberallerin söylemlerine bakıldığında aradaki açının çok dar olduğu görülebilir. Sol liberalizm, topyekûn bir değişimi, devrimi reddederek bunun yerine tedrici bir demokratikleşme ile toplumsal değişimin gerçekleşeceğini söyler. Aslında bu hem klasik hem de yeni muhafazakârların siyasetinin özünde bulunan bir şeydir. Arzulanan dönüşüm de sosyalizm değildir, buna daha çok “alternatif kapitalizm” demek mümkündür.
İktidara eklemlenen muhalefet
Sol liberalizm “aşağıdan” gelen yatay halk hareketleri ile sözünü ettiği demokratikleştirmeyi gerçekleştireceğini ifade etse de güncel örnekler sol liberalizmin daha çok uzlaşmacı bir kültürü savunduğunu göstermektedir -ki kendileri de bunu reddetmemektedirler. AKP iktidarında sol liberalizmin aldığı konumlara bakarak da sol liberalizmin siyasetinin aslında iktidarın söylemiyle belirlendiğini görebiliriz. 2009’daki Kürt açılımında, referandumdaki “yetmez ama evet”te ve günümüzdeki çözüm süreci ve yeni anayasa çalışmalarında bu apaçık görülmektedir. Bu örneklerin ayırt edici özelliği sol liberallerin bir şeye destek vermeleri değil, destek verdikleri şeylerin neye işaret ettiğidir. Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği kahvaltılara katılan, AKP’ye ilericilik atfeden sol liberal “aydın”lar iktidardan talep etme, taviz verme ve en nihayetinde uzlaşma ile sol liberal siyasetin sözcülüğünü yapmaktadırlar. Hâlihazırda sol liberalizmin kavramsal çerçevesi de buna uygundur: diyalog, çokseslilik, çokkültürlülük, uzlaşma kültürü… İlginçtir ki yeni-muhafazakâr iktidarlar çok açık bir şekilde neredeyse bu kavramsal çerçeveyi kullanmaktadır. Bu da sol liberalizmin “iktidarla araya zarar vermeyi engelleyecek düzeyde bir mesafe koyarak, düzeni rahatsız etmeyecek bir muhalefet” yaptığını bir kez daha göstermektedir. Nitekim sol liberalizm iktidara eklemlenerek kendine toplumsal meşruiyet dayanağı bulmakta, ancak bunu yaparken de iktidara hiçbir zarar vermemektedir.
Muhafazakârlığın en koyu hali: Siyasal İslam
Türkiye’de sol liberalizmin muhafazakârlıkla olan ittifakı ise siyasal İslam ile karakterize olmaktadır. Sol liberalizm siyasal İslamı inanç özgürlüğü adı altında (tıpkı iktidarın yaptığı gibi) meşrulaştırarak ona bir zemin kazandırmaktadır. Sol liberaller, sivil toplumdan, yerelleşmeden/küreselleşmeden ve bireysel özgürlüklerden söz ederler. Onlara göre yerelliklerde bulunan cemaatler birer sivil toplum kuruluşudur. Devlet-toplum karşıtlığının sol liberalizmin temel tezi olduğu bilindiğine göre, cemaatler, dolayısıyla da siyasal İslam “devrimci” bir güç haline gelmektedir. Bütün ideolojiyi, siyaseti ve tarihsel anlayışı tepetaklak eden bu yaklaşımla birlikte cemaatlere destek verilmesi, daha çok söz hakkı verilmesi ve yerelliklerin güçlendirilmesiyle cemaatin toplumsal etki alanının artması söz konusu olmaktadır. Bu da toplumun söz hakkının cemaatlere verilmesi, toplumun sert bir depolitizasyona uğratılması demektir. Sol liberalizmin özünde bulunan muhafazakârlığın siyasal pratikteki en radikal uygulaması siyasal İslam olmaktadır.
Sol liberalizmin iktidara eklemlenme süreçleri, siyasal stratejileri ve uzlaşmacılıkla şekillenen kendilerini pasif biçimde ortaya koyuşları, çok açık bir biçimde iktidarda olan muhafazakârlık/yeni-muhafazakârlık ile kurdukları bağlarla karakterize olmaktadır. Gelinen nokta ve yaşananlar göstermiştir ki, muhafazakârlık sol liberalizmin siyasetinin önemli bir sacayağını oluşturmaktadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder