4 Şubat 2013 Pazartesi

AK Parti, sosyal politikalar ve muhalefet

Zeki Kılıçaslan 03/02/2013 Fikir Zamanı
Geçen ay Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün “Asgari ücretle çalışan bir insan çalıştığı için sosyal yardımlardan yararlanamazken, çalışmayan bir insanın evine asgari ücretin iki katı kadar kaynak girebiliyor, sosyal yardım, insanların üzerinde bir uyuşturucu etkisi yapmaya başlıyor. Sosyal yardımlar uyuşturucu etkisi yapmaya başladığı zaman, onu gözden geçirmek gerekir. Biz de şimdi bunu gözden geçiriyoruz.” dedi. Bu sözler hükümetin sosyal yardım politikalarında bir dönemeç noktasına geldiğini gösteriyor mu bilemem ama AK Partinin seçim başarılarının anlaşılmasında sosyal politikalarının tartışılmasının çok önemli olduğu açık.

Çalışma ilişkilerinde vahşi kapitalist politikalar
AK Parti’yi bir yandan neoliberal (vahşi kapitalist) politikaların en gaddar uygulamacısı olarak görüp eleştirirken bir yandan da onun seçim başarılarında sosyal yardım politikalarının çok önemli rolü oynadığını söylemek çelişki gibi görünse de tersine anlamlı bir bütünlük oluşturur.
AK Parti 1980’lerde başlayan vahşi kapitalist politikaları güçlendirerek sürdürdü. Emeği örgütsüzleştirme politikalarını hızlandırarak devam ettirdi, taşeronlaştırmayı zirveye çıkardı. Şimdi, sadece kamu işyerlerinde bir milyondan fazla taşeron firmada asgari ücret düzeyinde çalışan işçi var, sigortalı işçilerin sendikalı olma oranları ise %10’un altında. Toplu İş Sözleşmelerinden (TİS) yararlananların sayısı ise çok daha da aşağıda. (Not: Avrupa’da da sendikalı oranı düşük ama mevzuat yapısı gereği orda işçilerin çoğunluğu, örneğin Belçika, Avusturya, İsveç, Fransa gibi ülkelerde %90’dan fazlası sendikalara üye olmasa da TİS’den yararlanıyor). Emek değersizleşti ve emek gelirlerinin milli gelirden aldığı pay azaldı, özellikle üretim sektöründe ücretler eskiye göre büyük baskı altına alınmış durumda.
Sosyal Yardım Politikaları
Tablonun diğer bir yanında ise sosyal yardım politikaları var. Türkiye, kapitalizme has “modern yoksulluk” sorunu ile aslında 1990’lardan itibaren karşılaşıyordu. Kayıtlı sektör iş sağlayamıyor, çalışanlar yoksulluk sınır altında ücret alıyor, kayıt dışı sektörde çalışanlar ve işsizler artıyordu. İşte bu dönemde daha önceleri sadece SSK, Emekli Sandığı ve Bağ Kur ile sınırlı sosyal destek kurumları hızla işsizleri, yoksulları, yaşlıları, kadınları, özürlüleri, çocukları kapsayarak genişledi. Bu kesimlere yönelik sosyal yardım harcamaları 2002 yılında 1 milyar 376 milyon TL iken, 2011 yılında 18 milyar 219 milyona, yani GSYIH’nın %0.5’ten %1.42’sine çıkarıldı. Bu yardımlar esas olarak yeşil kart kapsamında sağlık (5 milyar 164 milyon), çeşitli primsiz ödemeler (2.795 milyon) ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün çeşitli yardımları (2 milyar 522 milyon) şeklinde dağılmaktadır. Batı ülkelerinde 1960’lı yıllardan bu yana olan bu yardımlar Türkiye tarihinde ilk defa Ak Parti eliyle yaşama geçiriliyordu.
Politik güçlerin kayması
Bu iki sürecin politik karşılığı ise çok açıktır. Güçsüz, örgütsüz bir emek kesimi dolayısıyla emek sınıfından gelebilecek sosyal muhalefetin aşırı zayıflaması hali. Tersine işsizlik koşullarında yoksullaşan işçi/emek kesiminin çeşitli patronaj ilişkileri ile iktidara daha da yaklaşması. Basit bir örneği şöyle verebiliriz. İstanbul Belediyelerinde çalışan işçilerin hemen tamamı sendikalı iken ve göreceli olarak daha yüksek ücretler alırken eylemleri ve grevleri ile belediye yönetimlerinin ve siyasi iktidarların kabusu olurlardı. Oysa aynı İstanbul’da bugün tüm belediyelerde çalışan işçilerin sadece 20.000’i sendikalı, bunun dışında sayısını tam bilemiyoruz ama taşeron firmalarda düşük ücretle çalışan 100.000’den fazla işçi var. Bu işçiler bugün bırakınız muhalif bir güç odağı olmayı, yaşamak için belediyenin ve hükümetin yardımlarına muhtaçtır. Tabii bu arada zenginleşen firma sahiplerinin AK Parti ile ilişkileri de belediye yönetimlerinin ve hükümetin ek kazancı durumundadır.
Muhalefet
Genelde sol toplumsal muhalefet neoliberal politikalara değinip eleştirirken bu eleştiriler kayıt içi sektörle sınırlı kaldı. Sendikalar kendi dışındaki toplum kesimlerinin sorunlarıyla hemen hiç ilgilenmedi. Sosyal haklar mücadelesi neredeyse memurların ve kayıt içi hatta sendikalı çalışan işçilerin hakları düzeyinde ele alındı. Bu politikalar kayıt dışı çalışan işçiler, çalışan yoksullar, işsizler, yaşlılar, engelliler, kadınlar, çocuklar gibi toplumun çok büyük bölümlerinin konumları ile bağlantılı değildi. Neoliberal politikalara karşı yapılan genel söylemli muhalefetin, yakıcı güncel sorunlar yaşayan bu kesimlere ulaşması zaten mümkün değildi.
Ülkemizde hak temelli sosyal muhalefet yeni ortaya çıkmaktadır. Hak vurgusu insanın iş gücü olduğunu ret ederek hak sahibi bir fert olarak topluma katılım hakkını savunur. İnsanın piyasaya bağımlılığının azaltılması yönelimiyle bu kapitalizmle çelişir ve kapitalizmin sınırlarında çatışarak onun dönüşümüne katkı sağlar.
Nihat Ergün ne derse desin ve hükümet ne planlarsa planlasın biz daha ötesini istiyoruz. Sağlık, eğitim, emeklilik ve barınma hakkı insanlarımızın çalışıp çalışmamasından, işteki konumdan, prim ödemesinden bağımsız olarak herkesin yasal hakkı olmalıdır. Sosyal yardımlar sadaka şeklinde değil düzenli ve nakdi bir asgari gelir desteği olarak vatandaşlık hakkı olmalıdır. Her yurttaşımızın asgari düzeyde ücretsiz toplu ulaşım hakkı, aile büyüklüğüne göre ücretsiz asgari temiz su hakkı, aile büyüklüğüne göre ücretsiz asgari enerji hakkı ve her kişinin sosyalleşme için ücretsiz asgari iletişim hakkı olmalıdır!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder