2 Mart 2012 Cuma

Ruşen Çakır; Ne Şeriat Ne Darbe: “çok çarpıcı ve hazin bir örnek”

BirGün
Yapma Ruşen Çakır, din kardeşiyiz…
Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, köşe yazısında 28 Şubat ile ilgili olarak sosyalist solu mercek altına almak istemiş. Bu konuda “çok çarpıcı ve hazin bir örnek” olarak da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni görmüş. Gerçekten de yazıyı okudukça hüzünden hüzne koştum. Analizleri okudukça da ayrıca bir çarpıldım.
Ruşen Çakır o dönemde ÖDP üyesi olduğunu belirtmiş ve “23 Ocak 1996’da kurulan ÖDP, bir ihtiyaca cevap verdiği için olsa gerek sahici bir heyecan yaratmıştı” demiş. (Ufak bir wikipedia hatası. 21 Ocak olacaktı.) “Mercek altına” aldığı o dönemki partisinin politikası ile ilgili de şöyle demiş Çakır, “ÖDP’nin 28 Şubat’a bakışı, ilk bakışta son derece cazip gözüken şu meşhur slogandan ibaretti: Ne şeriat, ne darbe! Bu sloganı savunanları, TSK’nın kuyruğunda solculuk yapmaya çalışanlarla eşitlemek tabii ki çok büyük haksızlık olur. Fakat bu ülkede askeri darbelerin darbesini en çok yemiş insanların, modern ya da post-modern fark etmez, askerin demokratik süreçlere müdahalesine tek başına karşı çıkamıyor olmaları anlaşılır bir şey değildi, hâlâ değil.”

“Partidaş”ımın yazısını okuyunca aklıma nedense Ergenekon sürecinde “ne AKP ne darbe” deyişimiz ve BirGün’ün “yiyin birbirinizi” manşeti de geldi. O dönemde de AKP’ye dokunmamamız, darbeye karşı Nazlı Hanım ve inci küpeleri ile birlikte tankların önüne atlayıp durdurmamız gerektiği söylenmişti. Ne acıdır ki o gün bunu söyleyenler şimdi gözlerinin önünde arkadaşlarının tek tek tutuklanmalarına şahit oluyor ya neyse…   

Biz yine 28 Şubat’a ve Ruşen Çakır’ın yazısına dönelim. Bakın ne demiş Çakır, “Bir yanda “şeriat” dediğiniz, muhayyel bir “tehlike” söz konusu. Yani olmuş bir şey değil, olacağı da belli değil ama siz “ya olursa” diye endişeleniyorsunuz.” 

Yani şeriat denen şey Çakır’a göre birden “tataaam” efektiyle ortaya çıkacak, bir anda gök kararacak, gökten zembille mollalar inecek, kollar bacaklar kesilecek, kadınların yüzüne kezzap boca edilirken aynı anda da gençler taşlanacak... “Demokratik” ülkemizde öyle bir şey zinhar mevcut mu? Tabii ki hayır. Öyleyse bu muhayyel tehlikeyle uğraşmaya da gerek yok. 

Şeriattan anladığınız bu ise elbette ki emperyalist/kapitalist sistemin bu denli içerisinde bir ülkede böyle bir şey beklemezsiniz. O zaman İslamcılık, dinci gericileşme vb. gibi kavramlara da gerek yok. Muhafazakâr ve mağdur bir kitlenin önü bir takım elitler tarafından kesilip durmakta ve ona karşı dindarlarla el ele bir barikat örmek gerekmekte… Mağdur Süleyman Mercümekler, yine pek mağdur Fadıl Akgündüzler, yeşil sermayenin yiyici sakallıları… Hepsini toplayalım sosyalistlerle kaynaştırıp haydi barikata… 

Halbuki Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde faşizmin de gericiliğin de sistem devlet eliyle palazlandırıldığı ancak çoğu zaman bu çevrelerin kontrolden çıktığı ve yine sistem tarafından ehlileştirilerek düzen içine çekildiği bilinir. Emperyalizm 12 Eylül öncesinde emek muhalefetine karşı faşistleri örgütlemiş ancak 12 Eylül’de sola karşı yaptığı darbede aynı faşistleri de idam etmiştir. 12 Eylül darbesi sonrası “milliyetçi-muhafazakar nesiller” projesi ile İslamcılar palazlandırılmış, hatta PKK’ye karşı bizzat bir örgüt, Hizbullah örgütlendirilmiştir. 90’lar sonrası giderek emperyalizmin tercihlerine uymayan ve yoldan çıkan radikal İslamcılık, 28 Şubat’ta yine sistem içine çekilmeye çalışılmış, operasyonun sonucunda ortaya çıkan AKP  de aynı küresel güçler tarafından alkışlarla karşılanmıştır.

Ortaya çıkan şey ise emperyalizmle barışık, ekonomik anlamda küresel sermayeye bağımlı, Ortadoğu’da işbirlikçi, üst yapıda dinci bir iktidardır. İslamcılık bir darbeyle ortadan kaldırılmadığı gibi adına “şeriat” da denilen olgu farklı veçhelerde gündemimizdedir. Sonuç olarak bugün yaşadığımız dindar nesil tantanaları, 4+4+4 operasyonları da pek muhayyel şeyler değil. Şeriat dediğiniz dinin gündelik yaşama ve siyasete devlet eliyle müdahalesi, hukuk, eğitim gibi üst yapı kurumlarının dinsel dogmalara göre belirlenmesi ise biz şu an neyi yaşıyoruz? 

Çakır’ın düşünce sistematiği şöyle işliyor: Anlaşılması gereken mağdur bir dindar kesim (yani çevre) ve onlara baskı uygulayan asker ve sivil elitler (yani merkez). Halbuki durum bu paradigmadaki gibi değildir. Türkiye’de “sağ hükümetlere karşı” askerler tarafından yapıldığı iddia edilen darbeler, emperyalizm için çalışan iktidarların misyonunu tamamlayıp raydan çıkmaya başladıkları anlarda yapılan küresel operasyonlardır. Solcular olarak bu operasyonlarla da (yani darbelerle) o güne kadar sistem tarafından hoşbeş içerisinde kullanılan çevrelerle de (şeriatçılarla, faşistlerle) aynı oranda mücadele ederiz. O yüzden slogan “Ne Şeriat ne Darbe”dir. 

Çakır son olarak şunları söylüyor. “Peki ÖDP neden bu yanlışı yaptı? Bunun temelinde, sosyalist solda geleneksel olarak baskın olan, İslam dinine, İslami harekete ve dindarlara hak ettiği önemi vermeme anlayışının yattığı kanısındayım. Sıklıkla militan bir ateizme kayan kaba materyalizmin o tarihlerde ÖDP’de de hayli etkili olduğunu biliyoruz.”

Militan Ateizm… Kavrama gel... Demek ÖDP’liler sabah evden çıkıyor, ellerine “Allah yok, din yalan” yazan dergilerini alıyor, Müslüman mahallelere koşup “Bırakın ezen ezilen muhabbetini, tanrı yok önce burada anlaşalım” diyor. Hatta o kadar militan Ateistler ki polisle değil imamla çatışıyorlar… Öyle mi? Yapma Ruşen Hocam din kardeşiyiz… 

Hiçbir sosyalistin böyle bir şey yapmayacağını, devrimcilerin derdinin ezilenlerin diniyle, diliyle değil, o dini kullanarak sömürü düzenlerini pekiştiren muktedirlerle olduğunu Çakır da adı gibi bilir. Peki nereden çıkarıyor bunları? Kendi söylemine bakarsak “Solun, İslami hareketlere yeterince önem vermemesinden…” 

Ben şahsen İslami hareketlere çok önem veririm. Mesela Denizler 6. Filo’yu kovmak istediklerinde o gemileri kıble yapıp namaz kılan hareketlere  ehemmiyet veririm. Kürt hareketini bölmek için kurulan, domuz bağı ile nice demokratı katledip sonra hukuki düzenlemeyle salıverilen hareketlere de… 35 canı diri diri yakanlara da… Bugün “dinine, kinine sahip çıkan bir nesil” yaratmak görevini ele alanlara da… Hepsine çok ehemmiyet veririm. Onlara karşı da ehemmiyetle örgütlenirim. 

Keşke sayın Çakır, siz de bizim kadar ehemmiyet gösterseniz bu hareketlere de, ne siz ne de diğer arkadaşlarınız TV’deki işlerinizden olmasanız…
Yazının aslı:   http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1330525647&year=2012&month=02&day=29

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder