Muhalefet 06/01/2012
İlker Başbuğ’un tutuklanması ile birlikte ‘dokunulmazlara dokunuluyor’, ‘demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü’ türünden, bildik ezberler yeniden gündeme taşındı. Bir süredir, AKP’nin dökülen demokrasi cilaları, bu vesileyle parlatılmaya başlandı.
AKP, yeni anayasa tartışmaları öncesinde yaptığı yeni ‘demokrasi’ hamlesi ile toplumun bütün kesimlerini baskı altına alarak geliştirdiği İslami-piyasacı despotizme doğru yönelmenin de üzerini örtmeye çalışmaktadır. İlker Başbuğ’dan, birkaç saat önce tutukluluklarının devamına karar verilen Ahmet Şık ve Nedim Şener’in, aylardır mesnetsiz iddialarla tutuklu kalmasının -ve süren bütün baskı ve hukuksuzlukların- üzerini örten bir ‘demokrasi şalı’ atılmaktadır. Aynı dönemde Kenan Evren’in yargılanmasının gündeme getirilmesi de ‘darbecilerle hesaplaşıyoruz’ yanılsamasını güçlendirmeye dönük bir şovdan ibarettir.
Kuşkusuz bunun üzerine şimdiye kadar pek çok tartışma yürüttük. O yüzden birkaç noktayı hatırlatmak, bu gün yaşananların açıklanması bakımından yeterli olacaktır.
Türkiye’de darbelerin kaynağında emperyalizmin ve sermayenin temel yönelimleri bulunmaktadır. 12 Eylül darbesi, o gün egemen sınıfların yaşadığı yönetme krizi ve karşısında güçlenerek gelişen devrimci halk hareketini bastırarak, bugün AKP eliyle sürdürülen küresel emperyalist sisteme eklemlenmenin önünü açmak için gündeme gelmişti. Öyle anlatıldığı üzere 3-5 generalin marifetiyle gerçekleştirilmiş bir şey değildi. Zaten eğer gerçekten 3-5 generalin marifetiyle bir darbe gerçekleştirilebilseydi, bugün eski bir Genelkurmay Başkanı darbe yapamadığı için tutuklanmazdı. Bugün, ABD ve uluslararası sermayenin temel yönelimi ve desteği çerçevesinde AKP, Ergenekon ile başlayarak emperyalizmin yeni politikalarıyla uyumlu olmayan egemen sınıf içerisindeki kesimlerin tasfiyesine yönelmiştir. Yaşananlar bundan ibarettir. Şimdi, ikide bir ‘tarihi an’ olarak büyütülerek AKP’nin ‘demokrasi cilasının’ parlatılmaya çalışıldığı hadise budur.
BirGün gazetesi ve sitemizde yayınlanan söyleşisinde Oğuzhan Müftüoğlu, Ergenekon sürecine yönelik şu tespitte bulunmuştu, ‘Bu gün “Ergenekon” davasının özünün, devletin ve ordunun eski soğuk savaş döneminde oluşturulmuş yapılarının bu günkü yeni düzene uygun biçime dönüştürülmesinden ibaret bir konu olduğu çok daha açık olarak ortaya çıkmış durumdadır. Oysa konuyu bir sivilleşme ve darbeciliğin tasfiyesi olarak, bir demokratikleşme olarak görenler, sadece bu gün nasıl bir ileri demokrasi olduğu açıkça görülen bir rejimin destekçisi olmakla kalmadılar, halkın aldatılmasına da ortak oldular.’
Şimdi, bu yaşananların ardından, özellikle referandum sonrasında iplikleri iyiden iyiye pazara çıkmış olan bu kesimler, yine aynı nakaratı tekrarlamaya başlayacaklardır. Kuşkusuz, artık ‘misyonu tamamlanmış’ bu kesimlerin sözlerinin pek bir kıymetinin kalmadığı da ortada. (Anlaşılan bazı arkadaşlar için durum farklı olmalı ki, O. Müftüoğlu’nun bu kesimlere yönelik eleştirilerine onlar adına cevap verme gereği duydular.)
***
Uludere Katliamı’nın ardından, ‘istihbarat savaşları’ sürdürülürken Ergenekon tartışmaları da yeniden gündeme taşınmıştı. Bir tür ‘cambaza bak’ oyunu ile yaşanan her şeyi istihbarat yanlışlığına ve derin oyunlarına bağlayıp, katliama yol açan yeni ‘savaş konseptini’ ve ‘askeri çözüm siyasetini’ aklamaya çalışan bu tür tartışmalarla gerçeğin özü karartılmaya, ilgi başka noktaya toplanmaya çalışıldı.
Katliamla birlikte ‘kaçakçıların yasa dışılığından’ dem vuran, Kürt hareketinin ‘hareket alanını genişlettiğini’ ileri süren değerlendirmelerle yeni ‘savaş konseptini’ meşrulaştıran ve gerekliliğinin altını çizen yorumlarla, izlenen siyaset meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Hüseyin Gülerce’nin 'devlet içinde hâlâ tesirsiz kılınamamış derin yapının, PKK içindeki iç-dış bağlantılı derin yapıyla işbirliği içinde rol oynamış olma ihtimali, en kuvvetli ihtimaldir’ sözleri bunun bir örneğidir.
Uludere’nin hemen ardından Diyarbakır’da iki gencin yargısız infazla öldürülmesi, ardından süren operasyonlar Kürt hareketini etkisizleştirme/güçsüzleştirme çerçevesindeki yeni anayasa hazırlık sürecinin parçasıdır. Geçtiğimiz haftalarda Bülent Arınç’ın Kürt sorununa ilişkin işaretlerini verdiği ‘yeni demokrasi paketi’ aynı konseptin içerisinde -AKP’nin kendi hegemonyasını pekiştirmeye dönük olarak- devreye sokulacak bir başka hamledir.
Bir karmaşa içerisinde, yanıp sönen spot ışıkları ve değiştirilen gündemler çerçevesinde sunulan bu süreçte doğru bir yerde durmak her şeyden önce gerçeğin özüne bakabilmeyi gerekli kılıyor. Egemen sınıf içerisindeki gelgitlerin parçası olarak ortaya atılan kimi bilgileri kovalarken gerçeğin yanından hızla geçip uzlaşmaya imkan tanıyor. O yüzden, ortaya atılan her tür iddia ve hamle karşısında yapılması gereken, iktidarın ana yönelimini gözden kaçırmadan, kimi ileri sürülen çelişkilerin peşine takılmadan kendi doğrultumuzda ilerleyebilmeyi becerebilmektir.
2012, yeni anayasa tartışmaları bağlamında, tıpkı referandum sürecinde ve daha önceki gündemlerde olduğu üzere gerçeklerin farklı yanılmasalar içerisinde kaybedilmeye çalışılacağı bir dönem olacaktır. Bugünkü adımlar, yeni anayasanın yollarını döşemeye yöneliktir. Muhalefetin bu gündeme etkili bir müdahale imkânı da ancak halkın gerçek sorunlarına sahip çıkarak gerçekleşebilir.
Yazının aslı: http://muhalefet.org/yazi-%E2%80%98cilali-demokrasi-devri-16-981.aspx
İlker Başbuğ’un tutuklanması ile birlikte ‘dokunulmazlara dokunuluyor’, ‘demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü’ türünden, bildik ezberler yeniden gündeme taşındı. Bir süredir, AKP’nin dökülen demokrasi cilaları, bu vesileyle parlatılmaya başlandı.
AKP, yeni anayasa tartışmaları öncesinde yaptığı yeni ‘demokrasi’ hamlesi ile toplumun bütün kesimlerini baskı altına alarak geliştirdiği İslami-piyasacı despotizme doğru yönelmenin de üzerini örtmeye çalışmaktadır. İlker Başbuğ’dan, birkaç saat önce tutukluluklarının devamına karar verilen Ahmet Şık ve Nedim Şener’in, aylardır mesnetsiz iddialarla tutuklu kalmasının -ve süren bütün baskı ve hukuksuzlukların- üzerini örten bir ‘demokrasi şalı’ atılmaktadır. Aynı dönemde Kenan Evren’in yargılanmasının gündeme getirilmesi de ‘darbecilerle hesaplaşıyoruz’ yanılsamasını güçlendirmeye dönük bir şovdan ibarettir.
Kuşkusuz bunun üzerine şimdiye kadar pek çok tartışma yürüttük. O yüzden birkaç noktayı hatırlatmak, bu gün yaşananların açıklanması bakımından yeterli olacaktır.
Türkiye’de darbelerin kaynağında emperyalizmin ve sermayenin temel yönelimleri bulunmaktadır. 12 Eylül darbesi, o gün egemen sınıfların yaşadığı yönetme krizi ve karşısında güçlenerek gelişen devrimci halk hareketini bastırarak, bugün AKP eliyle sürdürülen küresel emperyalist sisteme eklemlenmenin önünü açmak için gündeme gelmişti. Öyle anlatıldığı üzere 3-5 generalin marifetiyle gerçekleştirilmiş bir şey değildi. Zaten eğer gerçekten 3-5 generalin marifetiyle bir darbe gerçekleştirilebilseydi, bugün eski bir Genelkurmay Başkanı darbe yapamadığı için tutuklanmazdı. Bugün, ABD ve uluslararası sermayenin temel yönelimi ve desteği çerçevesinde AKP, Ergenekon ile başlayarak emperyalizmin yeni politikalarıyla uyumlu olmayan egemen sınıf içerisindeki kesimlerin tasfiyesine yönelmiştir. Yaşananlar bundan ibarettir. Şimdi, ikide bir ‘tarihi an’ olarak büyütülerek AKP’nin ‘demokrasi cilasının’ parlatılmaya çalışıldığı hadise budur.
BirGün gazetesi ve sitemizde yayınlanan söyleşisinde Oğuzhan Müftüoğlu, Ergenekon sürecine yönelik şu tespitte bulunmuştu, ‘Bu gün “Ergenekon” davasının özünün, devletin ve ordunun eski soğuk savaş döneminde oluşturulmuş yapılarının bu günkü yeni düzene uygun biçime dönüştürülmesinden ibaret bir konu olduğu çok daha açık olarak ortaya çıkmış durumdadır. Oysa konuyu bir sivilleşme ve darbeciliğin tasfiyesi olarak, bir demokratikleşme olarak görenler, sadece bu gün nasıl bir ileri demokrasi olduğu açıkça görülen bir rejimin destekçisi olmakla kalmadılar, halkın aldatılmasına da ortak oldular.’
Şimdi, bu yaşananların ardından, özellikle referandum sonrasında iplikleri iyiden iyiye pazara çıkmış olan bu kesimler, yine aynı nakaratı tekrarlamaya başlayacaklardır. Kuşkusuz, artık ‘misyonu tamamlanmış’ bu kesimlerin sözlerinin pek bir kıymetinin kalmadığı da ortada. (Anlaşılan bazı arkadaşlar için durum farklı olmalı ki, O. Müftüoğlu’nun bu kesimlere yönelik eleştirilerine onlar adına cevap verme gereği duydular.)
***
Uludere Katliamı’nın ardından, ‘istihbarat savaşları’ sürdürülürken Ergenekon tartışmaları da yeniden gündeme taşınmıştı. Bir tür ‘cambaza bak’ oyunu ile yaşanan her şeyi istihbarat yanlışlığına ve derin oyunlarına bağlayıp, katliama yol açan yeni ‘savaş konseptini’ ve ‘askeri çözüm siyasetini’ aklamaya çalışan bu tür tartışmalarla gerçeğin özü karartılmaya, ilgi başka noktaya toplanmaya çalışıldı.
Katliamla birlikte ‘kaçakçıların yasa dışılığından’ dem vuran, Kürt hareketinin ‘hareket alanını genişlettiğini’ ileri süren değerlendirmelerle yeni ‘savaş konseptini’ meşrulaştıran ve gerekliliğinin altını çizen yorumlarla, izlenen siyaset meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Hüseyin Gülerce’nin 'devlet içinde hâlâ tesirsiz kılınamamış derin yapının, PKK içindeki iç-dış bağlantılı derin yapıyla işbirliği içinde rol oynamış olma ihtimali, en kuvvetli ihtimaldir’ sözleri bunun bir örneğidir.
Uludere’nin hemen ardından Diyarbakır’da iki gencin yargısız infazla öldürülmesi, ardından süren operasyonlar Kürt hareketini etkisizleştirme/güçsüzleştirme çerçevesindeki yeni anayasa hazırlık sürecinin parçasıdır. Geçtiğimiz haftalarda Bülent Arınç’ın Kürt sorununa ilişkin işaretlerini verdiği ‘yeni demokrasi paketi’ aynı konseptin içerisinde -AKP’nin kendi hegemonyasını pekiştirmeye dönük olarak- devreye sokulacak bir başka hamledir.
Bir karmaşa içerisinde, yanıp sönen spot ışıkları ve değiştirilen gündemler çerçevesinde sunulan bu süreçte doğru bir yerde durmak her şeyden önce gerçeğin özüne bakabilmeyi gerekli kılıyor. Egemen sınıf içerisindeki gelgitlerin parçası olarak ortaya atılan kimi bilgileri kovalarken gerçeğin yanından hızla geçip uzlaşmaya imkan tanıyor. O yüzden, ortaya atılan her tür iddia ve hamle karşısında yapılması gereken, iktidarın ana yönelimini gözden kaçırmadan, kimi ileri sürülen çelişkilerin peşine takılmadan kendi doğrultumuzda ilerleyebilmeyi becerebilmektir.
2012, yeni anayasa tartışmaları bağlamında, tıpkı referandum sürecinde ve daha önceki gündemlerde olduğu üzere gerçeklerin farklı yanılmasalar içerisinde kaybedilmeye çalışılacağı bir dönem olacaktır. Bugünkü adımlar, yeni anayasanın yollarını döşemeye yöneliktir. Muhalefetin bu gündeme etkili bir müdahale imkânı da ancak halkın gerçek sorunlarına sahip çıkarak gerçekleşebilir.
Yazının aslı: http://muhalefet.org/yazi-%E2%80%98cilali-demokrasi-devri-16-981.aspx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder