28 Mart 2011 Pazartesi

Oğuzhan Müftüoğlu'nun iddiasi üzerine

Coşkun Demir, Alias ..., ciddi ve tutarlı kişilerin bu grupta kaldığına inanmadığımı belirterek başlamalıyırm. ayrıca,ciddi ve tutarlı kişiler ararken kendinin ciddi ve tutarlı kişi olduğunu öne çıkartmaya çalıştığının sırıttığını da eklemek isterim.

gelelim Zülfikar efendinin deyim yerindeyse kurbağaları bile ürkütmeyecek taş misli grubun tam ortasına attığı iddiaya. daha doğrusu Oğuzhan Müftüoğlunun kitabına yerleştirdiği taşlarından birini bu gruba taşımasına. burada,Zülfikarın uzun zamandır belki de baştan beri TKP geçmişinin iyi olan tarafından kurtulma çabasının hezeyan biçiminde dışa vurumundan bir örnek var. bu örneğin ne anlama geldiğini ve Zülfikar efendinin attığı bu taşın ürküntüsünün kurbağaları aşan bir yanının olup olmadığı konusunda yaklaşım belirlemek, TKP yi fetişleştirerek ki,(bu,aynı zamanda TKP yönetiminin bütün yanlışlarını da yok sayarak fetişleştirilmesi dolayısıyla sonrasında olan bitenlerin olumlulanması ve meşru kılınması çabalarına destek verilmesi demektir), mümkün olmaz. üstelik burası bir tarih çalışması alanıdır ve burada ,bu grupta demek istiyorum,belgeler konuşmuyor,belgeler TUSTAV kurumun arşivlerindedir ve böyle bir TKP imzalı belge varsa TUSTAV bunu ortaya koymalıdır. belki daha önce olduğu gibi,artık yorulmadılarsa ya da artık TKP tarihi ile ilgilenen kalmadığı yönünde bir karar birlikleri yoksa Sn.Erden Akbulut eliyle bu yöndeki açıkjlığı sağlayacak belge ortaya konulabilir ya da "yoktur böyle bir belge" yollu bir ilan asılabilir. bir kaç gün geçmesine rağmen bu olmadı ise,demekki,bu taş hem kurbağaları bile ürkütmemektedir ve hem de TKP tarihi ile ilgileniyormuş gibi yapan hiç kimsenin ilgisini çekmemektedir. Kaldı ki,bu gurpta ve dahi TUSTAV kurumda,belgesi olan gerçeklikler üzerinde bile,bu grubun orta yerine,kurbağa ürkütmesi bu denli cılız olan taşlar bile düşmemiştir.

örnek olsun,ki örnek çok basittir,herkes pay çıkarabilir, kimilerinin tarihsel misyonu gereği ortaya koymak zorunda oldukları yaklaşımlarını saymıyorum ama hem bu yaklaşımların helezonik etkisinde kalanların ve hem de etkisinde kalmasa bile etkisine karşı tepkiden uzak kalanların,o çok melanet olarak görüp,göstermeye çalıştıkları ve bütün günahların yaratıcısı ve taşıyıcısı ve hatta bu günahların koruyucusu olarak kabul görmesine çalıştıkları Kemalizm olgusunu nasıl da hem komünistlerin kafasına kaktıklarını ve hem de yükselen bir sosyalist hareketin kemalizm eliyle ya da kemalizmin kuyruğu ile bir münasebet kurdurarak burjuvazinin gül bahçesinin koruyuculuğu yönünde sönümlendirilmesi , zayıflatılması için çalışanlar, 12 Eylülün ağlarını ördüğü zaman diliminde,bu ağa işaretle ortaya koydukları Faşizme karşı UDC hamlesinde, UDC nin baş köşesine CHP yi koyarken, diğer sol parti ve grupları bu cephenin içine lütfen koymaları ama daha önemlisi bunu yaparken ,diğer taraftan, DİSK içindeki sosyalist sendikacıları tasfiye etmek ve DİSK i bir CHP örgütü haline getirmek çabaları ve sonunda ( aradaki gelişmeleri anlatmaya bile gerek yoktur),en sağlam turnusol,DİSK in bu günkü durumudur ve Başkanı CHP den,anasını bellediği milletinin adayı olması yeterince açıktır. ve bu çabaların en baş aktörleri kimdir derseniz,bunlar DİSK arşivlerinde de vardır,yeterki görmek istensin,TKPden kalan belge yoksa bile yaşayanların aklında kalanlar vardır ama nedense bu bir minik taş olarak bile bu grubun ortasına düşmez. çünkü,kurbağalardan fazlasını ürküteceğinin düşünülmesi yollu bir sessiz konsensüs vardır. ben zaman zaman bu taşları yerinden kaldırsam da,bu grubun ortasına düşmeleri pek mümkün olamamıştır. çünkü,taşların önünde moderatörlerin özverisi vardır. grubun selameti yönündeki hassasiyetleri taşların önüne barikat kurmaktadır. ama her nedense Zülfikar efendinin kurbağaları bile ürkütmeyecek taşına barikat gereği duymamaktadırlar. evet,bu tasfiye ve DİSKin ,DİSK dahil,Kemal Türkler ve Maden-iş Mihmandarlığı ile kağıt üzerinde de olsa kurulan bir UDC mihmandarlığı ile sosyalist hareketin ve dahi,faşist tırmanışa karşı ya da faşizm tehlikesine karşı,var olan gelişmeler ışığında hareketli ve direngen bir görünüm veren anti faşist güçlerin direnecekse CHP önderliğinde direnmesi,bu çerçevede direnmek istemiyorlarsa keyifleri bileceği yollu bir yaklaşımla Milliyetçi Cephenin onca baskısına rağmen,demokrasi güçleri ile yenişememe durumu ile karşı karşıya olduğu bir çaresizliği yaşıyor olması koşullarında sol/sosyalist hareketin atıl bırakılması,güçsüzleştirilmesi ve sonuçta 12 Eylül sabahı Burjuvazinin ve büyük biraderleri olan ABD emperyalizminin,CIA nin, Vietnam kasabı namı ile ün salmış ve zamanında devrimci gençlerin tepkisini çekerek Türkiyeyi de Vietnama benzetmeye çalışma emeline işaretle arabasının yakıldığı Komer'in eğittiği ve yerleştirdiği,komplo üzerine yetenekli kadrolarının, beklediği hasat,sessizlik demek istiyorum,sağlanmıştır.o kadar öyle ki,daha 12 Eylül gelmeden önce, geliyor olduğu yönündeki tüm bilgi ve öngörülere rağmen,sessizliği bir politika olarak DİSK yönetiminin seçtiğini,Mehmet Karacanın,bu grupta anı aktarımı sırasındaki ifşaatları ile öğreniyoruz,ki mealen şöyledir;" Süleyman Üstün sabah sendikada randevu verdiğinde,12 Eylülün geleceğini biliyordum ama ona söylemedim,çünkü 12 sinde değil de belki 13 ünde gelecek diye biliyorduk..." ( Mehmet Karaca'nın TKP üyesi olduğunu da hesaba katarsak,sessizlik üzerinde düşünmenin önemi daha da artmaktadır.) ve dahası var, 12 eylül,saldırılarını hem de kanlı olarak ve de korku salarak sürdürürken,TKP yönetiminin teskin edici açıklamaları , 12 Eylül öncesinin sessizlik konsensüsü ile tümüyle uyumludur.

bir,faşist darbeyi,"ASKERSEL DEVİRME " nitelemesi ile duyurması,iki, Faşist bir darbe olmadığını ikna etmeye yönelik beyanatlar,bildiriler yayınlaması ve üç, sol terörizmin temizlendiğinden hareketle darbenin bir yanına olumlama tonu vermesi,bu günlere gelirken konsensüsün çapının ne denli geniş olduğunu göstermekte olup,bu günlerde neredeyse TKP den arta kalanların tamamının ya mevcut durumdan demokrasi sonucu çıkarması ya da çıkardıkları demokrasinin sıra neferi olarak tekellerin rejimini kutsamaları sonucunun orta yerde durması ve hala sessizliğin ve hareketsizliğin hakim olması oldukça uyum taşımaktadır.

burjuvazi,tekeller,gericilik,12 Eylül rejimi ve elbette ABD emperyalizmi,ve tabii ki,bu yönde görev peşinde olan, sosyalist hareketin,söz konusu olan TKP ise,TKP içindeki,daha doğrusu ,tepesine buyur edilmiş olan çift inançlı sahte komünistler amaçlarına ulaşmıştır.

şimdi can alıcı gerçekliğe gelelim ama belgelerini ( polis dahil,herkesin bildiği ,yani herkesin bildiği bir sır olarak TKP üyelerinden ,hatta TKP nin tarihi ile gerçek anlamda ilgilenenlerden saklanan belgelerini) TUSTAV korumaya aldığı için,kaynağı yazılı belgeler olsa da,teorik olarak Grubun orta yerine atacağım taşla ilan ve tescil ettiğim ve elbette yukarda fotoğrafını yansıtmaya çalıştığım uyumlu konsensüsü teyit eder mahiyetteki gerçekliğe,(gerçeklik gerçekten alabildiğine gerçekliktir) ki,henüz kimse yalanlamamış olup,sükut altındır ilkesi gözetilmektedir.

gerçekliğin özü şudur, TKP yönetimi,başka ifadeyle TKP yönetimine "ATILIM" yıllarının devinimi içersinde seri ve acil olarak koopte edilmiş( monte edilmiş de denilebilinir) Politik büro ve Merkez Komitesi olarak dizayn edilmiş bir yönetici ekip,(kendi içinde birbirlerine KLİK diyor olmaları ne demek istediğimi kolaylaştırmaktadır)12 Eylüle yaklaşırken, bütün TKP üyelerini devekuşu misli illegal çalıştırması ve hızla defacto legale çıkma operasyonu peşinde koşar misli hiç bir ilke ve norm gözetmeden TKP üye sayısını artırması ve aynı operasyon içersinde ve elbette aynı TKP içersinde başka bir TKP örgütlenmesinin alt yapısının oluşturulması,dışında kalanların ise,önce 12 Eylül saldırısı ile,sonra ideolojik ve örgütsel saldırı ile tasfiyesinin yolunun açılması ve TBKP ye akan bir likidasyon kanalı.

gerçekliğin özü budur.ve elbette bu gerçekliğin taşıdığı özün varacağı son nokta sonuçta da TKP nin tarih olmasıdır.

şimdi bu noktadayız. bu noktada Zülfikarın,Müftüoğlunun anısından pek bir rahatsız olmuş tavrı ile,kurbağaları ürtkütemeyen ama ürkütecek kimse kalmışmı misli bir merak taşıyan iddiayı gruba düşürmesini görüyoruz.

Zülfikar,TKP( Likidasyon sürecinden ve ondan çok önce,mesela Partiyi ararken gösterdikleri özveriler ile sessizlik konsensüsüne çalışan ekibin çabalarından ari tutularak soyutlaştırılan TKP) nin, bir kötü yanını daha yakalamış olmanın sevincini taşıyarak, kurbağaları bile ürkütmeyen bir taşla suları bir kez daha bulandırmak ve bulanık sudaki sazanların su yüzüne çıkıp çıkmayacağını test etmek istiyor.

çünkü ortada tamamlanmamış ve sözünü ettiğim konsensüsün( kuvvetle muhtemel) teşvik edici unsuru olan iç konsensüsün konusunun artık ,birbirini bilen kırk kişi tarafından gündeme getirilip,gündemden ebediyen düşürülmesinin aciliyet kesbetmesi var.

dün bir eski arkadaşımın ortaya attığı deyim ile ifade edersem, eğer tek bir sazan bile varsa,bu iç konsensüsün,bu birbirini bilen kırk kişinin konsensüsünün sürgitmesi gayet normaldir ve TKP tarihi bahane,tarihinin üzerine oturan konsensüsün sessizliği şahane...diyoruz.

işte Zülfikarın taşındaki ağırlık bu mislidir ve ağırlığından haberdar olanların,TKP nin Likidasyonunun,Komünist hareketin likidasyonu demek olduğunu bir kez bile aklına getirmezken,TKP fetişini öne çıkartma pahasına pek bir TKP ci olmaları ne ciddiyetle ne de tutarlılıkla ilgilidir. aksine tutarsızlıktaki ve ciddiyetsizlikteki ortaklıklarını gizleyerek konsensüsün sona ermesinin henüz zamanı olmadığının sinyallerini vermek konusunda pek bir hassas olduklarını göstermektedirler.

üzerine oturdukları tarihin kapağını ancak ve ancak bu tarihten umutvar olan tek bir sazan bile kalmış olmadığı bir zamanda açacaklarını öngörmek için o kadar zeki olmaya gerek yoktur.

bunun anlamı,TKP "tarihinin kapağı" açıldığında içinde bir şey kalmamış olduğunu,bu kapağın üzerine oturmuş olan birbirini bilen kırk kişinin,bu kapağın altındakileri tüketmiş olduğu yollu konsensüsün,sessizlik konsensüsü ile yer değiştirmesi sonucunda kapak açılacak demektir.

TKP nin tarihi yaşanmış bir gerçeklik olarak,yazanları da,silmeye çalışanları da içinde taşıyarak olduğu gibi orta yerde durduğuna göre,TKP tarihinin kapağının altındakilerin tükenmesi, birbirini bilen kırk kişinin sabırsızlığının,telaşının,suç ortaklığının,kısaca sessizlik konsensüsüne bağladıkları konsensüslerinin ödülü olarak ifadesini bulan bir başka gerçekliktir.ödül ise,TKP tarihinin kapağını kapalı tutarak tüketenlerle,tüketme heyecanı ile yüklü sabırsızlıklarını tüketenler arasında gidip gelen bir alanda tükenip gitmektedir.

işte TKP nin tarih olmuş olması yönünde konsensüs sağlanması ile TKP nin dönemini bitimiş olmadığı yönlü sabırsızlık kümelerinin canlı tutulması arasındaki çelişkinin hikayesi budur.

öyleyse hikayemizin ortaya düşürülen çelişkisini daha iyi anlamak için hikayenin içinde,TKP tarihinin kapağını ve üzerinde oturanların suretlerini resmetmek üzere, kısa bir kronolojik tarih gezintisi yapalım

Atılım yıllarına kadar,(1973 le başlatıldığını biliyoruz,yani 15-16 haziran kalkışmasından ve 12 Marttan sonrasıdır),TKP Merkez Komitesinden söz edilmemektedir.o zamana kadar sözü edilen,40 yıllık bir TKP Dış Bürosudur ve TKP yi arayanların bu gerçeklik karşısında beklediği bir umut olduğunu teorik olarak düşünmeyi yerinde sayıyorum ve bu tarih diliminden itibaren TKP yi arayanların ve kolay bulanların TKP yi bulmakla ve içine girmekle ne amaçladıklarının da düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.benim düşüncemin varlığı biliniyor ama şimdilik bu düşünce bana ait olarak kalsın diyerek devam ediyorum.

hikayemizin Aktörleri,bir Aydan Bulutgil,diğer adı ile Sapancı, İki, Çağatay Günel,dir. diğer aktörler ve H .erdal nam isimli,Aydın Meriç ile Çağatayın eniştesi Erdal Talu da var ama bunlar,bu aktörlere bağlı olarak tamamlayıcı aktör olarak önümüze düşecektir. bu aktörleri de,bu aktörlerin TKP mensubu olarak yaptıkları tarihi de polis de biliyor ve görüldüğü gibi ben de biliyorum,başka bir çok kişinin de bildiğini biliyoruz ama bu bilinenler etrafında da sessizlik konsensüsü devam etmektedir. bilinen bir sır ile karşı karşıyayız ve saklamayı ilke saymak ilke olarak önümüze konmuştur.TKP tarihini aydınlatan TUSTAV da bu ilkeye uyuyor.oysa ne demişler,birden fazla kişinin bildiği sır değildir. eğer polis biliyorsa dünya alemin bilmesinin önünde hiç bir engel yoktur.

bu aktörlerin TKP mensubu olarak tarihe kaydedilecek bir tarih yapıcılıkları olduğu şüpheli. ama poliste TKP nin tarihini yazdıklarını görebiliyoruz. hatta Çağatay o kadar öyle poliste tarih yazımına kaptırmış ki kendisini,kendisi kabul etmese de,Mahkemenin zorla verdiği bir ceza indirimi ödülü bile var. nasıl olmasın, Çağatay,polis tutanaklarına geçen tarih yazımını tam bir edebiyatçı titizliği ile ortaya koymuş. Mahkeme, TKP nin bu hızla yükselen ve o kadar öyle yükselen ki,Merkez Komitesine kadar yükseldiğini bile hemen öğrenemeyen tarih yazıcısının,bu yazımı ile pek çok örgüt üyesinin ve örgüte ait dökümanın ele geçirilmesine yardımcı olduğu için,ceza indiriminin müktesep hak olduğu hükmünü de veriyor.

Çağatayın yükselişini resmetmeye devam ederken,bu yükselişe basamak olan,önünü açan eniştesi Erdala değinmeden olmaz. Yükselişin izleri oradadır. ama ondan önce Aydan Bulutgile dönmek yerinde olacaktır. Aydan olmazsa Erdala da dönmek yersiz olurdu. Aydan Bulutgilin partileyicisi Cavlı Culfazdır. partilenmesi ATILIM yıllarının başlarına denk geliyor. teorik eğitimini de Cavlıdan almış olması doğaldır. ve aktörlerimizin hikayesi Türkiyede geçmiyor.mekan ingilteredir. ve Aydan TKP üyesi olur olmaz,ya da çok kısa süre sonra,Türkiyeye tatile gelir ve tatilde Oktay Zor ile Rahmi Aslan 'dan( biz koncada iken,Rahminin de H.Erdal ile bağı ortaya atılmış ve o zaman ki,gizli TKP konca yönetiminde ve politik bürosunda olarak ortak savunmayı kaleme almaya çalışıyordu ve yoğun bir tartışma trafiği olduğunu hatırlıyorum) randevu alıyor,iki kez görüşüyor ve bombayı patlatıyor.artık Oktay TKP üyesidir.Aydan beyin polisteki tarih yazımında var. muhtemelen Rahmiyi de partilemiştir. Aydanın Tatili epey verimli geçiyor.burada bir parantez açabilirmiyim. 12 eylül sonrası zindan terbiyemi bitirip Skaryada ikamet ile sürgüne mahkum edilerek özgürlüğe adım atmıştım.hiç bir yerde iş bulamadığım için bir yakınımın restoranında güvenilir adam olarak işin bir ucundan tutup,ihtiyacım olduğunda para isteme hakkını elde etmiş olarak yaşıyordum.ama bu sefalet sınırında yaşamamı engellemiyordu.bu nedenle bu sınırın biraz üzerine çıkmak için,bir pazarlama firmasında maaşsız işe razı olmuştum. sattığım ürün üzerinden komisyon alacaktım. iş bulamamaın temel nedeni aslında,sürgünden kaçak yaşamam dı. ve pazarlama işini bulunca,yeterli ve riske edecek param da olmadığı için,ben de pazarlama faaliyetlerini akraba ziyaretleri çerçevesinde yürütüyordum. yani hem tatil ,hem de ticaret olmuş oluyor.pazarlama faaliyeti için gerekli harcamaları böylece tolere etmiş oluyordum. yalnız benimki biraz farklı idi. ben, benim düşünce yapıma sempati duyanları veya bu düşünce sisteminin içinde olanları ticari faaliyetimin öznesi yapmıyordum. ama iki yöntemim vardı,birincisi,en masraflı seyahat ve bunun için yakınlarımın yanında misafirlik,ikincisi çat kapı ama kapıyı açtıracak referans. tıpkı Aydanın serüveni gibi. işte Aydanın serüveni ile ilk haşır neşir olduğumda bu anılarım gözümün önüne gelmişti ve vesileyle paylaşmış oldum. ayrıca,tarih çalışmasına da girmesi için,bu anı demetime TKP nin radyosunu dinlerken,İhmalyan kardeşlerden birinin resim sergisi duyurusunu bu süreçte aldığımı aktarmak istiyorum. o günlerdeki pazarlama faaliyetimin meyvesi, eşimle birlikte dışarda,mesela çiçek pasajında bir akşam yemeğini hakettirir boyutta olmakla beraber bu duyuru da tam zamanında gelmişti. önce sergiyi gezdik,küçük bir alanda sergilenmiş resimlere bir resim eleştirmeni edası ile göz gezdirdikten ve hem duyuruya itibar eden bizden başka kimsenin ,hem de bu duyuruyu takip edip,bir komünistin resimlerini kim merak ediyor diye meraklanan kimselerin olmadığından emin olduktan sonra hareket edip,yemeğimizi yiyerek ve hatta paraya kıyıp,taksiye de binerek eve dönmüştük.ama bizim kutlamamız sefalet sınırından biraz kurtulmuş olmanın ve oğlumuzun bakımına biraz daha özen gösterebilecek olmanın yansıması idi. yani,ne bir terfi,ne de bir atama söz konusu idi. hatta TKP üyeliğimi eşimle birlikte kendi kendimize yaşıyorduk.İhmalyanın sergisi,yaşamımızdaki bu yöndeki heyecanımızı biraz daha yükseltmişti o kadar.

parantezi kapatıp devam edersek,kaldığımız yere dönmüş oluyoruz. parantez açtığımız yerde Aydan Bulutgil'in hikayesini anlatıyorduk,devam edelim.

Hikaye Aydanın ağzından ve poliste yazdığı TKP tarihinden aktarmadır. bir de Aydanı ilgilendiren,İzmit grubundan TKP lilerin aktarımı var. o da şöyle, 12 Eylülcülerin saldırısı hızla TKP ye doğru ilerlemektedir. Kocaeli önemli bir işçi yatağıdır ve komünist hareket burada güçlüdür.Limanlar,petrol rafinerileri ve diğer sanayi kolları içeren Kocaeli,burjuvazinin ve elbette istihbarat örgütlerinin de önem verdiği bir coğrafya idi.sendikalar birlik dayanışmacılarla dolayısıyla komünistlerle dolu ve söz yerindeyse çoğunda sendikalar, burjuvazinin dümen suyunda yönetimlere sahip olsa da,muhalefet oldukça güçlüdür ve sendikal hareket daha çok,birlik dayanışmacı, komünist kadrolardan soruluyor. Kocaelinin başında Birol Başören ve diğerleri var. Bir tanesi de Bülent Karataş. Bülent anlatıyor. bir İl komitesi toplantısına Aydan başkanlık ediyor. ve haberi patlatıyor. Nafiz Bostancı yurt dışına kaçırılmıştır. çünkü,alınan( bir polis dostundan) bir duyuma göre,polis saldırıya hazırlanıyormuş. en değerli eleman Nafizdir ve yurt dışına uçuruluyor. bilgisi, Merkez Komitesi üyesi Aydandan geliyor. buradan devam etmek üzere,Aydanın tarih yazımına dönüyorum.

Aydan,başlamışken durmuyor,çat kapı Erdal Talunun kapısını çalıyor ve Nihatın arkadaşı olduğunu ,ingiltereden geldiğini söyledikten sonra,TKP üyesi olduğunu ve Nihatın verdiği görevle Erdalı ve Şeydayı partilemeye geldiğini açıklıyor. ve erdal da,şeyda da artık TKP üyesidir. bunlar atılım yıllarının henüz ivmeye geçmediği ama işaretlerini vermeye başladığı yıllar olsa gerek. TKP yi aramak için yollara dökülenlerle, bir şekilde TKP sempatizanı olduğunu açık edenler,hızla TKP ye kaydediliyor. hem de ilke ve normlar göz ardı edilerek,çoğu kayıtlar gruplar halinde gerçekleştiriliyor ve akabinde akademik eğitim ve de sonucunda üst organlara kooptasyon.

Erdalı partilediğimize göre,şimdi Mahkemece "pişman"statüsüne sokularak ödüllendirilen Çağatayın tarih yazımına dönebiliriz. TKP deki çözülmenin otopsisinin ortaya koyduğu en bariz ipuçlarına Çağatayın tarih yazımını izleyerek ulaşabiliriz. ulaştığımız yerde çözülmenin boyutunun,sığlıkla,ciddiyetsiz örgüt yapısı ile yakından ilintili olduğunun izleri var. hiç bir gizlilik ilkesine uyulmaması bir yana ,bir komünist partiye üye alımındaki ilkelere de titizlik bir yana,temel olarak bile uyulmadığı görülüyor. dahası, Aydan Bulutgil gibi TKP örgütlenmesinin kilit adamı ve daha 70li yılların başından beri ayak izlerinde TKP ye götüren işaretler olan birisinin polise terkedilmiş olması çözülmenin otopsisi üzerinde karanlığın izlerinin de olduğunu düşünmemizi emrediyor.ve burada hemen Bülentin anlatımına geçiyorum;

Nafizin yurt dışına gönderilmesinin gerekçesi olarak,alınan bir polis kaynaklı saldırı duyumunu deklare etmek için,saldırı hazırlığının gölgesinde,komite toplantısı yapılması ve çok kısa bir süre sonra da Aydanın da ve tabii,Birol dahil bütün kocaeli il komitesinin de,polisçe pek fazla zahmete gerek kalmadan yakalanması gerçekleşiyor.

TKP tarihini aydınlatmak için yola çıkanların pek ilgisini çekmemesi düşündürücüdür ama önceki yaklaşım ile uyumlu olduğunun da altını çizmek gerekir.

Aydanın tarih yazımı bu kadar değil. kısaltarak gitsem de,bir kaç noktaya daha değinmem gerekiyor. bu noktalardan biri Aydın Meriçi anlatıyor. Aydının,alias H.Erdalın, anlatımı poliste değil,kendisi derleyip toparlamış ve TKP mizi yükseltelim başlığı ile ortaya koymuş. Yakup Demiri arayan Aydın,İ.Bilene razı oluyor ve İ Bilenle hemen kaynaşıyor. hemen Türkiyede inşa edilecek Komünist partisinin 1 Nolu üyesi olarak görevlendiriliyor. ve İ Bilen bu görevi verirken,H.Erdalı komünist yapanların komünist sayılmaması gerektiğini söylemeyi de ihmal etmiyor. bununla kalmıyor,H.Erdalın anlatımıyla ,ikinci görüşmelerinde, İ Bilen, H.Erdalı Polit Büro üyesi yapmıştır. Artık Aydın Meriç Türkiyede TKP yi inşa etmeye başlayabilir. zaten çatısı,TKP yi atılıma geçirmek için,bulundukları ve inanarak girdikleri politik alanlarını terkedenlerin TKP yi bulması ve hemen partiye buyur edilmeleri ile (arayanlardan hiç bir kimsenin partiye girişinde bir sorun çıktığını ve arayan hiç bir kimsenin sıradan bir üyelik formasyonu yaşadığını göremiyoruz,hepsi örgütün çatısı için koopte edilimek üzere eğitimden geçiriliyor ve böylece TKP örgütlenmesinin Türkiyede kök salması için gerekli çatı kurulmuş oluyor.)burada Aydın Meriçe yeniden dönmem gerekiyor,Aydından aldığımız bilgiyle 1 Mayıs 1976 da Türkiyede TKP üyesi mevcudu 50 nin altındadır. 1977 Konya Konferansına gidildiğinde bu sayı,120 cıvarına ulaşmıştır. 12 Eylül tutuklamaları ile bu sayının oldukça yükselmiş olduğunu ve asıl yükselişin 12Eylüle çeyrek kala ve 12Eylül saldırısının TKP ye yönelmesi arasında olduğunu öğreniyoruz. 15 -20 günlük sempatizanlar ,görev verilmek üzere parti üyesi yapılmışlardır. burada Aydandan küçük bir bilgi daha alalım,polise anlatmış ve tarihe nottur, Aydın Meriç,Aydanı,1976nın sonunda tebrik ederek,Merkez Komiteye alındığını müjdeliyor. Aydan çok uyanık, Aydın Meriçin Politik büroda görevli olduğunu hemen anlıyor. Aydan bu müjdeden önce Marmara Bölge sorumlusudur ve sorumluluğu devam ediyor. bu sprumlulukla KOcaeli İl komitesine başkanlık ediyor ve Nafizin yurt dışına kaşışını müjdeliyor. Nafiz hariç,kendisi dahil,bütün İl komitesi yakalanıyor. ondan önce parti konferansı var ve Aydandan iki isim isteniyor. Aydan Oktay Zor ile Birol Başörenin ismini veriyor. Oktay ve Birol da Merkez Komitesine koopte edilmiştir ama haberleri konferanstan sonra oluyor. bunları hep Aydan anlatıyor.

şimdi Çağataya tekrar dönüyorum.

Çağataydan, bir yaz gününde eniştesi Erdal Talu tarafından partiye üyeliğe kabul edildiğinin bilgisini verdiğini ve Çağatayın bunu kabul ettiğini öğreniyoruz. yıl 1975 mevsim yazdır. Erdal,muhtemelen şöyle demiştir,"hadi iyisin kayınbirader,biz onca zaman aradık zor bela üye olduk,seni haberin bile olmadan TKP ye üye yaptım. eh artık bir yemekle kutlarız. " nitekim ilerleyen zamanda bir yemekli toplantı da,yükselişlerini kutladıklarını,yine bu grubun sayfalarına düşen anı demetleri ile öğreniyoruz.

Çağatay 1975 yazında ansızın TKP üyesi oluyor ve çok kısa bir zaman sonra, aceleleri var,yöneticiye ihtiyaç var, 1977 yılına gelirken önce yöre komitesinin başı,sonra hiç haberi olmadan Merkez Komite üyesi oluyor ve bunu muhtemelen Konya Konferansı için Almanya da toplanıldığında öğreniyor. Birol Başören ve Oktay zor bu toplantı için Aydanın önerdikleri arasındadır ve onların da bilgileri ve beklentileri dışında Merkez Komite üyesi seçildiklerini Aydanın tarih yazımından aldığım bilgiyle ifade etmiştim.

hepsi seçilmiş kişidir. yanlış anlamayın,seçim İ Bilen tarafından yapılıyor,ona giden bilgiler mihmandarıdır, ve Dış Büroyu Merkez Komite yapmak üzere bir çok şanslı ya da şanssız faniyi Merkez Komite üyesi ve de Politbüro üyesi olarak koopte ediyor. ancak Çağatayın Yükselişi bir başkadır ve elinden tutan Erdal eniştesine şükran mı duymuştur,yoksa lanet mi okumuıştur hiç bir zaman bilemeyeceğiz. bilenler elbette vardır. sessiz konsensüsün içinde oldukları muhtemeldir.

burada Çağatayın marifetimi desem, elinden tutanları takip ettiği için mi desem,bir ilginç ve bana göre tarihe geçecek icraatını kendi tarih yazımından aktarmak istiyorum. yeni aktör, TÜS-DER genel başkanı Hasan Fehmi Mavi'dir. kaderi Çağatayın kaderi ile kesişiyor. tesadüf değil.Yüce gökün yazdığı bir kader de değil.Çağataya görev veren sekreteri,Güray Tekin Öz bu kesişmeyi düzenliyor. Çağatay,Mavinin dernek ofisine bir şifre ile gidiyor ve yalnız oldukları bir sırada Hasan Mavinin parti adını,Birol, fısıldayıp,onun sekreteri olduğunu ve birlikte çalışacaklarını söyleyerek şifreyi Maviye uzatıyor. "al bak inanmazsan şifre de bu,diğer yarısı da sendeymiş" demiş olabilir. bu noktada,buraya tekrar dönmek üzere bir parantez daha açmak istiyorum.

12 Eylül sonrası idi. Parti sekreterim, İstanbulda bir yer altı bulmuş,arasıra yer üstüne çıkarak benimle buluşuyor ve Kocaelinden haber alıyordu. kendisinden haberimiz ,Galata köprüsünde bir gezinti ile varlığından ve isyanbulda yeraltında olduğunun bilgisine nail olmamızdan ibaretti. ve bu çelişkili ve çapraşık durum uzun sürmedi,beni aynı Çağataya verilen bir şifre ile sevgili Mehmet Ali Alçınkaya'ya bağlamışlardı. şimdi Nabi yağcının tekkesinde AKP ye dua alemleri yaptığının ve en alt basamaktan BeDePe ye tırmandığının ve oradan Barzaninin tekkesine ulaşmaya çalıştığının duyumlarını alıyor ve şaşırmıyorum. TKP hücremiz, Alçınkayanın sekreterliğinde devam ederken,aniden bizzat Alçınkaya tarafından,hücrenin Sekreterliğine koopte edildiğim bilgisini alıyorum. Talimattır ve uyuyorum. ama merakımı yenemeyip,Alçınkayaya soruyorum,ne oldu ki, buna gerek duyuldu,şimdi bu hücre verimli çalışabilecek mi ? Alçınkaya,kendisi için sorun olmadığını söyleyerek konuyu kapatıyor ve hemen ardından Ankaradan gelen yeni mezun bir avukat ile İstanbuldan gelen bir başka üniversite öğrencisi tarafından sımsıkı TKP ye bağlanıyorum. yükseltiliyordum yani. hızla ve bir çırpıda,izmitte ne kadar TKP üyesi kaldı ise hepsi bana bağlanmıştı ve muhtemelen bunların TKP bağlantısından Alçınkayanın da bilgisi vardı.

Oğlumuz yeni doğmuştu,sevgili İsmet ,ağabeyim ve Partiye girmemi sağlayan yoldaşım, polis tarafından alınmış ve gösterilmeyen bir yerde gözetimde tutuluyordu.ayrıca ekonomik sıkıntımız da başlamıştı.bu nedenle hem abimin evine yakın olmak,hem de sıkıntıyı bir nebze aşmak üzere baba ocağına dönmüştüm.vardiyalı çalıştığım için,eşim işe gittiğinde Suphi'yi ayağımda sallarken sekreter yoldaş ile memleket meselelerini sohbetimize konu ediyor ve lafın arasında polisin beni açıkça takip ettiğini dolayısıyla bir saldırıya hazırlandıklarının işaretini verdiklerini söyleyerek ne yapmam gerektiğini soruyordum. cevap "bulunduğun yerde kalacaksın" oluyordu. ve neticede bir gün,evde bir bebek olduğu ve bri süt alacak kadar bile para kalmadığı için,fabrikaya avans almaya gitmiştim ki, beni neden yakın takipe aldıklarını o zaman daha net anladım. polis,NASAŞ ta,işvereni asiste ederek, tezgah kurmuş ve Fabrikaya adımımı atar atmaz, Birinci şubeye haber gönderilerek beni Müdürün odasına kilitlemişlerdi. belli ki,benim üzerimden fabrikadakilere korku salacaklardı.ama aynı zamanda da,ateş olmayan yerden duman tütmediğini göstermiş olacaklardı.bak bir sürü işçi varken sadece Fikret Uzun alınıyordu. demekki Polisin elinde deliller vardı.o günden sonra geçen zamanda,ben zindanda iken yani, Suphi büyümüş ve ben eve döndüğümde, annesinin yanında yatmamı hiç kabullenememişti.biraz daha büyüdüğünde, ismi konusunda da bana kızgınlığını gösteriyordu.arkadaşları SUPİ diyormuş,başka isim bulamamışmıyım.

bana bağlanan hiç bir parti üyesini ne aklıma getirmiştim,ne de polis tarafından tarafıma sorulmuştu ama işkence faslı bitip,tutukevinde toplanmaya başlayınca gördük ki, hepsi tutuklanmış şen şakrak bir arada olmamızın kutlamasını yapar misli birbirimizle kucaklaşıyorduk. bu paranteze neden gerek gördüm; görev değişikliğinin,bana daha çok güvenip,beni yükseltmek için mi,yoksa, Alçınkayayı demirbaş olarak görüp,söz yerindeyse,yangında ilk kurtarılacaklar arasına sokup,sonraki görevleri için geriye mi çekmişlerdi hep düşüncelerimin bir kenarında durmuştur ve yine bunu da,bu konuda baş aktör olarak görev yapanların bildiğine inanıyorum.

Çağatayın, TÜS-DER başkanı ile buluşması bana bunları hatırlattı.şimdi gelinen noktada ise,bu düşüncelerimi doğrular mahiyette açıklıklar olduğunu görmemek elde değil.ve parantezi kapatıyorum.

burada iki nokta var, TÜS-DER başkanına güvenilmemiş,Çağataya daha fazla güvenilmiş bir,ama daha önemlisi iki, TÜS-DER in yönetim ofisinde bir parti ilişkisinin kurulmasının hikayesine şahit olmamızdır ki,buna polisin bizden önce,hikaye başlar başlamaz şahit olduğuna inanmamız gerekmektedir. bu günkü kadar olmasa da,muhtemelen polisin kulağı her yerde dolaşıyordur,en azından bu ihtimal göz ardı edilemezdir.

dahası da var,Çağataya daha fazla güven duyulduğunu anlatıyor. Ahmet Kardam,taze bir ODTÜ asistanıdır ve aniden Öğretmen hareketinden sorumlu olarak Çağataya bağlanmış ve şimdi Ahmet Kardam MESS e bağlıdır. Göbekten mi,ideolojik mi,ötedenberimi onu bilenler biliyor ve MESS çatısındaki fabrikaların işçilerinin bildiği ise, Ahmet kardamın Öğretmenlik kabiliyetinin yüksek olduğudur ;çatal, kaşık,bıçak talimini ondan öğrenmişlerdir. yanında Zülfi Dicleli de var ve ondan kalır yanı olmadığına eminim,AKP nin ve çok öncesinden,Şimdi anayasa taslağı hazırlayan TÜSİADın başının,Ümit Boyner,Evdeki başı olan ve Yeni Demokrasi hareketinin de başı olan Cem Boynerin danışmanı ve yoldaşı olan bir yetenektir. TÜSİAD ın anayasa taslağında imzası var derlerse şaşırmam. Diğe aktörlerin,sözünü etmeye gerek duymadım,Nabi Yağcıların da "Anayasa Anayasa ama ille de AKP nin hazırladığı anayasa" diye tutturmaları ve diyar diyar dolaşmalarındaki senkronizasyon,TKP nin başına ani hamlelerle ve Koopte edilerek geçirilen aktörlerin eninde sonunda gidecekleri yeri göstermesi açısından açısından önemlidir.

bu kendi tarih yazımlarından aktardıklarımın zaman diliminde, Nafizin yurt dışına kaçırılmasında partinin en üst düzeyde teyakkuzuna şahit olurken, partinin en üst ve en çok bağlantı taşıyan kadrolarının polisin saldırısına açık halde ortada bırakılmasına ve neticede polisçe yakalanmalarına ve bunun neticesinde de tepeden aşağıya hemen hemen bütün üyelerin polis tarafından toplanılmasına ve bir MK üyesi ve İstanbul il yöneticisinin, Mustafa Hayrullahoğlu, yakalanarak işkencede öldürülmesine tanık oluyoruz.

Birol Başören, sevgili İsmet abimle sık sık buluşur dertleşirdi. terapi de diyebiliriz. kulak misafiri olduğum ve aklımda kalan en gerçekçi cümlesi "çok işkence yaptılar, dayanamadım" olmuştur,ki benimle hiç bağı olmadığı ve benim gibi başka alt örgütten kimsenin adını anmadığı halde,ifadesinde benim adımın da geçtiğini hatırlıyorum.

burada Aydın Meriçten aktaracağım bir bilgi var. Şöyle; 1981 Şubatının ilk günlerinde, Politbüro toplantısı sürüyor ve önemli bir istihbarat bilgisi geliyor.bilgiye göre,siyasi polisin elinde tüm MK nın ve 30 u aşkın İl komitesi üstüne resimli ,isimli bilgi vardır. tarihi unutmayalım,1981 şubat başı.

kocaelide başlayan tutuklamalar sırasında bize de buna benzer bir bilgi gelmişti.ama artık Koncaya tıkılmıştık ve bu bilginin bizim için bir önemi o an için yoktu. bu bilginin, kocaeli il komitesine yakalanmalarından önce verilmiş olduğunu bilmiyorum.ancak,koncada öğrendiğimiz bilgi şu idi,Birol Başörenin kardeşi Erol, polis tarafından sorgusu sırasında , Birolun fotoğrafı gösterilmiş ve tanıyıp tanımadığı sorulmuştu.muhtemelen Aydan Bulutgilin haber verdiği Nafizin dışarıya çıkartılması, bu bilgiden sonra gerçekleşmiştir.

Aydın,daha sonra Tutuklamalarla ilgili ,çözülmenin boyutları yüksek olduğundan,Politik Büroya soru yöneltiyor. sorduğu şudur; parti üyelerinin önemli bir bölümünün gerekli direnci gösteremediği ortaya çıkan yazı ve belgelerle ( eğer doğru ise) görülüyor. tutuklamalarla çözülmelerin ilişkiş derecesi nedir? madem ki,çözülmeler yaygın,tutuklamaların da yaygın olması doğaldır. ama bizler için şu açık ki,çözülmeler tutuklamaların belirleyici nedeni değil. çünkü daha Ocak 1981 sonunda ( şubat başı da olabilir) 30 küsur ildeki il yönetiminin resimli listesinin polisin elinde olduğunu biz öğrenmiştik.

bu tarihlerde başka neler oluyor onu Çağataydan dinleyelim; 1981 yılı başında Güray Tekin Öz,istanbula giderken Çağatayın da gelmesini istiyor ve Moda da buluşuyorlar. Yanında Nabi Yağcı da vardır.Nabi çok dikkatli davranılması gerektiği yollu uyarıda bulunuyor.Nabi o sırada Politik Büro üyesidir ve istihbari bilgiden haberi vardır. Güray Tekin öz ,daha sonra, Mart başında, Çağataya yeni bir randevu veriyor ve buluşuyorlar.beraberce bir restorana gidiyorlar ve Nabi oradadır. Nabi Mart ve Nisan aylarında partinin üzerine gelineceği ihtimalinin bilgisini veriyor.1 Mayıs öncesinin tehlikeli olduğunu vurguluyor. o sırada radyodan şifreli anons verileceğini bir çoğumuzun hatırladığına inanıyorum. Çağatay bunun bilgisini de veriyor.Nabİ'nin,saldırının başladığının işareti anlamında radyodan anons edilecek bir şifreli şiirden söz ettiğini bildiriyor.demekki ,Nabi Yağcı'nın, saldırıyı 1 Mayıstan önce beklediğini düşünebiliriz.ve bu Aydın Meriçin verdiği bilginin doğruluğunu teyit eder mahiyettedir. politbüronun bu bilgi geldikten sonra tutuklamalar başlayana kadar hiç bir önlem almadığını da öğrenmiş oluyoruz. burada ,yani bu grupta düşen anı aktarımlarından, hızlı bir yurt dışına çıkış trafiği yaşandığını hepimiz biliyoruz ve bir de şunu biliyoruz, özellikle Sevinç Öztaş'ın ve Kemal Işıktaşın aktarımlarından anladığımız,bu trafik yanında, gruplar halinde partinin siyasi eğitimi için yurt dışı turlarının trafiği var. demek ki,yukarda dikat çektiğim,TKP içindeki diğer parti ki,Nabi partisi demek uygundur,kadrolarını yurt dışına kaçırıyor ve eğitime hazırlıyor. Nabi,yurt dışına,tutuklamalar başladıktan sonra çıktığını söylemektedir ve bu sürede partinin toparlanması için çalışıyor. dediği budur. bu dediklerinden yeni üye yazımının devam ettiğini anlamamız yerindedir. bir taraftan Nabi ekibi,kadrolarını yurt dışına çıkarmakla meşgul,diğer taraftan partiye yeni üye kaydediliyor ve polisin elinde resimli bilgisi olan bir çok yönetici ,Aydan dahil, ortadadır.

teorik olarak baktığımızda,mümkün olduğu kadar fazla parti üyesinin,aralarında polis ve kamu kuruluşunda çalışanları da var, yakalanmasının bir politika olduğunu görebiliyoruz. teoridir ,mutlak değil,ısrar etmiyoruz.tarih yazımını takip etmeye devam ediyoruz;

devam etmeden önce,Nihat Akseymen yanında,Haluk Yurtseverin ihracının da bu zaman diliminde olduğunu not etmek istiyorum.

aydın Meriç anlatıyor, "Mayıs 1981 tutuklamaları ile ilgili Partizan grubuna bağlı , aydınlatılması gereken pek çok yönü vardır." diyor.devam ediyor;" birincisi,tutuklamaların izlediği sıradır Kırıkkale-Ankara-Çukurova-İstanbul ve Marmara zincirlemesi" ve Ankara İl komitesinin sekreterinin tutuklandığını gazeteden öğrendiklerini ama bu sekreterin kim olduğu hakkında bilgi olmadığını söylüyor. kimsenin bu soruyu yanıtlayamadığını belirtiyor. TKP politbürosu İl sekreterinin kim olduğunu bilmiyor. Ferruh Özbalı,bilinmeyen sekreter, örgütle bağını koparaıp,görev yerini terkederek ortadan kaybolmuştur. bu sonradan anlaşılıyor. Çağatayın aktarımı var, 8 Nisan 1981 günü için randevulaşıyorlar ama Özbalı gelmiyor.yedeğine de gelmiyor. Çağatay durumu öğreniyor ve Özbalı evinde gözaltındadır. demekki operasyon başlamıştır.

Çağataylın bu kez ,Gürayın talimatıyla istanbula Erdalın yanına gitmesi gerekiyor. Nisan 16 sında Erdal Talu ile birlikte Nabi ile buluşuyorlar.Nabi son durumu alıyor ve Çağatayın da hemen İstanbula gelmesinin iyi olacağını söylüyor.Çağatay zaten İstanbuldadır ve kalıyor. görüşme bitiyor ve başka bir yerde,başka bir saatte buluşmak üzere ayrılıyorlar. buluştukları yerde,Nabi Yağcı,Çağataya Atılım ve politik durum filmlerini veriyor ve Çağatay yakalandığında bu belgeler de yakalanıyor.yakalandığı tarihle ,son buluştukları tarih arasında 5 gün var.Nabi partiyi toparlamaya ve Polis baskını konusunda önlemler almaya devam etmektedir.nasıl önlemler aldığını hiç birimiz bilmiyoruz. ve Çağatay 21 Nisanda yakalanıyor.

iki sonuç var,cuntanın elinde Partinin önemli isimleri resimli olarak var. fakat saldırı için uygun zaman kolluyor,1981 şubat başında gelen bilgiye rağmen, il yöneticileri yerinden ayrılmıyor,muhtemelen bu bilgi kendilerine bildirilmemiştir,operasyon başlar başlamaz yakalanıyorlar. diğer sonuç şudur; tutuklamaların boyutu çözülme ile ilişkili değildir,hatta çözülmenin boyutu ilk gelen istihbarat bilgisinin gerçekliği ile ilişkilidir. çözülme varsa daha çok üst düzeydedir ve polisin elindeki bilgiye bağlı olarak çözülmenin boyutu geniş olmuştur. soru şudur; polisin eline il yöneticileri ile Merkez komitesinin resimli bilgileri nasıl geçmiştir.burada küçük bir parantez daha açarak,Grupta paylaştığım bir bilgiyi tekrarlamak istiyorum.

Mayıs ayı içinde gözaltına alındığımda, birinci şubede sanırım fazla yer yoktu ki,münavebeli olarak işkenceye götürüyorlar ve o arada karakollara taksim ediyorlardı. sanırım 3 haftadan fazla böyle turlamıştım.işkence ve karakol turları ile işkenceden sonra biraz toparlayınca yeniden işkenceye götürülüyordum. bu turlardan birinde beni, Cengiz Ömer Altınokun bulunduğu hücrenin yanına koymuşlar. bir başka hücrede de,genç İLD üyesi ama aynı zamanda TKP nin taze üyelerinden Nihat vardı. Bana 12 Eylülden sonra bağlananlardan biri idi ve parti ismi bilinmiyordu. ama polis biliyormuş,koncada ben de öğrenmiş oldum. ben Nihata eğer herhangibir şeyi kabul ettirmek isterlerse İLD üyeliğin dışında birşey kabul etme diye konuşuyordum. o sırada yanımıza Cengizi getirdiler ve birlikte yemek yemeye başladık. Cengiz,aniden "çocuklar ben sizin büyüğünüzüm ve polisin bildiğini kabul edin daha fazla derine gitmesinler"yollu telkinde bulunmuştu ve ardından hepimizi hücrelerine geri götürdüler. Cengizde herhangibir ağır işkence görmüş olma emaresi yoktu. ardından beni sekreterim Ali Er ile yüzleştirdiler ve Ali Er de,polisin herşeyi bildiğini ve boşuna direnmemem gerektiğini,kendisinin de herşeyi kabul ettiğini işkencecilerin yanında ve gözlerimiz bağlı olarak,söylüyordu. karşı çıktım ve göz bağımı çözdüm ama ne çare biraz daha fazla dayak yemiştim. ortada dolaşan ve parti kararı gibi kulaktan kulağa yayılan aynı telkin idi,"polisin bildiğini kabul edin,derine inmesin" ama aynı tarihlerde,partiye giden raporlar, tutuklamaların çözülmelere bağlı olarak arttığı yönünde idi. ve parantezi kapatıyorum.

Cunta,saldırı için uygun zaman beklerken, TKP yönetimi Cunta içinde çelişkilerden ve Cuntanın faşist olmadığından söz ederek, TİP ve TSİP in eleştirilerine cevap veriyor ve MHP tutuklamaları ile sol terörizme indirilen darbeden olumlu bir beklenti içine girdiğinin işaretlerini veriyor ve genel operasyonun başlamasının Mayıs ayına bağlanmasına karşın, örneğin Birol Başören'in Mart ayında izmitte yakalandığını, Ankara il sekreterinin 5 veya 6 nisanda yakalandığını,ardından Çağatayın Nisan ayının sonunda Muhtemelen İstanbulda yakalandığını ve Atilla Aşut ile Süleyman Coşkunun 1 Mayısta, Aydan Bulutgilin 5 Mayısta, Ulvi Oğuzun ( koncada öğrenmiştik, Mehemt Ünlü vardı, şimdi büyük Turizmcidir, Ulvi ile randevuya gidiyor ve polis beklemededir Ulvi yakalanıyor) 7 Mayısta yakalandığını öğrenmemiz ama Nabinin bu süreçte hala radyodan şifreli anons yapılacağını bildirmesi ve mayısta saldırının şiddeti konusunda şifreli uyarı olacağını tekrar etmesi ama bir taraftan da belgeleri Çağataya teslim etmesi ( hayrullahoğlunun yakalanması ve işkencede öldürülmesi de bu zamandadır muhtemelen) ve sonra da yurt dışına çıkması,dışarda Cuntanın uygun koşul beklemesi ile,içerde Nabi partisinin koşulları uygunlaştırma çalışmasının senkronize olduğunu düşündüren sonuçlardır.düşünüyoruz,mutlaklık yok.

polis tutanaklarına geçen ve oradan devletin savcılık makamlarına taşınan ve oradan da Mahkemelerin hükümlerinin dayanakları olan tarih yazımından aktarmaya devam ediyorum.

Aydan Bulutgilin işkence envanterinin Birolun ki kadar olduğunu sanmıyorum ve çok kısa bir zamanda polise örgütün detaylı bilgisini verip,polisin çok kısa bir zamanda operasyon yaparak neredeyse eşzamanlı olarak bu detaylarda adı geçenleri yakalamış olduklarına inanmıyorum. hiç inanmadım. Aydan Bulutgil,işkencede çözüldükten sonra muhtemelen tuzak kurmak üzere evine götürüldüğü ki,bu evde ifade almak şeklinde lanse ediliyor, bir sırada, kendisini apartman boşluğuna atmasının saklamak istediği bilgilerden ziyade, çözülmüş olmanın psikolojsi ile taşıdığı baskıdan veya tuzağı engellemek için olabileceğini düşünüyorum. Aydan bey anlatmazsa hangisi doğru hiç öğrenemeyeceğiz.ama öğrenmiş olduğumuz şudur,Aydan Bulutgil işkencesi ile karşılaştığında,işkencecisinin Aydan Bulutgilin çözülmesini sağlayacak bilgilere sahip olduğu gerçekliği ile de karşılaşıyor. bitirmek istiyorum ve bitirirken bu tarih yazımından bile görülmektedir ki,ortada çift yönlü bir tasfiye operasyonu var ki,polisin ki üçüncüdür. ve ipince bir uyum var.

Nabi Yağcının şimdiki görünen Mürit misli peşinde dolaşan ekibine bakarsak,gördüğümüz şudur,Partide tasfiye sürerken,içerde başka bir parti ki,Nabi partisidir filizlendiriliyor,parti radyosundan anons "kadroları koruyun" oluyor ve bazıları ,bu anonsa uyup,kendini koruyor, bazıları da parti içindeki görünmeyen bir el ile korunuyor ve korunduktan sonra grup grup parti akademilerine hızlandırılmış eğitimlere gönderiliyor. Nabi partisi işbaşındadır ve önüne durabilecek olanların tasfiyesi sürerken,ikinci tasfiyeye zemin sağlayacak gücü ve yetkiyi de elde ediyor.parti ötedenberi legalleşmeli idi ve legalleşebilecek niceliğe de erişmiştir. yolda TBKP var,işler tersine döndürülüyor,legalite fetişizmi taşıyan TİP 12 Eylülle illegale çekilmiş, İllegalite fetişizmi ile yaşarken,legale geçme sancıları taşıyan TKP ise,legaliteye TİP i geri çağırmış ve TBKP ye giden yolu açmış. bu yolda Nihat Akseymen ile birlikte Haluk Yurtsever partiden atılıyor. Nabi partisine engel olabilecek kadrolar,polise terkediliyor ve tam bu sırada Ulvi Oğuz hain ilan ediliyor.

TBKP ile yığınsallaşmak bir yana,TKP özgürleştirilecek ve marşta ifade edildiği gibi,o güne kadar "hapis" olan TKP ,böylece "herşey" olacak ve gümbür gümbür işçi sınıfını kapitalistlerin üzerine salacak ve de iktidarı proletaryanın almasına öncülük edecek.

şimdi soruyorum, Oğuzhanın iddiası ne kadar ucubelik taşıyorsa ve daha çok,bir içe dönük örtü vazifesi görüyorsa,TBKP iddiası ile yola çıkan Nabi partisinin TKP yi özgürleştirme ve herşey yapma iddiasının,TBKP ile bütün bir TKP hareketinin,dolayısıyla TİP i de katarak, komünsit hereketin tasfiyesine yönelik operasyonunu örtülemenin aracı olmuyor mu ?

dün görülemeyebilir ama artık,hem bu örtü olma durumu ve hem de,Nabi partisinin tasfiye operasyonunun,12 Eylül'ün komünist hareketi topyekün tasfiye etme operasyonu ile uyumlu olduğu apaçık ortadadır. sırıtıyor. ZÜlfikarın attığı taş ise,bu uyumun örtüsünü açmıyor,üzeri hala örtülümü değil mi diye merakının izlerini taşıyor. ciddiyetsizlik ve tutarsızlık devam ediyor ve bunu yanlış yerde arayanlar kendi meraklarını ele veriyor. telaşları ve merakları TKP yakın tarihinin sandık kapağı açıldığında etrafa saçılacak bir şey kalıp kalmadığıdır. ciddiyet ve tutarsızlık lafzı ile bu gerçek ortaya saçılmaktadır. başka ne için, ciddiyete ve tutarlı olmaya oldukça uzun bir zamandır davet ederlerken,aynı yerde,ciddi bulmadıkları bir yerde, cirit atmak iiçin çaba gösterirler ki?

ve Coşkun Demir, şunu sana söylüyorum gelinim sen anla misli ifade ediyorum ki, bu gün TKP ye düşmanlık,özellikle TKP soyutlaştırılarak yürütülmekte ve bu düşmanlığın içinde kesinkes TKP yi uzun bir zaman sürecine yayarak ve nesnel koşulların sosyalist hareketin yükselmesine ve hatta kalıcı izler bırakmasına en elverişli zamanda, burjuvazinin kuyruğuna en fazla takma çabası gütmüş olanlara karşı düşmanlık yoktur. ve hatta şunu da söyleyebilirim ki, birbirini bilen kırk kişi arasında,bir birine en zıt tutumlar olduğu zamanda bile,son derece ince bir uyum ve son derece senkronize bir sessizlik ittifakı hüküm sürmektedir ki, bir arkadaşımız,"aynı cemaatten olanların zıtlığı,görev icabıdır" derken,bu uyuma işaret etmiştir.

yani bu uyumun son geldiği noktada ,bir tarafta "yetmez ama evet" varken,bir başka ve zıt tarafında "yettiniz artık,sizi boykot ediyoruz" vardır. finale yaklaşılmakta ve üzerinde oturanlar da kapağın bir an önce açılmasını istemektedirler. o nedenle de kurbağa ürküten taşların helezonik yansımasına kulak veriyorlar. ürken kurbağa ve merak eden sazan kalmamışsa kapak açılacaktır ama etrafa, beklenen saçılmayacaktır.

demek istediğimi küçük bir özete sığdırarak sonuç bölümünü de tamamlamış olayım. TKP nin Likidasyonu TBKP ile başlamamıştır. Tasfiye hareketi,ATILIM yılları tabir edilen ve akın akın ve de grup grup,yerlerini bırakıp TKP yi aramaya koyulanların, Merkez Komitesine sahip olmayan bir TKP ye kolaylıkla ve acele ile kabul edilişlerinden ve acele ile en üst organlara koopte edilmelerinden itibaren başlamıştır. 12 Eylül faşist darbesi bu yönde çok daha elverişli şartlar sağlamış ve TBKP ye giden yolda,bu yolun önünde engel olacak bütün kadrolar tasfiye edilmiş ve Partiyi arayıp,bulup,tepesine koopte edilen gruplardan birinin, diğerlerini diskalifye ederek,kendi ekibini parti içinde parti olarak hazırlaması ve diğer bütün kadroları polise terketmesi TBKP likidasyonu için yolu tamamen temizlemiştir.Nabi Yağcı,1987 ekiminde Cumhuriyet Gazetesine dışarda verdiği mülakatta " Biz artık kafamızı değiştirdik,ne olur bize inanın " yollu itirafını haykırması ve " Özalın çok pragmatik oluşuna" gönderme yaparak, Düşündükleri legal partinin işçi sınıfının partisi ile Komünist Partisi ile kesinkes benzerliği olmadığını da ilan ederek,Özal güzellemesi yapması ,TBKP için yeterli sayıda tövbekar yetiştirdiğinin ilanı olmuştur. sonrası malumdur ve geride TKP nin topyekün tasfiyesinden daha çok,Türkiye sosyalist hareketinin tasfiyesinin kotarılmış olmasının hikayesi kalmıştır. o nedenle Oğuzhan Müftüoğlunun kitabına her ne ifade kullanarak kullansın TKP ye dair yansıttıkları,geride kalan bu hikaye bağlamında değerlendirilmeli ve şu,soyutlaştırılmış TKP üzerinden bütün günahların topyekün TKP üyelerine dağıtılıp, geride kalan hikayenin baş aktörlerini bu gün de devam ettirdikleri günahlarından ari tutma çabasından vazgeçilmelidir. "siz kimi kandırıyorsunuz" seslerinin kulağınızı tırmalamasına daha fazla tahammülünüzün kalmadığı apaçık ortadadır ve TKP tarihinin sandık kapağının açılması ile birbirini bile kırk kişiden başka kimsenin ilgilenmediğini görün ki,böyle ucuz ve çocukları bile kandıramayacak TKP savunuculuğu rolüne girip, TKP nin topyekün tasfiye edilmesinden dolayısıyla Türkiyenin sosyalist hareketinin topyekün tasfiye edilmesi nedeniyle sol memesinin altındaki cevahiri sönmemiş ama derin acı içinde olanların ızdırabını daha da artırmayın.

12 Eylül,bir Makro plan olarak, tekellerin önünü açmak ve egemenliğini tesis etmek için,sosyalist hareketi ve onu besleyen bütün sol damarları ve demokratik barınaklarını topyekün ortadan kaldırmak yanında ve bu amaca yönelik olarak, tarihte görülmemiş bir karanlığı tesis etmek üzere,Kemalist yüksek kadroların Ülke yönetimini dinci ,gerici akımlara teslim ettiği ve bu güne kadar da asistanlık yaptığı bir fesatın hikayesi ise, TKP nin tarihe gömülmesi de,TKP ye adımını attığı andan itibaren,TKP deki elverişli şartların üzerine basa basa TKP nin tasfiyesi üzerinden,sosyalist hareketin bu topraklardan geri dönmeye cüret etmemek üzere temizlenmesi için,TKP içinde bir tasfiye partisi kurmanın ve işletmenin hikayesidir. 12 Eylülün hikayesi ile uyumludur ve şimdi,bu günlerde ve önümüzdeki günlerde daha net görülecektir ki, senkornize durumu bütün çıplaklığı ile gözlerimizin önündedir. Oğuzhan müftüoğlunun söz konusu anısı ise,motomot doğru olmasa bile,bir gerçekliğe işaret anlamında ve belki de kendi yaptığı yanlışlarla birlikte ele aldığında acılarını artıran gerçekliklere bir şekilde dikkat çekmek için ortaya attığı haykırışıdır.

ve benim haykırışım da,TKP den geriye hala sol memesinin altındaki cevahiri sönmemiş ve ve şu memleketin halini görüp de acıları bir kat daha artan bir yürek taşımaya devam eden kaldıysa onlaradır .haykırışımın özünde,hiç olmazsa onların, birbirine zıt kutuplarda yüklenenlerin aslında birbirini bilen kırk kişi misli hareket ettiğini ve resmettiğim uyuma su taşımaya devam ettiklerini ki, TKP tarihinin sandıkasının kapağının açılması için en uygun vaktin bir an önce gelmesi dileğinden başka asli tasalarının olmadığı gerçeğini görmelerine işaret var.

bilmem anlatabiliyorumuyum.

fikret uzun
28/03/2011 de Tustavda yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder