15 Ekim 2011 Cumartesi

KOMÜNİST PARTİ İÇİN NEREDEN BAŞLANMALI


14/07/2009 da Face book ta yayınlamdı


İŞÇİ SINIFI ERKİ: İÇERİĞİ VE BİÇİMLERİ (Bolum I) 
«Kapitalizmden komünizme geçiş, elbette, bol sayıda ve çok çeşitli politik biçimlere yol açmadan edemez; fakat bu politik biçimlerin içeriği zorunlu olarak aynı olacaktır: proletarya diktatörlüğü»*

Ekim Devrimi deneyimi, başta işçi sınıfının savaşımına olmak üzere, özgürlük hareketinin tümüne büyük etki yaptı. «Rusya'da olanları biz de yapalım!», emperyalist savaş durumunda kapitalist ülkeler emekçilerinin ilk atılımıydı. Fakat Ekim Devrimi'nin daha birinci yıldönümünde, yani 1918 Kasım'ında, V.İ. Lenin, devrime ne denli ağır koşullar içinde başlanıldığını anlatırken, «daha sonraki işçi devrimlerinin hiçbirisinin böylesi» koşullarda başlamayacağını belirtti.» (1)

İlk sosyalist devrim deneyimlerinin biriktirilmesi ve diğer ülkelerde devrimci hareketin gelişmesi sonucu Lenin, dış ülkeler komünistlerini Ekim Devrimi'nin çok yönlü deneyimleri ile bu devrimin uluslararası öneminin bir tutulmasının çok önemli olduğu konusunda uyardı. «Bizde olan bitenlerin tarih boyunca uluslararası çapta kaçınılmaz olarak tekrarlanacağını» (2) belirten V.İ. Lenin, Rusya'da gerçekleşen sosyalist devrimin genel çizgilerinin, özgül ulusal ve tarihsel koşullarıyla, yani bu devrimin kendine özgü özellikleri ve somut biçimleriyle karıştırılmaması gerektiğini gösteriyordu. Tarihsel olarak genel önemi olan, geçici bir önemi taşıyandan ayırt edebilme yeteneği, daha Ekim Devrimi'nden sonraki ilk yıllarda büyük politik güncellik kazandı ve giderek gerçek devrimciliğin kaçınılmaz ölçütü oldu.

Ekim Sosyalist Devrimi'nin gün ışığına çıkardığı en önemli yasallıkların genel geçerliliği burjuva ve sosyal-reformistler tarafından reddediliyor. İlk proleter devrim deneyimi karşısında olumsuz tavır takınma, komünist hareket içindeki sağ revizyonist akım için karakteristiktir. Gerçi, bunun yanı sıra tam tersi başka bir aşırı tutuma da varılıyor: Ekim deneyimi aynen «yinelenmelidir» deniyor. Örneğin, 1968 yılında, Sorbon Üniversitesinde barikat kuran Paris öğrencilerinden bazı gruplar, kendilerinin anlattıklarına göre, John Reed'in «Dünyayı Sarsan On Gün» adlı yapıtına göre hazırlanan bir senaryoya uyarak hareket etmişler. Fişeklik kuşanarak 1917 Ekim'i günlerini oynamaya kalkışmışlardır. Bu öğrenciler, niyetleri soylu olmakla birlikte, ayrıntılı olarak kopya ettikleri olayların özünü anlayamamışlardır.
Yine de Ekim Devrimi'nin deneyimleri tüm insanlığın gerçekten yüce kazanımı olarak yaşamaya devam ediyor, zamanın geçmesiyle önemi eksilmiyor, eskiyi yeni ışınlar içinde görmek isteyenlere ışık tutuyor. Bu her şeyden önce işçi sınıfının uğrunda savaşım yürüttüğü devletin karakteri, onun sınıfsal içeriği ve olası biçimleri sorununa ilişkindir. Kapitalist ülkelerde sınıf savaşımı keskinleştikçe, bu ülkeler işçi sınıfı için devlet sorununun önemi gitgide artmaktadır.

Toplumsal devrim hangi biçimde gerçekleşirse gerçekleşsin, her zaman devlet erki başka bir sınıfın eline geçer. V.i. Lenin'in tanımına göre, bu «kavramın kesin-bilimsel anlamında olduğu gibi, pratik politik anlamında da devrimin ilk, başat, temel belirtisidir.» (3) Erkin işçi sınıfının ve onun bağlaşıklarının eline geçmesi, sosyalist devrimin içeriğinin en önemli koşulu ve öğesidir. Bu erke, Marks ile Engels proletarya diktatörlüğü adını verdiler. Bu bir diktatörlüktür, çünkü burjuvaziyi değiştirmek üzere gelir, burjuva egemenliğini perçinleyen hak ve yasaları değiştirir, onların yerine devrimin savunulmasına ve yeni toplum kurulmasına uygun devrimci hukuk ve devrimci yasalar getirir.

Marksizm, diktatörlük deyince, burjuva ve revizyonist yorumların tersine, erkin biçimi ya da rejimden, onun uyguladığı zorun ölçülerinden başka, sınıfsal içeriğini de anlar. Proletarya diktatörlüğü en geniş halk yığınlarıyla bağlaşıklık halinde davranan işçi sınıfının politik erkinden başka bir şey değildir. Bu erkin alabileceği biçimler çok farklı olabilir. Bu, birçok koşula bağlıdır: Uluslararası durum, ülke içindeki toplumsal güçler arasındaki karşılıklı ilişki ve öncelikle de yeni düzene düşman sınıfların direnişi bilindiği gibi, dünyada ilk proletarya diktatörlüğü 1871'de kurulan ve 72 gün var olan Paris Komünü'dür. Paris Komünü karşı-devrimin döktüğü kanda boğulmuştur, çünkü Fransız burjuvazisi ile Alman militaristlerinin ortak suikastını bertaraf etmeyi başaramamıştır. Öte yandan Paris Komünü doğal bağlaşığı olan köylü yığınlarının desteğini sağlayamamıştır. Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, sözde değil de gerçekten toplumsal devrim yapmaya çalışanlar, her zaman Paris Komünü deneyimlerinden ders çıkartmaya, uğraşmışlardır. Bu derslerden biri özellikle çok önemlidir: Proletarya erkinin ayakta kalabilmesi için, halkın ezici çoğunluğunun desteğini mutlaka sağlamış, istikrarlı, dayanıklı bir erk olması gerekir.

Ekim Sosyalist Devrimi'nin utkusu, proletaryanın özgürlük hareketindeki öncülüğünün, onun daha sonra onun politik erkine dönüştüğünü kanıtladı. Proletarya diktatörlüğünün bir biçimi olan Sovyet egemenliği kuruldu. İşçi sınıfının kentli ve köylü geniş emekçi kitleleriyle kapitalistlere ve pomesçiklere karşı savaşım içinde çelikleşen bağlaşıklığı, öncelikle işçi-köylü bağlaşıklığı, utkudan sonra yalnız alaşağı edilmiş sınıfların karşı koymasını ezmeyi ve devrimi savunmayı sağlamakla kalmadı, aynı zamanda toplumun sosyalist temeller üzerinde yenilenmesini de güvence altına aldı

Rusya'da işçi sınıfının, emperyalist savaştan çıkmak, açlığı ortadan kaldırmak, köylülere toprak vermek için yürüttüğü erk savaşımında tüm toplumsal katman ve gruplarca desteklenmesi, bu güçlerin proletaryayı sosyalist ödevleri çözümlemeye başlayınca da destekleyeceği anlamına gelemezdi. V.İ. Lenin, Rusya, genellikle bir köylü ülkesi olduğu için, ortak demokratik ödevlerin gerçekleştirilmesinde, her şeyden önce tarım sorununun çözümlenmesinde, halkın küçük-burjuva kesiminin desteğinin de bütünüyle sağlanabileceğini öngördü. Ne var ki, sosyalist ödevlerin çözümü başlayınca bu desteğin sürdürülmesi güçtü. Öte yandan, işçi sınıfı halkın oldukça kalabalık bir kesimini oluştursa bile, sosyalizmi yalnız işçi elleriyle kurmak güç olurdu. Sosyalizm, onun kuruluşuna tüm emekçilerin katılmasıyla serpilip gelişir. Bu ise, işçi sınıfının kendi yanına bağlaşık kazanması, onların dayanıksızlığının, ikircimliğinin giderilmesine yardımcı olması, onları ardıcıl olarak yeni topluma kazanması anlamına gelir. Rusya'da o zamanlar nüfusun yüzde 65'ini oluşturan yoksul köylüler, işçi sınıfının doğal bağlaşığı olduğu için, orta köylülere karşı bir süre «tarafsızlaştırma» politikası da yürütüldü. Yeni yaşamın kuruluşuna burjuva aydınlarının hiç olmazsa bir bölümünün olsun kazanılması için büyük çaba harcadı.

Böylece, işçi sınıfının önüne belli başlı iki ödev dikildi: Birincisi, yitirdiklerini zor kullanarak geri almaya uğraşan sömürücü sınıfların direnci karşısında erkin savunulması ve ikincisi, geniş halk yığınlarıyla bağlaşıklığın erkin ele geçirilmesi, temelinde değil de, erki savunma ve sosyalizm kuruculuğu temelinde pekiştirilmesi. Marksizm’in kurucularının proletarya diktatörlüğü adıyla tanımladığı erkin belli başlı iki yönü işte budur.

İŞÇİ SINIFI ERKİ: İÇERİĞİ VE BİÇİMLERİ (Bolum II)
Onlar, bu erkin geçici olacağını düşünmüşlerdi. Tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, erki uygulayan gücün işçi sınıfı olduğu proletarya devleti kapitalizmin ortadan kaldırılması ve sosyalist devletin kuruluşu gibi tarihsel ödevlerini gerçekleştirmesinden sonra giderek tüm halkın devletine dönüşmektedir.

Rusya'da işçi sınıfının erki silâhlı ayaklanma sonucu kuruldu. İşçi sınıfı egemenliği kurulmasıyla birlikte yalnız kendisinin askersel üstünlüğüne güvenmekle kalmayan, dışarıdan emperyalist destek de uman güçlü karşı-devrimci güçlerle ölüm-kalım savaşı yürütmek zorunda kaldı. Karşı-devrim, işçi sınıfının yalnız kalacağına ve köylü yığınlarıyla bağlarının kopacağına bel bağlıyordu.

Komünistler devrimi savunma ödevinin çevresinde Sovyetlere üye olan tüm partileri, yani sol sosyalist-devrimcileri, sosyalist-devrimcileri, Menşevikleri vb. bir araya getirmeye çalışıyordu. Ne var ki, bu Partiler, komünistlerle bağlaşıklık kurulmasını reddettiler. Yeni düzene karşı baş kaldırdılar. Dahası, aktif karşı-devrimcilik yolunu tuttular. Ve devrim onları süpürüp savurdu. Komünistlerle bağlaşıklık kuran biricik parti olan Sol sosyalist-devrimciler de bir süre sonra karşı-devrim saflarına geçtiler. Bütün bunlar, Rusya'da işçi sınıfı erkinin aldığı somut biçimlere büyük ölçüde damgalarını vurdu.

Sovyet erkinin, olağanüstü ağır koşullarda yürütülen iç savaşta, dış müdahaleyle savaşımda, sürekli baskı ve engeller yaratan kapitalist abluka altında varlığını sürdürebilmesi, Rusya'da kurulan proletaryanın politik erkinin yaşayabilirliğini göstermiştir. Rusya'da proletarya erki tarihin sınavından yüz akıyla geçmiştir. Bundan dolayı, Rusya'ya burjuvazisinin alaşağı edilmesini ve proletarya diktatörlüğü kurulmasını dış ülkelerden izleyenlerin kafasında proletarya diktatörlüğü ile o zamanlar Ekim Devrimi ülkesinde olup bitenlerin özdeşleştirilmesine hiç şaşmamak gerekir.

Başka bir deyişle, proletarya diktatörlüğü kavramına Sovyet Rusya'da kurulan erk biçimiyle eşanlam verildi. Aynı zamanda, bu biçimin özgüllüğü ele alınırken çoğu kez başat olan unutuldu, yani Sovyet erkinin yığınlara dayandığı, demokrasi güçlerinin geniş bağlaşıklığı temelinde yükseldiği gözden uzak tutuldu. Keskin sınıf savaşımının getirip dayattığı zorun ölçüleri, işçi sınıfının devrim düşmanlarına karşı direnişi, kimileri için, bu erkin özü olan derin demokratik niteliğinin, halkın ezici çoğunluğunun desteğine dayandığı gerçeğinin üstünü örttü. SBKP MK' nin «Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin 60. Yıldönümü Üzerine» kararnamesinde şöyle deniyor: «Sovyet erkinin proletarya diktatörlüğünün bir biçimi olarak yerleşmesi ve pekişmesi, gerçekte hiçbir kapitalist ülkede büyük emekçi çoğunluğu için hiç bir zaman görülmemiş ve olanaksız olan bir özgürlük ve demokrasi sağladı.» 1919 yılında, Macaristan'da da, hem de Rusya'dan farklı olarak barışçı yoldan işçi sınıfı erki kurulduğu zaman, V.İ. Lenin, «Macar devriminin, bizimkine kıyasla, bütünüyle başka çeşit doğmasını», onun dünyaya Rusya devrimin de gizli kalmış olan yönleri, yani Bolşevizm’in yeni proleter ve işçi demokrasisiyle bağlı olduğunu gösterebileceğini...» (4) belirtti. Bilindiği üzere, uluslararası burjuvazi Macaristan'da kurulan işçi erkini en gaddar şekilde bastırdı ve böylece, gücünün yettiği güne kadar, en demokratik yoldan bile olsa işçi sınıfı erki kurulmasına izin vermeyeceğini kanıtladı.


Rusya'daki Devrimin üç yıllık deneyimlerini ve Macaristan'daki devrimin yenilgisini analiz eden V.İ. Lenin, «Proletarya diktatörlüğü, emekçilerin öncüsü proletarya ve proleter olmayan çok sayıdaki emekçi katmanları (küçük burjuvazi, küçük işletmeciler, köylüler, aydınlar vb.) ya da onların çoğunluğuyla kurulan sınıfsal bağlaşıklığın sermayeye karşı bağlaşıklığın... sosyalizmin tamamen kurulması ve yerleşmesi amacıyla kurulan bağlaşıklığın özel bir biçimidir» (5) sonucuna vardı.

Lenin'in ilk kez tümüyle 1977'de Y.M. Sverdlov'un anısına yayımlanan demeçlerinde, Rusya'da proletarya diktatörlüğünü zorbalıkla itham edenler, bu zorbalığın sömürücülere, pomeşçiklere ve kapitalistlere yönelik olduğunu unutuyorlar; emekçi yığını içinde ise işçi sınıfı saygınlığını arttırmış ve tam destek sağlamıştır, ülkede ana toplumsal güçler oranını belirleyen de budur deniyordu. V.İ. Lenin bu demecinde şuna işaret etti: «Proletarya diktatörlüğü, iki yıl içinde Rusya'da işitilmemiş ağır ve güç koşullarda öyle gerçek harikalar yarattı ki, bu diktatörlük, onun ana itici gücü emekçi birliği olmasaydı olanaksız ve içerik olarak saçma olurdu, bu emekçi halkın ezici çoğunluğunu yanına çeken bir birliktir.» (6)


Proletarya diktatörlüğünün tarihsel ve ulusal koşullarca belirlenen biçimleri ne olursa olsun, içeriği, yani işçi sınıfının sosyalizm kuruculuğu amacıyla tüm emekçilerle bağlaşıklığı her koşulda etkili olan değişmez bir yasadır. Leninizm'in bu vargısı daha sonraları gerçekleşen devrimler tarafından da kesinlikle doğrulanmıştır.

İşçi sınıfının erkinin alacağı biçim, işçi sınıfını dolaysız destekleyen toplumsal katmanların yapısına, sayısına, politik olgunluk düzeyine bağlıdır. Doğu Avrupa ülkelerinde faşizmin yenilgisi sonucu gerçekleşen devrimler, işçi sınıfının en geniş halk katmanlarınca çok büyük bir güçle desteklenmesi sonucu gelişti. Savaşımın kurtuluşçu ve anti-faşist karakteri ve Hitlerizm’in boyunduruğu altına giren ülkeler ekonomilerinin çok büyük ölçüde yıkıma uğramış olması tarafından belirlenen kuruculuk ödevleri, işçi sınıfının çevresinde, ilk anda sosyalizm savaşımına katılmaya hazır olmayanlar da dâhil, halk yığınlarının ezici çoğunluğunu birleştirdi. İşçi sınıfının sınıf bağlaşıklığı ulusal, yurtsever ve halk cephelerinde gerçekleşti.

Kimi halk demokrasisi ülkelerinde devrimin gösterdiği özellik, işçi sınıfının sosyalist nitelikteki kazanımları daha erk için savaş verdiği sırada elde etmesinde ve işçi sınıfının erki kademe kademe devrimci gelişimle ele geçirmesi ve burjuvazinin ekonomik ve politik konumlarından adım adım geriletilmesi sonucu olmasında belirmektedir.

Halk demokrasisi devletlerinde devrimin, Rusya'da Ekim Devrimi'nden farklı yollardan gerçekleşmesiyle ilgili olarak, bu ülkelerin bazılarında yeni erk, yukarıda da belirtildiği gibi, hatta proletarya diktatörlüğü olarak benimsenmemiştir bile. Bu ülkelerde oluşan geniş anti-faşist birlik, demokratik ve sosyalist ödevlerin biri birine sıkı sıkıya örülmesi ve bunların devrim sürecinde çözülmesi, Sovyet Ordusu'nun varlığıyla dışarıdan askersel müdahaleye karşı güvence sağlanmış olması, sosyalizme proletarya diktatörlüğü olmadan da geçilebileceği düşüncesini doğurdu.

1946 Eylülü'nde, Çekoslovakya Komünist Partisi MK'nın Plenumu'nda Klement Gottwald J.V. Stalin'in kendisiyle yaptığı görüşmede, sosyalizme giden yolun tek olmadığı, Sovyetler ve proletarya diktatörlüğü aracılığıyla ve proletarya diktatörlüğünden farklı başka bir yolun şimdi Hitler Almanya’sının yenilgisinden sonra açıldığı üstüne görüş geliştirdiğini, anlatmıştır. (7)

İŞÇİ SINIFI ERKİ: İÇERİĞİ VE BİÇİMLERİ (Bolum III.)
Macaristan'da, komünistler, ülkenin kurtuluşundan sonra, halk demokrasisinin proletarya diktatörlüğü kurulmadan sosyalizme götüren bir yol olduğu görüşünü savundular. Macaristan Sosyalist İşçi Partisi MK Politik Büro üyesi Dşje Nemeş şöyle yazmıştı: Bu, partinin resmi konumuydu ve taktik hesaplarla ortaya sürülmemişti. Yazar «Macaristan'da Erk İçin Yürütülen Sınıf Savaşımından Çıkan Dersler» başlıklı yazısında, ülkenin faşistlerin pençesinden kurtarılmasından sonra Macar komünistleri halk demokrasisi koşullarında proletarya diktatörlüğü olmaksızın da sosyalizme geçilmesinin ve sosyalizmin kurulmasının olanaklı olduğu görüşündeydiler, diye yazıyor. (8)
 
1946'da Polonya komünistleri de, ülkelerinde sosyalizme götüren yolun zorla, devrimle politik darbe yapılmasını gerektirmediğini ve bundan dolayı proletarya diktatörlüğü gereksiniminin kalktığını açıkladılar.


Her ülkenin sosyalizme kendi yolundan gideceğini ve hatta sosyalizme geçmenin proletarya diktatörlüğü kurulmadan da olanaklı olabileceğini, 1947'de Fransa Komünist Partisi'nin 11. Kongresi'nde M. Thorez de söylüyordu. (9)

Görüldüğü gibi, 1946–1947 yıllarında sosyalist devrim ödevlerinin proletarya diktatörlüğü olmadan da yerine getirilebileceği görüşü Marksçılar arasında iyice yaygınlaşmıştı. Bütün bunlar, işçi sınıfının politik erkinin biçimi ile onun içeriğini, yani halk güçlerinin bağlaşıklığı olan özünü birbirinden ayırmanın ne denli güç olduğunu kanıtlıyor.

Halk demokrasisi ülkelerinde daha önceleri bilinmeyen yeni proletarya erki biçimleri, bu erkin dayandığı sınıf bağlaşıklığının Rusya'dakinden daha geniş olmasının bir ifadesidir. Bu ülkelerin hiçbirinde, orta köylüleri «tarafsız» kılma politikasının uygulanmasına gerek duyulmamış, devrimi iç ve dünya karşı-devrimine karşı silâh elde savunma gereği Sovyet Cumhuriyetinde olduğu kadar belirmemiş, sömürücü azınlığa karşı Sovyetlerde olduğu gibi, şiddetli baskı kullanılması gerekmemiştir.

Bununla beraber, halk demokrasisi ülkelerinde demokratik dönüşümlerle sosyalizm kuruluşu aşamasına barışçı geçiş olanağı belirmiştir. Bu özellik o denli büyüktü ki, kimi komünist partiler, kurulmasında ve gelişiminde yönetici rol oynadıkları erkin karakterini birdenbire anlayamamışlardır. Daha derin sosyalist dönüşümlerin gerçekleştirilmesi sırasında sınıf savaşımının keskinleşmesi, emperyalizmin «soğuk savaş» ı başlatması, söz konusu olanın proletarya diktatörlüğünden vazgeçilmesi değil de, onun yeni bir biçimi —yeni somut tarihsel koşulların eseri olan halk demokrasisi— olduğunu hemen gün ışığına çıkardı. Bu tarihsel deneyimler, gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfı savaşımının yeni koşullarının teorik olarak irdelenmesi için ibret verici olduğu kadar yararlıdır da.

Günümüzde sosyalizme götüren yollar daha da çeşitlidir. Ve bu öncelikle 1917 yılının devrimci atılımı ve onun dünya çapında gerçekleştirdiği devrimci dönüşümler sonucudur.

Eğer faşizmin yenilgisinden sonra işçi sınıfı erki yeni biçimler aldıysa, tarihte, dünya sosyalist sisteminin çok güçlü duruma geldiği koşullarda, kapitalist bağımlılıktan kurtulacak ülkelerin rolünün artacağı uluslararası işçi hareketinin gücünün çoğalacağı, bu konuda daha da büyük bir çeşitlilik beklemek hakkımızdır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfı erkinin Sovyetler Birliği ve halk demokrasisi ülkelerinde kurulan erklerden farklı biçimler alması da doğaldır.


Bu fikir ilk kez Büyük Britanya Komünist Partisi'nin 1951'de kabul edilen «Britanya'nın sosyalizm yolu» programında yansıdı. Programda, parlamenter savaşım biçimlerinden yararlanılması, birleşik ve çevresinde halkın öteki ilerici güçlerini toplayan işçi sınıfının yığınsal politik ve ekonomik eylemlerinin gelişmesi sonucu ülkenin sosyalizme barışçı yoldan gitmesi öngörülüyordu. Büyük Britanya Komünist Partisi'nin 1977'de yapılan 35. Kongresi'nde Parti Genel Sekreteri Gordon Maklennan, «Britanya'nın Sosyalizm Yolu» programının ne 1951 yılındaki ilk baskısında ne de daha sonraki baskılarının herhangi birinde «proletarya diktatörlüğü» teriminin olmadığını anımsattı. Genel Sekreter, bunlarla birlikte, parti programının ve Kongreye sunulan tasarının «işçi sınıfı ile onun bağlaşıklarının sosyalist toplum kuruluşu için politik erki» ele geçirme ve gerçekleştirme anlayışını yansıttığını söyledi. (10)

Geçmiş tarihte komünist ve işçi partileri «proletarya diktatörlüğü» terimini kullanmıyordu. Bu terim, 1969 yılında yapılan Komünist ve İşçi Partileri'nin Uluslararası Toplantısı Belgeleri'nde de "yer” almıyordu. Bu belgede, «proletarya diktatörlüğü» «işçi sınıfı ve onun bağlaşıklarının erki» deyimiyle ifade ediliyor.

Portekiz Komünist Partisi Genel Sekreteri A. Kunyal, partisinin programında «proletarya diktatörlüğü» formülünün yer almaması gerçeğini şöyle yorumluyor: Kuşkusuz, ideolojik ve stratejik plan açısından değişiklik olmayacaktır. «Diktatörlük» sözü Portekiz'de pek yaygın bir söz değildir. Biz 50 yıl diktatörlük altında yaşadık ve biz yeni bir diktatörlükten dem vurmaya başlarsak, hatta bu diktatörlük proletaryanın olsa bile... halkımızın Portekiz'de komünistlerin bambaşka bir diktatörlük kurmak istediklerini anlayamaması ihtimali büyüktür. Dolayısıyla, ülkemizde zamanımızda bu deyimin kullanılmaması gerekir, çünkü bu yarım yüzyıl süren insanlık dışı işkenceleri hatırlatan bir sözdür. (11)


Marksçı proletarya diktatörlüğü öğretisinde esas olan biçim değil, bu fikrin içeriğidir. Proletarya diktatörlüğü fikrinin ilk olarak «Komünist Partisi Manifestosu»nda ifade edildiğini ve o zamanlar birçok yerde kullanıldığını anımsatmak yararlı olur. Marks ile Engels'in daha sonraları yazdığı yapıtlarda «proletarya diktatörlüğü» terimine sık sık rastlanmakta, fakat bununla birlikte, Lenin'in yapıtlarında da olduğu gibi, proletarya devletinin sınıfsal içeriğinin karakterize edilmesinde: «işçi sınıfının politik erki», «işçi sınıfının politik egemenliği» vb. terimlere de rastlanmaktadır.

Derin ve çok yanlı bir kavram olan proletarya diktatörlüğü V.İ. Lenin'in yapıtlarında defalarca tanımlanmış ve böylece onun değişik yanları aydınlatılmıştır: «Bunların tümü sosyalist devletin içeriğinin, kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde ve sosyalizmin tam utkusu ve güçlenmesi savaşımı koşullarında onun işleyiş özelliklerinin ifadesidir. Proletarya diktatörlüğünün ciddi biçimde irdelenmesi için, Lenin'in yaptığı tüm tanımlamaları, bu tanımlamaların bütünlüğünü ve birbirine bağlılığını ve aynı zamanda proletarya diktatörlüğü teorisinin pratikte uygulanmasından elde edilen somut deneyimi göz önünde bulundurmak şarttır.» (12)

İŞÇİ SINIFI ERKİ: İÇERİĞİ VE BİÇİMLERİ (Bolum IV)
Ne var ki, 1970'li yılların ortasında, komünistlerin burjuva hükümetlerine katılması için somut olanaklar belirince, kimilerinin işçi sınıfının politik erki teorisinin ilkesel konumlarından vazgeçmeye hazır olduğu ortaya çıktı. Bunu haklı göstermek amacıyla öne sürülen iddia ise şuydu: Lenin'in proletarya diktatörlüğü öğretisi Rusya'nın özgül koşullarının bir ifadesidir. Bunu diyen yazarlar bazı eserlerinde, K. Kautsky'nin yaptığı gibi, Marks ile Engels'in «proletarya diktatörlüğü» terimini kaç kez kullandığını hesaplayıp öyle yazmaya koyuldular. Bu hesapların ardında, kuşkusuz, Lenin ile Marksizm'i karşı karşıya getirmek ve son tahlilde Lenin'in «proletarya diktatörlüğü» öğretisinin Rusya'nın özgül koşullarını yansıttığını sergileyebilmek çabası bulunuyordu.

V.İ. Lenin'in proletarya diktatörlüğü tanımlamalarının çok sayıda olmasını ardında yatan gerçek, kuşkusuz, bu tanımlamaların Rusya'daki devrimin yerine getirdiği ödevlerin zaman, koşul ve somutluğunun damgasını taşımalarıdır. Fakat, bunlarda belirtilen, somut biçim değil de, her zaman proletarya diktatörlüğünün sınıfsal içeriği olmuştur. Lenin şöyle diyordu: «Proletarya diktatörlüğünün —bu Latince, bilimsel deyimi, bu tarihsel-felsefi terimi daha basit bir dille ifade edecek olursak— anlamı şudur:

«Emekçiler ve sömürülenler yığınını, sermayenin boyunduruğunun alaşağı edilmesi doğrultusundaki savaşımda, bu alaşağı etme sırasında, zaferin korunması ve berkitilmesi savaşımında, yeni, sosyalist toplumsal düzenin kurulması işinde, sınıfların tümüyle ortadan kaldırılması savaşımında ancak belirli bir sınıf, yani kent işçileri ve genel olarak fabrika işçileri, sanayi işçileri yönetebilir.» (13)

Batı ülkelerinde proletarya diktatörlüğünün gerekli olmadığını kanıtlamak için kullanılan başat delillerden biri, güya Rusya'da işçi sınıfı erkinin azınlığın erki olduğu (ve bundan dolayı diktatörlüğün zorunlu olduğu), bugün ise Batı'da işçi sınıfı erkinin yalnız çoğunluğun erki olabileceği' için, diktatörlüğe gerek kalmadığıdır. Bu delilin doğruluğundan, onu ortaya atanlar da şüphe etmektedirler. Aslında bu delil hedefe isabet de etmiyor, çünkü temelinde Lenin'in proletarya diktatörlüğü fikrine, yani proletarya diktatörlüğünün emekçiler için demokrasi olduğu gerçeğine ters düşüyor. Bu delil, Rusya işçi sınıfının halkın ezici çoğunluğunun desteğine dayanması gibi, büyük bir tarihsel gerçeğe de ters düşmektedir. Lenin, proletaryanın erkini işte bu özde görmüştür, onların iddia ettiği gibi özgül biçimde değil.

Marksçı-Leninci teori ve devrimci pratik, proletarya diktatörlüğünde ana yönün, «tüm emekçi yığını»nın, yani nüfusun çoğunluğunun proletarya tarafından yönetilmesi, devrim kazanımlarının korunması yetisi, yeni sınıfsız toplumu yaratma yetisi olduğunu kanıtlıyor. Lenin, işçi sınıfı erkini, çoğunluğun politik egemenliğinden başka bir şey olarak tasavvur bile etmemiştir, fakat bu çoğunluğu sosyalist devrimden yana kazanabilmesi için işçi sınıfının geniş yığınları politik olarak yönetmesi gerektiğini düşünmüştür.

Kapitalist ülkeler komünist partileri, ülkelerinin sosyalizm yolunun özgül yönlerini gösterme çabası içinde büyük ölçüde teorik iş görmüşlerdir. Onlar, çağdaş burjuva devletinin demokratik kuramlarına ve işçi sınıfının ısrarlı direnişle sağladığı demokratik haklara büyük önem veriyorlar. Onlara göre, özel olarak, sosyalizmi çok partili sistem koşullarında kurmak da olanaklıdır. Bununla birlikte, Marksçı-Leninciler, sosyalizme giden yolların tüm çeşitliliğine karşın, işçi sınıfı ve onun bağlaşıklarının erki uğrunda savaştıklarını belirtmekte ve bu erkin toplumsal ve sınıfsal niteliğini vurgulamaktadırlar.

Öte yandan sosyalizme götüren harekete öncelikle seçim savaşımı yolu olarak bakılması yeltenişi de var. Bununla ilgili olarak şunu belirtmek yerinde olur ki, emekçilerin tüm sınıf savaşımı sisteminde seçimlerin yeri teorik açıdan tamamen irdelenmemiştir. Bu yüzden de, seçim aygıtı konusunda diğerlerinden kopuk bir değerlendirmede bulunulması ve onun devrimci dönüşümlerin tek aracı olarak gösterilmesi eğilimine de rastlanıyor.

Kimi defa «proletarya diktatörlüğü» teriminden vazgeçilmesine parti politikasında bir dönemeç anlamı veriliyor. Kimi zaman, bu terimden «vazgeçilmesi»yle ilgili olarak, sözü edilenin yalnız terim değil, demokrasi için savaşımla sosyalizm için savaşım stratejisine «bütünlük» sağlanması olduğunu göstermek amacıyla kampanyalar düzenleniyor. Seçim sonuçlarına uyularak erke sırayla gelme ilkesinin kayıtsız şartsız tanınması, zaman zaman burjuva demokrasisi kurumlarına, burjuva adaletine bağlılık yemini niteliğini alıyor, iyi niyetliliğin tasdiki oluyor. Dahası, emekçilerin yıllar yılı yürüttüğü savaşımla sağlanan sendika ve politik örgüt kurma hakları, seçim hakkı, kapitalizmin çerçevesini aşan ve burjuva demokrasisi olarak "bundan böyle, ele alınamayacak kazanımlar olarak ilân ediliyorlar. Gelişmiş kapitalist ülkeler koşulları için «burjuva demokrasisi»-kavramı reddediliyor.

Benzer görüşler, çağdaş burjuva devletinin eksiksiz, yetkin olduğu görüşüne tam uyup, onun sınıf niteliğini yitirdiğini kabullenmeye razı olunduğunun ifadesidir. Gerçekler ise, kapitalist toplumda eskiden olduğu gibi şimdi de egemenliğin toplumun tüm öteki katmanlarını sömüren ve toplumun gelişmesini kendilerinin sinsi çıkarlarına göre yönlendiren bir avuç tekelin elinde bulunduğunu tekrar tekrar doğruluyor. Devlet-tekel egemenlik sistemi, toplumsal ilerleme yolunda en büyük engeli oluşturmaktadır. Emperyalist Kapitalizmin içinde bulunduğu derin bunalım sınıf savaşımının şiddetlenmesine neden oluyor. Ve burjuva ideologları Emperyalist kapitalizmin yok olmasını önlemek amacıyla çağdaş devletin sınıfsal içeriğini gizliyorlar. Marksizm’in düşmanları, neredeyse, devletin bir sınıfın diğerinin üzerindeki egemenliğinin aygıtıdır, zorbalık aygıtıdır diyen Marks'ın haklı olduğunu tanımaya bile hazırdırlar. Evet, haklıydı, fakat onun yaşadığı zaman için. Şimdi ise her şey değişmiş. Güya hakem-devlet, sınıflar üstü bir kurum doğmuş ve ödevi de değişik toplumsal güçlerin çıkarları arasında uyum sağlamak imiş. Emperyalist Kapitalizmin akıl hocaları devleti tüm ulusal hedefleri toplu halde dile getiren bir organ, dahası «sıradan kişiyi» savunma görevini gerçekleştiren bir kurum vb. diye tanıtıyorlar.

Üretim güçlerinin gelişmesi, Emperyalist kapitalizmin genel bunalımının derinleşmesi ve dünya sosyalizminin pekişmesiyle burjuva devleti kendini savunabilmek amacıyla yeni koşutlara ayak uydurmak zorundadır. Burjuva devleti, üretim sürecini yönetme ve düzenlemede, sermaye yatırımlarının yönlendirilmesinde, bilimsel araştırma ve iş ilişkilerinin niteliğinin gözetiminde belirli yükümlülükler üstlenmek zorundadır. Emperyalist Kapitalist ülkeler emekçilerinin kesin ve sürekli direnişleri sonucu ücret, sosyal sigorta alanında belirli kazanımlar sağlandı, demokratik kurumlar korundu. Bu da devletin gelişimine etkide bulunmaktadır.

Ne var ki, bu konumda da devletin demokratik biçimleri ile sınıfsal içeriği birbirinden ayırt edilmelidir. Burjuva devletinde işçi sınıfı hareketinin güçlü etkisi sonucu, gerçekten de demokratik biçimler ve kurumlar oluşmaktadır, sınıfsal içeriklerinin boşaltılıp yenilenmesi ve bu yapılırken kaçınılmaz surette değişikliklere uğratılmaları ve böylece de yeni erkin sistemine girmeleri şartıyla, bu biçim ve kurumlardan işçi sınıfı sosyalist devrimin utkusundan sonra da yararlanabilir ve mutlaka yararlanmalıdır.

Fakat burjuva erki sisteminde, bunlar tekelci sermayeye engel yaratmış olsa da, hiç bir surette devletin sınıfsal içeriğini değiştirmedikleri unutulmamalıdır. Devletin kumanda manivelaları devlet-tekel yönetiminin elindedir ve onlar bu demokratik biçimlerden, onları sınırlayıp, içeriksiz bırakmaya da çalışarak, ustaca kendi çıkarları için yararlanmaktadır.

Egemen sınıfın kendi devletinin sınıfsal içeriğini gizlemek amacıyla değişik yöntemlerden ve araçlardan faydalanarak çaba göstermesine karşın, burjuva devletinde, devlet erki burjuva diktatörlüğüdür, azınlığın diktatörlüğüdür. Bir dizi Emperyalist kapitalist ülkede yürürlükte olan anti-demokratik yasalar ve bunların bunalım ya da olağanüstü durum sırasında doğrudan baskı önlemleri uygulanmasın öngörmesi, parlamenter demokrasinin ortadan kaldırılması ya da sınırlandırılması hakkı, FAC'daki gibi «Meslek yasağı» tipinden yasalar, binlerce kişinin takip edilmesi, halklarında dosyalar hazırlanması işletmelerde özel askersel savunma gücü kurulması fikrinin öne sürülmesi, işçi-patron uyuşmazlıklarının «zorla uyumlanması» vb., demokratik denen çağdaş burjuva devletinin gerçek niteliğini karakterize etmektedir. Bu FAC toplumunda manevi baskı aygıtı önemli ölçüde artış kaydetti ve özel önem kazandı.

İŞÇİ SINIFI ERKİ: İÇERİĞİ VE BİÇİMLERİ (Bolum V)
Çağdaş koşullarda, egemen sınıftan beklenen direnişin güç ve ölçüsü, yalnız ülke içindeki güçler oranına göre he saplanamaz. Devrimin utkusu ve hatta ilerici güçlerinse çimleri kazanması olasılığı yurt içi burjuvazinin ve aynı zamanda uluslararası karşı-devrimin kudurmuşça saldırısına neden olur. Emperyalist kapitalizminin uluslar üstü niteliği, sömürü düzenini yaşatma çabaları, sosyalizme geçiş yoluna giren her ülke için, hangi biçimde olursa olsun, dış emperyalist güçlerin kaçınılmaz müdahale tehlikesini öngörür. İşçi sınıfı ve bağlaşıkları yeni erkin devrimci iradesi karşısında burjuvaziye boyun eğdiremedikleri takdirde, devrimci kazanımları savunma yeteneğini yitirmiş olurlar.

Şili devriminden, henüz işçi sınıfı erkenin kurulması ve hemen sosyalizme geçilmesi söz konusu değildi. Bu sosyalizme doğru ilerleme yolunu açan demokratik ve anti-emperyalist bir devrimdi. Amerika'nın, orta katmanların tutarsızlığından ve Halk Birliği Cephesi erkinin yeterli derecede kararlı olmamasından yararlanarak gerçekleştirdiği müdahale, devrimci güçleri yenilgiye sürükledi. İlerici gelişim süreci kesildi ve erke faşizm geçti.

Şili dersleri, «proletarya diktatörlüğü» kavramı kullanılsa da kullanılmasa da, askersel-bürokratik devlet aygıtının yok edilmesinden söz edilse de edilmese de, sosyalizme geçişin başarıyla gerçekleştirilmesi için devrim kazanımlarına savunulması sorununun dirimsel önemi olduğunu söyleyenlerin haklılığını kanıtlıyor.

Gelişmiş emperyalist kapitalist ülkelerde sosyalizme barışçı geçiş (iç savaşsız ve silâhlı baskısız) tamamen olanaklıdır. Ne var ki, bu yalnız seçim sandığından çıkan bir yol değildir. Bu sözün en geniş anlamıyla savaşım yoludur. Bu savaşımın gelişiminde işçi sınıfı ve onun ardından yürüyen toplumsal katmanlar yeni toplum düzeninin yolunu açarken emperyalist kapitalist toplumun dayandığı ana direkleri birer birer kesmelidirler.

Tarihte, İtalyan ve Fransız komünistlerinin ve öteki ülkelerdeki komünistlerin sağladığı başarılar ve halk katmanları içindeki sağlam konumları sol demokratik güçlerin erke geçmesi perspektifini tamamen olanaklı kıldı. Ne var ki, tekellerin erkinin yerini alacak olan bir erk değişikliği, seçimlerin sonuçlarına göre bir hükümetin yerini başka bir hükümetin almasıyla olamaz. Dahası, hükümet olmak-erk manivelalarını ele geçirmek anlamına gelmez.

Birçok ülkede uzun süre erkte kalan Sosyal-Demokrat hükümetlerin ne denli açmaz durumda bulunduğu iyi bilinir. Kendilerine sosyal-demokrat diyen hükümetler, kapitalistlerin işlerini gördüler. İsveç'i yaklaşık 70 yıl boyunca sosyal-demokrat hükümet yönetiyor. Kapitalist ülkelerde, bu İskandinavya devletini göklere çıkaran çok sayıda kitap çıktı. Bu yapıtlarda, İsveç'in kendini haklı olarak bir sosyalist ülke sayması gerektiği iddia ediliyor.

İsveç sosyal-demokratlarının oy kaybına uğramakla neden hükümet kuramadığını ve erkin burjuva partileri bloğuna geçmesine ilişkin sorunları bir yana bırakalım. İlginç olan şu: Bu «sosyalist» ülkede burjuva hükümeti kurulunca neler oldu? Ciddi sosyal değişiklikler gerçekleştirileceğini hiç kimsenin beklemediği ortaya çıktı. «Bu ufak değişiklik hiç kimseye zarar getirmez» burjuva gazeteleri iyi niyetli birçok seçmenin moral durumunu bu sözlerle yansıttılar. Gerçekten de, sosyal-demokratlar zamanında olduğu gibi onlardan sonra da, İsveç ekonomisinin en önemli sektörleri dev tekellerin elinde bulunuyorsa, ilkesel değişiklikler olabilir mi? Kapitalist ilişkiler dokunulmadan kalmıştır. Nitekim, erk büyük sermayenindi ve onun elinde de kaldı. Büyük sermaye diktatörlüğü demokrasi, sosyal hayırseverlik savıyla örtülüdür.

Gelişmiş emperyalist kapitalist ülkeler komünistlerinin önünde, en yakın ve dolaysız ödev olarak sosyalizm kuruculuğu durmuyor. Fakat, onların, işçi sınıfının ve tüm emekçilerin çıkarları yararına demokratik almaşık yükseltmesi ve diğer sol güçlerle birlikte ülkenin yönetimiyle ilgili sorumluluğu üstlenme hazırlığı, emperyalist kapitalizm için tehlike yaratıyor.


Bundan dolayı, iç ve uluslararası gericilik bu almaşığın gerçekleştirilmesini engellemek için elinden gelen tüm önlemleri alıyor. ABD ve NATO üyesi bazı diğer ülkelerin hükümetleri, kendi görüşlerine göre «kötü durumda» olanların içişlerine kabaca karışmakta, onları ekonomik yardımı kesmekle tehdit etmektedirler. Tabi bu tehdit komünistlerin tekrardan güçlenmeleri endişesiyle savrulmaktadır. Emperyalist Kapitalistler, durumun birazcık gerginleştiğini görür görmez hemen denenmiş tehdit yöntemlerini: ekonomik kaos yaratmayı emekçilerin hak ve çıkarlarına saldırmayla, sapık akımların eylemlerini desteklemeyi vb., ön plana çıkarmaktadırlar. Gericiliğin başvurduğu başka bir yaygın yöntem de; acemileri hedef alarak, onları sosyalizm hakkında uydurma «dehşetler» le korkutmak ve sahte belgilerle kışkırtmaktır. Gerçekte ise yığınlara gerçek özgürlüğü sağlayan yalnız sosyalizmdir. Gerçek geniş demokrasiyi ancak işçi sınıfının öncülüğünde anti-emperyalist kapitalist halk erki sağlayabilir.

Değişik yönelimli anti-komünist ideologlar «proletarya diktatörlüğü» kavramını da propaganda kampanyasına sokmaktan geri kalmıyorlar. Bunların aralarında bir tür iş bölümü gerçekleşmiştir: Kimileri komünistlere «dogmatizm» karasını çalıp sahtekârlık yapıyor, diğerleri ise komünistlere «Marksizm» ilkelerinden «gerilemek»le suçluyorlar. Aslında iki taraf da sorunun özüne dokunmadan geçiyor, yani sosyalist tip erke değinmiyorlar.

Marksçı-Leninciler için sosyalizme geçiş aşaması devletinin karakteri sorunu kilit sorunudur. «Marks'ın öğretisinde esas olan, onun, sosyalist toplum kurucusu olarak proletaryanın dünya çapındaki tarihsel rolünü açıklığa kavuşturmasıdır.» (14) İşçi sınıfı toplumsal üretim sistemi içindeki konumu sonucu, tüm halkın çıkarlarını dile getirmekte, onları güvence altına almakta, Marksizm'in bazı çağdaş «yorumcuları» nın deyimiyle «halk egemenliği»ni güvence altına almaktadır.

Toplumsal gelişme ve ilerleme bütündür, Emperyalist Kapitalist düzeni devrimler yolu ile devirip, Sosyalizme oradan da komünizme geçişin tüm aşamalarını kapsar.

Sınıflı toplumlarda bir önceki sistemin yıkılması ve yenisinin yerine geçmesi ile süreç tamamlanır. Proletarya deviminde durum kapitalist sistem yıkılıp, yerine proletarya iktidarı geçince başlar. Kapitalist iktidar önce ekonomik iktidarını kurar sonra politik iktidarı ele geçirir. Proletarya önce politik iktidarını kurup sonra kendi ekonomik iktidarını kurar. Bu nedenle Kapitalistlerin devrimleri ile Proletaryanın devrimleri karakteristik olarak farklıdır. Bu fark Kapitalizmden Sosyalizme geçişte önceki toplumsal devrimlerden farklıdır, hazır ekonomik temeller üzerinden değil, kendi yeni ekonomik temelleri üzerinden inşa edilir.

Bu geçiş sürecinde sınıflı bir toplumdan diğer bir sınıflı topluma geçişlerde olduğu gibi mülkiyetin bir bölümüne vuran diğerini savunan değil, sınıfsal mülkiyetin tümünü ortadan kaldıracaktır.

Devrimler yolu ile kurulan proletarya iktidarı, sosyalizmi kurma sürecinde eski sistemden kalma derin çelişkiler nedeni ile oldukça zor bir inşa sürecinden geçecektir. Bu süreçte, toplumu, üretim araçlarını bağımsızca kullanmayı, denetlemeyi, politikayı, bilimi, kültürü, öğrenecek ve elinde tutma savaşımı verecektir. Geçiş süreci bütün toplumun kolektif olarak örgütlenmesinin ve sosyalizmin kuruluşunun hazırlık ve inşa sürecidir.

Bu süreç, üretim-bölüşüm-tüketim, üretimin önceliğinde toplumsal mülkiyetin örgütlenmesi, kolektif komünler ve devlet işletmeleridir. Bu komünlerin ulusal düzeyde gelişmesi ve güçlenmesi geçiş sürecinin sonunu, ekonomik politik mantığın emperyalist kapitalist tüm aygıtların ve yapıların sökülüp atılması, kolektif mülkiyetin tam ekonomik egemenliği ile tamamlanır.

Çağdaş dünyadaki güçler oranı, toplumsal ilerleme savaşımı için yeni ve elverişli olanaklar yaratmaktadır. Emperyalist Kapitalizmin genel bunalımının keskinleştiği koşullarda, komünistlerin ve onlarla birlikte diğer demokratik güçlerin devletin yönetimine katılması uzak bir perspektif olmayıp, özellikle devletin oynadığı rolün teorik açıdan irdelenmesi bakımından çok önemli gerçek bir sorun olmaktadır. Tüm devrimlerin ana sorunu olan, erk sorununun teorik olarak aydınlatılması, işçi sınıfının izlediği politikanın doğruluğunun bir koşulu ve onun ideolojik bağımsızlığının gereği sayılır.

*V.İ. Lenin, Tüm Yapıtlar, c. 33, s. 35.


(1) V.İ. Lenin, Tüm Yapıtlar, c. 37, s. 137.

(2) AGE., c. 41, s. 3.

(3) V.İ. Lenin, Tüm Yapıtlar, c. 31, s. 133.

(4)V:i. Lenin, Tüm Yapıtlar, c. 38, s. 261.

(5)Agy., c. 38, s. 377.

(6) «Komünist», 1977, No: 6, s. 4.

(7)Jaroslav Matejka. GottwaId. Prag, 1971, s. 249.

(8)Bak: «Barış ve Sosyalizm Sorunları», 1976, No: 9, s. 25.

(9) Maurice Thorez. Oeuvres choisies, t. II. Paris. s. 489.

(10) «Comment», 26 Kasım 1977, s. 444.

(11) «France Nouvelle», 5 Kasım 1974.

(12) B.N. Ponomaryov, Marksizm-Leninizm Canlı ve Etkin Öğreti, s. 28.

(13) V.İ. Lenin, Tüm Yapıtlar, c. 39, s. 14.

(14) V.I. Lenin, Tüm Yapıtlar, c. 23, s. 1

Yzının aslı:   http://www.facebook.com/messages/?action=read&tid=PbfCWsv1ax0MMQQViCfKAw





















..



..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder