20 Ağustos 2016 Cumartesi

A-NEDEN ANAYASA MECLİSİ


        Ali Ersin Gür  DD
 Günümüz Türkiye’sinde toplumun tüm kesimlerine yakını 82 anayasasını “yeni ve demokratik” bir anayasa ile değiştirilmesini söylüyor olsa da TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin fiili duruş ve davranışları pek de bu düşünceye denk düşmemektedir. 
         Yeni ve demokratik anayasanın TBMM mi yoksa buna paralel olarak kurulmuş olan bir Anayasa Meclisi tarafından mı yapılması gerektiği konusundaki tartışma, aslında gerçekten yeni ve demokratik bir anayasa isteyenlerle buna karşı olanların tartışmasıdır. Zira az çok hukuk bilgisine sahip her vatandaş, pozitif hukuk kuralları içinde kalarak mevcut anayasanın tamamen kaldırılarak yerine yeni ve demokratik bir anayasa ihdas etmenin mümkün olmadığını görüyor ve biliyor.  Aksini iddia edenlere 82 anayasasının 4, 6, 148  ve 175.maddelerini okumalarını öneririz.  Anayasanın 4.maddesi, ilk üç maddenin değiştirilemeyeceği ve hatta değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğini düzenlerken, 6.maddesinin son fıkrası da “…hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” demektedir.  175.madde,  anayasa değişikliğinde nasıl bir usulün uygulanacağı hususunu düzenlerken; 148.madde, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini düzenlemektedir. Bütün bu düzenlemelerin doğrudan muhatabı TBMM’dir. Bu koşullarda 1982 anayasasına tabi bir iradenin, 82 anayasasını tamamen ilga ederek yerine yeni ve demokratik bir anayasa ihdas etmesi ne şeklen ve ne de hukuken mümkün değildir. Ülkemizde tali kurucu iradeyi temsil eden TBMM’nin şeklen ve hukuken yeni ve demokratik bir anayasa yapması teknik açıdan mümkün olmadığı gibi, aksi bir durum; 82 anayasasının dibacesinde ve yine 6.maddede açıkça ifade edilen “eğemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu”  ve “millet iradesinin mutlak üstünlüğü” ilkesiyle de çelişir.

         Ülkede yeni bir anayasa yapacak iradenin, kendisini “kurulu iktidarın” hiçbir kural ve kurumu ile sınırlamaması ve kendisini en üstün irade (asli kurucu irade) olarak görmesi ve donatması gerekmektedir. Bunun da sahibi ve kaynağı  halkın kendisidir. Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru dünyada başlayan yeni “anayasacılık hareketlerinin” genel kabulü de bu yöndedir.  Vanezuella (1999), Ekvador (2008) Bolivya (2009), Kolombiya (1991) vs. gibi ülkelerin yeni anayasa yapma süreçleri bu anlayışla hazırlanmış örneklerden bazılarıdır.
Demokratik bir hukuk sistemini oluşturmak, doğası gereği demokratik bir kurucu iradeyi gerekli kılar. Günümüz koşullarında bu iradeye sahip tek güç halkın kendisidir. Her asli kurucu irade gibi, halk da kendisini başka hiçbir irade ile sınırlayamaz ve ona tabi olamaz. Yeni kurucu irade, mevcut anayasanın hiçbir maddesiyle kendisini bağlı sayamaz, saymamalıdır. Aksi bir tutum, kendisinin reddi anlamına gelecektir. Daha açık bir ifade ile söyleyecek olursak, yeni demokratik anayasayı yapmak için yola çıkanların, 82 Anayasasının şu yada bu maddesiyle kendisini bağlı hissetmesi durumunda kururcu irade olma vasfını yitireceği gibi, 1980 darbesinin somutlaşmış temsilcisi olan beş generalden oluşmuş Milli Güvenlik Konseyi’nin iradesine tabi olmak anlamına da gelecektir ki böylesi bir durumda daha işin başından itibaren meşruiyetini yitirmiş olacaktır. Daha doğrusu, yeni bir demokratik anayasa yapma çabasında olanlar, mevcut 82 anayasasını bir kenara bırakarak ve onun maddelerini tartışmadan tamamen yeni bir yol ve yöntemle, yeni içerikli ve biçimli bir demokratik anayasa hazırlamalıdırlar. Yeni anayasa, elitist ve darbeci anlayıştan tam bir kopuşu gerçekleştirmelidir..
Anayasa yazmak ile anayasa yapma işini birbirinden ayırmadan bu süreçte olumlu bir şekilde yol almak mümkün değildir. Bugün TBMM’de temsil edilmekte olan partiler, bir anayasa yazmayı görev edinirken, asıl ihtiyacımız olan “anayasa yapma” sürecini es geçmektedirler ki Türkiye’de ihtiyaç duyulan şey, yeni bir anayasa yazmak değil, “yeni ve demokratik bir anayasa” yapmaktır. Bu ise uzun vadeli bir süreç işidir. Toplumun tüm kesimlerinin içinde yer alacağı “katılımcı ve şeffaf” bir anlayışla işe koyulmadığımız taktirde olsa olsa geçmişteki gibi sadece bir “elitler anayasası” yazmış oluruz ki bu, günümüzün ihtiyaçlarına asla cevap verecek bir anayasa olmayacak ve daha ilk günden itibaren ciddi itirazlara hedef olacaktır. Oysa ki anayasa yapma süreci, aynı zamanda toplumun demokratikleşme süreci olarak algılanıp ona uygun bir yöntem işletilmelidir. Bu yüzden de halkın doğrudan ve yarı-doğrudan katılım mekanizmaları sonuna kadar işletilmelidir. Buna en uygun biçimin “DEMOKRATİK ANAYASA MECLİSİ” olduğu kanaatindeyiz. Toplumun tüm kesimlerinin ve ağırlıklı olarak da sivil toplumun, sendikaların, işsizler ve emeklilerin, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, gençliğin, alevi ve Kürtlerin, çingene, ermeni, Süryani ve Pomakların,  ev kadınlarının …vs temsilcilerinden oluşmuş bir anayasa meclisinin hem  “temsilde adalet ilkesi” ni gerçekleştirecek ve hem de egemenliğin vekil yerine asil tarafından kullanılmasının yolunu açmış olacaktır. Afrika’da 1989 yılından 2011 yılına kadar 57 ülke anayasasını yenilemiş olsa da Güney Afrika Cumhuriyeti dışındaki ülkelerde demokrasinin tüm kural ve kurumlarıyla birlikte inşa edildiğini söylemek çok zor. Demek ki yeni anayasa her derde derman olmuyor. Güney Afrika Cumhuriyetinde ise “yeni bir anayasa yazmaktan” değil de “yeni ve demokratik bir anayasa yapmaktan” bahsetmek daha doğru olur. İki yıllık anayasa yapma sürecinde 1,7 milyon kişiden talep toplanmış ve bütün bu öneriler değerlendirilerek yeni anayasa hazırlanmıştır.
Aslında mevcut meclisin, tamamen yeni ve demokratik bir anayasa yapma yetkisi olmadığı gibi, oluşumu ve mahiyeti itibariyle de böyle bir görevi yerine getirmesi mümkün değildir. Çünki;
1-Mevcut TBMM, seçimde uygulanan %10 barajı uygulaması sonucu oluşmuştur. Böyle bir baraj ve seçim sistemi dünyanın hiçbir yerinde yoktur ve elbette ki anti demokratik bir uygulamadır. Kendisi anti demokratik bir yöntemle oluşmuş TBMM’nin yeni ve demokratik bir anayasa yapması mümkün değildir. Seçim sistemimizde uygulanan %10 barajının “temsilde adalet ilkesine” aykırı olduğu ve halkın iradesinin parlamentoya tam olarak yansıtılması önünde ciddi bir engel oluşturduğu yıllardan beri ifade edilmekte olup, bu itiraz bugün de devam etmektedir. Unutmayalım ki 1961 anayasasının bir darbe anayasası olduğu kadar, Kurucu Meclis’te DP.nin temsil edilmemiş olması da toplumun belli kesimince sürekli eleştiri konusu edilmiştir.
2-Anayasa yapmak, sıradan bir yasama eylemi değildir. Yeni bir anayasayı ancak yeni bir kurucu irade yapabilir. Bu iradenin kaynağı HALKTIR. Mevcut parlamento, halktan böyle bir yetki talebinde bulunmadığı gibi, halk da bu konuda bir yetki devrinde bulunmamıştır. Bu koşullarda TBMM’nin “yeni” anayasayı yapmaya kalkışması çok açık bir “yetki gaspı” olacaktır. Mevcut parlamentonun yeni ve demokratik anayasa yapamayacağı yönündeki itirazlarımızı bir yana bıraksak bile, TBMM’nin kendisini “kurucu meclis yetkileriyle donatmak” gibi bir niyeti varsa bu konuyu asile yani halka danışması ve en azından bir referandum ile halktan yetki istemesi gerekir. Bu referandumda halkın “demokratik anayasa meclisi” mi yoksa var olan parlamentoya mı yeni ve demokratik anayasa yapma yetkisi vereceği hususunun mutlaka sorulması gerekir. Dünyada da bu iş böyle yürümektedir.
3-Mevcut TBMM, darbe hukukunun birer parçası olan Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasasına göre oluşmuş olması nedeniyle de sorunludur. Daha adayların belirlenmesinden, adaylık başvurularına kadar binbir maddi ve şekli engelle “eşit olmayan bir yarışla” oluşmuş bu anti demokratik oluşumun “ezilenler ve yoksullar lehine” bir anayasa düzenlemesi mümkün değildir. Bu hususa bir çok somut örnek verilebilir. Örneğin işsizlik maaşının (ki bunu almak için de bir çok koşul aranmaktadır) 325 TL olduğu bir ülkede, milletvekili maaşlarının bunun binlerce kat üstünde olması bunun en açık örneğidir.
4-TBMM’nin darbe hukukuna göre oluşmuş anti demokratik bir organ olmasının ötesinde tüm parlamenterler, göreve başlarken yaptıkları yemin nedeniyle de yeni anayasayı yapmaları mümkün değildir Zira ilk gün yaptıkları yeminde: “…Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim…” şeklinde ant içmektedirler. Şimdi bu yemini  yok sayıp tamamen “yeni ve demokratik bir anayasa” yapmaya soyunmaları etik olarak da mümkün gözükmemektedir.
5-Halen yürürlükteki 82 anayasasının ilk üç maddesinin değiştirilemeyeceği ve hatta teklif bile edilemeyeceği düzenlemesi, doğrudan TBMM üyelerine yönelik bir düzenleme olup, onlar için deyim yerindeyse “taşa yazılan maddeler” niteliğindedir. Bu düzenlemenin muhatapları TBMM üyeleri olduğuna göre, ya bu “taşa yazılan maddelere” uyarak onun dışındaki bazı maddeleri değiştirecek veya ilaveler yapacaklardır ki o zaman da ortaya çıkan eser, yeni ve demokratik bir anayasa değil, 82 anayasasının bir revizyonu olacaktır yada bir bütün olarak 82 anayasasını bir kenara bırakıp “tamamen yeni” bir anayasa yapmaya kalkışacaklardır ki öylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi’nin buna izin vermeyeceğini hepimiz biliyoruz.
6-Halktan yetki almadan TBMM’nin “yeni anayasa” yapmaya kalkışması işin başından itibaren meşruiyet sorunu ile karşılaşacağı gibi, halkın hatırı sayılır bir kesiminin bu anayasaya “AKP Anayasası” yaftasını yapıştıracağı ve bu yüzden de sahiplenmeyeceğini görmek gerekir. Halka rağmen yapılan anayasaların ise ülkede yaşanmakta olan “anayasa krizini” çözmek yerine daha da derinleştirme olasılığını da barındırdığını görmek gerekir.
7-Halk tarafından yetkilendirilmemiş olan mevcut parlamentonun yeni anayasayı yapmaya kalkışması, “halk egemenliği ilkesi” ile de çelişmektedir. Zira biliyoruz ki yasama organı olan parlamento, siyasal iktidarın bir parçasıdır. Son yıllarda dünyada ve özellikle de Latin Amerika’daki yeni anayasaların yapılış aşamasında “ön referandumlar” yoluyla “kurucu anayasa meclisleri” oluşturularak bu meclis eliyleanayasama işlemi gerçekleştirilmiştir. Aksi bir uygulama, parlamentonun kendisini halkın iradesinin üstünde görmesine yol açar ki vekilin asilden daha yetkili olduğunu savunmak asla kabul edilemez.
8-TBMM, politikacılardan oluşmuştur. Her politikacı, doğal olarak bir sonraki seçim döneminde de seçilmeyi hedefler. Bu yüzden de yeni anayasayı parlamentoya bırakmak, gerek partiler arası rekabet ve husumetler yüzünden ve gerekse bir sonraki dönem seçilememe kaygısı nedeniyle toplumdan gelen bir çok haklı talebin anayasada yer almamasına neden olabilirler. Bu yüzden de TBMM “yeni ve demokratik anayasa” yapamaz.
9-Yeni ve demokratik anayasa yapmaktaki amaçlardan biri, darbe ürünü olan mevcut anti-demokratik 82 anayasasının yerine daha çağdaş ve demokratik bir hukuk sistemi oluşturmak olduğu kadar, iktidarın gücünün sınırlandırılmasını ve toplumun demokratikleştirilmesini de hedeflemektedir. Yeni ve demokratik anayasa yapma görevinin TBMM’ye verilmesi, “iktidarın sınırlandırılması ilkesi” ile de çelişmektedir.
 Bu durumda olması gereken ise görevi sadece anayasa yapmak olan bir Anayasa Meclisi’ne ihtiyaç vardır. Bu mecliste toplumun tüm kesimleri temsil edilmelidir.
Anayasa Meclisi'nin görevi, toplumun tüm kesimlerinden alınan önerileri toplayıp yazılı bir anayasa taslağına dönüştürmek ve bu taslağın, tüm toplumsal kesimlerce özgür bir ortamda, yeterli sürede tartışıldıktan ve ek öneriler alındıktan sonra son şekli verilerek halkoyuna sunulması ile sınırlıdır.  Böylece toplumun tüm dinamiklerinin anayasa yapma sürecine katılmaları ve kendilerini ifade etmeleri sağlanacağı gibi, sonuçta halkın iradesinin ürünü olan yeni ve demokratik bir anayasa da yapılmış olacaktır.
B-VENEZUELA DENEYİMİ
Hugo Châvez Frias’ın 1998 yılında seçimle iktidara gelmesi üzerine ülkede yeni bir anayasa yapmayı gündeme getirmiş ve bir ön referandum ile halka şu soruyu yöneltmiştir:
“ 1-Devleti dönüştürmek ve etkili bir sosyal  ve katılımcı demokrasiye izin veren yeni bir hukuk düzeni yaratmak amacıyla  bir kurucu meclis kurar mısınız? EVET veya HAYIR
 2-Ulusal Yürütme Organının Ulusal Seçim Konseyi tarafından 24 Mart 1999 tarihli toplantısında incelenen ve kısmen gözden geçirilip değiştirilen ve temamı Venezuela Resmi Gazetesi’nin 25 Mart tarihli sayısında yayımlanmış olan bir kurucu meclis toplanması yolundaki tekliflerinin zemini ile hemfikir misiniz? EVET veya HAYIR.”
Ülkede yürürlükte olan 1961 anayasasında “kurucu meclis” düzenlemesi olmadığı gerekçesiyle parlamentonun itirazı ile karşılaşmıştır. Bu durumda “anayasanın üstünlüğü ilkesi” ile “halkın iradesinin üstünlüğü ilkesi” tartışılmaya başlanmıştır. Konuya açıklık kazandırmak amacıyla Fundahumanos  adlı bir insan hakları örgütü konuyu Venezuela Yüksek Mahkemesi’ne taşımış ve mahkeme de 19 Ocak 1999 tarihli kararı ile Chavez’in yolunu açmıştır.
Yeni bir anayasa yapmak üzere 1999 Temmuzunda halk tarafından seçilen Kurucu Meclis, yeni bir kurucu iktidar olduğunu ve mevcut devlet organlarının yetki ve denetimine tabi olmadığını, hatta bu organları ilga edebileceğini öne sürmüştür. Yüksek yargının bu yaklaşımı reddetmesi üzerine iki kurum arasında kriz çıkmış ve sonuçta Yüksek Mahkeme Başkanı’nın istifası ile kurucu meclis bu krizden zaferle çıkmış. Kurucu meclis, Yüksek Mahkemeyi ve parlamentoyu feshederek, yargı ve yasama görevini de üstlenmiştir. Toplam 134 üyeden oluşan kurucu meclisin 24 üyesi ulusal düzeyde seçilmiş, 3 üye yerli halk temsilcisi ve geriye kalanlar da eyalet temsilcisi olarak seçilmişlerdir. Hazırlanan anayasa 15 Aralık 1999 günü halk oyuna sunularak kabul edilmiştir.
C-KOLOMBİYA DENEYİMİ
1990 yılına gelindiğinde, bir yandan gerilla hareketi, bir yandan pare-militer güçlerin halka saldırıları ve diğer yandan da uyuşturucu çetelerinin faaliyetine sahne olan Kolombiya’da 18 Ağustos 1989 tarihinde başkan adayı Luis Carlos Galan’ın bir suikaste kurban gitmesi üzerin bir grup öğrenci,  “Hâlâ Kolombiya’yı Kurtarabiliriz” sloganı ile ortaya çıkıp anayasa reformu talebi ile “yedinci pusula” teklifinde bulundular.  1 Mart 1990 tarihinde yapılan Genel Seçimlerde 6 adet resmi pusulaya ek olarak “yedinci pusulanın” sandığa atılması için topluma çağrıda bulundular. Bu gayrı resmi 7. pusula sivil toplum kuruluşları ve gazeteler vasıtasıyla topluma dağıtıldı ve seçim sonucunda 1 milyondan fazla bir oyla 7.pusula kabul edildi.  Bunun üzerine 27 Mayıs 1990 tarihinde yapılan başkanlık seçimi ile birlikte halka şu soru da yöneltildi:  “Katılımcı demokrasiyi kuvvetlendirmek için, Kolombiya’nın siyasal anayasasını değiştirmek üzere milletin sosyal, siyasal, bölgesel güçlerini demokratik ve popüler olarak bütünleşmiş biçimde temsil eden bir anayasa meclisi kurulması için oy verir misiniz?  EVET-HAYIR” Bu seçimde 5 milyon Kolombiyalı (%89) Kurucu meclise evet demiştir.
Başkan seçilen César Gaviria, bir kararname ile anayasa yapmak için kurucu meclisin seçimini düzenlemiş ve bu kararname Kolombiya Yüksek Mahkemesi’nce de uygun görülmiştür. Kolombiye Yüksek Mahkemesi, 9 Ekim 1990 tarihli kararında “…Egemenlik kolektif bir bütün ise  milletten başka sahibi olmayacaktır…Millet asli kurucu iktidar olarak egemen olduğundan ve diğer tüm devlet iktidarı yetkileri millet egemenliğinden kaynaklandığından, milletin kendi kendine koyduğu sınırlardan başka bir sınır bulunmamaktadır. Kurulmuş iktidarlar da milletin egemenliğine sınır koyamazlar…” yorum ve tespitini yapmıştır.
Yüksek Mahkeme, Kurucu Meclisin parlamentodan bağımsızlığını korumak amacıyla kurucu meclis üyelerinin kamu kurumları, senato, temsilciler meclisi, bölge konseyleri, vilayet konseyleri vb.kamusal yetkili organlarla hiçbir bağı olmayan kimselerden oluşmasının gerekebileceğini kabul etmiştir.
1991 yılında toplanan kurucu meclis, sadece siyasi parti temsilcilerinden değil, aynı zamanda sosyal hareketlerden de seçilen ve hatta eski gerilla grupları üyelerinden de oluşmuş bir meclistir. Bu meclis 1991 yılında anayasa yapmış ise de görünmez siyasetin, görünür siyasete hala egemen kaldığı görülmektedir.
Kolombiya Anayasa Mahkemesi’ne göre “…kurucu iktidar, hukuki sınırlara tabi değildir ve her şeyden önce siyasal toplumda siyasal gücün kullanımıdır…” Kurucu iktidarın işlemleri, sınırlardan ve yargısal denetimden muaftır çünkü bu işlemler siyasal  temelli olup hukuksal  değildir. Bunların geçerliliği, toplumun siyasal iradesinden doğar. Anayasayı toptan değiştirme yetkisi , yani bir başka anayasa ile ikame etme yetkisi sadece kurucu iktidarın kullanabileceği bir yetkidir.
D-İSPANYA DENEYİMİ
Yaklaşık 40 yıl boyunca İspanya’yı Nasyonal Katolisizm ile yöneten General Franco, ölümünden önce 1972 yılında çıkardığı bir yasa  ile öldüğünde Don Juan Carlos’u Devlet Başkanlığını üstlenmesine yıtkılı kılmıştı.  
1976 yılında Franco’nun ölmesi üzerine Kral Don Juan Carlos, tercihini demokrasiden yana kullanarak İspanya’da “kademeli demokrasiye geçiş” sürecini yaşama geçirmek için kolları sıvamıştır. Bunun için öncelikle ortamın normalleşmesini sağlamak ve yasaklı tüm partilerin serbestçe sürece dahil olması için bir genel af gerekiyordu. Bu işi de Franko döneminden kalan kişi ve kurumlarla yapmak zorunda olması ve diğer yandan da ETA’nın şiddet içeren mücadelesi işini alabildiğine zorlaştırmaktaydı.
Kral Don Juan Carlos, tasarladığı geniş genel af ve yasaklı tüm siyasi partilere serbestlik sürecinde Francocu güçlerin şimşeklerini üzerine çekmemek için Başbakan Arias Navarro’yu görevden almamıştır. Ancak Navarro, Kominist Parti ve bazı Ayrılıkçı partilerin yasallaşmasına karşı olduğu gibi, rejime sadece bir “demokrasi makyajı” yaparak yoluna devam etmekten yanaydı. Oysaki halk, demokrasi istiyordu ve sonuçta Navarro istifa edince Kral Don Juan Carlos, Adolfo Suarez’i başbakanlığa atadı ve onu da ikna ederek İspanya’da “kademeli demokrasiye geçiş” sürecini başlattı.
Adolfo Suarez ilk iş olarak 15 Haziran 1977 tarihinde bir genel seçim yapmayı kararlaştırdı ve arkasında da tüm siyasi mahkümlere bir genel af ve  yasaklı partilere serbestlik getirmiştir.
Kral Don Juan Carlos, demokrasiye geçiş için destek aramaya devam ederek, Franko tarafından atamayla oluşturulmuş meclisteki Halkçı İttifak kanadı ile görüşüp onları ikna ettikten sonra, Sosyalist Parti’nin genç genel sekreteri Felipe Gonzales ile gizlice görüşüp sürece destek vermesini sağlamıştır. Francocu bir meclisten Francocu Ordunun bir müdahalesi olmadan siyasi reform yasasını geçirmek hiç de kolay olmasa da sonuçta 59’a karşı 425 oyla bu yasayı meclisten geçirmeyi başarmıştır.
Adolfo Suarez, 1977 seçimlerine Demokratik Merkez Birliği adında bir parti kurarak katılmıştır. Seçimlerde Suarez’in partisi sandalyelerin %47’sini kazanırken Gonzalez’in Sosyalist Partisi de sandalyelerin %33,7’sini kazanmıştır.
Meclisin açılış konuşmasını yapan Kral Don Juan Carlos, kimsenin kendisinden beklemediği bir çıkış yaparak “İspanyol halkının bütün özelliklerini kapsıyacak ve tarihsel ve güncel haklarını güvence altına alacak” yeni bir anayasanın hazırlanmasını isteyerek parlamentoyu “kurucu meclis” yetkisiyle görevlendirmiştir. Böylece Kral Don Juan Carlos, genel seçimle oluşmuş bir parlamentoyu “kurucu meclis” yetkisiyle donatarak yeni ve demokratik bir anayasa yapmasını sağlamıştır. Bunun üzerine toplanan parlamento, meclisteki tüm parti temsilcilerinden oluşan Anayasal İşler ve Kamusal Özgürlükler Komisyonu’nu kurarak yeni ve demokratik bir anayasa yapmak üzere işe koyulmuştur. Bu komisyon, yeni bir anayasa yazmakla görevli bir alt komisyon oluşturmuştur.
İspanya, yeni ve demokratik anayasasını en geniş tabanlı bir uzlaşma ile hazırlamış ve parlamentoda birçok parti temsil edilmesine rağmen hazırlanan  anayasa taslağı oylamasında, sadece 2 vekil ret oyu kullanırken diğer tüm parlamenterler “evet” oyu kullanmışlardır.   
Temsilciler Meclisi ve Sanato’da önce ayrı ayrı görüşülüp kabul edildikten sonra  bir kez de Sanato ve Meclis Ortak Anayasa Komisyonu’nda  görüşülerek aynen kabul edilmiştir. 6 Aralık 1978 günü halkoyuna sunulan anayasa taslağı, halkın %83,87 sinin beğenisiyle kabul edilmiştir. Böylece Kral Don Juan Carlos’un başlattığı  yeni ve demokratik anayasa yapma süreci 17 ayda tamamlanmıştır.
İspanya anayasasının üç temel özelliğini şöyle özetleyebiliriz.; 1-Çok geniş tabanlı bir uzlaşma ile hazırlanmış olması, 2-Alabildiğine demokratik bir içeriğe sahip olması, 3-Farklı halklara ve bölgelere özerklik tanınmış olması.

BAZI ÜLKELERİN ANAYASA MAHKEME KARARLARINDAN ÖRNEKLER
a-Kolombiye Yüksek Mahkemesi’nin 09 Ekim 1990 tarihli 138 Sayılı Kararından: “…egemenlik esas olarak ve kayıtsız şartsız millettedir ve bu anayasaya uygun olarak kamu iktidarı milletten kaynaklanır…“…Egemenlik kolektif bir bütün ise  milletten başka sahibi olmayacaktır…Millet asli kurucu iktidar olarak egemen olduğundan ve diğer tüm devlet iktidarı yetkileri millet egemenliğinden kaynaklandığından, milletin kendi kendine koyduğu sınırlardan başka bir sınır bulunmamaktadır. Kurulmuş iktidarlar da milletin egemenliğine sınır koyamazlar…Kolombiya milleti birincil kurucu olduğuna göre  kendisine mevcut anayasadan  farklı bir anayasa  yapabilir, aksini düşünmek çok saçma bir sonuca götürür…
b-Venezuela Yüksek Mahkemesi Kararından: “…Halkın seçimler yoluyla egemenliği temsilcilerine  devretme imkanı, egemenliğin temsilciler vasıtasıyla  kullanımına ilişkin hiçbir sarih (açık) normun  bulunmadığı konularda, onun doğrudan kullanımına bir engel teşkil etmez. Bu itibarla halk egemen iktidarını, referandum meseleleri hakkında  kendisine danışılması  gibi hallerde korur…İktidarın sahibi olan halk, bu egemenliğini delege etmediği (devretmediği) meselelerle ilgili olarak kullanma ve dayatma yetkisine zımni olarak sahip bulunmaktadır…”
c-Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin 2008/16 E. Ve 2008/116 K. Sayılı kararından: “…Bir devletin hukuksal yapısının  temelini oluşturan, ulus adına yetki kullanacak anayasal organları, yetkilerin sınırlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini belirleyen, hak ve özgürlükleri düzenleyen anayasayı yapma veya değiştirme işlevi asli ve tali kurucu  iktidar işlevidir. Asli kurucu iktidar ülkenin siyasal rejiminde çeşitli etkenlere dayalı olarak  ortaya çıkan kesintilerin  ürettiği ve ortaya çıkış biçimi itibarıyla hukuksal çerçeve dışında yer alan, yeni hukuksal düzenin temel esaslarının  ne olacağını belirleyen anayasa koyucu iradedir.Katılımcı, müzakereci ve uzlaşıyı esas alan demokratik ülkelerde asli kurucu iktidarın sahibi halktır.

    Asli kurucu iktidarın önceki anayasalarla bağlı olmaksızın yarattığı yeni anayasa, temel düzen normu haline geldiği andan itibaren,  tüm anayasal kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline gelir. Anayasanın öngördüğü ve öğretide kurulu iktidar  olarak tanımlanan yasama, yürütme, yargı organları  ile bunların alt birimlerinin  asli kurucu iktidarın yarattığı “hukuksal otorite” sınırları içinde hareket etmeleri, işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik  kazanabilmesinin önkoşuludur….”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder