Burak Cop 27/08/2012 T24
Yerel seçim handikabı
Küçük başarı öyküleri
Geç bile kalındı
Sosyalist parti ve hareketler, Türkiye’de solun en güçlü olduğu
1965-1980 arasında dahi yerel yönetimlere, yüksek siyasete gösterdikleri ilgiyi
göstermediler. Bu bir açıdan normaldi zira sol köklü bir düzen değişikliğini
savunuyor, buna bağlı olarak da üretim ilişkilerine, emekçi sınıfların
yoksulluğuna, devlet destekli çeşitli baskılara (özellikle de faşist teröre),
dışa bağımlılığa, ABD üslerine, Kürt halkının uyanmakta olan ulusal bilincine
odaklanıyordu. Yani belediye seçimlerinde varlık göstermek “eşyanın tabiatı
gereği” solun öncelikler sıralamasında yer almıyordu.
Darbe
yakınlaştıkça belirginleşen iç savaş ortamında, kitlesellik bağlamında diğer
devrimci hareketlerden biraz sıyrılarak öne geçen Devrimci Yol’un 1979’da
Ordu’nun Fatsa belediyesini alması ve burada muazzam bir halk yönetimi örneğini
hayata geçirmesi, büyük tablo içinde bir istisnaydı. Ancak gene de, sosyalist
hareketlerin toplumda buldukları göreli destek, yerel seçim sonuçlarına da
yansımaktaydı.
1968 İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinde iki büyük
partinin (AP ve CHP) ardından üçüncü sırada yer almayı başaran TİP, yüzde 7’ye
yakın oy almıştı. Bu oran, “emekçi şehri” olma vasfı bugünkünden bile daha
belirgin olan o yılların İstanbulu’nda (nitekim 1970’de yeni sendika yasa
tasarısına karşı muazzam işçi gösterileri meydana gelecekti), TİP’in işçi sınıfıyla
bütünleşme konusunda ciddi bir mesafe kat ettiğini göstermekteydi. Ancak aynı
seçimler, sosyalist solun yerel siyasete ilgisizlik özelliğini de teyid
etmişti: Ülke genelinde hiçbir il ve ilçe belediyesini kazanamayan TİP, 616
beldeden de yalnızca 1’ini elde etmişti.
70’li yıllara gelindiğinde sosyalist solun ağırlık merkezi
tamamen THKP-C ve THKO kökenli illegal örgüt ve hareketlere kaymış; TİP, TSİP
ve SDP gibi legal sosyalist partiler ise “tabela partisinden hallice” bir
durumda bulunmaktaydı. Buna rağmen 1977’de bu üç partinin Ankara belediye
başkan adaylarının aldıkları oyların toplamı yüzde 2’ye yakındı. Üç partinin
adaylarının oy toplamı İstanbul’da da yüzde 2’ye yakındı.
Ayrıca yurt
genelinde TİP 28 ve TSİP 8 belediye meclis üyeliği elde etmiş, sosyalist
eğilimli denebilecek Türkiye Birlik Partisi de Alevi nüfuslu yerleşimlerde 38
sandalye kazanmıştı. (60’lı ve 70’li yıllara ait bu veriler Ali Eşref Turan’ın
‘Türkiye’de yerel seçimler’ adlı eserinden derlenmiştir).
Bu oranlar ve
rakamlar marjinal görünmektedir, ancak gerçekçi olmak gerekirse, yarın seçim
olsa ÖDP, TKP, EMEP ve Halkevleri’nin (ortak) adaylarının oyu adı geçen iki
büyük şehirde yüzde 2’ye yaklaşamayacaktır bile.
Yerel seçim handikabı
12 Eylül sonrası biçimlendirilen siyasal rejim, başta yüzde 10
barajı olmak üzere sosyalist solun karşısına pek çok handikap çıkarttı. Bu
handikapların yerel seçimlere dair olan ve bugüne kadar fazla dikkat çekmemiş
olanı ise; il genel meclisi ve belediye meclisi seçimlerinde vücut buluyor.
Bu iki meclise
üyelikler dağıtılırken genel seçimlerdeki usul uygulanıyor, ancak bir farkla:
Toplam geçerli oyların yüzde 10’u oranında bir sayı tüm partilerin oylarından
çıkartılıyor. Böylece birkaç (hadi bilemediniz üç beş) parti dışındakilerin oy
sayısı eksiye düşüyor ve bunlar denklem dışı kalıyor. Sonuç olarak en fazla oyu
alan parti belediye ve il genel meclisinde, oy oranından epey yüksek bir oranla
temsil ediliyor.
Bu durum söz
konusu il, ilçe veya beldede başkan seçilen kişiye dikensiz gül bahçesi misali
bir yerel meclis kompozisyonu sunmasının yanı sıra, aralarında sosyalist
partilerin de yer aldığı küçük partilerin pek az yerde yerel meclislere
girebilmelerine yol açıyor.
Ziyanı yok,
sosyalist partiler oy oranlarını görmek için il genel meclisi seçimlerine kendi
adlarıyla katılacaklar. Türkiye’de şu anda yanılmıyorsam sadece bir ilde
(Tunceli) sosyalist bir partinin (EMEP) il genel meclisinde temsilcisi var.
Buralarda üyelik kazanmak zordur ve hedef değildir.
Peki sosyalist
sol için hedef nedir, ne olmalıdır?
1999, 2004 ve
2009 yerel seçimlerinde sosyalistler, beklenildiği üzere, düşük bir profil
sergilediler. Yine de her üç seçimde de küçük başarı öyküleri yaşandı. 1999’da
ÖDP iki belde belediyesini kazandı. Bunlardan biri Erzincan Geçit’ti ve Alevi
nüfuslu bu belde, istisnai bir toplumsal dokuya sahipti: ÖDP’yi CHP, DSP, Barış
Partisi ve bağımsız bir sol aday takip ediyordu. ÖDP’li Kemal Irmak başarılı
addedilen bir başkan oldu ve 2004’te oylarını yükseltti, ancak rakipleri CHP
çatısı altında konsolide olarak burayı ÖDP’den aldılar.
Küçük başarı öyküleri
2004’te ÖDP Artvin Hopa’yı kazanarak dikkat çekmişti, ancak
parti için çatışmalar sonucu sosyalist cenah 2009 seçimine iki adayla girerek
burayı da CHP’ye teslim etti. 2004 yerel seçimlerinin ilginç tarafı ise;
Kürt-sosyal demokrat-sosyalist ittifakının SHP çatısı altında güçbirliği
yapmasıydı (o zamanki SHP’nin önde gelen isimlerinden Karayalçın ve Sağlar şu
anda CHP Parti Meclisi’ndeler). Ancak SHP çatısı altındaki ittifakın, oy
oranlarına bakılacak olursa, başarılı sayılması zordur.
Son yerel
seçimde ÖDP bu sefer Hatay Samandağ ilçe belediyesini, buraya bağlı bir beldeyi
ve Malatya ile Kırıkkale’de de birer beldeyi kazandı. Rize Çamlıhemşin’de
bağımsız sosyalist aday İdris Lütfü Melek seçildi. Dersim’de
(Tunceli) solun ortak adayı Murat Kur, BDP’nin adayı Edibe Şahin
karşısında 1000 oy farkla kaybetti. Tunceli’de bir ilçeyi EMEP’in, iki ilçeyi
ise Demokratik Haklar Federasyonu’nun adayları kazandı.
Adı geçen
yerlerin çoğunda mevcut başkanlar halk tarafından başarılı bulunuyor. Ancak bu,
bir ihtimal 2013 sonbaharında yapılacak olan yerel seçimlerde buraların AKP
veya CHP’ye kaybedilmeyeceğini garanti etmiyor. Kaldı ki sosyalist solun tek
tük kazanabildiği belediyelerde dikkati çeken, bura halklarının etnik veya
dinsel azınlık kimlikleridir. Bu kimliklerin savunucusu ve taşıyıcısı elbette
ki sosyalist sol olmalıdır, ama bu kimliklere hapsolmak sol için sınıfsal
açıdan da bir başarısızlık anlamına gelmektedir.
Sosyalist sol,
burada açıklamaya gerek görmediğimiz sebeplerden dolayı Hopa’yı geri almalıdır.
Suriye’ye karşı saldırgan ve militarist politikaların arttırıldığı, bu durumun
da Hatay’ın toplumsal dokusuna zarar verme ihtimali taşıdığı bir konjonktürde,
Samandağ ve Aknehir elde tutulmalı ve hatta siyasi bir “karşı saldırı”ya (daha
fazla kazanım elde etme manasında) geçilmelidir. Son yerel seçimden bu yana ana
rakibin artık BDP değil CHP olduğu Dersim coğrafyasında, söz konusu iki güçle
ilişkiler konusunda incelikli bir çizgi tutturulmaya çalışılmalıdır.
Ancak bunlar
yetmez. Yapılması gereken evvela, sosyalist soldaki dört ana örgütün, diğer
partilerin de olabildiğince büyük bir kısmını işin içine katarak, ortak bir
toplumcu belediyecilik manifestosu oluşturması ve yerellerde ortak adayların
kimler olabileceği konusunda görüşmelere şimdiden başlamasıdır. Makro düzeydeki
bu ortak programın yanı sıra, yerellerin özgünlüklerini dikkate alan mikro
belediyecilik programlarının da oluşturulmaya başlamaması için hiçbir sebep
yoktur.
Geç bile kalındı
İşin aslı bu
çalışmalara 2012 başlarında start verilmesi gerekiyordu. Şu anda biraz geç
kalınmıştır. Ancak çok da geç kalınmadı. Partilerin ivedilikle bir koordinasyon
komitesi oluşturmaması için bir neden görünmüyor. Üç büyük şehrin emekçi
ağırlıklı ve yoksul ilçelerinde (ki Şişli gibi genel olarak yoksul olmayan ama
Okmeydanı, Gülbağ, Ayazağa gibi semtleri içinde barındıran ilçeler de listeye
dâhildir) ortak bir program ve adayın ortaya konması için şimdiden çalışmaya
başlanmalı, geçen seçimdeki gibi son dakikada bir araya gelme apar toparlığı
tekrarlanmamalıdır.
Kentsel dönüşüm mağdurlarının yaşadığı ilçeler bu kapsamda
ağırlık verilmeyi hak etmektedir. İşçi ölümlerinin yaşandığı ilçeler, söz
gelimi Tuzla’da ölenlerin ne kadarı Tuzla ilçesinde ikamet etmekteydi
bilemiyorum ama, solun ortak adaylar göstermesinde fayda bulunan yerlerdir –en
azından propaganda olanakları bağlamında.
HES ve maden karşıtı mücadelelerin
yaşandığı, halkın devletle ve şirketlerle karşı karşıya geldiği, jandarma
şiddetine uğradığı yerlerde sol ortak adaylar gösterip şimdiden çalışmaya
başlayamaz mı? Karabük’te, Giresun’da, Maraş’ta, Samsun’da, Artvin’de çok
sayıda ilçe ve beldede yapımı süren HES’lere karşı mücadeleler veriliyor,
buralarda bir yandan da iş cinayetleri (“kazaları”) sonucu ölümler meydana
geliyor. Sosyalist solun buraları AKP’ye, buralardaki muhalif potansiyeli de
CHP’ye terk etme lüksü var mıdır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder