Aziz
Çelik T24
Yeni Yasanın Temel Özellikleri Nelerdir?
Sendikal Statüko Korunuyor
Yasa Sendikal Güvenceyi Kaldırıyor ve Ayrımcılık
Yaratıyor
Barajlı Toplu Sözleşme Düzeni Devam Ediyor
12 Eylül’ün Grev Yasakları Devam Ediyor
Sonuç: Sendikal Haklar Genişlememiştir,
Daralmıştır
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu
(STİSK) 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.6356
sayılı yeni yasa (STİSK) 1983 yılından bu yana yürürlükte olan ve 12 Eylül
askeri darbesi ürünü olan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu
İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunlarının yerini alacak. Böylece iki ayrı kanun
ile düzenlenmiş olan sendikal mevzuat tek bir kanun çatısı altında toplanmış
olacak.
Cumhurbaşkanı
Gül bir süre bekledikten sonra yeni yasayı onayladı. Uluslararası sendikal
örgütler (Dünya Sendika Konfederasyonu, ITUC) ve (Avrupa Sendikalar
Konfederasyonu, ETUC)yasanın veto edilmesini istemişti. DİSK de veto talebinde
bulunmuştu. Türk-İş ise yasanın sadece iki fıkrasının veto edilmesi talebiyle
yetinmişti. Hak-İş’in ise yasaya pek itirazı olmadı. Gül bu veto taleplerinin
hiç birini dikkate almadı ve yasayı onayladı.
Yasa Nasıl Hazırlandı?
STİSK
sosyal tarafların mutabakatına dayanmıyor. Türk-İş yasanın bazı hükümlerine
karşı çıkarken, DİSK yasanın esasına ve tümüne itiraz etmektedir. Aynı şekilde
Türk-İş içinde muhalif bir platform olan Sendikal Güç Birliği Platformu da
yasanın temel düzenlemelerine karşı çıkmaktadır.
Yasa taslak aşamasında Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) tarafından eleştirilmiş ve ILO sözleşmelerine (özellikle 87 ve 98
sayılı sözleşmelerinin) ve ILO denetim organlarının kararlarına aykırı olduğu
vurgulanmıştır. Avrupa Birliği (AB) 2012 Türkiye İlerleme Raporu’nda da
taslağın yetersiz olduğu belirtmişti. Bu eleştirilere karşın taslak Meclis
aşamasında iyileştirilmemiş aksine yeni kısıtlamalarla kabul edilmiştir.
2821
ve 2822 sayılı yasalar (1983) büyük ölçüde Türkiye İşveren sendikaları
Konfederasyonu (TİSK)’in talepleri doğrultusunda hazırlanmıştı. Yeni
sendikalar yasası ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği(TOBB) ile Türkiye
İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON)’un talepleri doğrultusunda
şekillendi. Aslında bu iki örgüt de çalışma ilişkileri açısından muhatap
değildir. Çalışma ilişkilerinde işverenler adına muhatap TİSK’tir. Ancak
TOBB ve TUSKON devreye girerek yasanın pek çok maddesinin daha da geriye
götürülmesine yol açmıştır.
Yeni Yasanın Temel Özellikleri Nelerdir?
12
Eylül ürünü olan 2821 ve 2822 sayılı yasalar yerine kabul edilen 6356 sayılı
yasa 12 Eylül ile getirilen sendikal düzenin temel parametrelerini korumuştur.
Yeni yasa ile sendikal statüko korunmuştur. Eski yasa ile kurulan temel çerçeve
6356 sayılı yasa da kabul edilmiştir. Yeni sendikal yasa sendikal hak ve
özgürlükleri ILO normlarına uygun olarak güvence altına almak yerine var olan
yasak ve kısıtlamaların önemli bir bölümünü korumayı tercih eden otoriter ve
ayrımcı düzenlemeler içeren bir mevzuattır.
Yeni yasa ile getirilen temel düzenlemeler
eski sendikal yasalara paraleldir. Sendikalaşma, toplu pazarlık ve greve
ilişkin temel yaklaşımlar korunmuştur. Yasa eski yasada olduğu gibi işkolu
sendikacılığı ilkesini benimsemiştir. Bunun dışındaki sendikal örgütlenme
biçimlerinin önünü kapatmıştır. Yasa işkolu sendikacılığını barajlarla
koruyarak, yeni sendikaların faaliyet yürütmesini zorlaştırmıştır. Yeni yasa
eskisinde olduğu gibi sendikalaşmada işkolu zorunluluğu getirirken, toplu sözleşmede
işyeri-işletme esası getirmiştir. Böylece mevcut sendikal statükonun devamı
sağlanmıştır. Toplu sözleşme ve yetki konusunda da eski yasada var olan temel
düzenlemeler korunmuştur.
Yeni
yasa özellikle sendika kurma, sendikaların iç işleyişleri açısından kimi
sınırlı iyileştirmeler getirmekle birlikte özellikle toplu pazarlık ve grev
hakkına ilişkin sınırlamaları sürdürmekte ve bazı alanlarda ise kısıtlamaları
daha da artırmaktadır.
Sendikal Statüko Korunuyor
Yasa
sendika kuruculuk koşullarını basitleştirmiş ve sendikaların iç işleyişini
kolaylaştıran bazı düzenlemeler getirmiştir. Sendikaların iç çalışma düzenine
ilişkin kuralların önemli bir bölümü eski yasanın aksine sendika tüzüklerine
bırakılmış, sendika üyeliğinde ve istifada noter koşulu kaldırılmıştır (bu
hüküm bir yıl sonra yürürlüğe girecektir). Yasa ile sendikaya üyelik yaşı
16’dan 15’e indirilmiştir. Bu sınırlı iyileştirmeler yapılırken, esaslı
kısıtlamalar ise korunmuştur. Hantal, bürokratik ve otoriter bir sendikal yapı
yaratan statüko korunmuştur.
Yasa sendikal örgüt olarak sadece işkolu
sendikaları ve konfederasyonları güvence altına almış olup federasyon ve il ve
bölge düzeyinde sendika birliklerinin kurulmasına olanak tanımamıştır. Yeni
yasa sendikalaşma düzeyini sadece işkolu olarak sınırlamış, işyeri-işletme ve
meslek esaslı sendikaların kurulmasının yolunu kapatmıştır. Böylece yatay ve
yerel sendikal örgütlenmeye set çekilmiş ve sadece merkezi ve hiyerarşik
yapılara izin verilmiştir.Yasa sendika kurma hakkını sadece işkolu düzeyinde tanıdığı
için emeklilerin, çiftçilerin, işsizlerin sendikalaşmasına olanak vermemiştir.
Halen bu tip sendikaların kurulması engellenmekte ve kapatılmaktadır
(Emekli-Sen kapatılmış, Genç-Sen’in kapatılma davası devam etmektedir). Bu
sınırlamalar ILO normlarına taban tabana zıttır.
Sendikaların
iç faaliyetlerini kolaylaştırılmış olmakla birlikte sendika organlarının neler
olacağı ve bu organların kaç kişiden oluşacağı yasa ile düzenlenmeye devam
edilmektedir. Bu durum sendikaların iç işlerine müdahale e anlamına
gelmektedir.
Sendika
üyeliğinde çok ciddi bir engel olan noterlik mekanizması kaldırılmış olmakla
birlikte yeni sistemde öngörülen e-devlet kapısı yoluyla üyelik sendika
özgürlüğünü zedeler niteliktedir. Paralı noter mekanizması kaldırılmakla
birlikte üyelikte sendika üyeliğinde devletin aracılığı devam edecek, bir tür
elektronik gözetim söz konusu olacaktır. Bu durum kişisel bilgilerin
gizliliğini ihlal edebilir ve işverenler tarafından kötüye kullanılabilir.
Yasa
işsizlerin ve emeklilerin sendika üyeliğini engellemektedir. Bu yasak da ILO
normlarına aykırıdır.
Yasa Sendikal Güvenceyi Kaldırıyor ve Ayrımcılık
Yaratıyor
Sendikalar
yasasının en sorunlu yanlarından biri işçilerin yarısından fazlasının sendikal
güvencesini ortadan kaldırmasıdır. Yasa açıkça anayasaya ve eşitlik ilkesine
aykırı bir biçimde işçiler arasında ayrımcılık yapmaktadır.
İşçilerin yaklaşık yarısının (6 milyon
civarında) sendikal güvencesi yok edilmiştir. Yeni yasanın 25. Maddesi ile
30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler ile 6 aydan az kıdemi
olan işçilerin sendikal nedenle işten çıkarılmaları halinde sendikal tazminat
talebiyle dava açma hakları ortadan kaldırılmıştır. Oysa bu hak 10 yıllardır
kullanılmaktaydı. Bu düzenleme anayasanın hem eşitlik ilkesine hem de
sendikalaşma hakkını tanıyan hükmüne aykırıdır.
Bu
değişiklik işveren örgütlerinin talebi doğrultusunda yasanın müzakeresi sırasında
hükümet partisi milletvekillerince verilen bir önergeyle
gerçekleştirilmiştir.Çalışma Bakanı bu önerinin işverenlerden geldiği genel
kurul müzakereleri sırasında açıklamıştır. Böylece işçilerin yarısı anayasal ve
yasal sendikal güvenceden yoksun bırakılmıştır. Dahası bu hüküm eşitlik
ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Yeni
yasa ile sendikalara mali hesaplarını özel mali denetim kuruluşlarına
denetletme zorunluluğu getirilmiştir. Bu özel denetim yolu sendika özgürlüğüne
aykırıdır.
Barajlı Toplu Sözleşme Düzeni Devam Ediyor
Yasanın
en önemli çelişkisi sendikalaşma konusunda işkolu ölçeği zorunluluğu getirirken
toplu pazarlık konusunda işyeri-işletme ölçekli bir toplu pazarlık rejimi
öngörmesidir.Yeni yasa eskisi gibi toplu pazarlıkta işyeri ve işletme düzeyini
esas almıştır. Ülke, sektör ve işkolu düzeyinde toplu pazarlığa olanak
tanımamıştır.
Yeni yasanın en önemli kısıtlaması önceki
düzenlemede olduğu gibi toplu iş sözleşmesi yetki sürecine ilişkindir. Yetki
sürecinde iki önemli kısıtlama söz konusudur. Birincisi işkolu ve
işyeri-işletme barajı, diğeri ise yetkinin siyasi bir kurum olan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından verilmesidir
Yasa ile eski yasada yüzde 10 düzeyinde olan işkolu barajı yüzde 3’e indirilmektedir. Ancak yüzde 3 işkolu barajı da yüksektir ve sendika özgürlüğünü zedeler niteliktedir. Örneğin büro işkolunda 3 milyona yakın çalışan söz konusudur. Yüzde 3 barajı 100 bin işçi anlamına gelmektedir. Oysa sektörde örgütlü işçi sayısı 50 bin civarındadır.
Yasa ile eski yasada yüzde 10 düzeyinde olan işkolu barajı yüzde 3’e indirilmektedir. Ancak yüzde 3 işkolu barajı da yüksektir ve sendika özgürlüğünü zedeler niteliktedir. Örneğin büro işkolunda 3 milyona yakın çalışan söz konusudur. Yüzde 3 barajı 100 bin işçi anlamına gelmektedir. Oysa sektörde örgütlü işçi sayısı 50 bin civarındadır.
Türkiye’de
özel sektörde fiili sendikalaşma oranının yüzde 3 civarında olduğu dikkate
alınacak olursa bu kısıtlamanın sendikalaşma açısından yaratacağı sakınca
anlaşılabilir. Pek çok işkolunda yüzde 3 işkolu barajı yeni sendikaların
kurulmasını engelleyici ve halen toplu iş sözleşmesi yapabilen sendikaların
toplu sözleşme yapma hakkını ortadan kaldırıcı niteliktedir. Türkiye’de 12
milyon civarında sigortalı işçi söz konusudur. Bazı işkollarında yüzde 3 barajı
çok yüksek sayılara karşılık gelmektedir.
Yasa
ile Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) üyesi konfederasyonlara üye sendikalar için
2016 yılına kadar işkolu barajının yüzde 1 olması öngörülmüştür. Bu ciddi bir
ayrımcılıktır ve Anayasanın eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Bunun anlamı Türk-İş, Hak-İş ve DİSK konfederasyonlarının üyelerinin 4 yıl
süreyle yüzde 1 barajına tabi olmaları diğer sendikaların ise yüzde 3 barajına
tabi olmasıdır. Bu nesnel bir kriter değildir. Çünkü Türkiye’de işleyen,
faal bir Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) yoktur. ESK kağıt üzerinde göstermelik
bir yapıdır.
Yasa
ile işyeri barajı yüzde 50+1 olarak korunurken aynı şirkete bağlı tüm
işyerlerini kapsayan işletmeler için baraj yüzde 40’a indirilmiştir. Ancak bu
yüksek oranlar sendikal örgütlenmeyi zorlaştırmakta ve işçilerin temsilini ve toplu
pazarlık hakkını ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla işkolu işe işyeri ve
işletme barajlarını birlikte yerine getiremeyen sendikalar toplu pazarlık
hakkına sahip olamayacaktır. Bunun anlamı yeni sendikaların, kurulu sendikalar
dışındaki sendikaların toplu sözleşme hakkını kullanamamasıdır.
Toplu
iş sözleşmesi açısından kritik olan sendikaların bu barajları aşıp aşmadığına
ilişkin yetki işlemlerinin nasıl gerçekleştirildiğidir Bu işlemler Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Bakanlık tarafından yapılan
yetki işlemlerine itiraz olması durumunda toplu pazarlık süreci durmakta ve
yıllarca sürebilecek yetki davasının sonucu beklenmektedir. Böylece sendika
işkolu ve işyeri düzeyinde çoğunluğu sağlamış olsa bile işverenlerin itirazları
nedeniyle toplu sözleşme hakkı kullanılamamakta ve bu işyerlerinde
sendikasızlaştırma uygulamalarına gidilmektedir.Bu konuda da eski yasanın
hükümleri korunmuştur.
Öte
yandan uygulamada bakanlığın siyasi kayırmacılık yaptığı çeşitli
uygulamalararastlanmaktadır. Türkiye’de sendikal örgütlenmenin ve toplu
pazarlık hakkının önündeki en önemli engel yetki mekanizmasıdır. Bu uzun ve
karmaşık yetki mekanizması sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkının özünü
ortadan kaldırmaktadır.
Yasa
toplu sözleşme prosedürünü ayrıntılı olarak düzenlemekte ve tarafların özgür
pazarlık sürecini engelleyen ayrıntılı sürelere ve aşamalara yer vermektedir.
Taraflar toplu sözleşme müzakerelerini kendi özgür iradeleri ile saptayacakları
biçimde sürdürememekte ve yasanın öngördüğü karmaşık ve hak düşürücü prosedüre
uymak zorunda kalmaktadır. Örneğin yasa toplu sözleşme süresini 60 gün ile
sınırlamaktadır. Bu hükümler de eski yasadan aynen aktarılmıştır.
12 Eylül’ün Grev Yasakları Devam Ediyor
Yasanın
en kısıtlayıcı hükümleri grev hakkı konusunda yoğunlaşmaktadır. Yasa toplu iş
sözleşmesi görüşmeleri sırasında çıkacak uyuşmazlık sonucu yapılacak grevler
(menfaat grevleri) dışındaki tüm grevleri yasa dışı grev olarak nitelemektedir.
Böylece iş yavaşlatma, dayanışma grevi, sempati grevi, genel grev yasadışı hale
gelmektedir. Yasanın tanımladığı grev (menfaat grevi) dışında yapılacak
grevler ağır parasal yaptırımlara bağlanmakta ve ayrıca bu tür “kanunsuz”
grevlere katılan işçilerin iş sözleşmelerinin tazminatsız feshedilmesi öngörülmektedir.
Bu düzenleme de eski yasanın tekrarı niteliğindedir.
Yasa grev uygulamasını belirli sürelere
bağlamakta ve önceden işveren haber verilmesini zorunlu kılmaktadır. Grevler
karar alındıktan sonra 60 gün içinde uygulanmak zorundadır. Yasa ile grev oylaması
greve çıkmayı zorlaştıracak şekilde değiştirilmektedir.
Yasa
ile çok sayıda grev yasağı korunmaktadır. Bankacılık hizmetleri, petro-kimya,
doğal gaz üretimi, şehir içi ulaşım işlerinde grev yasağı devam etmektedir.
Ayrıca Savunma Bakanlığı ve orduda çalışan sivil işçilerin grev yapması
yasaktır. Bu grev yasakları ILO normlarına aykırıdır. Özellikle bankacılık
sektöründeki grev yasağı tamamen keyfi niteliktedir.
Yasa
ile hükümetin milli güvenlik ve genel sağlık gerekçesiyle bütün grevleri
erteleme yetkisi korunmaktadır. Geçmişte bu uygulama çok keyfi biçimde
uygulanmış örneğin lastik ve cam grevleri milli güvenlik gerekçeleriyle
ertelenmişti. Dahası yeni yasa eskiden var olan yargı yolunu da ortadan
kaldırmaktadır. Eski yasada erteleme kararına karşı iptal için Danıştay’a
başvurulabileceği hükmü yer alırken yeni yasada bu hükme yer verilmemiştir.
Böylece grev ertelemesi grev yasaklamaya dönüşme ihtimali taşımaktadır.
Yasa
ayrıca taraflardan birinin uygulanan grevin “iyi niyet kurallarına aykırı
biçimde, toplum zararına ve milli servete zarar verecek şekilde” uygulandığını
iddia etmesi durumunda yargı organlarına grevi durdurma hakkı
tanımaktadır. Doğasında ekonomik zarar olan grevin toplum zararına ve
milli servete zarar vermek gibi muğlak ve soyut gerekçelerle yasaklanabilmesi
grev hakkının özünü ortadan kaldırıcı niteliktedir.
Sonuç: Sendikal Haklar Genişlememiştir,
Daralmıştır
12
Eylül 2010 referandumu sırasındaki temel iddialardan biri de referandum
sonucunda sendikal hakların genişleyeceği yönündeydi. Oysa anayasada yapılan
değişiklikler de sendikal hakları genişletici yönde değildi. Nitekim anayasa
değişikliklerine paralel olarak yapılan sendikal yasa değişiklikleri de aynı
sonucu ortaya koydu.
Türkiye’nin sendikal mevzuatı 12 Eylül 2010
referandumun öncesinden daha ileride değildir. Tersine bazı konularda daha
geridedir. 12 Eylül darbesi sonrasında, 1983 yılında askeri cunta tarafından
oluşturulan sendikal düzenin temel parametreleri korunmuştur.
http://t24.com.tr/yazi/yeni-sendikalar-yasasi-ne-getiriyor-ne-goturuyor/5858
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder