Fikret Başkaya/M. Serkan Mısırlıoğlu 30.09.2015 Ö.Üniversite
M. Serkan Mısırlıoğlu: BirGün gazetesinde Berkant Gültekin'le söyleşinizde
"tartışmayı 'Reel İslam' kavramı dahilinde yapmak gerektiğin'
söylüyordunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Fikret Başkaya: Son tahlilde din de bir ideolojidir ve yoruma
tabidir. Ve başlıca iki yorum mümkündür: Birincisi, mülk sahibi sınıfların,
ezenlerin, sömürülenlerin, devletin, efendinin yorumu, yani egemenlerin
yorumu; ikincisi de ezilenlerin, sömürülen sınıfların, egemenlik
altındakilerin yorumu. Dinlerin ortaya çıkıp, kurumsallaştığı dönemden bu
yana hep egemenler cephesinin yorumu geçerli oldu. Egemenlerin yorumu da
benim "Reel İslam" dediğimdi.İbn-i Haldun: " Halkın
dini efendinin dinidir" derken, aynı şeyi ifade etmiş oluyordu.Velhasıl,
ezilenler tarafından bir İslam yorumuna izin verilmedi. Mesela bundan 600 yıl
kadar önce Şeyh Bedrettin, ezilenler tarafından bir İslam yorumu yapmak
istedi, Serez Çarşısında idam edildi(1420). Sudanlı Şeyh Mahmut Muhammed Taha
da benzer bir girişim başlatmıştı, o da 1986 yılında idam edildi. Velhasıl
din her zaman güç, servet ve iktidar sahiplerinin hizmetinde oldu. Bu
durumolağan, gerekli sayıldı ve dayatıldı. Tartışıp aşmak isteyenler
lânetlendi...
Dolayısıyla, "Bu İslam değil", "bu ben
değilim", "İslamda böyle şeyler yoktur", vb. demenin bir
karşılığı yok. Sen öyle bir yorumdan hareketle böyle yaparsın, başkaları da
çıkar başka bir yorumdan hareketle başka şeyler yapar... Nitekim, İŞİD'ciler,
El- Kaideciler ve şürekası, yaptıkları katliamları, işledikleri vahşi
cinayetleri, insanlık suçlarını, Kur'an'dan ayetlere dayandırıyorlar...
MSM: O halde siz Müslüman toplumların 'geri kalmışlığını' dine dayandıranlara
katılmıyorsunuz?
FB: Öyle denirse, o zaman aynı şeyin mesela Hristiyanlık için de geçerli
olması gerekirdi... Eğer Müslüman toplumların bu günkü 'geriliği' dine,
İslam'a dayandırılırsa, o zaman Müslüman olmayan ama az-çok benzer durumda
olan onca Latin Amerika, Afrika ve Güney Asya toplumlarının içinde
bulundukları durumu açıklamak mümkün olmazdı. Öyle bir yaklaşım, ideolojilere
hak etmedikleri bir güç ve önem izafe etmek demeye gelir. Kaldı ki ve eğer
öyle olsaydı, Müslüman-Arap toplumları parlak bir medeniyetin yaratıcısı olamazlardı...
Aslında ekseri gözden kaçan bir hususu da hatırlamak gerekiyor: Bu günkü Batı
Medeniyetinin yükselmesinde Müslüman- Arap dünyadan çıkan düşünce ve bilim
adamlarının, alimlerin katkısı yok sayılıyor. Oysa Batı Aydınlanmasında
Müslüman Dünyanın düşünce ve bilim insanlarının önemli bir payı var. Kaldı
ki, uygarlık kimsenin babasının tapulu malı değildir, insanlığın ortak
eseridir, ortak mirasıdır, ortak başarısı ve kazanımıdır. Tarih boyunca
uygarlıklar birbirlerinden iktibas yaparak ilerlediler... Önemli bir husus
da, modernleşmeyi Batılılaşmayla özdeş saymamanın yanlışlığıdır...
Aslında Müslüman-Arap toplumlarının bu günkü durumun
açıklayan iki nedenden söz edilebilir: Birincisi, belirli bir tarihten sonra
İslam düşüncesinde tartışmanın yasaklanması, düşüncenin dondurulmasıdır. Öyle
bir şey, toplumun kendisi hakkında düşünme yeteneğinin dumura uğratılması
demeye geliyor ki, maalesef bu gün de "Şark cephesinde yeni bir şey
yok". Bağnazlık, düşünceyi -tartışmayı yasaklama, özgür düşünce düşmanlığı
aynen devam ediyor; Ve ikincisi de, söz konusu toplumlar Batı'da (Avrupa'da)
yükselen ve yeni ve orijinal bir üretim tarzı olan kapitalizmin meydan
okumasına gerekli zamanda gerekli cevabı vermekte yetersiz
kaldılar.Kolonyalizmin ve emperyalizmin kendini dayattığında da
artık iş işten geçmişti... Dolayısıyla, kapitalizmin, emperyalizmin,
kolonyalizmin tahribatını, sömürü, bağımlılık ve şartlandırma ilişkisini, dikkate
almak gerekiyor. Aksi halde yapılan tahlilin bir kıymet-iharbiyesi olmaz...
SMS: Kapitalizmin ilk yükselme aşamasında Mısırda Mehmet Ali Paşa'nın, Osmanlı
İmparatorluğunda da "Yenilikçi Hareketin" çıkışı, o meydan okumaya
bir cevap değil miydi?
FB: Eğer Mısırda M. Ali Paşanın başlattığı hamle başarılı olsaydı, bu gün
sadece Orta-doğu ve İslam coğrafyası değil, dünyanın manzarası da çok farklı
olurdu. Maalesef M. Ali Paşa'nın çıkışı, tebarüz (emergence) denemesinin önü
kolonyalist-emperyalist Batı tarafından kesildi. Osmanlı İmparatorluğundaysa,
"yenilikçilik" güdük bir hareket olmanın ötesine geçemedi. Nitekim,
Batı'dan kimi söylemleri ve kurumları ithal ettiler ama amaçları yeni bir şey
yapmak değildi, "Eskiyi', yani devleti korumaktı. Aynı şey az-çok
Cumhuriyet döneminde desöz konusuydu... Ve tüm bu zaman zarfında
bu topraklarda, bu coğrafyada gerçek bir aydınlanma ve modernite devrimi
yaşanmadı...
SMS: Taha haber sitesine verdiğiniz röportajda, "Politik İslam'ın"
iflas ettiğini söylüyorsunuz?
FB: Evet öyle. Politik İslamcılar güya toplumu dönüştürmek/değiştirmek üzere
yola çıktıklarını söylüyorlardı ama sonuçta kendilerini değiştirdiler...
Belki foyaları meydana çıktı, gerçek niyetleri teşhir oldu demek daha
doğru... Aslında Politik İslam'ın alternatif bir toplum projesi yok, olması
da mümkün değil. Kapitalizmi ve onun şimdilerde geçerli olan vahşi
neoliberal versiyonunu asla sorun etmiyorlar. Dünyayı anlamaktan acizler.
Dünyayı anlamaktan aciz olanların bu dünyanın, bu toplumların insanlarına
teklif edebilecekleri bir şey olabilir mi? O zaman ne yaptılar? Kendilerini
zenginleştirdiler. Bütçeyi, hazineyi, kamu kaynaklarını yağmaladılar. Tabii
bunu yaparken de hep İslam'a, gönderme yaptılar, İslamîilkeleri ve değerleri
ağızlarından düşürmediler. Oysa yaptıklarıyla söyledikleri arasında devasa
bir uçurum var...
Kapitalizmi/ neoliberalizmisorun etmeden, anlamadan,
kapitalizmin radikal bir eleştirisini yapmadan, kimsenin bir şey yapma şansı
yok. Kapitalizm sadece şeyleri metalaştırmıyor. Tüm sosyal ilişkileri, tüm
kültürleri de metalaştırıyor. Yani din-iman tanımıyor. Bir tsünami gibi her
şeyi kapsıyor, içine alıyor, dönüştürüyor, içini boşaltıyor, dejenere ediyor!
Velhasıl, insanlar arasındaki tüm ilişkileri, tüm fikirleri ve manevi
değerleri kendi mantığıyla uyumlu hale getiriyor, şeyleştiriyor (réification)
metaya dönüştürüyor. Hiç bir şeyi ıskalamıyor. Marx'ın"meta dünyasında
mündemiç fetişizm" dediği şey yani... Zira, öyle İslam imajını
pazarlamakla olacak şey değil. Mesela ne yapıyorlar? Kapitalizmin ürettiği
mallara "helâl" etiketi yapıştırıyorlar, veya İslam mührünü
vuruyorlar ve sanki yeni bir şeymiş gibi de pazarlıyorlar... Oysa
kelimelerin ve kavramların önüne getirilen niteleme sıfatları mutlaka bir
şeyi olduğundan farklı gösterme, aldatma, yanıltma, kandırma, ideolojik
bulanıklık yaratma amacı taşır. İşte "katılımcı demokrasi" söyleminde
demokrasinin önüne getirilen "katılımcı" ön eki gibi... Sanki
katılım olmadan demokrasi olurmuş gibi... İslam su, İslam soda, İslam turizm
ajansı, İslam fast-food, İslam şekeri, İslam Bankası, İslam Oteli, İslam
borsası, İslam turizmi, islam modası, helâl turizm, vb... Mesela bir İslam
tişortta farklı olan ne var? "Helâl suyun" ne özelliği var?
Herhangi bir mala "İslam" etiketi yapıştırılınca, İslam damgası
vurulunca, sanki o mala bir katma değer ilave edilmiş gibi bir izlenim yaratılmak
isteniyor... Basbayağı bir yanıltma-aldatma şaklabanlığı... Tam bir
"Abra-Kababra" operasyonu yani... Amaç, dini sermayeye yeni
değerlenme alanları ve yeni pazarlar açmak, müşteri çekmek ve kârı,
dolayısıyla sermayeyi büyütmek, zenginleşmek...
MSM: Müslüman iş adamı "Jet Fadıl" Hint Okyanusu'ndaki bir adada
"helâl tatil" için inşa edilmiş süper lüksbir otelin reklamını
yapıyordu. Otele de Ebu EyyûpEl Ensari'nin (Eyüp Sultan'ın) adını vermişler?
FB: Aslında verdiğin bu örnek ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor. Eyüp Sultanı
reklam aracı yapmakta bir beis görmüyorlar! Oysa, yapılanın dinle,
Müslümanlıkla bir ilgisi yok. "Nasıl zengin olurum, nasıl yağmalarım,
nasıl talan ederim, nasıl aldatırım, nasıl üterim... sorusuyla ilgisi var...
Allah aşkına "helâl" su, "helâl" soda ne
demek? Bu ne utanmazlıktır, ne kendini bilmezliktir, ne ilkelliktir! O köşe
dönme şampiyonu Müslüman işadamları suyu ' helâl" ilan ettirmeden önce
su ne idi? Ne oldu, ne yapıldı da su birden bire "helâl" oldu? O
suyu yüzlerce, belki binlerce yıldır içenler sizin helâl ilanınızdan önce
"haram su" mu içtiler onca zamanda. Böylece insanları ikiye ayırmış
oluyorlar: Helâl su içenler ve haram su içenler? Lâkin bir mesele var: Acaba
suyu "helâl" ilan edenlerin suyun özelleştirilmesine, parayla
satılmasına bir itirazları var mı? Neden ortaya çıkıp, "Allah'ın suyunu
satmak, sudan kâr etmek kimsenin haddine değildir" demiyorlar?
Diyebilirler mi? Aynı şekilde kâr etmek için suyu kirletenlere söyleyecek bir
çift sözleri var mı?
MSM: Politik İslam- demokrasi ilişkisine gelirsek, Politik İslam demokrasiyle
bağdaşır mıdır? Mesela Batıdaki Hristiyan Demokrat Partiler gibi
"Müslüman Demokrat Partiler" mümkün mü? Bir de, Müslüman Arap
toplumlarındaki 'demokrasi zaafını" sadece emperyalizmle, dış etkenlerle
açıklamak mümkün mü?
FB: Demokrasi son derecede önemli. Şahsen demokrasinin gerçekleşmesini, insan
haysiyetinin gerçekleşmesiyle bir ve özdeş sayıyorum. Ve maalesef dünyada
" işte demokrasi bu" denebilecek bir örnek, bir pratik yok. Sadede
gelirsek, Politik İslamcıların kitabında demokrasi, özgürlük, sosyal
eşitlik... gibi kavramlara yer yok... Bunları Batı icadı sayıp lânetliyorlar.
Örgütsel yapıları ve işleyişleri de öyle bir şeye izin vermiyor zaten...
Gizli bir örgüt, bir "Mürşit" tarafından yönetiliyor ve biricik
amaçları da şeriata dayalı bir düzen kurmak... Eğer Politik İslam'ın ana
gövdesini Müslüman Kardeşlerin oluşturduğu kabul edilirse, o örgüt kurulduğu
günden (1928) beri varlık nedeni o dönemde ortaya çıkan ulusçu, ilerici,
demokrat, sosyalist, anti-emperyalist ve anti-kolonyalist hareketlerin önünü
kesmekti... Zaten daha baştan itibaren de emperyalizm tarafından
araçlaştırıldı, yönlendirildi, kullanıldı ve hâlâ da kullanılmaya devam
ediliyor... Orada demokrasi aramak beyhude bir çabadır... İktidar olduklarında
kuracakları rejim, olsa olsa faşizmin din soslu bir versiyonu olabilir...
Sorunun ikinci kısmına gelirsek, Müslüman- Arap
toplumlarında ve Türkiye'deki demokrasi zaafını sadece dış faktörlerle, dış
belirleyiciliklerle, emperyalizmin komplolarıyla açıklamak mümkün değildir.
Aynı şekilde 'zalim' diktatörlerin ve Siyonist İsrail'in varlığıyla da
açıklanamaz. Bu topu taca atmak olur. Asıl neden bu büyük coğrafyada
insanların yurttaş mertebesine yükselememeleriyle ilgili. Mesela bizde
Padişah'ın kulu Cumhuriyetin yurttaşı olamadı. Tebâ niteliğini korudu. Aksi
halde bu günkü kepazelik mümkün olur muydu? Kitleler kaşarlanmış profesyonel
politikacılar tarafından bu kadar kolay aldatılabilir miydi? Diğer
yerlerdeyse durum bizdekinden de kötü... Özgür düşüncenin, özgür tartışmanın,
eleştirel bilincin gelişmediği yerde, yurttaş da olmaz, özgürlük de olmaz,
demokrasi de olmaz...Onun için asıl sorunları
tartışabilme basiretine sahip olmak gerekiyor. Bütün nedenler içinde
"asıl neden" ne denirse, maalesef bizim coğrafyamızda gerçek bir
aydınlanma ve modernite devrimi yaşanmadı. Dışarlarda sorumlu arayıp-bulmakla
bir yere varmak mümkün değil...
MSM: Son olarak sormak istediğim şu: İŞİD'le mücadele konusunda kafalar
karışık. Güya İŞİD'le mücadele amacıyla ABD öncülüğünde 40 kadar ülkenin
katıldığı bir 'anti-İŞİD koalisyon oluşturuldu. Ve bir arpa boyu yol alınmış
değil. Aslında yapılmak istenen ne?
FB: Doğrusu şu kadarlık ömrümde yalanın ve ikiyüzlülüğün bu boyutlara
ulaşacağı hiç aklıma gelmezdi. Medya, politikacılar ve kimin
hesabınadüşündüğü malûm, yüksek prestijli "düşünce kuruluşları"
koalisyonu, sabahtan akşama yalan üretiyorlar ve ürettikleri yalan
ultra-modern iletişim araçlarıyla anında dünyanın dört bir yanına
yayılıyor... Ve kafalar bulandırılıyor. EL-Kaideyi ve İŞİD gibi türevlerini
ABD peydahladı, eğitti-donattı, silahlandırdı, finanse etti, yönlendirdi, ,
jeo-stratejik ve jeopolitik amaçları için kullandı ve kullanmaya devam
ediyor. ABD ve müttefiklerinin asla İŞİD'le mücadele diye samimi bir niyetleri
yok. ABD, Dünya'ya kendini "demokrasinin ve insan haklarının
timsali" olarak sunduğu için ve o imajın zedelenmesini istemediği için,
sanki İslamcı terörle mücadele ediyormuş gibi bir izlenim yaratmaya
çalışıyor... İşte o koalisyona üye ülkelerden biri de Türkiye (AKP iktidarı
demek daha doğru olur),oysa Türkiye Devleti ta baştan beri tüm Cihatçı
örgütleri destekledi ve desteklemeye de devam ediyor. Koalisyon tarafından
yapılan hava operasyonlarının bir işe yaramayacağını herkes biliyor... Amaç
ahmakları aldatmak, zaman kazanmak... ABD'nin başını çektiği
"koalisyonun" asıl derdi İŞİD,ve diğerCihatçılar değil. Öyle olsa,
"eğit-donat" gibi saçmalıklar gündeme gelir miydi? Onların asıl
hedefi Suriye devletini çökertmek, toplumun dokusunu parçalamak. Libya'da, Irak'ta
yapılanı orada da tekrarlamak istiyorlar. Amaç bölgeyi kaos ortamına
hapsetmek... Aslında orada İŞİD ve diğer El-Kaide türevleriyle savaşan iki
güç var: Suriye devleti ve Kürt PYD güçleri. Eğer gerçekten İŞİD'le mücadele
niyeti varsa, yapılacak iş çok basit: Onların safında mücadeleye katılırsın,
olur-biter... ABD'nin ve AB'li müttefiklerinin amacı emperyalist
hegemonyaları için sorun çıkarma potansiyeli olan devletleri
etkisizleştirmek... Asıl hedefte de Rusya Federasyonu ve Çin var. Tabii İran
var. Ama artık "köpeksiz köyde değneksiz gezme" devri kapandı...
ABD'nin jeo-stratejisi patinaj yapıyor...
MSM: Doğrusu bu güzel cevaplar için size teşekkür ediyorum.
FB: Ben de güzel sorulanız için...
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder