Zeynep TOZDUMAN - 24/08/2011 Soldiyalog
Kılıçların bilendiği, insanın insana kıydığı çözümsüzlüğün daha da derinleştiği bir dönemde inadına onurlu bir barıştan söz etmenin tamda sırası diye düşünüyorum. Eğer çatışmalar bu hızla devam ederse televizyon ve medyada her gün şehit ve gerilla cenazeleri gelirse, Kürt halkı ve Türk halkı geri dönüşü mümkün olmayan kamplaşmalara gidecek ve bu Türkiye’yi büyük bir kaosa sürükleyecektir.
Savaş iklimine karşı barış iklimi oluşturmak devletin en temel ve en asli görevidir ve de barışı sağlayıp, terörize ortamı ortadan kaldırmaktır. Bu yüzden biz Türk anaları olarak, devleti göreve çağırıyoruz. Operasyonlar durdurulup, muhataplarla diyalog sürecine gidilmelidir. Yoksa bu ateş hepimizi yakacak.
Oysaki bir yurt dışı programında devletin etkili ve yetkili ağzı olan devlet bakanı ve Baş müzakereci Egemen Bağış basında yer alan bir demecinde şöyle diyordu;
“Bugüne kadar birilerinin demokratik haklarını, hassasiyetlerini göz ardı ettik. Sosyal devlet olma özelliğimizi, bazen hukuk devleti olma özelliğimizi maalesef göz ardı ettik. Hukuk devletinde darbe olur mu? Ama onları da yaşadık. Bizim tarihimizde böyle ayıplar da oldu. Ama biz Anayasamıza sahip çıkıyoruz ve sahip çıkacağımıza yemin ettik. Anayasamız eğer tüm vatandaşlarımıza eşit muamele yapıyorsa, o konuda da bizim eşit davranmamız gerekir” dedi.
Savaş en büyük suçtur. İnsanın yaşam hakkına saldırı en büyük ayıp, en büyük günahtır. Günlerdir medya ve televizyon aracılığıyla savaş kışkırtıcılığı yapan Sözde gazeteci ve haber spikerleri yaşanan çatışmaları bir futbol maçını anlatır edasıyla sunmasını ise anlamak mümkün değildir. İnsanın yaşam hakkını yok sayan, savaş kışkırtıcılığı yapan ırkçı, faşist kanalları/kalemleri kınıyor ve boykot ediyorum. Ayıptır, yazıktır, günahtır beyler! Ya cephedeki sizin kardeşiniz, oğlunuz, babanız olsaydı, yine böyle mi anlatacaktınız? Ben savaşmam paşa, ne emeklerle, ne acılarla gözbebeklerine baka baka büyüttüğüm yavrumu, evladımı savaşa göndermem paşa!
Can Yücel ne güzel demişti bir yazısında: “Ülke bölünsün istiyorum; yandaş, yalaka ve yavşaklar bir tarafa. Onurlu, şerefli, üreten emekçiler ve vatansever insanlar bir tarafa’’
Bu anlamda barıştan yana olan bizler elbette tarafız Can usta. Tarihi, kültürü, dili horlanan/yadsınan ve ezilen bir halktan yana tarafız. Siyah renk özgür olana dek onurlu bir barış ve kardeşlik için üzerimdeki ırk elbisesini ben de çıkarıyorum. Barış; biz kadınların, anaların en güçlü silahıdır. Silahlar susana dek barışla kuşanıyorum ben de.
Bu yüzyılın başlarında hatta 300 yıldır büyük soykırımlar yaşayan/yaşatılan bu topraklar artık kana doymalıdır. Dün bu toprakların en kadim halkları olan Rum, Ermeni, Süryani, Ezidi, gıpti kıyımlarıyla kıya kıya bu günlere geldik. Bu insanları yok ettik, çok mu? Mutlu, mesut, refah ve barış içersinde yaşadı ülkemiz. Tabi ki hayır. Etnik, dinsel ve kültürel her türlü dışlayıcı tanımdan ayıklanmış, ortak bir siyasal kimliğin oluşmasını sağlayacak şekilde bütün yurttaşların hukuksal eşitliğini ve özgürlüğünü güvence altına alacak ve birlikte yaşam iradesini ne kadar hayata geçirebildik? 1923’ten bu yana azınlıklar sorununu ne kadar çözebildik? Azınlıklarla birlikte yaşama iradesini, eşit yurttaş muamelesini ne kadar hayata geçirebildik? Gayrı Müslim halklara ve asli unsur Kürtlere barış dilini ne kadar kullanabildik. Öncelikle kendimize bu soruları sormak gerek.
Bir de bu ülke cennet diyoruz. Evet, bu ülke bir cennet, ama ötekini yaratmada bir cennet. Cennet dediğimiz bu ülkeyi ötekine cehenneme çevirdik. Dün Hıristiyan halklara yaşatılan, bu gün Kürt halkına yaşatılmak isteniyor. Bugün önümüzde acilen çözülmesi gereken sorun, Kürt sorunudur. Kürt sorunu çözülmeden, ne azınlıklar, ne ekonomik, ne de sosyal sorunlarımızı çözmek mümkün değildir.
Hala asgari ücretin 600 TL olduğu bir ülkede, silahlanmaya ayrılan pay bu denli yüksek olduğu müddetçe, ekonomik ve sosyal gelişmeden bahsetmek nasıl mümkün olabilir. Oysa çağdaş uygarlık düzeyini yakalayan ülkelerde olduğu gibi şimdi geçmişimizle yüzleşip, yarınlara umutla bakmalıydık. Bu yüzyılın başları büyük soykırımlara tanık olduğu gibi, sevindiricidir ki, özür dilenen bir çağada imzasını atmıştır. Almanya’nın Yahudi’lerden, Amerika’nın Kızıldereli’lerden, Avustralya’nın Aborjin’lerden, Irak’ın Kürt halkından özür dilemesi gibi, bu bir arada yaşama kültürüne atılan ilk adımdır.
Son söz olarak, vicdanlara sesleniyorum! İnandığınız tüm kutsallar adına, gelin seslerimizi bir bayrak gibi yükseltip, barışa gidelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder