1 Şubat 2013 Cuma

KARŞILIKLI YAZIŞMALAR İBO;Tarihi gelişim

İbrahim Özkurt
Senin de vurguladığın gibi bütün mesele eşitsiz gelişime son vermek. Ne var ki tarihi iyi bilmek gerekir. Tarihi iyi bilmeden ve iyi kavramadan geleceğin eşitlikçi, özgürlükçü yapısını kurmak kolay olmaz.
 "Ne yani burjuva devrimleri olmamalıydı mı" diyorsun. 

Hatırlarsan seninle köleci ve feodal tolumlardan sonra iktidarlara temel sınıflar değilde başka sınıflar egemen olmuşlar, işçi sınıfı da başarılı olamadfığından hareketle acaba kapitalizmide başka bir sınıf mı (örneğin teknokratlar) yıkacak? diye sormuş ve ne biz ne de sorduklarımızdan sorumuzun yanıtını bulamamıştık. 

Bize tarihi ilkelkomünal toplum, köleci toplum, feodal toplum ve içinde yaşadığımız kapitalist toplum olarak belletmişlerdi ve bizde bu bildiğimiz üzre, yani söz konusu tarih üzerinden düşünce üretmeye çalışmış, soru sormuştuk. 

Oysa ki tarih bize belletilen gibi gelişmemiş. Ben bunu öğrendim.

 Tarih şöyle gelişmiş:

İnsanlık yaklaşık 9-10 bin yıl önce ilk kez mezepotamya'da yerleşik düzene geçmeye başlar. Daha önceleri avcılık ve toplayıcılık dönemi yaşıyordu. 
Mezepotamya'dan 1500 yıl sonra Çin'de, yaklaşık 2500 yıl sonra Amerika kıtasında başalar yerleşik düzen. Yani insanların toprakla buluştuğu ve yerleşik düzene geçtiği dönemler.

Yani anlatılan gibi tek düze geçişler yaşanmamış. 

Sömürü mekanızması ise; insanların ihtiyaç fazlası ürün elde etmeye başlayıp iş paylaşım noktasına gelince başlıyor. İnsanların bir birlerini tutsak edip köleleştirilmesi böylece başlıyor. Yani yerleşik düzene geçmeden önce başlıyor kölelik. Bu arada göçler var. Yerleşik düzenle birlikte insan sığır, at,koyun ve köpekle bütünleştiriyor yaşamını. Bu hayvanlardan bulaşan hastalıklar göçlerle henüz yerleşik düzene geçmeyenlere bulaşır ve yığınla insan telef olur. Yani eşitsiz sömürü düzeni dünyanın her tarafında farklı zamanlarda başlıyor. 

Komün: Hala komün yaşamını sürdüren milyonlar var dünyamızda, kısmen anadolu'dada var. Yani komünal yaşam tümden tasfiye olmamış. 

Kölelik: Zamanımızda yoğun şekilde sürüyor. Modern kölelik denen işçilik ve iş dahi bulamayan milyarlar aç ve sefil yaşıyor küreselleşme çağında. Yani kölecilik tasfiye olmamış.

Feodalizm: Afrika ve Asya'da yoğun olmak üzere dünyamızda hala fodal üretim uygulanıyor. Feodalite de tasfiye olamamış.

Değişmeyen ise; SÖMÜRÜ ve MODERN KÖLELİK!

Üstelik bize anlatıldığı gibi yaşanmamış feodal düzen. Batıda Kral-Derebeyler ve topraksız serfler. Müthiş bir sömürü var. Kölelik alabildiğine yaygın. Doğuda ise özellikle islamın etkisi ile toprak sahibi köylülüğü görüyoruz. Padişah ve beyler köylüden haraç-vergi alarak düzeni yürütmüşler. Rusya'da toprak sahibi köylülük yok. Köyde tümüyle adına Mujik denen köleleşmiş "köylüler" mevcut. Afrika, Güney Amerika ve Çin de ise farklı bir feodal yaşam sürmekte. Kısacası dünya'da ortak bir düzen yok. Aksine müthiş bir kaos hakim. Tek ortak yan ise sömürü düzeni. Yöntemleri farklı da olsa müthiş bir sömürü hakim dünyada. 



Devrimlere gelirsek;

İnsanlık, eşitsiz yaşama başlayınca isyanlar da başlamış ve o günden günümüze irili ufaklı adına devrim dediğimiz büyük isyanları da yaşamış. İsyanlar günümüzde de sürmekte olup (buraya dikkat) Hiç bir büyük isyan (devrim) devrimi yapanların, sen de iktidarıyla ben diyeyip öz yönetimiyle devam edegelmemiştir.

Dini devrimler olsun, 1789 devrimi olsun, Ekim ve Çin devrimi dahil söz konusu büyük devrimlerin hiç birisi devrimi yapanların öz yönetimi ile sonuçlanmamış. 

Burada bir parantez açmalıyım. 1789 devrimi bize aktarıldığı gibi burjuva devrimi değil. 

O halde ne? Yani Kapitalizme bakalım biraz da. 

Batıda, 1100 lü yıllarla birlikte Kralların işini gören (özellikle ticari faaliyetlerini krallar adına yürüten) ücretli elemanlar yetiştirmiş krallar. Ticaretin çoğalmaya başlaması ve ticaret için özellikle geçiş yollarında zorunlu merkezlerin gerekliliği dayatınca, Krallar, surlarla çevrili, kendi mekanlarının yakınlarına adına burg denen ticaret merkezleri inşaa eder ve buraların idaresini de bu adamlarına bırakırlar. Zira bu yeni yerleşim yerleri ticaretin gelişmesi ile bir zorunluluk haline gelir. Buraların yönetimi de bu adamlara verilir. Bu yerleşim yerlerine BURG denir. Yönetenlerede burgların yöneticileri anlamında burjuva denir. Burgların yönetimi kralların yeni yönetmeliklerince ayrı statülerde işletilir. Kısmen bağımsızdırlar ve krallara vergi verirler. ticaretin gelişmesine parelel olarak derebeylerden kaçan serfler bu kentlere sığınır. burjuvalar bunları saklar ve korur da. Çünkü iş gücüne ihtiyacı vardır. Zira zamanla zanaat ve küçük sanayi başlar ve giderek büyür. Uzatmayayım, artık , feodal düzenin içinde başka bir düzen adım adım örülmeye başlar. 1789'a gelene kadar onlarca, belkide yüzlerce-binlerce irili ufaklı isyan yaşanır. Çünkü burjuvalar amnsız biçimde işçileri sömürmektedir. isyanları ise çoğu zaman kralın ve derebeylerin askerleri ile bastırır. Bu arada kendiside güvenlik elemanları oluşturur. Polis-asker. 

1789 isyanı işçi -köylü olan baldırı çıplakların isyanıdır ve krallığı da, derebeyliği de, burjuvaların egemenliğini de sarsar. Yani 1789 bir burjuva devrimi değildir. Ama Krallara ve derebeylerine karşı burjuvaların egemenliklerinin (yetki ve sorumluluk) alabildiğine arttığı süreç sıçraması yapmıştır. 1789 sonrası burjuvalar işçi ve köylülere çeşitli ekonomik ve demokratik haklar vermeyi vadederken kral ve derebeylerden de bir dizi haklar elde eder. 

Saraylarında saltanat süren krallar ve derebeyler artık yaşanan süreci yönetemez hale gelmişler ve burjuvalarla da anlaşarak iktidarın ikincil ortaklığını kabullenmişlerdir. Krallar için yaşamlarında çok şey değişmez. Onlar aileleri ile birlikte yeni düzende lüks ve eskisine oranla daha da huzurlu bir yaşamı kabul ederler. İşlerine de gelir. Günümüzde de hala Avrupa'nın Fransa hariç bütün ulus devletlerinde kral aileleri lüks içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Derebeyler ise burjuvalarla ortaklıklar kurarak saltanatlarını yeni düzenle sürdürmeyi başarırlar. 

Burjuvalar 1789 dan itibaren kral ve derebeylerin toplumu yönetemeyeceğini bilir ve tek başlarına karar vericiliğe ulaşmak adına işçilere ve köylülüğe ekonomil demokratik vaadlerde bulunarak yeni bir sistemin inşaası için özellikle işçi sınıfıyla uzlaşır. Kralların ve derebeylerin kendilerini birlikte sömürmekte olduğunu söyleyerek birlikte mücadeleye katılır. Meşrutiyet, cumhuriyet art arda gelir. Burjuvalar zaman içinde temsili demokrasiyi keşfeder ve içinde yaşadığımız düzenin kuruluşunda başat rol oynar. 

O halde gelelim sömürü mekanızmasının ortadan kaldırılması eşitlikçi, özgürlükçü bir yaşamın inşaasına. 

Dikkat ettiysen düzen demedim. Çünkü dünyamızı kapitalist-emperyalizm tümüyle sarmış olmasına karşın her tarafta düzen farklı işliyor. Tabiki sömürü değişmiyor. Ama sömürü zaten üretim fazlasının dağıtımı esnasında başlamıştı ve toprağa bağlı feodal düzenlerde de bilim ve teknolojinin gelişmesi ile yaşanan kapitalist dediğimiz düzende de günümüze kadar ha bire şekil değiştirerek sürmüyor mu? 

Sömürü sürdüğü için isyanlar ve devrimlerde sürüyor. Ne var ki sömürü mekanızmasını hiç bir isyan ve devrim sonlandıramıyor. Sadece geçici hak ve özgürlükler elde ediliyor. 

Devrimler düzeni değiştiremez.

O halde ne yapmalı?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder