Muhafazakârlığın
Elli Tonu: Sol Liberalizmin Serüveni
Can Semercioğlu
Sol liberalizm,
Türkiye’de son on yıllık dönemde önemli olgulardan biri haline geldi. Gerek
siyasal konumlanışı, gerekse ideolojik referansları açısından hem sol adına söz
söylemeye hem de mevcut sistemin kendini idame ettirmesine doğrudan destek
vermeye girişmesi Türkiye solu açısından da büyük önem arz etmekte. Ancak sol
liberalizm son on yılda hızla güç kazanırken, serüveni daha eskilere dayanıyor.
Berlin duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliğinin çökmesinin ardından
Marksizmin ve sosyalizmin geçersizliğinin ilan edilmesi solun büyük bir
bölümünün klasik değerlerden, siyasetten ve kuramdan kopmasına sebep oldu.
Özellikle 1968’de Fransa’da başlayan kitlesel protestoların dünya genelinde
başarıya ulaşamamasıyla birlikte bütünlüklü işçi hareketleri, yerlerini etnik,
cinsel, kentsel, ekolojik, kültürel vs. mücadelelere bıraktı. Bunlar “eski
tarz” mücadelelerin hiyerarşi yarattığını ve tarihte başarısız olduğunu iddia
ederek tikel ve parçalı hareketlerin başarılı olacağını söylüyordu. Yeni
toplumsal hareketler olarak tanımlanan bu hareketlerin başlıca özelliği ise
Marksizmi reddetmesiydi, Marksizmin yerine farklı bir siyasallık tanımı
yapmasıydı. ‘90’lardan sonra bu hareketler güç kazandı ve sol liberalizmin ana
kaynağını oluşturmaya başladı.
Sol
liberal siyaset yeni toplumsal hareketlerle birlikte doğrudan ideolojik olanı
dışlayan, bunun yerine farklı alanlar açan bir siyaseti öngörmektedir. Bunda
post-modernizmin özünde bulunan “köksüzlüğü” görmek mümkün; nitekim ideolojik-maddi
olanın dışlanması siyaseti gündelikleştiren ve çıkar adına türlü hamlelerin
yapıldığı bir oyun haline getirmektedir. Sol liberalizm kendini iktidarın
dışında tanımlamakta ve “yeni dünya düzenine uygun bir muhalefet”ten söz
etmektedir. Yeni dünya düzenine uygun olmaktan aslında iki şey anlaşılabilir:
Birincisi, kapitalizmin değişen dinamiklerine karşı mücadele araçlarını
güçlendirmek ve yeniden örgütlemek; ikincisi de iktidarla araya zarar vermeyi
önleyen bir mesafe koyarak, düzeni rahatsız etmeyecek bir muhalefet yapmak. Sol
liberalizmin tarihi çok açık bir şekilde gösteriyor ki, önümüzde duran seçenek
ikincisi.
Muhafazakârlık
bunun neresinde?
Solun
savrulması liberalizme doğru olurken, değişen dünya düzeni de benzer bir
stratejiyi benimsiyordu. Son yirmi yıldaki neo-liberal uygulamalara bakarak
bunu görmek mümkün: ekonomide post-Fordizm, desantralizasyon; siyasette
teknokratik merkezi iktidar çevresinde kümelenen güçlendirilmiş yerel
yönetimler; kültürde tüketim eksenli farklılaşma vs. Sol liberalizmin de
talepleri bu yöndedir ve kazanımlar oluşturmaya dönük alan siyaseti onların
söylemlerini iktidarın belirlemesine izin vermektedir. AKP’nin askeri vesayet,
demokratikleşme, barış gibi konularda kullandığı söylemlerle sol liberallerin
söylemlerine bakıldığında aradaki açının çok dar olduğu görülebilir. Sol
liberalizm, topyekûn bir değişimi, devrimi reddederek bunun yerine tedrici bir
demokratikleşme ile toplumsal değişimin gerçekleşeceğini söyler. Aslında bu hem
klasik hem de yeni muhafazakârların siyasetinin özünde bulunan bir şeydir.
Arzulanan dönüşüm de sosyalizm değildir, buna daha çok “alternatif kapitalizm”
demek mümkündür.
İktidara
eklemlenen muhalefet
Sol
liberalizm “aşağıdan” gelen yatay halk hareketleri ile sözünü ettiği
demokratikleştirmeyi gerçekleştireceğini ifade etse de güncel örnekler sol
liberalizmin daha çok uzlaşmacı bir kültürü savunduğunu göstermektedir -ki
kendileri de bunu reddetmemektedirler. AKP iktidarında sol liberalizmin aldığı
konumlara bakarak da sol liberalizmin siyasetinin aslında iktidarın söylemiyle
belirlendiğini görebiliriz. 2009’daki Kürt açılımında, referandumdaki “yetmez
ama evet”te ve günümüzdeki çözüm süreci ve yeni anayasa çalışmalarında bu
apaçık görülmektedir. Bu örneklerin ayırt edici özelliği sol liberallerin bir şeye
destek vermeleri değil, destek verdikleri şeylerin neye işaret ettiğidir.
Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği kahvaltılara katılan, AKP’ye ilericilik atfeden
sol liberal “aydın”lar iktidardan talep etme, taviz verme ve en nihayetinde
uzlaşma ile sol liberal siyasetin sözcülüğünü yapmaktadırlar. Hâlihazırda sol
liberalizmin kavramsal çerçevesi de buna uygundur: diyalog, çokseslilik,
çokkültürlülük, uzlaşma kültürü… İlginçtir ki yeni-muhafazakâr iktidarlar çok
açık bir şekilde neredeyse bu kavramsal çerçeveyi kullanmaktadır. Bu da sol
liberalizmin “iktidarla araya zarar vermeyi engelleyecek düzeyde bir mesafe
koyarak, düzeni rahatsız etmeyecek bir muhalefet” yaptığını bir kez daha
göstermektedir. Nitekim sol liberalizm iktidara eklemlenerek kendine toplumsal meşruiyet
dayanağı bulmakta, ancak bunu yaparken de iktidara hiçbir zarar vermemektedir.
Muhafazakârlığın
en koyu hali: Siyasal İslam
Türkiye’de
sol liberalizmin muhafazakârlıkla olan ittifakı ise siyasal İslam ile
karakterize olmaktadır. Sol liberalizm siyasal İslamı inanç özgürlüğü adı
altında (tıpkı iktidarın yaptığı gibi) meşrulaştırarak ona bir zemin
kazandırmaktadır. Sol liberaller, sivil toplumdan,
yerelleşmeden/küreselleşmeden ve bireysel özgürlüklerden söz ederler. Onlara
göre yerelliklerde bulunan cemaatler birer sivil toplum kuruluşudur.
Devlet-toplum karşıtlığının sol liberalizmin temel tezi olduğu bilindiğine
göre, cemaatler, dolayısıyla da siyasal İslam “devrimci” bir güç haline
gelmektedir. Bütün ideolojiyi, siyaseti ve tarihsel anlayışı tepetaklak eden bu
yaklaşımla birlikte cemaatlere destek verilmesi, daha çok söz hakkı verilmesi
ve yerelliklerin güçlendirilmesiyle cemaatin toplumsal etki alanının artması
söz konusu olmaktadır. Bu da toplumun söz hakkının cemaatlere verilmesi,
toplumun sert bir depolitizasyona uğratılması demektir. Sol liberalizmin özünde
bulunan muhafazakârlığın siyasal pratikteki en radikal uygulaması siyasal İslam
olmaktadır.
Sol
liberalizmin iktidara eklemlenme süreçleri, siyasal stratejileri ve
uzlaşmacılıkla şekillenen kendilerini pasif biçimde ortaya koyuşları, çok açık
bir biçimde iktidarda olan muhafazakârlık/yeni-muhafazakârlık ile kurdukları
bağlarla karakterize olmaktadır. Gelinen nokta ve yaşananlar göstermiştir ki,
muhafazakârlık sol liberalizmin siyasetinin önemli bir sacayağını
oluşturmaktadır.
Muhafazakârlığın
Elli Tonu: Sol Liberalizmin Serüveni
Can Semercioğlu
Sol liberalizm,
Türkiye’de son on yıllık dönemde önemli olgulardan biri haline geldi. Gerek
siyasal konumlanışı, gerekse ideolojik referansları açısından hem sol adına söz
söylemeye hem de mevcut sistemin kendini idame ettirmesine doğrudan destek
vermeye girişmesi Türkiye solu açısından da büyük önem arz etmekte. Ancak sol
liberalizm son on yılda hızla güç kazanırken, serüveni daha eskilere dayanıyor.
Berlin duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliğinin çökmesinin ardından
Marksizmin ve sosyalizmin geçersizliğinin ilan edilmesi solun büyük bir
bölümünün klasik değerlerden, siyasetten ve kuramdan kopmasına sebep oldu.
Özellikle 1968’de Fransa’da başlayan kitlesel protestoların dünya genelinde
başarıya ulaşamamasıyla birlikte bütünlüklü işçi hareketleri, yerlerini etnik,
cinsel, kentsel, ekolojik, kültürel vs. mücadelelere bıraktı. Bunlar “eski
tarz” mücadelelerin hiyerarşi yarattığını ve tarihte başarısız olduğunu iddia
ederek tikel ve parçalı hareketlerin başarılı olacağını söylüyordu. Yeni
toplumsal hareketler olarak tanımlanan bu hareketlerin başlıca özelliği ise
Marksizmi reddetmesiydi, Marksizmin yerine farklı bir siyasallık tanımı
yapmasıydı. ‘90’lardan sonra bu hareketler güç kazandı ve sol liberalizmin ana
kaynağını oluşturmaya başladı.
Sol
liberal siyaset yeni toplumsal hareketlerle birlikte doğrudan ideolojik olanı
dışlayan, bunun yerine farklı alanlar açan bir siyaseti öngörmektedir. Bunda
post-modernizmin özünde bulunan “köksüzlüğü” görmek mümkün; nitekim ideolojik-maddi
olanın dışlanması siyaseti gündelikleştiren ve çıkar adına türlü hamlelerin
yapıldığı bir oyun haline getirmektedir. Sol liberalizm kendini iktidarın
dışında tanımlamakta ve “yeni dünya düzenine uygun bir muhalefet”ten söz
etmektedir. Yeni dünya düzenine uygun olmaktan aslında iki şey anlaşılabilir:
Birincisi, kapitalizmin değişen dinamiklerine karşı mücadele araçlarını
güçlendirmek ve yeniden örgütlemek; ikincisi de iktidarla araya zarar vermeyi
önleyen bir mesafe koyarak, düzeni rahatsız etmeyecek bir muhalefet yapmak. Sol
liberalizmin tarihi çok açık bir şekilde gösteriyor ki, önümüzde duran seçenek
ikincisi.
Muhafazakârlık
bunun neresinde?
Solun
savrulması liberalizme doğru olurken, değişen dünya düzeni de benzer bir
stratejiyi benimsiyordu. Son yirmi yıldaki neo-liberal uygulamalara bakarak
bunu görmek mümkün: ekonomide post-Fordizm, desantralizasyon; siyasette
teknokratik merkezi iktidar çevresinde kümelenen güçlendirilmiş yerel
yönetimler; kültürde tüketim eksenli farklılaşma vs. Sol liberalizmin de
talepleri bu yöndedir ve kazanımlar oluşturmaya dönük alan siyaseti onların
söylemlerini iktidarın belirlemesine izin vermektedir. AKP’nin askeri vesayet,
demokratikleşme, barış gibi konularda kullandığı söylemlerle sol liberallerin
söylemlerine bakıldığında aradaki açının çok dar olduğu görülebilir. Sol
liberalizm, topyekûn bir değişimi, devrimi reddederek bunun yerine tedrici bir
demokratikleşme ile toplumsal değişimin gerçekleşeceğini söyler. Aslında bu hem
klasik hem de yeni muhafazakârların siyasetinin özünde bulunan bir şeydir.
Arzulanan dönüşüm de sosyalizm değildir, buna daha çok “alternatif kapitalizm”
demek mümkündür.
İktidara
eklemlenen muhalefet
Sol
liberalizm “aşağıdan” gelen yatay halk hareketleri ile sözünü ettiği
demokratikleştirmeyi gerçekleştireceğini ifade etse de güncel örnekler sol
liberalizmin daha çok uzlaşmacı bir kültürü savunduğunu göstermektedir -ki
kendileri de bunu reddetmemektedirler. AKP iktidarında sol liberalizmin aldığı
konumlara bakarak da sol liberalizmin siyasetinin aslında iktidarın söylemiyle
belirlendiğini görebiliriz. 2009’daki Kürt açılımında, referandumdaki “yetmez
ama evet”te ve günümüzdeki çözüm süreci ve yeni anayasa çalışmalarında bu
apaçık görülmektedir. Bu örneklerin ayırt edici özelliği sol liberallerin bir şeye
destek vermeleri değil, destek verdikleri şeylerin neye işaret ettiğidir.
Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği kahvaltılara katılan, AKP’ye ilericilik atfeden
sol liberal “aydın”lar iktidardan talep etme, taviz verme ve en nihayetinde
uzlaşma ile sol liberal siyasetin sözcülüğünü yapmaktadırlar. Hâlihazırda sol
liberalizmin kavramsal çerçevesi de buna uygundur: diyalog, çokseslilik,
çokkültürlülük, uzlaşma kültürü… İlginçtir ki yeni-muhafazakâr iktidarlar çok
açık bir şekilde neredeyse bu kavramsal çerçeveyi kullanmaktadır. Bu da sol
liberalizmin “iktidarla araya zarar vermeyi engelleyecek düzeyde bir mesafe
koyarak, düzeni rahatsız etmeyecek bir muhalefet” yaptığını bir kez daha
göstermektedir. Nitekim sol liberalizm iktidara eklemlenerek kendine toplumsal meşruiyet
dayanağı bulmakta, ancak bunu yaparken de iktidara hiçbir zarar vermemektedir.
Muhafazakârlığın
en koyu hali: Siyasal İslam
Türkiye’de
sol liberalizmin muhafazakârlıkla olan ittifakı ise siyasal İslam ile
karakterize olmaktadır. Sol liberalizm siyasal İslamı inanç özgürlüğü adı
altında (tıpkı iktidarın yaptığı gibi) meşrulaştırarak ona bir zemin
kazandırmaktadır. Sol liberaller, sivil toplumdan,
yerelleşmeden/küreselleşmeden ve bireysel özgürlüklerden söz ederler. Onlara
göre yerelliklerde bulunan cemaatler birer sivil toplum kuruluşudur.
Devlet-toplum karşıtlığının sol liberalizmin temel tezi olduğu bilindiğine
göre, cemaatler, dolayısıyla da siyasal İslam “devrimci” bir güç haline
gelmektedir. Bütün ideolojiyi, siyaseti ve tarihsel anlayışı tepetaklak eden bu
yaklaşımla birlikte cemaatlere destek verilmesi, daha çok söz hakkı verilmesi
ve yerelliklerin güçlendirilmesiyle cemaatin toplumsal etki alanının artması
söz konusu olmaktadır. Bu da toplumun söz hakkının cemaatlere verilmesi,
toplumun sert bir depolitizasyona uğratılması demektir. Sol liberalizmin özünde
bulunan muhafazakârlığın siyasal pratikteki en radikal uygulaması siyasal İslam
olmaktadır.
Sol
liberalizmin iktidara eklemlenme süreçleri, siyasal stratejileri ve
uzlaşmacılıkla şekillenen kendilerini pasif biçimde ortaya koyuşları, çok açık
bir biçimde iktidarda olan muhafazakârlık/yeni-muhafazakârlık ile kurdukları
bağlarla karakterize olmaktadır. Gelinen nokta ve yaşananlar göstermiştir ki,
muhafazakârlık sol liberalizmin siyasetinin önemli bir sacayağını
oluşturmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder