24 Ağustos 2011 Çarşamba

İlericiliğin ve gericiliğin değişen anlamları

Ali Tarık Develioğlu  19/08/2011  Sendika.Org

Meşrutiyet rejimine karşı çıkan gerici Ahrar Fırkasını, Osmanlı topraklarının savaş halinde olduğu İngiltere’ye bizi bu coğrafyada iktidar yapın diyen Prens Sabahaddin’i, NATO’ya girmek için Kore’ye asker gönderen Demokrat Parti’yi, ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden sosyalistlere karşı kurulan kontrgerilla örgütlenme geleneğini kendisine referans alan yeni rejim ve onun entelijansiyası tarihte hak ettiği sıfatı er ya da geç alacaktır  

Görünen ile gerçek arasındaki mesafe her zaman bilimin ve aklın önemine işaret eder. Görüneni sorgulamak, görüneni değil de gerçeği aramak, gerçeğe görünenin ardında gizli kalmış olanların açığa çıkarılması ile ulaşmak. Ama bir de gerçeği gizlemek, gerçeği değil de görüneni gerçek olarak sunmak ve bunu da ideolojiden arındırılmış bilimsel bir yaklaşım olarak takdim etmek. Muhafazakarlığın, dinselliğin toplumsal yaşamda önemli bir ağırlığa sahip olması gerektiğini vurgulayıp kendinizi bilime önem veriyor olarak sunmak, dış politikada ABD eksenli bir politikaya angaje olup bunu bağımsızlık olarak gösterebilmek, otoriter bir düzen inşa edip adını ileri demokrasi koymak.

Bu tabloya son olarak da tarihsel olarak karşıdevrimci bir akımın kendisini ilerici olarak takdim etmesi eklendi. Murat Belge ve Türköne ikilisinin dile getirdiği gerici solcular ilerici muhafazakarlar kodlamasına “Aristokrat Solcular İlerici Muhafazakarlar ve Demokrasi” başlıklı yazısında Fatih Yaşlı, bizzat eski rejimin tasfiyesine onay vermiş isimlerin kendi kabulleri üzerinden Türkiye’de yaşanan sürecin bir ilerlemeye değil de otoriterleşme ve vesayetin el değiştirmesi anlamına geldiğini ifade ederek cevap verdi.

Söz konusu değerlendirmeler, Türkiye solunun önünde üç seçenek bulunduğunu ve bunlardan ikincisinin yaşanan sürecin ilerleme sayılamayacağının ispatlanması olduğunu vurgulayan Türköne’yi tatmin eder mi bilinmez ama vaktinde Çiller’e danışmanlık yapan, sonra ordunun lağvedilmesini öneren ve TSK bütünüyle yeni rejimin kontrolüne girdiğinde ise milliyetçi muhafazakar söylemlerle askerliğin yüceliğini anlatan, yani her devirde hakim olan paradigma ne ise kendisini onun içinde konumlandırmaya çalışan “özgür düşünce sahiplerinin” pek de kolay tatmin olmayacağı söylenebilir.

Her türlü “düşünce kıvırganlığını” sergilemek konusunda meziyet sahibi olan yeni rejim entelijansiyasının yaşananları eleştirenleri Ergenekoncu olmaktan “dar kafalı” solculuğa kadar olan skalada değerlendirmeleri kaçınılmaz olmakta. Zira solcular için ikinci seçeneğin ilerleme fikrinin eleştirilmesi olduğunu vurgulayıp yazının devamında yaşanan sürece direnç oluşturan veya bu süreci eleştiren unsurların kendilerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini öğütlemek ne söylenirse söylensin tarihi darbecilik - demokrasi ilişkisi üzerinden okuyanların ezberinin pek de kolay bozulmayacağını gösteriyor.

Vasatın, yüzeysel olanın, sıradanlığın hakimiyetini sürdürdüğü bir dönemde bu vasatlığı ve sıradanlığı üreten zihniyetten de tersini beklemek pek mümkün değil. Ancak burada sorulması gereken soru şudur. Laiklik üzerinden yürüyen mücadelede ilericilik-gericilik kodlamasını şiddetle eleştiren, söz konusu ayrımın doğru olmadığını ve bu kodlamanın gayrı meşru olduğunu dile getirenlerin aynı kavramları değişen koşullarda yeniden dolaşıma sokmaya başlaması nasıl bir tarihsel birikime yaslanmaktadır?

80 sonrası bir üçleme: Murat Belge, Ahmet İnsel ve Taha Akyol
Her çözülüşü kuruluştan hareketle aramak genel ve isabetli bir kuraldır. Bugün yaşanan çözülüşün kaynağı da elbette ki 1923’ün doğal sınırlarında aranmalıdır. Lakin çözücülerin karşıdevrimci bir toplumsal-politik projenin özneleri olarak belirginleşmesinde 80’ler bir kırılma anıdır. Tüm dünyada sosyalizmin gerilemeye başladığı, insanlığın birikimini temsil eden değerlerin çözüldüğü, aydınlanma ve bağımsızlık karşıtı düşüncenin hakimiyet kurmaya başladığı dönem Türkiye’de de bir karşılık buldu elbette. Nasıl ki Sovyetlerin çözülüşü ile 1789’u temsil eden değerlerin aşınmaya başlaması kaçınılmaz oldu ise 60 ve 70’lerdeki anti-komünist tahkimatın başarıya ulaşması Türkiye’de onun üzerinde yürüdüğü zemini, yani laisist modernleşme projesinin de aşındırılmasını beraberinde getirdi.

Taha Akyol’un bu dönemde kaleme aldığı yazılardan 1984’te yayın hayatına başlayan Murat Belge yönetimindeki Yeni Gündem dergisine, akademide Osmanlı-Türkiye Modernleşme sürecine yönelik merkez-çevre eksenli okuma modelinden Birikim ve Türkiye Günlüğü dergilerine kadar muhafazakâr ve liberal akımın gündeminde tek bir mesele yer aldı. Modernleşme! Bu süreçte laisist modernleşme projesine yönelik dile getirilen eleştirileri ise sıralamaya gerek yok. Zira son on yıldır bıktırıcı bir ezberle dile getirildi ve halen daha getiriliyor. Ancak burada önemli olan nokta Türkiye modernleşmesinin ana akımlarının ilericilik-gericilik ilişkisinde nasıl konumlanması gerektiğine yönelik tartışmalardır.

Bu yeniden tanımlama sürecinde aydınlanma ile ilerleme fikrinin ve yine toplumsal gelişme ve bu çerçevede geliştirilen iktisadi politikalar (toplumsal ilerleme fikri) ile bağımsızlık arasındaki ilişkinin zeminini değiştirme çabalarının yoğunlaştığı dikkati çeker. Bu bağlamda ilk elden kısaca Belge ve ekibine göz atmak gerekiyor. 1 Ekim 1985 tarihli Yeni Gündem dergisinde “Türkiye’de solun geleneği nedir?” başlıklı yazısında Murat Belge, İlhan Selçuk’un Türkiye solunun bağımsızlık ilkesi üzerinden tarihsel olarak Kemalist modernleşme projesi ile ilişkili olduğuna yönelik yorumlarından hareketle bağımsızlığın sola özgü olmadığını, bu unsurun kimi burjuva hareketlerinde de görülebileceği ve solun bu ilke üzerinden kendisine tarihsel bir ortaklık arama çabasının doğru olmadığını vurgular. Burada Kemalizm ile sol arasındaki ilişkiye rezerv koyma çabasındaki esas itici faktörün bağımsızlık ilkesi üzerinden geliştirilmesi dikkat çekicidir. Bağımsızlığın solun asli ideolojik motifi olmayacağını solun illa ki bunun dışında kendi ilkelerine sahip olması gerektiğine yönelik açıklamaların nereyi işaret ettiği Avrupa komünizminin Türkiye uzanımı olan bu ekibin sivil toplum ve demokrasi söylemlerinden hareketle çıkarılabilir. Bağımsızlık ilkesinin ilericilik-gericilik bağlamındaki konumu ise aslında meselenin modernleşme süreçlerinde nasıl bir anlama sahip olabileceği üzerinden hareketle belirir. Belge’nin İran Şahı’nın da tepeden aşağı bir modernleşme sürecinin yürütücüsü olduğu ve Hitler’in de bağımsızlığa önem verdiğini belirtip bağımsızlık ile otoriterlik arasında ilişki kurması ilerleme fikrinin bağımsızlık üzerinden değil de demokrasi üzerinden ele alınacağı bir zeminine kaydırılmasını sağlar. Siyasal alanın otoriterlik-demokrasi ikiliği üzerinden tanımlanma çabası daha 80’lerin ortalarında belirgin bir biçimde görülür. Bu tanımlama üzerinden Türkiye solunun tarihsel referans noktasının neresi olduğu ve ilerleme fikrinin nereye denk düştüğü ise ilerleyen süreçte daha açık bir biçimde dile getirilmeye başlanır.

İdris Küçükömer’in “sol sağdır sağ da soldur” tezini ikinci cumhuriyet projesine tahvil eden Belge ve ekibinin Türkiye sosyalistlerini Prens Sabahaddin çizgisine yerleştirme çabaları için Birikim’in daha ilk sayılarında Ahmet İnsel’in yazdıklarına bakmak yeterli olacaktır.[1] Türkiye sosyalistlerini liberal-muhafazakâr geleneğin yanına konumlandıran İnsel’in ilericilik ile aydınlanma arasındaki ilişkiyi laiklik mevzuu üzerinden otoriter laiklik-demokratik laiklik eksenine kaydırarak ele alması ilericiliğin aydınlanma/laisizm boyutu açısından da demokrasi ile ilişkilendirilerek ele alınmasına bir meşruiyet yaratma çabası olarak belirir. Türkiye’de laikliğin toplumun bütününü kapsayan bir konsensüse dayanmadığını, tepeden inmeci ve dayatmacı bir tarzla oluşturulduğunu belirtirken demokratik laikliğin ancak İslam içindeki radikal olmayan unsurlar ile kurulabilecek bir ittifak ile gerçekleştirilebileceğini vurgular. Gerek Belge’nin gerekse de İnsel’in ikinci cumhuriyet projesinin ideolojik üretimini gerçekleştirmeye çalıştığını ve bu çabanın 80’ler ile başlayıp 90’ların başı itibariyle bağımsızlık ve aydınlanma fikri ile ilericilik arsındaki bağlantıyı koparmaya dönük bir eksende geliştiğini belirtmek gerekir. Türkiye sağı ilericiliği demokrasi ile ilişkilendiren bir ideolojik üretim için Belge ve Birikim çevresine bu anlamda teşekkürü bir borç bilmelidir.

“Gerici sol”
Bağımsızlık ve ilerleme fikri arasındaki ilişkiyi “açık toplum-kapalı toplum” ikiliği üzerinden ele almak ve küreselleşen dünyada bağımsızlık gibi bir ideali savunmanın tutucu/gerici ve arkaik olduğunu işleyen tezler ise elbette ki kendisini 2000’li yıllarda çok daha fazla hissettirecekti. 8 Kasım 2006 tarihinde Milliyet’teki “Ecevit ve Gerici Sol” başlıklı yazısında Taha Akyol, Ecevit’in Tahkim Yasasını savunmasının sol adına ne büyük bir dönüşüm olduğunu yine Ecevit’in şu sözleri ile anlatıyordu: “Türkiye'de bazı çevreler her yeniliğe karşı çıkmayı ilericilik veya devrimcilik sanıyorlar. Bu eski bir alışkanlıktır. Ben hatırlarım. Gençlik yıllarımda Hilton Oteli kurulurken, bazı gerici çevreler, 'Eyvah, Türkiye'ye kapitülasyon geliyor' demişlerdi. Renkli televizyona karşı çıkılmıştı. Köprüye karşı çıkılmıştı. Ne kadar yenilik varsa, ilericilik adına, devrimcilik adına, bunların hepsine bazı çevreler karşı çıkmışlardı...

Oldukça karikatürize edildiği açık olmakla birlikte arkasında yatan vurguya bakmak gerekiyor. Değişime direnmek ilericilik değildir! Evet, Ecevit böyle söylemişti. Her yeniliğe karşı çıkmanın ilericilik olduğunu sanan ama aslında gerici bir yaklaşıma sahip bir sol olduğunu Ecevit’in bu sözlerine dayanarak anlatıyordu Akyol. Akyol’a göre de Uluslararası Tahkime karşı çıkanlar çağ değişiminin ayırtına varamamışlardı! Elbette ki bu liste AB ve ABD ile ilişkilere kadar uzatılabilir. “Öyle ya. Bütün dünyada sınırlar kalkıyorken biz hala demode ideoloji kılıflarına sarılarak otoriter bir siyasi yapıda kapalı toplum mu olmalıydık?”

Bu söylemlerin meşruiyeti ve bugünkü konjonktürde sahip olduğu güç, ilerleme fikri ile bağımsızlık ve aydınlanma arasındaki ilişkinin tarihsel olarak kopartılmış olduğunun göstergesidir aslında. Daha da ötesinde ilericiliğin artık bağımsızlık veya aydınlanma gibi değerlerle değil yönü ve içeriğinden bağımsız bir biçimde ele alınan değişim ve demokrasi zemini üzerinden tanımlanır hale gelmeye başlanmasıdır sorunlu olan.

Söz konusu tanımlamanın en berrak hali ile neyi ifade ettiğini ise Akyol’un 19 Ocak 2005 tarihli “İlerici Kim Gerici Kim” başlıklı yazında da görmek mümkün: “Eski ‘ilerici-gerici’ şablonu fevkalade yanıltıcıdır. Bizim asıl yapmamız gereken, ‘modernleşme’ kavramını şekilcilik darlığından kurtarıp ekonomik, sosyal ve politik boyutlarıyla ele alarak akımları ona göre değerlendirmektir.

O “fevkalade yanıltıcı olan ilericilik gericilik şablonu” modernleşme kavramı ekseninde yeniden ele alındığında ise artık yeni rejimin tanımladığı koordinatlara ulaşılır. Murat Belge’nin çıkışı ve Mümtaz’er Tüköne’nin plonjon atlayışı otoriter yeni rejime yedeklenmeyen solun bundan sonra nasıl konumlandırılmaya çalışılacağının işaretlerini vermektedir. Burada yapılması gereken ise güncel olarak yeni rejimin niteliğinin tarihsel olarak da yeni rejim kurucularının beslenme kaynaklarının açığa çıkarılmasıdır. Meşrutiyet rejimine karşı çıkan gerici Ahrar Fırkasını, Osmanlı topraklarının savaş halinde olduğu İngiltere’ye bizi bu coğrafyada iktidar yapın diyen Prens Sabahaddin’i, NATO’ya girmek için Kore’ye asker gönderen Demokrat Parti’yi, ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden sosyalistlere karşı kurulan kontrgerilla örgütlenme geleneğini kendisine referans alan yeni rejim ve onun entelijansiyası tarihte hak ettiği sıfatı er ya da geç alacaktır. İlerleme ile aydınlanma ve bağımsızlık arasındaki ilişkinin yeniden inşa edilebilmesi için ise liberal-muhafazakar yeni rejimin tarihsel kaynaklarını gözetmek kaçınılmaz olmaktadır.


Dipnot:
[1]. "Ahmet İnsel, Laiklik, Cumhuriyet ve Sosyalist Hareket, Birikim sayı:2; Kemalist Laiklik mi, Çoğul Toplum Laikliği mi? Birikim sayı:20; Liberalizm Muhafazakarlık ve Türkiye’de Toplumsal Tahayyül, Birikim sayı:1"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder